On yıl önce disiplinsiz bir karmaşa ve kargaşa ülkesi niteliğinde olan Rusya, bu gün aşırı disiplinin hâkim olduğu ve özgürlüklerin kısıtlandığı, tüm yetkilerin Kremlin’in elinde toplandığı bir ülke haline gelmiştir. İçerde siyasi disiplini bir dereceye kadar sağlayan ülke SSCB’nin dağılması sonrasında Kafkaslarda ve Orta Asya’da ortaya çıkan güç boşluğunu yeniden doldurma yolunda önemli mesafe kat etmiştir. Bu dönemde kendi arka bahçesinde oluşan güç boşluğunu doldurma konusunda ABD ve bir ölçüde AB ile rekabete giren Rusya bu yarışta, bölgeye komşu olması ve tarihi deneyimi nedeniyle bir adım öne geçmiş gözükmektedir.
Rusya, SSCB sonrasında mevcut uluslararası sisteme uyum sağlama çabası içerisine girmiştir ve öncekinden oldukça farklı siyasi ve ekonomik düzene doğru ilerlemektedir. Bu bağlamda Sovyetler Birliğinden devraldığı sorunları çözümleme ve uluslararası sisteme uyum sağlama çabalarını sürdürmekte olan Rusya bir dizi ekonomik ve siyasi meydan okumayla karşı karşıya bulunmaktadır.
Ekonomik Güçlükler
Rus ekonomisi son yıllarda petrol gelirlerinin artması ile yıllık %-7-8’lik bir büyüme yakalamıştır. Ne var ki, petrol geliri yüksek diğer ülkelerin deneyimlerinde görüldüğü üzere, bir ülke ekonomisinde büyümeyi petrol gelirlerine dayalı olarak sonuna dek sürdürmek mümkün değildir. Bir ülkenin ekonomik kalkınmasını istikrarlı biçimde sürdürmesi insan kaynaklarına, sanayi yatırımlarına ve teknolojik yeniliklerden yararlanabilme kapasitesine bağlıdır. Rusya uçak ve gemi yapımcılığı, atom endüstrisi, füze ve uzay teknolojileri gibi alanlarda dünyanın sayılı ülkelerindendir ve bunu ileri aşamalara taşıma çabasındadır. Ne var ki, bilgisayar ve iletişim gibi alanlarda oldukça geri durumdadır ve finans sektöründe de batı ülkeleri ile boy ölçüşecek duruma henüz gelmiş değildir.
Rusya, kendi teknolojisi ile çıkarabileceği petrol ve doğal gaz kaynakları hızla tükenmekte olan bir ülkedir ve eğer yeni teknolojiler geliştiremezse, ki bu yönde herhangi bir işaret yoktur, arktik bölgedeki petrolünü ve doğal gazını çıkarıp batıya satabilmek için batı teknolojisine ihtiyaç duyacaktır. Avrupa’nın özellikle doğal gaz arzı yönünden Rusya’ya bağımlı olduğu ileri sürülmektedir. Oysa Rusya da talep yönünden batıya bağlıdır. Çin ve Hindistan’da batı etkisi yoğun biçimde hissedilmekte olduğundan, bu pazarların batıya bir alternatif teşkil edip etmeyeceği henüz tartışmalıdır. Üstelik OPEC’in ağırlığı yönünde ileri sürülen tüm iddialara rağmen, petrol piyasasında belirleyici rol batılı şirketlere aittir.
Avrupa doğal gaz kullanımının artırılması çevrecilerin politikaları sonucunda ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Oysa kimi yorumculara göre, Avrupa Rus ekonomisini kendisine bağımlı kılmak için kendi ülkelerinde nükleer enerji gibi alternatif kaynakların kullanımını azaltmış ve doğal gaz kullanımını bilinçli olarak artırmıştır. Bu şekilde Rus ekonomisinin batıya olan bağımlığı daha da artmıştır. SSCB kendi içinde kurduğu ekonomik ve siyasi sistemle batı merkezli uluslararası sisteme bir alternatif teşkil etmekteydi. Oysa bu gün Rusya batı ekonomik sistemi ile entegre olma yolunda hızla ilerlemektedir. Dolayısıyla, Rusya’nın batıya alternatif bir siyasi sistemin merkezi olabileceği yönündeki düşünceler henüz bir arzu niteliğindedir. Bu koşullarda gelişen Rusya ve ŞİÖ batıya bir alternatif değil, ancak Fransa, Almanya ve Japonya gibi batı ekonomik ve siyasi sistemi içerisindeki rakiplerden biri olabilir. Eğer ABD doları yerine Rus rublesini koyabilirseniz, batı teknolojileri yerine Rus teknolojisini, hepsinden önemlisi, batı tipi kapitalist bir rejim yerine farklı bir rejim koyabilirseniz bir alternatiften söz edebilirsiniz. Rusya bu gün ABD dolarını kullanmak istemediğinde, yine batı hâkimiyetinin sembollerinden biri olan euroyu kullanmaktan söz etmektedir.
Rusya bugün bir trilyon dolarlık bir ekonomiye, dünyanın üçüncü en büyük döviz rezervine, muazzam bir ödemeler dengesi fazlasına sahip bir ülkedir. Yurt içi hasılası 1999 yılında 200 milyar dolardı ve bugün 1.700 milyar dolara yükselmiştir. Buna rağmen bunun dünya üretimindeki payı sadece yüzde 2.8’dir. Gürcistan’daki başarısına rağmen Rus ordusu yeterli kaynağa sahip değildir. Askeri harcamaları resmi rakamlara göre 48 milyar dolardır ve bu rakam Amerikan askeri harcamasının sadece yüzde 7’sine tekabül etmektedir. İhracatının %60’ı petrol ve doğal gazdan oluşmaktadır ve bu nedenle dünya enerji fiyatlarının düşmesinden doğrudan etkilenmektedir. Otoriteryanizmden dolayı reformlar durmuştur ve reformlar olmaksızın yüksek büyüme rakamları sürdürülemeyecektir. Alkolizm ve sağlık sisteminin çöküşü bir demografik felakete yol açacak boyutlardadır. Nüfus her yıl 700.000’lik bir azalma kaydetmektedir. Rus ordusunda yolsuzluk had safhadadır ve Rusya’nın ekonomik gücünün temelini oluşturan petrol ve gaz endüstrisinde de önemli kırılganlıklar mevcuttur. Bu endüstri artık çok geniş ölçüde devletleştirildiği için yatırım çekememekte ve modernleşme ve büyüme potansiyelini kullanamamaktadır.
Siyasi güçlükler
Dünya’nın en geniş ve etnik bakımdan çok renkli coğrafyasına sahip olan Rusya, iç ve dış politikaları arasında uyum sağlama konusunda da ciddi sorunlar yaşamaktadır. Bir yanda, federasyon bünyesinde yer alan özerk cumhuriyetlerin merkeze olan bağlılıklarını pekiştirme noktasında ciddi sorunlar yaşayan ülke, diğer yandan yakın çevresinde, örneğin Gürcistan’da, meydana gelen olaylara müdahale ederken iç bütünlüğüne zarar verecek girişimlerde bulunmak zorunda kalabilmektedir
Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasıyla Orta Asya’da ortaya çıkan güç boşluğu ABD ve kısmen AB ülkeleri ile Çin tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. ABD bu amaçla bölge ülkelerinde bir dizi “renkli“ ya da “kadife“ devrim gerçekleştirmiş ve bu devrimler bölgeyi kendi etki alanı kabul eden ve NATO’nun kendi sınırlarına kadar uzanmasını ve Baltık ülkelerini de kapsamasını bir türlü hazmedemeyen Rusya’da büyük rahatsızlık uyandırmıştır.
Güney Osetya krizinde Rusya uluslararası alana geri döndüğünü, arka bahçesi saydığı Kafkasya’yı koruma ve kontrol etme kararlığını ortaya koymuştur. Bu politika Rusya’nın imajını olumlu ve olumsuz yönlerden etkilemiştir. Her şeyden önce Rusya bölgede göz ardı edilemez bir ülke olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle, Kafkaslarda ve Orta Asya’da Rusya’nın izni olmaksızın adım atılamayacağı mesajını vermiştir. Ne var ki, Güney Osetya krizinin ve Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesinin Rusya açısından olumsuz etkileri de göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Nitekim ABD Güney Osetya krizinin hemen ardından Doğu Avrupa’ya füze kalkanı kurma projesine kesinlik kazandırmıştır. Uzun süredir Karadeniz’de askeri varlık bulundurmanın çarelerini araştırmakta olan ABD, insani yardım bahanesi ile ilk kez savaş gemilerini Karadeniz’e sokmuştur. Tarihin bir ironisi olarak, Rusya bu girişi Montrö anlaşmalarına dayanarak engellemeye çalışmıştır. Sonra, Rusya’nın bu müdahalesinden ürken bölge ülkeleri, arzu edilenin aksine, biraz daha Rusya’dan uzaklaşmışlardır. Nitekim Ukrayna’da şimdiye dek ülkenin NATO’ya girişine karşı çıkan muhalefet sindirilmiş ve giriş süreci hız kazanmıştır. Gürcistan biraz daha batının kucağına itilmiştir. Eski SSCB’den ayrılan bu “küçük“ ülkeleri Rusya’dan uzaklaştırıp ABD’ye ve batıya yaklaştıran en önemli nedenlerden biri batının burada yürüttüğü siyasi propaganda, devrim ve ekonomik faaliyetleri ise, bir diğeri bu ülkelerin güçlü Rusya karşısında egemenliklerini kaybetmekten korkmalarıdır. Bu güne dek Rusya şimdi komşusu olan bu ülkelerin bağımsızlığına saygı duyacağına, onlara uluslararası alanda eşit devletler olarak baktığına ve böyle davranacağına dair inandırıcı bir imaj çizememiştir.
Rusya’nın bölgedeki saldırgan politikaları bağımsızlıklarını korumak isteyen küçük devletleri Batı ve ABD ile daha fazla yakınlaştıracaktır. Dahası, Güney Osetya’nın ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyan Rusya, bu küçük devletlerin varlıklarını sürdürmek amacıyla kendine muhtaç olacaklarını ve böylece bölgedeki etkinliğini sürdüreceğini hesaplamaktadır. Ne var ki, Rusya’nın attığı bu adım uzun vadede Kafkaslardaki istikrarı bozacak, Rusya Federasyonu içindeki küçük devletlerin bağımsızlık arzularını kamçılayacak ve bizzat Rusya’ya zarar verecektir.
Hepsinden de önemlisi, bu savaşın ardından Rus ekonomisinin yaşadığı kayıplardır. Bir ara 350 milyar dolar olarak gösterilen GAZPROM’un değeri krizin ardından 150 milyar dolara inmiştir. Rusya’da Putin tarafından zengin edilen kişiler dahi Rus finans sisteminden sermayelerini çekerek Rusya’da ekonomik krizin derinleşmesine neden olmuşlardır. Mevcut küresel ekonomik kriz Rusya’yı ABD’den ve Avrupa ülkelerinden daha fazla etkilemiştir. Ama tüm gözler krizin merkezi olan batının üzerinde olduğu için Rusya’dan söz edilmemektedir. Petrol fiyatlarındaki bu düşüş küresel kriz nedeniyle ekonomisi zaten zor durumda bulunan Rusya bütçesini iyice zora sokacaktır.
Öte yandan, henüz birkaç ay öncesinde 147 dolara dek yükselmiş bulunan petrol fiyatlarının 70 doların altına sarkma eğilimine girmesi ile birlikte, hâlihazırda, petrol şahini ve ABD düşmanı olan Venezüella ve İran ile de iyi ilişkiler içerisinde olan Rusya OPEC ile ilişkilerini sıkılaştıracağını ve daha yakın işbirliği içerinde olacağını açıklamaya başlamıştır. Rusya’nın OPEC’e girişinin petrol tüketen ülkeler için büyük bir tehlike anlamına geleceği yönündeki yorumlar kısa vadede geçersiz görünmektedir. Çünkü Suudi Arabistan başta olmak üzere OPEC’in belli başlı üyelerinin geleneksel batı yanlısı uluslararası ilişki kalıpları değişmedikçe, Rusya’nın OPEC’e girişi petrol piyasalarında önemli bir değişiklik getirmeyecektir. Başta Suudi Arabistan olmak üzere OPEC üyesi ülkelerin büyük çoğunluğunun batı etkisi altındaki ülkeler olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Rusya’nın ne denli zor durumda olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Yine, dünyada en çok doğal gaz üreten ülkeler olarak Rusya, İran ve Katar aralarında OPEC benzeri bir gaz ihraç eden ülkeler örgütü kurma aşamasında olduklarını açıklamışlardır. Rusya’nın bu tür girişimlerde başarılı olabilmesi, ekonomisi, ordusu, diplomasisi ve teknolojik altyapısı ile bütüncül ve batılı uluslararası ilişkiler sisteminden bağımsız bir uluslararası ilişkiler stratejisi geliştirmesine ve petrol ve doğal gaz ile ilgili politikalarını bu stratejinin anlamlı bir parçası haline getirebilmesine bağlıdır. SSCB’nin çöküşünden bu yana ekonomik ve siyasi olarak batı sistemine entegre olma politikaları izleyen Rusya’nın böyle bir strateji geliştirdiğine dair de ciddi bir işaret alamamaktayız.
Çin’in bölgesel sorunlarla baş edebilme ve enerji güvenliğini artırma amacıyla kuruluşunda öncülük ettiği Şanghay İşbirliği Örgütü bazı çevreler tarafından ABD’ye karşı etkili kutup olma potansiyeline sahip bir örgüt olarak değerlendirilmektedir. Nitekim dönemin Rusya Devlet Başkanı Putin, örgütün Ağustos 2007 Bişkek Zirvesi’nde “tek kutuplu dünya kabul edilemez“ diyerek bir anlamda birliğin misyonunu da belirtmiştir. Ne var ki, mevcut uluslararası güç yapılanması ve genelde batının özelde ABD’nin bölge ülkeleriyle olan ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda örgütün bir kutup oluşturabileceğini söylemek için çok erken olduğu ortaya çıkmaktadır.
ŞİÖ ülkelerinin dış politikalarında bir bütünlük olduğunu söylemek de güçtür. Nitekim Kazakistan dışındaki ŞİÖ üyeleri ülkeler Güney Osetya sorunu çerçevesinde yaptıkları açıklamalarda, çatışmalardan dolayı büyük kaygı duyduklarını ve Fransa tarafından önerilen altı maddelik barış planının desteklediklerini belirtmekten öte bir şey yapmamışlardır. Tüm batılı ülkelerin Gürcistan’ı desteklemelerine rağmen ŞİÖ ülkelerinden Rusya’yı destekleyen en küçük bir işaret bile alınamamıştır. Dahası, Rusya bir yandan ŞİÖ’yü hammadde kaynakları bakımından batı için son derece önemli olan Orta Asya’da güvenliği sağlamanın temel aracı olarak sunmakta ama öte yandan, örgütün NATO’yu dengeleyen bir ittifak olma amacını asla taşımadığını açıklamak zorunluluğu duymaktadır.
<<>>
Ortadoğu’daki son gelişmeler ve Rusya
Rusya son dönemde Ortadoğu’da Avrupa ülkelerinin politikalarına yakın bir politika izlemiş, “Savaşçı ABD“ imajına karşılık diplomatik faaliyetlere ağır vermiş ve “barış elçisi“ bir ülke imajı çizmeye özen göstermiştir. Rusya halen İran sorununda savaşa başvurulmasına şiddetle karşı olduğunu, sorunun görüşmeler yoluyla çözümlenmesi gerektiğini, aslında görüşmelerin olumlu yönde ilerlemekte olduğunu açıklamaktadır. Bu durum Rusya’nın bölgedeki saygınlığını artırmaktadır.
Rusya, İran’ın uluslararası alandaki mevcut sıkıntılarından ve İran ile arasındaki tarihi bağlantılardan yararlanarak bölgedeki varlığını pekiştirmeye çalışmaktadır. İran Rusya ile yaptığı ve Humeyni rejimi tarafından resmen ortadan kaldırılan 1921 ve 1946 anlaşmalarını canlandırabileceği, Hazar Denizi üzerinde öteden beri iddia ettiği %20’lik hisseden vazgeçip Rusya’nın dayattığı %11’lik hisseye razı olabileceği ve Mazendaran Denizi ismini Ruslar tarafından kullanılan isimle değiştirebileceği yolunda sinyaller vermektedir.
İran bir ABD saldırısında savunulması çok güç olan petrol alanlarının işgal edilmesi halinde söz konusu anlaşmalar ile Rus silahlı kuvvetlerinin kuzey İran’a girebilmesini sağlamaya yani tarihi denge oyunları çerçevesinde ABD’yi Rusya ile dengelemeye çalışmaktadır. Petrol bölgelerinin ABD tarafından işgal edilmesi halinde Rus kuvvetleri eski anlaşmaları bahane ederek kuzey İran’a girecekler ve BM’de yapılan tartışmalarda tüm yabancıların aynı anda İran’ı terk etmelerini isteyeceklerdir. Bu durumda uluslararası toplumun baskısı altında kalan ABD, İran topraklarını terk etmek zorunda kalacaktır. Eğer İranlı yöneticiler bu düşünceler ile söz konusu adımları atmayı düşünmekte iseler, bu İran’ın tıpkı 1921 koşullarında olduğu gibi güçsüz bir ülke olduğunun kabulü anlamına gelmektedir. Bu durumda Ruslar Hazar Denizi üzerindeki tarihi hesaplarını gerçekleştirme ve İran üzerinde yeniden etkili olma yönünde yakaladıkları bu fırsatı kaçırmayacaklardır.
Türkiye’nin Rusya karşısındaki pozisyonu İran’ın pozisyonundan, kimi yönlerden benzerlikler gösterse de, oldukça farklıdır. Tarihi bakımdan Türkiye ile SSCB arasında yapılan anlaşmalar İran ile karşılaştırıldığında daha eşitlikçi bir yaklaşım üzerine inşa edilmiştir. Boğazlar gibi bazı sorunlar hiçbir zaman Hazar Denizi üzerindeki İran – Rusya anlaşmazlıkları gibi sadece tarafları ilgilendiren bir sorun değil, uluslararası toplumu hemen tümüyle ilgilendiren sorunlar olagelmiştir. Yine de, Türkiye bu güçlü komşusunu göz ardı ederek herhangi bir adım atma lüksüne sahip değildir.
Son olarak, Rusya’nın son zamanlardaki çıkışlarının batı nezdinde gücü ve jeopolitik konumu ile mütenasip bir muamele görememiş olmadan kaynaklanan rahatsızlık olabileceği gibi, petrol fiyatlarının ve Rus gazına olan bağımlılığın son dönemde artması nedeniyle emperyal dürtülerin uyanması da olabilir. Nedeni ne olursa olsun, Rusya uluslararası alana güçlü bir şekilde geri dönme arzusundadır ve bu arzusunu çeşitli vesileler ile ortaya koymaktadır. Rusya’nın bu tür girişimlerde başarılı olabilmesi, ekonomisi, ordusu, diplomasisi ve teknolojik altyapısı ile bütüncül ve batılı uluslararası ilişkiler sisteminden bağımsız bir uluslararası ilişkiler stratejisi geliştirmesine ve petrol ve doğal gaz ile ilgili politikalarını bu stratejinin anlamlı bir parçası haline getirebilmesine bağlıdır. SSCB’nin çöküşünden bu yana ekonomik ve siyasi olarak batı sistemine entegre olma politikaları izleyen Rusya’nın böyle bir strateji geliştirdiğine dair de ciddi bir işaret alamamaktayız. Başta küreselleşmenin getirdiği değişiklikler olmak üzere, mevcut koşullar Rusya’nın bu amacın henüz çok uzağında bulunduğunu göstermektedir.
Rusya nükleer güç ve topyekûn savaş bakımından ABD’yi dengeleyebilecek güce sahip olan yegane güç olarak gösterilmektedir. Eğer İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasındaki koşullar geçerliliğini sürdürüyor olsaydı bu topyekûn gücün bir anlamı olabilirdi. Oysa dünyanın yirminci yüzyılda yaşadığı dünya savaşlarının bir benzerinin daha yaşanması, “kıyamet“ anlamına geleceğinden böyle bir güce sahip olmak sadece dünya savaşları gibi büyük savaşlarda bir anlam ifade edebilir. Günümüzde uluslararası alanda daha etkin olmak için teknolojiden, propaganda savaşlarına, finansal mücadelelerden enformasyon savaşına kadar pek çok konuda yürütülen etkinlikler noktasında Rusya batının henüz çok gerisindedir.
Uluslararası alandaki mevcut güç yapılanmasının sonsuza kadar süreceğini söylemek zordur. Ama bu noktadan sonra yaşanacak değişikliklerle, Soğuk Savaş dönemi benzeri bir yapılanmanın ortaya çıkacağını ileri sürmek ise tamamen imkânsızdır. Tıpkı kapitalist dönem ile birlikte geleneksel imparatorlukların ortadan kalkması ve o zamana dek görülmemiş bir uluslararası sistem ile birlikte ulus devletlerin ortaya çıkması örneğinde olduğu gibi, mevcut yapılanmanın dönüşmesi halinde ortaya çıkacak olan yeni yapı, tahminlerimizin ve belki de arzularımızın çok ötesinde, farklı bir yapı olacaktır. Rusya ekonomik ve askeri bakımdan güçlü bir ülke olarak uluslararası alana geri dönmektedir ama bu geri dönüş, Rusya’nın SSCB örneğinde olduğu gibi bir kutup lideri olacağı anlamına gelmeyecek, Fransa ile İngiltere arasında olduğu gibi, sistem içerisinnde bir rakip şeklinde olacaktır. Rusya’nın G-8’lerin üyesi olarak dünyanın en zengin ve nüfuzlu ülkeleri ile aynı grup içinde yer almayı başarmasını bir de bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir.
Uluslararası alanda güç transferleri her zaman büyük sarsıntılara neden olmuşsa da, modern dönemdeki güç transferleri, dünya savaşlarında olduğu gibi, büyük insanlık felaketlerini de beraberinde getirmiştir. Başta ABD ve Rusya olmak üzere, dünyadaki mevcut silahlanma durumunu göz önünde bulundurduğumuzda, güç transferlerinin çatışmayla sonuçlanması halinde, insanlık toptan bir felaket ile karşı karşıya gelecektir. Geriye, önümüzdeki dönemde yaşanacak güç transferlerinin barışçıl bir şekilde gerçekleşmesini ümit etmekten başka çare kalmıyor.