Bazı batılı yorumcular petrol fiyatları ile demokratik özgürlükler arasında ilgileşim kurmaya çalışmaktadırlar. Bu yorumcular İran’da Ahmedinecad, Rusya’da Putin, Venezüella’da Chavez gibi otoriter liderlerin iktidara gelmesi, Nijerya devlet başkanının görev süresini uzatmaya çalışması, Körfez ülkelerinde basın özgürlüğünün ya da bireysel özgürlüklerinin kısıtlanması gibi uygulamalar ve olaylar sonucunda demokratik özgürlüklerde gerilemeler yaşandığını ve bunun sonucunda petrol fiyatlarının yükseldiğini iddia etmektedirler.
Demokratik Özgürlükler Ve Petrol Fiyatları
Bazı batılı yorumcular petrol fiyatları ile demokratik özgürlükler arasında ilgileşim kurmaya çalışmaktadırlar. Bu yorumcular İran’da Ahmedinecad, Rusya’da Putin, Venezüella’da Chavez gibi otoriter liderlerin iktidara gelmesi, Nijerya devlet başkanının görev süresini uzatmaya çalışması,...
Petrol ülkelerini, GSMH ve ihracatları büyük ölçüde petrole dayanan ve çok güçsüz devlet yapısına ya da otorite hükümetlere sahip olan ülkeler olarak tanımlayan bu tür yorumlarda petrol ve özgürlükler arasındaki ilgileşimin bir takım yasalara göre seyrettiği ileri sürülmektedir. Buna göre, petrol fiyatlarının artması ile özgürlükler arasında ters orantı ilişkisi söz konusudur. Yani petrol fiyatları arttıkça, üretici ülkelerdeki özgürlük düzeyi -Freedom House tarafından ortaya konulan kıstaslar çerçevesinde değerlendirildiğinde- düşmekte, ya da bunun tersi olmaktadır. Petrolcü ülkeler halktan vergi almadıkları için kamuoyundan gelebilecek demokratikleşme baskılarını hafifletmektedirler. Petrolden elde edilen zenginlik ile yapılan harcamalar demokratikleşme yönündeki baskıları azaltmakta, bu zenginlik sayesinde hükümetler bağımsız sosyal grupların ortaya çıkmasını engellemektedirler. Petrol ülkeleri, yine petrolden elde ettikleri gelirlerle kurdukları polis örgütlenmesi, iç güvenlik ve istihbarat servisleri aracılığıyla halkları üzerinde baskı kurmaktadırlar.
Söz konusu yorumlarda, petroldeki fiyat artışları Venezüella, Rusya, İran vb ülkelerdeki demokratik seçimler, açılan/kapatıla medya organı sayısı, basın özgürlüğü, seçme seçilme temsil özgürlüğü, ifade özgürlüğü vb özgürlüklerin kısıtlanmasına bağlanmaktadır. Öte yandan Putin, Ahmedinecad ya da Chavez gibi liderlerin uluslararası ortamı geren ve özgürlükleri kısıtlayan açıklamalarının petrol fiyatlarının tırmanmasına neden olduğu ve gerilimi artıran açıklamaların petrol fiyatlarını artırmayı amaçladığı ileri sürülmektedir. Bu gerilimin yoğunlaşması noktasında Amerikan politikalarının etkisi konusuna ise hiç temas edilmemektedir. Arz – talep dengesinin ya da dolarda yaşanan değer kaybının petrol fiyatlarının belirlenmesi noktasındaki belirleyici etkisine ise ya hiç temas edilmemekte, ya da bu faktörler bir iki cümleyle geçiştirilmektedir. Bu noktada, petrolcü ülkelerin bir petrol ekseni (Axis of Evil yerine Axis of Oil!) oluşturmaya çalıştıkları izlenimi verilmeye çalışılmaktadır. Oysa asıl sorulması gereken soru şudur: İran, Rusya ve Venezüella liderlerin hepsi niçin aynı anda ABD karşıtı söylemler kullanmaya, tutum ve davranışlar sergilemeye başlamışlardır? Bunda ABD’nin hiç mi payı yoktur?
Bu tür yorumlarda Bahreyn ve Lübnan gibi ülkeler petrol ve özgürlükler arasındaki ilgileşime örnek gösterilmekte, petrolü tükenmek üzere olan Bahreyn’de demokratikleşme çabalarının başladığı, hiç petrolü bulunmayan Lübnan parlamentosunun Suriye askerlerinin ülkeyi terk etmesini isteyecek kadar özgürlükçü ve demokratik olduğu ileri sürülmektedir. Oysa Bahreyn ve Lübnan gibi coğrafya ve nüfus bakımından son derece küçük, nasıl kuruldukları ve varlıklarını kime/neye dayanarak sürdürdükleri tartışmalı olan ülkelerin uluslararası sistemin diğer etkin aktörlerinden bağımsız karar alabileceklerini ve kendi iç politikalarını dahi kendilerinin belirleyebildiklerini söylemek son derece güçtür. Dünya petrol üretiminin büyük bir bölümüne sahip olan Körfez monarşileri İngiltere’nin bölge politikaları çerçevesinde ve İngiltere’nin çıkarlarına uygun olarak kurulmuş ülkelerdir ve İngiltere’nin bölgeden çekilmesi ile birlikte ABD etkisine girmişlerdir. Soğuk Savaş döneminde bölgedeki ABD etkisi derinden hissedilir bir hale gelmiştir. Yani bölge ülkelerinin oluşumunda kendi iç dinamikleri belirli bir dereceye kadar etkili olsa da, bu ülkelerin uluslararası alanda ABD’nin istekleri dışında bir politika yürütmeleri neredeyse imkânsız durumda bulunmuştur. Orduların biçimlenmesi, silah alımı, petrol şirketleri ile yapılan anlaşmalar, petrolden elde edilen sermayenin nihai kontrolü gibi faktörler incelendiğinde bu ülkelerin dış politikalarının ABD ve İngiltere’ye ne denli bağımlı olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Eğer bu ülkelerdeki özgürlük düzeyinin düşmesinin ABD ve İngiltere gibi Batılı ülkeleri rahatsız ettiği doğru ise, bu ülkelerin petrol üreten ülkelerde özgürlüklerin geliştirilmesi noktasında ne gibi önlemler aldıkları netleştirilmelidir. Bu ülkelere sevk edilen silah miktarında bir azalma mı görülmüştür? Petrol zengini ülkelerin yöneticilerinin Batı’daki mal varlıklarının kullanımı ya da iadesi gibi konularda bir takım sınırlamalar mı getirilmiştir? Uluslararası örgütlerde bu ülkelerin prestijlerini gölgeleyecek önlemler alma yoluna mı gidilmiştir? Ya da, Irak’ta görüldüğü üzere, demokratikleşmedikleri takdirde, bu ülkeler uluslararası alanda yalnız kalmakla tehdit mi edilmişlerdir? Daha önemli bir soru ise şudur: Acaba bugün, örneğin Suudi Arabistan demokratik bir ülke olsaydı, batılı ülkelere yönelik petrol akışı bu günkü gibi güvenlikli olarak devam edecek miydi?
***
Bilindiği üzere petrol dünya ticaretinin temel metaıdır. Petrolün alım satımında aracı döviz olarak ABD doları kullanılmaktadır ve ABD bu durumun sürmesi için büyük bir çaba harcamaktadır. Tüketici ülkeler petrol alabilmek için ellerinde dolar bulundurmak zorundadırlar. Petrolün varilinin bir dolar daha yüksek olması, elde tutulan dolar rezervinin aynı oranda fazla olmasını gerektirmektedir. Bu şekilde, ABD’nin dış dünyadan dolar yoluyla aldığı kredi miktarı artmakta, diğer bir deyişle ABD Merkez Bankası daha fazla karşılıksız para basma imkânına kavuşmaktadır. Bu nedenle de petroldeki fiyat artışından asıl istifade eden ABD’dir.
İkinci olarak, Ortadoğu bölgesinde özgürlüklerin daralmasında en büyük rol ABD’ye aittir. Demokratik ülkelerin işgal üçlerinin Irak’taki uygulamaları bölge halkının demokrasi ile ilgili görüşlerini olumsuz yönde etkilemiş ve onlara “eğer demokrasi ve özgürlük buysa, biz böyle demokrasiyi ve böyle özgürlüğü istemiyoruz“ dedirtmiştir. ABD Irak’ın ve bölgenin demokratikleştirileceği yönünde büyük iddialarla girdiği Irak’ta, istikrarı sağlayamamış ve demokrasinin filizlenip yerleşmesi için gerekli olan ortamı oluştur(a)mamıştır. Rusya da dâhil olmak üzere, tüm petrolcü ülkelerde özgürlüklerin kısıtlanması noktasında ABD’nin doğrudan ya da dolaylı olarak etkili olmadığını ileri sürmek son derece güçtür.
Üçüncü olarak, Venezüella ve İran gibi petrol üreticisi ülkelerdeki karışıklar ABD’ye bu ülkelere müdahale etme zemini hazırlamaktadır. Yani petrol üreten ülkelerdeki istikrarsızlık, anti-demokratik atmosfer ve karışıklar sonuçta yine ABD’nin işine yaramaktadır. İran’da 1952 yılında Musaddık’ın İngiliz ve ABD’li istihbarat servislerinin operasyonları sonucunda devrilmesi ve 2001 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde reformcu kanadın oy kaybetmesine neden olacak bir gerginlik ortamı oluşturulması gibi olgular, anti demokratik rejimlerin işbaşına gelmesinden ve bölgedeki istikrarsızlıktan asıl yararlanmaya çalışanın kim ya da kimler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Dördüncü olarak, Suudi Arabistan gibi Ortadoğu petrol monarşilerinin demokratikleşmesi, bu ülkelerin kendi rejimlerinden çok ABD’yi ve diğer Batılı ülkeleri ürkütmektedir. OPEC’in, kuruluşundan itibaren yürüttüğü faaliyetler üzerinde, özellikle de 1973 petrol krizinde, Filistin sorunu nedeniyle petrol monarşilerinin davranışları üzerindeki kendi kamuoylarından gelen baskıların rolü göz ardı edilmemelidir. Demokratik Türkiye’de, meclis tarafından çıkarılan 1 Mart 2003 tezkeresiyle, ABD’nin Türkiye üzerinden silah, mühimmat ve asker sevk etme taleplerinin reddedilmesi gibi olgular da ABD’li yöneticilerin Ortadoğu ve petrol politikalarına hangi kaygıların yön verdiği konusunda ipuçları sunmaktadır.
Beşinci olarak, bu tür yorumlar dikkatlerin ABD’nin bölgede yürüttüğü operasyonlardan başka yönlere çevrilmesine, bu operasyonların petrol fiyatları üzerindeki etkisinin göz ardı edilmesine neden olmakta ve belki de bu amaçla kaleme alınmaktadırlar.
<<>>
Son olarak, Doğu Avrupa’da ve Türkiye’de füze kalkanı projesini devreye sokmaya çalışan ABD İran’ın nükleer faaliyetleri üzerinde daha fazla uluslararası denetim kurma yerine, saldırgan politikalar izlemesi ve bölgedeki gerilimi tırmandırması, gerilimin aslında hangi tarafın işine yaradığı noktasındaki kuşkuları artırmaktadır. Petrol şirketlerinin Ortadoğu’daki imtiyaz anlaşmaları henüz sona ermediği, Irak gibi bazı yerlerde koşulları mevcut anlaşmalardan bile daha ağır yeni imtiyaz anlaşmalarının imzalanmakta ve imzalanmak üzere olduğu bir dönemde yüksek petrol fiyatlarından aslında kimlerin daha çok yararlandıkları iyice düşünülmelidir. Hepsinden önemlisi, fiyatların artması ile birlikte üretici ülkelerde artan sermaye, nihai olarak yine başta İngiltere olmak üzere Batı ülkelerine akmaktadır. Yani Batılı ülkelerin son dönemde girdikleri finansal açmaz yine petrol sermayesi ile aşılmaya çalışılmaktadır. Bu da petroldeki fiyat artışlarının aslında kimin daha çok işine geldiğini ortaya koymaktadır.
***
Konu ile ilgili olarak ABD medyasında yer alan yorumlarda, enerjinin sadece Enerji Bakanlığı’nın ya da ekonomi çevrelerinin bir sorunu olmadığı, sorun ile asıl ilgilenmesi gereken kurumun ABD Dışişleri Bakanlığı olduğu ileri sürülmektedir. Bu tür talepler son derece gülünçtür; çünkü ABD Dışişleri Bakanlığı yanında, CIA başta olmak üzere tüm istihbarat kurumlarının en öncelikli meseleleri arasında –belki de en başında- petrol yerini her zaman korumuştur. İran’da 1952’de Musaddık’a karşı gerçekleştirilen darbedeki CIA’nın rolü ile ilgili olarak bizzat CIA tarafından yayınlanan belgeler, İran-Irak Savaşı’nda, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinde, Körfez savaşlarında ve Irak’ın işgal edilmesi sırasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın oynadığı rol bu tezi kanıtlayan olaylardan sadece birkaçıdır.
***
Son dönemde hızlı büyüme gerçekleştiren ve enerji talebi gittikçe artan Çin de Sudan gibi Afrika ülkeleri başta olmak üzere, petrol ülkelerine yönelik olarak daha öncekinden farklı politikalar izlemeye ve bu ülkelerle yeni ilişki kalıpları geliştirmeye başlamıştır. Çin’in izlediği politikaların ABD’nin bu konudaki çıkarları ile uyumlu olduğunu söylemek güçtür. Enerji ihtiyaçları hızla artmakta olan bir diğer kalabalık ülke de Hindistan’dır. Büyüme yolunda enerji ihtiyacını güvenli bir şekilde sürdürmek isteyen bu ülke, Çin, Rusya ve ABD arasında dengeli bir politika izleyerek enerji güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır.
Çin’in önlenemez yükselişi uluslararası sistemin değişmesi yönünde ciddi bir baskı oluşturmaktadır. En önemli üretim girdisi olan petrolün fiyatının artması bu yükselişi frenleyebilecek en önemli etkenlerden biridir. Bu durumda da, eğer Çin’in yükselişinden rahatsız ise, petrol fiyatlarının artışından en fazla memnuniyet duyan ülke ABD olacaktır.
***
Soruna Rusya – ABD/Batı ilişkileri açsından baktığımızda, son zamanlarda Rusya’nın ABD karşıtı bir söylem kullandığı ve basın özgürlüğü gibi demokratik açılımları sınırlandırdığı doğrudur. Ancak Rusya’yı bu tür davranışlara iten temelde ABD’nin bu ülkeye karşı izlediği politikalardır. ABD tarafından yapılan farklı açıklamalara rağmen, Doğu Avrupa füze kalkanı projesinin tek hedefi Rusya’dır. Putin’in devlet başkanı seçilmesindeki asıl etken de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bu ülkenin liberalizasyonu yönündeki ABD müdahaleleri olmuştur. Bu durumda Rusya devlet başkanının açıklamalarının ve Rusya’da özgürlüklerin kısıtlanması yönündeki uygulamaların petrol fiyatlarını artırmayı amaçladığını ileri süren açıklamalar tutarlı değildir.
***
Petrol fiyatlarının düşmesi ya da en azından istikrara kavuşması ise büyük ölçüde alternatif enerji kaynaklarının devreye sokulmasına ve mevcut tüketim kalıplarının değiştirilmesine bağlıdır. Her iki konuda da ABD’nin ve Batılı ülkelerin gerekeni yaptıklarını söylemek zordur. Hidrojen enerjisi, tüm diğer yenilenebilir enerji türleri ve İran’da bile olsa nükleer enerji henüz etkin bir biçimde devreye sokulmuş değildir. Öte yandan, diğer enerji türlerinin üretim maliyetlerinin yüksek olmasının, bu enerji türlerinin yaygın bir biçimde kullanılmasını engellediği ileri sürülmektedir. Bu noktada, petrol fiyatlarının son dönemde diğer enerji türlerini daha ekonomik ve kullanılabilir hale getirmek amacıyla yükseltildiği yönündeki tezler de göz ardı edilmemelidir. Bu yöndeki tezlerin doğru olması halinde de özgürlükler ile petrol fiyatları arasındaki ters orantılı ilgileşimi kanıtlamak iyice imkansız hale gelmektedir.
Petrolden elde edilen gelirlerin ve tabi ki petrol fiyatlarının pek çok ülkede özgürlüklerin gelişme hızını yavaşlattığı ya da tamamen engellediği tezindeki doğruluk payı oldukça yüksektir. Dahası, başta Körfez ülkeleri olmak üzere, petrol üreten ülkelerin pek çoğundaki siyasi kültürel yapının demokratikleşmeye ve özgürlüklere elverişli olmadıkları yönündeki tezlere de katılmak bir dereceye kadar mümkündür. Hatta petrol fiyatları ile özgürlükler arasında ters orantılı bir ilgileşimin bulunduğu yönündeki tezlere de –bir dereceye kadar- katılmak mümkündür. Ama özgürlüklerin kısıtlanması noktasında tek suçlunun petrol ülkeleri olduğu ve batılı ülkelerin bu noktada hiçbir payının bulunmadığı yönündeki tezlere katılmak mümkün değildir. Ayrıca, petrol ülkelerindeki özgürlüklerin kısıtlanmasının, küresel politikaların zaman içerisinde bozulmasına neden olacağı yönündeki iddialara katılmak da mümkün değildir. ABD ve diğer batılı ülkeler petrol üreten ülkeler de dâhil olmak üzere tüm diğer ülkelere eşitlikçi bir yaklaşım ve politika benimsemediği sürece, ne petrol ülkelerinde ne de diğer ülkelerde özgürlüklerin gelişmesi, ne de diğer ülkeler ile batılı ülkeler arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturması mümkün olabilecektir.
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.