Balkanlarda zaman hızlı akar. Dün Tuna boyunda bir Türkmen kızını dikkat çekici asaletiyle görürken, bugün radyodan onun hikâyesini dinlersiniz nostaljik bir müzik olarak. “Dün bir Türkmen kızı gördüm Tuna boyunda…“ diye başlar ve devam eder. Yahya Kemal Beyatlı’nın gözlem ve duyarlılığıyla Balkanlara baktığınızda ise, “Budin’de vatan üstünde hür esen rüzgâr“ın oradaki baharların sesini Anadolu üzerinden “Irak’a, Mısır’a kadar götürdüğünü“ fark edersiniz.
Evet, hür esiyordu rüzgâr bir zamanlar Balkanlarda. Vatan üstünde özgür yaşıyordu, farklı din ve kültürden insanlar. Ama özgürlük, yine Balkan tecrübesiyle de görülmüştür ki, hiçbir zaman kendiliğinden var olan bir şey değildir. Özgürlük, büyük işlerin başarılmasına vesile olan, insanı ve toplumu geliştiren çok önemli bir değerdir. Ancak, o ölçüde de çabuk elden kaçabilen, korunması gereken, uğrunda çaba ve emek sarf edilmeksizin kendisinden yararlanılması mümkün olmayan bir niteliğe sahiptir. Bunu biz gene Balkanlarda insanın zaman içerisindeki deneyimlerinden öğreniyoruz. Denetimsiz özgürlük, zararlı olabiliyor; hem özgür olana hem de onun çevresindekilere.
Özgürlüğün denetlenmesi iki şekilde olabilir: Özdenetim ve dışarıdan denetim yoluyla. Birincisi bir kültür işidir, kişinin ya da devletin kendini bazı ilave değerlerle birikimli ve donanımlı hale getirmesiyle gerçekleşir. Böyle bir donamım, onun kabul görme mücadelesinde taşkınlığa varacak ölçüde bir davranışla ötekilerin var olma hakkına tecavüz etmesine mani olur. Ne yazık ki, Balkanlarda bu pek görülememiştir. Bu noksanlığın temelinde belki de kökü çok derinlerde olan ulusal ve kültürel nitelikli bir “büyük hedef“ vardır. Yunanlılar, Sırplar, Arnavutlar, Bulgarlar ve hatta Makedonlar bir gün mutlaka kendi büyük düşlerini gerçekleştirme amacı gütmüşlerdir. Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldan itibaren içeriden ve dışarıdan sarsılmasında bu gerçekliğin payı büyüktür. Ne ki bu durum sadece imparatorluğu parçalamakla kalmamış, bağımsızlık mücadelesi verenleri de kendi aralarında uzun süreli bir çatışmaya sürüklemiştir. Çünkü bunlar, özdenetimden yoksun bir özgürlük peşindeydi.
Özgürlüğün dışarıdan denetimi, genellikle bir Büyük Güç ya da İttifak Sistemi vasıtasıyla olmaktadır. Somut gözlemle sabit olan şudur ki, söz konusu bölgede istikrar için ittifak sistemlerinden daha etkili olan, Büyük Güç politikasının varlığıdır. Bu açıdan bakıldığında, Balkanlarda güvenlik ve istikrarın bir büyük güç ya da üst otoritenin varlığıyla sağlandığı görülmektedir. Doğal olarak bu durum, iyi-kötü değerlendirmesi itibariyle, her zaman tartışmaya açıktır. Ancak, bir realite olarak söz konusu durum herkes tarafından kabul edilmekte, asla yadsınılmamaktadır. Osmanlı yönetiminde ve Soğuk Savaş döneminde, Balkan uluslarının kendi başlarına kaldıkları bazı ara dönemlere oranla, daha istikrarlı ve güvenli bir siyasal ve sosyal yapı vardır Balkanlarda. Örneğin 15. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin hükümdarı Yıldırım Beyazıt Ankara Savaşı’nda Timur’a tutsak olup padişahın çocukları arasında taht kavgaları baş gösterdiği sırada, Balkanlardaki Hıristiyan vatandaşlar sükûnetle devletin başına birinin geçmesini beklemiş, ayrılıkçı davranışlara yönelmemişlerdir. Aynı yüzyılın son çeyreğinde Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanla Sırplara tanıdığı inanç ve yaşam biçimi özgürlüğü, kendi alanında bir ilk sayılır. Bu örneklerde özgürlük ile güvenlik ve istikrar arasında spesifik bir ilişki görüyoruz. Balkan olarak adlandırılan bu bölgeye dışarıdan gelerek, orada yüzyıllarca hüküm sürmek, özgürlüğün ancak bir özdenetim teori ve pratiği marifetiyle herkes için yararlı hale getirilmesi sonucunda mümkün olabilirdi. Osmanlılar bunu yapmaya çalışmıştır. Bill Clinton ABD Başkanlığı görevini tamamlamadan kısa bir süre önce Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette, etnik ve dinsel çeşitliliği yoğun olarak içinde barındıran geniş bir alanda Osmanlı Devleti’nin aslında bir anlamda, demokrasi ve iyi yönetim için bir model ararken, kendisinden yararlanılabilecek bir özelliğe sahip olduğunu belirtmişti. Clinton’ı bu değerlendirmeye sevk eden en etkili siyasal ve toplumsal doku, Osmanlı Devleti bünyesinde, Balkanlarda kendini gösteriyor.
Ne var ki, söze başlarken ifade ettiğimiz gibi, çok hızlı akıyor Balkanlarda zaman. Siyaset değişiyor. Kültür değişiyor. Bazen aleyhinize gelişiyor, bir zamanlar yapıp ettikleriniz. Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, “Balkanlarda önceki dönemlerde Türkler o kadar hoşgörülü olmasalardı, yirminci yüzyılda böylesine acı çekmezlerdi“ anlamında bir değerlendirme yapıyor. McCarthy, “Death and Exile-Ölüm ve Sürgün“ adlı kitabında 1821-1922 dönemini inceliyor: Balkanlarda başlayan ilk başkaldırı ve dış müdahale hareketinin “Osmanlı Müslümanlarına karşı yürütülen temizleme işlemi“ olduğunu vurguluyor. Tarihin dili, somut verilerle bunu söylüyor. Yabancı temsilciler ve gözlemciler tanıklık ediyor. Yazarın dile getirdiği “ölüm“ Balkanlardaki Müslümanların ölümü, “sürgün“ ise geride kalanların Anadolu’ya sürgün edilmesi anlamındadır. Hadiseler ve Türkiye Cumhuriyeti’nin demografik yapısı da doğruluyor bunu.
Şimdi bizim amacımız bunları yeniden gündeme getirmek değildir. Aksine, barış ve güvenlik için özgürlüğün ve iyi yönetimin ne denli vazgeçilmez olduğunun bu vesileyle anımsatılmasıdır amaç. Balkanlar bunun için bir tür laboratuar gibidir. Yaklaşık 560 yıl hüküm sürdüğünüz bir siyasi ve beşeri coğrafyada dil ve kültürün izler bırakması doğaldır Bu sürenin yarısından bile az bir zaman diliminde Afrika, Asya ve Amerika’da sömürge yönetimleri kurmuş Batılı devletler/kültürler, oralarda yerel dilleri yok ederek, sömürge dilini resmî dil haline getirmiştir. Oysa Türkçe bugün resmî dil olarak değil, ama bir kültür etkisi, kültür katkısı olarak Balkan dillerinde varlık göstermektedir. Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut, Makedon, Bulgar ve Rumen dillerinde binlerce Türkçe sözcük mevcuttur. Bunlar günlük konuşma ve yazın dilinde kullanılmaktadır. Çünkü beşerî gereksinimleri karşılıyor .İnsan olmanın gereği bu. Biz de Türkçe dışından çok sayıda sözcük/kelime edinmiş durumdayız.
Ama Balkanların ikilemi, bir yandan zaman içerisinde içselleştirilmiş kültür unsurlarının hayatı biçimlendirmesi, diğer yandan ise din ve politika üzerinden yaratılan ötekileştirme ile hayatın varlık koşullarının yok edilmesinde kendini gösteriyor. Balkanlaşma, bir siyasî kavram olarak, parçalanma ve istikrarsızlaşma anlamında, işte bu ikilemin tezahürü biçiminde yorumlanabilir. Aslında bu gelişme bölgede hiç kimsenin çıkarına değildir. Yalnızca büyük güçlerin bölgeye müdahalesine zemin hazırlar. Ama tarih garipliklerle doludur. İnsan, zamanla anlıyor bazı şeyleri. Kötü tecrübelerle yüklü tarihin tekerrür etmemesi gerektiğini. Paylaşmanın mümkün olabileceğini. Balkanlarda zaman bunu öğretiyor insana.
Geçmişte parçalanmışlık, belirsizlik ile eşanlamlı olarak zihinlerde yer ettiği için belki de, Balkanlar bugün tasavvur ve tahayyül edilebiliyor ancak. Kesin çizgilerle tanımlanamıyor. İyi bir Balkan araştırmacısı olan Maria Todorova’nın kitabının adı da “Imaginin the Balkans-Balkanları Tahayyül Etmek“. Türkçe bir kavram olan Balkan, dağlık ve sert kayalık yer anlamındaki katılığın aksine, zamanın ürettiği siyasal ve kültürel/dinsel katalizörlerin etkisiyle kırılgan ve değişken bir yapı sergilemektedir. Ama bir yandan da değişim sürecinde yeni olanaklar doğmaktadır, barış ve güvenliğin tesisi için. Bunun tarihsel arka planı ve güncel altyapısı mevcut aslında. Yeter ki, ortak bir irade ile geniş kapsamlı bir yönetişim modeline destek verilsin.
Böyle bir destek, teorik olarak ve hatta bazı örneklerde kurumsal anlamda mevcuttur. Farklı kültürlerin, kültür miraslarının korunup yaşatılmasına yönelik BM bünyesinde çalışmalar yapıldığı gibi, Avrupa Birliği de muhtelif eğitim-öğretim programları kapsamında farklı kültürlerden öğrencilerin ve yetişkinlerin barışçıl birlikteliklerini teşvik etmektedir. Erasmus Programı buna örnektir. Doğu Avrupa ve Balkanlardan gelen Erasmus öğrencilerine bu satırların yazarı tarafından verilmekte olan Karşılaştırmalı Balkan Sorunları Analizi (Comparative Analysis of the Balkan Issues) dersinde yukarıda dile getirilen anlamda tecrübeler ortaya çıkmaktadır. Balkanlardaki Türk kültür varlıklarının slayt gösterisiyle kısa bir tanıtımından sonra iki şey öğrencilerin dikkatini çekti. Birincisi, Balkanlardaki bazı eserlerin Bursa’dakilerle benzerliği, ikincisi ise bunların bir kısmının yok edilmiş olması. Örneğin Üsküp’deki Kurşunlu Han ile Bursa’daki Koza Han, aynı şekilde Üsküp Bedesteni ile Bursa Bedesteni ve hamamlar, gerek hayat felsefesi gerekse mimari yapı itibariyle öğrenciler üzerinde aynı şaşırtıcı etkiyi yapmıştır. Bu, Prag’da ya da Bohemya’da Alman kültür varlıklarının durumuna benzer.
Bir de yıkılan, yok edilen camiler, köprüler var. Makedonya’da Burmalı Cami, Bosna-Hersek- Foca’da Alaca Cami, yine Bosna-Hersek- Banja Luka’da Ferhad Camii ile Mostar Köprüsü bunlar arasındadır. Mostar Köprüsü’nün 1890’daki orijinal görüntüsü, Bosna savaşında bombalandıktan sonra yeniden inşa edilen 2005’deki görüntüsünden çok farklıdır. Teknoloji köprüyü tekrar aslına benzer şekilde ortaya çıkarmış, ama ona asıl ruhunu verememiştir. Çünkü o ruhtur ki Bursa’da bir tarihi arar gibi dolaşırken, çağlar ötesinden canlanır gözlerinizin önünde: “Mostar’da bir köprü ki nehre kemer/ve nehrin öte yakasında yükselen minareden/dedelerimin ilk okuttuğu ezan/bir damarın bir kılın tenden/ayrılmazlığı kadar bütün, dinle!/şadırvandan gelen ses mûsıkî mi/ kubbeler arasında yankılanan ne?“ diye sorarsınız.
Bir diğer köprü de Drina Nehri üzerindeki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü’dür. Sırp yazar Ivo Andric’e 1945’de Nobel Ödülü kazandıran kitap da adını bu köprüden almıştır: Drina Köprüsü.
Bir taş köprü. Ve zamanda yolculuk eden insan. İşte Balkanlar. Balkanlardaki köprüler, hanlar ve hamamlar, insan içindir ve insanla vardır. Hanlar, devrin otelleri hükmündedir, ama bir farkla: Yolcular buralarda üç gün süreyle konuk edilmekte, beslenme ve güvenlik gereksinimleri ücretsiz olarak karşılanmaktadır. Burada kültürel, ekonomik ve sosyal işlev söz konusudur.
Bugün değişmiştir bu. Balkanlarda da Bursa’da da konaklama ticarileşmiştir. Hanlar, muhtelif amaçlar için fiziki mekânlar olarak kullanılmaktadır. İnsana hizmet ettiği ölçüde, bu yerler, zamanın koşullarına uygun olarak, işlevlerini sürdüreceklerdir. Önemli olan, ilk kuruluştaki amaç ve bunun hayata geçirilişidir. Zaman içerisindeki uyarlamalar kaçınılmazdır.
Balkanların Avrupa Birliği sistemine dahil olacak şekilde yeni bir yapılanmaya doğru gitmesini bu açıdan değerlendirmek mümkün. Yukarıda ifade ettiğimiz şekilde Balkanlarda özgürlüğün yıkıcı değil, yapıcı bir işlev görmesi de ancak özdenetim ya da kolektif denetim yoluyla olabilir. Zaman, insan için iyi bir öğreticidir. Özellikle de Balkanlarda.