ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin üzerinden dört yıl geçti. Kabil Havalimanı’ndaki kaos hâlâ hafızalarda taze: Askeri uçağın ardından koşan kalabalıklar, iniş takımlarına tutunan bedenler, her havalanan uçakta bir umudu yitiren insanlar… O günleri izleyen dünya ise çoktan başka gündemlere yöneldi. Ama Afganistan, hâlâ aynı coğrafyada, aynı kaderin içinde dönüp duruyor.
Taliban’ın, çöküş yaşayan hükümetin ardından neredeyse çatışmasız şekilde Kabil’e girmesi, kimi çevrelerde “artık barış mı geliyor?“ sorularını doğurmuştu. Ne var ki zaman, bu iyimserliğin geçici bir yanılsama olduğunu gösterdi. Taliban, ilk aylarda daha ılımlı bir tutum sergileyeceğini, kadın haklarına ve uluslararası iş birliklerine açık olacağını söylemişti. Ancak bu vaatler, yıllardır duyulmuş ama gerçekleşmemiş sözlerin bir yenisi olarak, Afganistan’ın tozlu ovalarında kayboldu gitti.
Bugün ülkede kadınların eğitime erişimi fiilen yasak. Lise ve üniversiteler kadınlara kapalı. Devlet dairelerinden ve kamusal yaşamdan dışlanmaları, yalnızca dini gerekçelerle değil; toplumu tamamen denetim altına alma amacıyla planlanmış bir dönüşümün parçası. Bu düzen, yalnızca kadınları değil, tüm toplumun düşünsel yaşamını hedef alıyor.
Ekonomik tablo da iç açıcı değil. Uluslararası yardımların durması ve ABD’nin dondurduğu milyarlarca dolarlık rezervler, ülkeyi sadece dış dünyadan koparmadı, aynı zamanda içerde derin bir yoksulluğa sürükledi. Tarım can çekişiyor, şehirler sessizliğe bürünmüş, gençlerin bir kısmı uyuşturucuya yönelmiş, bir kısmı ise kaçış yolları arıyor. 2024 sonu itibarıyla, BM raporlarına göre nüfusun yaklaşık yüzde 70’i açlık sınırının altında yaşıyor.
Bu boşluğu, eski aktörlerin yerine gelen yeni güçler dolduruyor. Emperyalizm yalnızca el değiştirdi. Çin, Rusya ve İran, boşalan alanlara hızla yerleşti. Çin’in özellikle madenler ve stratejik kaynaklara odaklanması, yalnızca ekonomik değil; bölgesel egemenliğin yeni biçimi olarak da okunmalı. Yapılan her yatırım, halkın değil, küresel çıkarların inşa ettiği yeni düzenin bir parçası.
Rusya, Batı’dan tecrit edildiği Ukrayna Savaşı sonrası diplomatik hamlelerle Taliban’a yaklaşırken; İran, sınır güvenliği ve nüfuz alanını genişletme amacıyla karmaşık bir ilişki sürdürüyor. Pakistan ise, bir zamanlar desteklediği hareketin kendi topraklarında güvenlik krizine dönüştüğünü deneyimliyor.
Yeni dış ilişkiler haritası, bölgesel aktörlerin güvenlik ve enerji ajandalarıyla şekilleniyor. Fakat bu tabloda halkın yeri yok. Ne kırsaldaki bir çiftçinin ne de üniversite kapısında bekleyen genç bir kadının sesi duyulabiliyor.
Yeraltı Eğitim Hareketleri: Bilginin Sessiz Direnişi
Tüm bu baskıya rağmen toplum içinde farklı direniş biçimleri filizleniyor. 2023 ve 2024 boyunca, sosyal medyada ve yerel ağlarda küçük ama etkili bir pasif direniş gelişti. Gençler teknolojiyi kullanarak yasakları aşıyor, kadınlar evlerde dersler veriyor. Bilgi yeniden yeraltına indi. Sessizce büyüyor. Tıpkı tarihte başka coğrafyalarda olduğu gibi.
Kabil’in kimi mahallelerinde, küçük gruplar halinde dersler yapılıyor. Belh bölgesinde gönüllü öğretmenler gizli ders halkaları kurdu. Yasaklı içerikler, cep telefonları, Telegram grupları, çevrimdışı materyaller ve el altından dağıtılan kitapçıklar yoluyla dolaşıma giriyor. Böylece bir yeraltı eğitimi ağı oluşuyor.
Bu hareket bir politik örgütlenmeden çok, temel bir yaşam hakkının korunma çabası. Eğitim, sadece bilgi edinmek değil; var olmak, kimliğini korumak ve geleceği tahayyül edebilmek demek. Bugün Afganistan’da bilgiye ulaşmak, Taliban’ın çizdiği sınırları aşabilmenin tek yolu olarak görülüyor.
Taliban’ın Devletleşme Açmazı
Taliban’ın dayandığı toplumsal zemin, çözülmemiş eşitsizlikler, kırılgan üretim ilişkileri ve dış müdahalelerle parçalanmış bir toplumsal doku. Bu yapı içinde kalıcı bir devlet kurmak hiçbir zaman kolay olmadı. Bugün geldiğimiz noktada Taliban’ın yönetme iddiası, giderek bir denetim düzenine dönüştü. Korumaktan çok gözetleyen bir yapı söz konusu.
Merkezi bir devletin kurulamayışı yalnızca coğrafi zorluklarla açıklanamaz. Dağınık ekonomik yapı, aşiret sisteminin sürekliliği ve merkezileşmeye karşı yerel dirençler, bugünkü yönetişim krizini besliyor. Devlet gibi görünmek isteyen Taliban, en çok da bu dağınık yapının içinde sıkışıp kalıyor.
Batı ise, Suudi Arabistan’daki benzer uygulamalara ses çıkarmazken, Afganistan’daki şeriatı “küresel tehdit“ olarak sunuyor. Şeriat burada yalnızca bir hukuk sistemi değil; Batı’nın müdahale arzusu için kullandığı bir anlatı. Oysa yaşanan krizin temelinde sadece inanç ya da gelenek değil, yıllardır süregelen çıkar savaşları ve dış müdahalelerin izleri var.
Taliban Sonrası Olasılıklar: Kırılma mı Devam mı?
2025 itibarıyla Taliban hâlâ uluslararası düzeyde tanınmıyor. İçerideki meşruiyeti ise korku ve yoksullukla kurulan kırılgan bir dengeye dayanıyor. Halkın desteği inançtan çok çaresizliğe dayanıyor. Ama her çaresizlik bir noktada kırılma üretir.
Bu kırılma dış müdahaleyle değil, içerideki dinamiklerin değişmesiyle mümkün olabilir. Aşiret yapılarında Taliban karşıtı eğilimler artarken, özellikle gençler arasında sessiz bir kopuş yaşanıyor. Bir kısmı ülkeden çıkmanın yollarını ararken, kalanlar dijital dünyada kendilerine yeni bir alan açıyor.
Taliban sonrası bir Afganistan mümkün mü? Bugünden kestirmek zor. Ancak Taliban’ın bugünkü gücü, alternatif bir yapının hâlâ oluşmamış olmasından kaynaklanıyor. Bu durum değiştiğinde, Afganistan kendi içinden yeni bir dönüşüm yaratabilir.
Emperyalizm ve Direnişin Yeni Biçimi
Sovyet işgaline karşı verilen mücadele, yerel direniş ağlarının, dini motivasyonun ve dış destekli silahlı güçlerin birleşimiydi. ABD’nin 2001 sonrası işgali ise modern teknolojinin, siyasi projelerin ve “ulus inşası“ söyleminin öne çıktığı bir dönem yarattı. Ancak tüm bu müdahaleler, Afganistan’ın toplumsal yapısındaki çok katmanlı gerçekliklere çarpıp dağıldı. Ne Sovyetler ne de Amerikalılar, bu ülkenin sadece bir savaş alanı değil, aynı zamanda yüzyıllardır kendi kurallarını yazan bir toplum olduğunu tam anlamıyla kavrayabildi.
Bugün ise emperyalizm artık tanklarla ya da askerî üslerle değil; ekonomi, diplomasi ve teknolojiyle yeniden şekilleniyor. Çin’in altyapı ve maden yatırımları, Rusya’nın diplomatik hamleleri, İran’ın sınır ötesi stratejileri; hepsi farklı bayraklar altında yürüyen aynı hakimiyet arzusunun tezahürleri. Modern emperyalizm, görünüşte “barışçıl iş birliği“ vaatleriyle gelirken, arka planda ekonomik bağımlılık, toplumsal denetim ve siyasi nüfuz ağlarını derinleştiriyor.
Afganistan’da bu yeni dönemin işgalcileri, artık askeri üniforma giymiyor. Onlar, yatırımcı kılığına girerek geliyor; kalkınma projeleri, borç anlaşmaları, medya ve dijital altyapı yatırımları üzerinden etkilerini yayıyor. Dış müdahale, artık doğrudan savaş değil; halkın yaşamını biçimlendiren karar mekanizmalarını dolaylı yollarla ele geçirme biçimini alıyor.
Bu değişen koşullar karşısında, direnişin biçimi de değişiyor. Bugünün Afgan direnişi, taşla, tüfekle değil; bilgiyle, dayanışmayla ve kültürel hafızayla örülüyor. Kadınların gizli ders halkalarında bir araya gelmesi, gençlerin çevrimdışı ağlar kurması, yurtdışındaki Afgan diasporasının dijital mecralarda sesi olması—bunların hepsi yeni bir direnişin parçaları. Bu direniş, sadece Taliban’a karşı değil; aynı zamanda kendilerine rağmen şekillendirilen dünyaya karşı bir duruş.
Afganistan halkı için direnmek artık sadece bir fiziksel varoluş meselesi değil; kültürel ve zihinsel bir varoluşun ifadesi. Onlar, geçmişin savaşçı direnişçileriyle aynı iradeyi taşıyor; ama bugünün araçlarıyla, bugünün düzenine karşı koyuyorlar. Her yeni müdahale biçimi karşısında, halk da kendi direniş yöntemini yeniden tanımlıyor.
Belki de bugün asıl sorulması gereken şudur:
Yüzünü değiştiren emperyalizme karşı, direnişin biçimi de değişmek zorunda mı?
Yoksa aynı irade, farklı yollarla mı yoluna devam ediyor?