Dijital Çağda Planlama İmkanı ve Marksist Perspektif
Özellikle Sovyetler Birliği örneğinde görüldüğü üzere, merkezi planlamanın büyük ölçekli toplumlarda karşılaştığı en temel sorunlardan biri bilgiye erişimdir. Ne üretileceği, ne kadar üretileceği, nerede üretileceği ve kimin ihtiyacı olduğuna dair kararların tek bir merkezde toplanması, bilgi akışının sınırlı olduğu bir çağda ciddi koordinasyon problemlerine ve kaynak israfına neden olmuştur (Nove, 1983)¹.
Bugün ise dünya bambaşka bir teknolojik evreye girmiş durumda. Yapay zekâ, büyük veri analitiği, nesnelerin interneti ve gerçek zamanlı sistemler sayesinde artık sadece üretim değil, tüketim, dağıtım ve ihtiyaç tespiti süreçleri de ölçülebilir, modellenebilir ve yönetilebilir hale gelmiştir. Bu durum, merkezi planlamanın “teknik olarak imkânsız“ olduğu yönündeki eleştirilerin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.
Bu yazı, tam da bu dönüşüm noktasında şu soruya odaklanmaktadır: Yapay zekâ teknolojileri, planlı ekonomilerin en zayıf halkası olan bilgiye erişim sorununu aşarak, toplumsal eşitlik temelinde yeni bir ekonomik modelin kurulmasına zemin hazırlayabilir mi? Bu soruya verilecek yanıt, yalnızca teknoloji tartışması değil; aynı zamanda iktisadi adaletin, demokrasi anlayışının ve kolektif gelecek tahayyülünün yeniden düşünülmesini de beraberinde getirecektir.
Merkezi Planlamanın Tarihsel Zaafları: Veri, İletişim ve Koordinasyon
Ekonomist Friedrich Hayek’in meşhur “bilgi problemi“ yaklaşımına göre, merkezi bir planlama otoritesinin, toplumun her bireyinin sahip olduğu yerel ve özel bilgiye ulaşması imkânsızdır. Bu nedenle ekonomik kararların en verimli şekilde alınabileceği alan, bireylerin kendi kararlarını verdiği piyasa ortamıdır (Hayek, 1945)². Hayek’in bu yaklaşımı, uzun yıllar boyunca merkezi planlamaya yönelik en güçlü entelektüel eleştirilerden biri olarak öne çıkmıştır.
Sovyet örneğinde, beş yıllık kalkınma planları, sektörler arası koordinasyonun eksikliği ve bölgesel üretim-tüketim dengesizlikleri gibi sorunlar, sistemin esnek olmayan yapısını gün yüzüne çıkarmıştır. Merkezî komiteler tarafından belirlenen üretim kotaları çoğu zaman gerçek ihtiyaçlarla örtüşmemiş, aşırı üretim ya da kıtlık gibi sonuçlar doğurmuştur (Kornai, 1992)³. Bunun temel nedeni, üretim ve tüketim verilerinin merkez tarafından hem geç hem de eksik biçimde değerlendirilmesiydi.
Ayrıca yerel düzeydeki karar alma süreçlerinin sınırlı olması, planlamanın yukarıdan aşağıya işleyen katı yapısını daha da kırılgan hale getirmiştir. Bireylerin üretim süreçlerindeki deneyimlerinin, yerel talep dinamiklerinin ve sosyal koşulların merkeze iletilememesi, ekonomik planların halkın gerçek ihtiyaçlarına cevap vermesini engellemiştir.
Bu tarihsel deneyim, planlı ekonomi fikrini tamamen ortadan kaldırmasa da, onun uygulanabilirliği açısından belirli teknik ve sosyolojik sınırları olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle “anlık bilgiye erişim“ ve “koordinasyon kapasitesi“ eksikliği, planlamanın zayıf halkasını oluşturmuştur. Peki, yapay zekâ bu halkayı yeniden örerek, planlamayı daha esnek, gerçek zamanlı ve ihtiyaç odaklı bir yapıya kavuşturabilir mi?
Yapay Zekânın Yeni İmkânları: Planlamada Bilgi Sorununun Aşılması Mümkün mü?
Ancak yapay zekâ, tam da bu noktada yeni bir imkân sunuyor. Büyük veri (big data), makine öğrenmesi (machine learning) ve gerçek zamanlı veri analitiği gibi teknolojiler sayesinde bugün ekonomik sistemler önceden tahmin değil, anlık ölçüm temelli olarak planlanabiliyor. Artık tüketici davranışları, üretim kapasiteleri, stok düzeyleri, enerji tüketimi ve lojistik hareketlilik gibi pek çok veri sürekli olarak izlenebilir hâle gelmiş durumda.
Örneğin Çin’de, “akıllı şehir“ projelerinde yapay zekâ destekli kaynak planlama sistemleri uygulanmakta; enerji ve ulaşım gibi hizmetlerde anlık ihtiyaçlara göre dağıtım yapılmaktadır (Zhang et al., 2022). Benzer biçimde Amazon’un depo yönetim sistemleri, gerçek zamanlı stok takibi ve tedarik zinciri yönetimi konusunda oldukça gelişmiş algoritmalar kullanmaktadır (Brynjolfsson & McAfee, 2014). Bu örnekler, her ne kadar kapitalist üretim sistemlerine ait olsa da, teknoloji kullanımının merkezi karar alma süreçlerini ne denli dönüştürebileceğini göstermektedir.
Buradan hareketle şu soruyu sormak mümkündür: Eğer doğru veri akışı sağlanabilirse, yapay zekâ algoritmaları toplumsal ihtiyaçları belirleyip kaynak tahsisini en verimli biçimde gerçekleştirebilir mi? Dahası, bu süreç yalnızca teknik verimliliği değil; eşitlikçi bir dağılımı da mümkün kılacak biçimde yapılandırılabilir mi?
Bu noktada, planlamanın teknik araçlarla desteklenmesinin ötesinde, politik ve etik çerçevesi önem kazanır. Yapay zekânın karar alma süreçlerine dahil edilmesi, onu kullanan iradenin niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Eğer algoritmalar sadece verimlilik için değil, aynı zamanda sosyal adalet hedefiyle yapılandırılırsa; kaynakların ihtiyaç temelli dağıtımı teknik olarak mümkün hale gelebilir.
Sonuç olarak; geçmişte merkezi planlamanın temel sorunu olan “bilgiye erişim ve analiz“ sorunu, bugün büyük ölçüde teknik olarak aşılabilir görünmektedir. Ancak bu dönüşüm, yalnızca algoritmaların varlığıyla değil, onları yöneten iradenin toplumsal fayda ilkesine ne ölçüde bağlı olduğuyla anlam kazanacaktır.
Tehditler ve Çelişkiler: Yapay Zekâ ile Planlamanın Sınırları
Yapay zekâ teknolojileri, veriyi toplamak, analiz etmek ve karar vermek konusunda insana kıyasla çok daha hızlı ve kapsamlıdır. Ancak karar alma süreçlerini algoritmalara devretmek, insan müdahalesi ve denetiminin zayıflaması anlamına da gelebilir. Planlamada şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri, demokratik işleyişin vazgeçilmez parçalarıdır. Eğer yapay zekâ kararları yalnızca teknik uzmanlar ya da merkezi otoriteler tarafından yönetiliyorsa, bu durum, bürokratik otoritenin yeniden güçlenmesi ve toplumsal katılımın zayıflaması sonucunu doğurabilir (Zuboff, 2019)⁴.
Diğer yandan, veri sahipliği ve dijital üretim araçlarının kimin elinde olduğu da merkezi bir meseledir. Marx’ın üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı eleştirisini günümüzde veri özelinde yeniden düşünmek gerekir. Bugün “veri“, üretimin en stratejik girdilerinden biridir ve bu veriye sahip olan aktörler, ekonomik karar süreçlerini şekillendirme gücünü de ellerinde tutmaktadır. Bu nedenle yapay zekânın planlama sürecine dahil edilmesi, ancak verinin kamu mülkiyetinde ve demokratik denetim altında olduğu bir yapıda anlamlı olabilir (Morozov, 2014)⁵.
Ayrıca, algoritmaların hangi değerleri esas alacağı da ciddi bir sorun alanıdır. Yapay zekâ sistemleri, onları eğiten veri setlerine ve tasarlayan iradelere bağımlıdır. Eğer bu sistemler salt verimlilik ya da büyüme odaklı kodlanırsa, eşitlik, sosyal adalet ve dayanışma gibi değerlere zarar verebilir. Bu durum, “teknolojik determinizmle şekillenmiş bir planlama“ modelini beraberinde getirebilir; yani planlamanın insani yönü silikleşebilir.
Çin’in bazı kentlerinde uygulanan sosyal kredi sistemleri, yapay zekâ ile sosyal yaşamın planlanması konusunda ciddi etik tartışmalar doğurmuştur. Bireylerin davranışlarının sürekli izlenmesi, sosyal puanlamaya tabi tutulması ve bu puanlara göre kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının sınırlanması, eşitlikçi bir planlama vizyonunun değil; otoriter bir kontrol sisteminin örneği olarak okunmaktadır (Creemers, 2018)⁶.
Tüm bu nedenlerle, yapay zekâ destekli planlama sistemleri ancak şu koşullar altında eşitlikçi bir dönüşüme zemin hazırlayabilir:
· Verinin kolektif mülkiyet altında tutulması,
· Algoritmaların değer temelli ve açık kaynaklı biçimde geliştirilmesi,
· Karar alma süreçlerinin şeffaf ve toplumsal denetime açık olması,
· Yerel ihtiyaçların yukarıdan belirlenmek yerine yatay katılımla belirlenmesi.
Aksi takdirde, yapay zekâ; merkezi planlamanın yeniden doğuşuna değil, teknokratik bir elitizmin ya da veri merkezli bir otoriterliğin aracı hâline gelebilir. Dolayısıyla mesele yalnızca teknolojik imkânlarla sınırlı değildir; mesele, bu teknolojilerin nasıl bir toplumsal tahayyüle hizmet edeceğidir.
Eşitliğin Yeni Kodları: Katılımcı Planlama, Açık Algoritmalar ve Dijital Kolektiflik
Marksist gelenek, üretim araçlarının mülkiyeti kadar, bu araçların toplumsal kontrolünü de önemser. Yapay zekâ bugün hem üretimin hem de bilgi dolaşımının merkezi bir aktörü haline gelmiştir. Dolayısıyla Marx’ın “kolektif üretim ilişkileri“ düşüncesi, günümüzde veri altyapıları, algoritmik karar süreçleri ve dijital mimariler üzerinden yeniden tartışılmalıdır. Bu doğrultuda, üç temel koşul öne çıkar:
a) Verinin Kolektif Mülkiyeti ve Açık Erişim
b) Açık Kaynaklı ve Etik Tasarlanmış Algoritmalar
c) Katılımcı ve Yerel Temelli Planlama Süreçleri
Bu üç temel ilke —kolektif veri mülkiyeti, açık algoritmik denetim ve yerel katılım— eşitlikçi planlamanın dijital çağdaki yeni kodlarını oluşturur. Eğer bu ilkeler sağlanırsa, yapay zekâ yalnızca bir üretim aracı değil; aynı zamanda toplumsal dayanışmanın, kamusal çıkarın ve adil bir kalkınma modelinin destekleyicisi olabilir.
Böyle bir senaryoda, Marx’ın “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre“ ilkesinin dijital altyapılarla desteklenerek uygulanabileceği bir zemin ortaya çıkabilir. Bu ise geçmiş yüzyılın planlama deneyimlerinden farklı olarak daha esnek, daha katılımcı ve daha ölçülebilir bir eşitlik modelinin önünü açar.
SONUÇ: Yapay Zekâ ile Eşitlik Mümkün mü?
Marksist planlama düşüncesi, yalnızca teknik bir model değil; aynı zamanda sınıfsal çelişkileri ortadan kaldırmayı hedefleyen politik bir projedir. Dolayısıyla yapay zekânın bu proje içinde nasıl bir rol oynayacağı sorusu, onun hangi toplumsal aktörler tarafından geliştirildiği ve hangi değerleri öncelediğiyle doğrudan ilişkilidir. Eğer yapay zekâ yalnızca verimlilik ve kâr maksimizasyonu amacıyla kullanılacaksa, bu teknoloji yeni bir eşitsizlik rejiminin aracı haline gelebilir.
Öte yandan, verinin kolektif mülkiyeti, açık algoritmalar ve katılımcı planlama mekanizmalarıyla desteklenmiş bir dijital ekonomi modeli, Marx’ın tahayyül ettiği eşitlikçi topluma giden yolda yeni bir araç seti sunabilir. Böyle bir dönüşüm, klasik planlamanın katı ve yukarıdan aşağıya işleyen yapısını aşarak, daha esnek, katılımcı ve şeffaf bir modelin mümkünlüğünü ortaya koyar.
Bu yazının temel tezi şudur: Yapay zekâ, merkezi planlamayı yalnızca teknik olarak mümkün kılmaz; aynı zamanda eğer doğru bir politik ve etik çerçeveyle desteklenirse, eşitlikçi sistemlerin yeniden inşasına hizmet edebilir. Bu yazının başında sorulan temel soru şuydu: Yapay zekâ, planlı ekonominin en zayıf halkasını güçlendirerek, toplumsal eşitlik temelinde yeni bir ekonomik modelin kurulmasına imkân tanıyabilir mi? Bu soruya verilecek yanıt şudur: Teknik açıdan evet; ancak bu imkân, yalnızca politik olarak doğru yapılandırılmış, şeffaf, katılımcı ve etik bir yönetişimle gerçek anlamda eşitlikçi bir modele dönüşebilir. Aksi takdirde yapay zekâ, eşitliği değil; veri temelli yeni tahakküm biçimlerini üretme riskini de beraberinde taşır. Ancak bu, kendiliğinden gelişecek bir süreç değil; mücadele, denetim ve toplumsal irade gerektiren uzun soluklu bir dönüşümdür.
Belki de artık soruyu şöyle sormak gerekir:
Yapay zekâ yalnızca üretimin geleceğini mi, yoksa eşitliğin de kodlarını mı yazacak?