Dijital Planlama ve Eşitlik Arayışı: Yapay Zekâ, Bilgi Sorunu ve Marksist Perspektif

Makale

Planlı ekonomi, Marksist düşüncenin en temel yapı taşlarından biri olarak tarih boyunca tartışılagelmiştir. Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, bireysel kâr amacının yerine toplumsal ihtiyaçların geçirilmesi ve kaynakların merkezi bir sistem tarafından yönetilmesi gibi ilkeler, kapitalist sistemin doğurduğu eşitsizliklere karşı güçlü bir çözüm alternatifi olarak sunulmuştur. ...

Dijital Çağda Planlama İmkanı ve Marksist Perspektif

Planlı ekonomi, Marksist düşüncenin en temel yapı taşlarından biri olarak tarih boyunca tartışılagelmiştir. Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, bireysel kâr amacının yerine toplumsal ihtiyaçların geçirilmesi ve kaynakların merkezi bir sistem tarafından yönetilmesi gibi ilkeler, kapitalist sistemin doğurduğu eşitsizliklere karşı güçlü bir çözüm alternatifi olarak sunulmuştur. Ancak 20. yüzyıl boyunca hayata geçirilen planlı ekonomi deneyimleri, bu modelin sahadaki uygulanabilirliğine dair çeşitli eleştirileri de beraberinde getirmiştir.

Özellikle Sovyetler Birliği örneğinde görüldüğü üzere, merkezi planlamanın büyük ölçekli toplumlarda karşılaştığı en temel sorunlardan biri bilgiye erişimdir. Ne üretileceği, ne kadar üretileceği, nerede üretileceği ve kimin ihtiyacı olduğuna dair kararların tek bir merkezde toplanması, bilgi akışının sınırlı olduğu bir çağda ciddi koordinasyon problemlerine ve kaynak israfına neden olmuştur (Nove, 1983)¹.

Bugün ise dünya bambaşka bir teknolojik evreye girmiş durumda. Yapay zekâ, büyük veri analitiği, nesnelerin interneti ve gerçek zamanlı sistemler sayesinde artık sadece üretim değil, tüketim, dağıtım ve ihtiyaç tespiti süreçleri de ölçülebilir, modellenebilir ve yönetilebilir hale gelmiştir. Bu durum, merkezi planlamanın “teknik olarak imkânsız“ olduğu yönündeki eleştirilerin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.

Bu yazı, tam da bu dönüşüm noktasında şu soruya odaklanmaktadır: Yapay zekâ teknolojileri, planlı ekonomilerin en zayıf halkası olan bilgiye erişim sorununu aşarak, toplumsal eşitlik temelinde yeni bir ekonomik modelin kurulmasına zemin hazırlayabilir mi? Bu soruya verilecek yanıt, yalnızca teknoloji tartışması değil; aynı zamanda iktisadi adaletin, demokrasi anlayışının ve kolektif gelecek tahayyülünün yeniden düşünülmesini de beraberinde getirecektir.

Merkezi Planlamanın Tarihsel Zaafları: Veri, İletişim ve Koordinasyon

21.yüzyılın büyük planlı ekonomi denemeleri —başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Avrupa, Çin ve Küba gibi ülkelerde— ekonominin tüm aktörlerini merkezi bir planlama kurulu aracılığıyla yönlendirme çabasına dayanıyordu. Bu yapıların temel amacı, piyasa mekanizmasını devre dışı bırakarak üretimi toplumun genel ihtiyaçlarına göre düzenlemekti. Ne var ki bu sistemler, özellikle büyük ve karmaşık ekonomiler söz konusu olduğunda, ciddi bilgi ve iletişim sorunlarıyla karşı karşıya kaldı.
Ekonomist Friedrich Hayek’in meşhur “bilgi problemi“ yaklaşımına göre, merkezi bir planlama otoritesinin, toplumun her bireyinin sahip olduğu yerel ve özel bilgiye ulaşması imkânsızdır. Bu nedenle ekonomik kararların en verimli şekilde alınabileceği alan, bireylerin kendi kararlarını verdiği piyasa ortamıdır (Hayek, 1945)². Hayek’in bu yaklaşımı, uzun yıllar boyunca merkezi planlamaya yönelik en güçlü entelektüel eleştirilerden biri olarak öne çıkmıştır.

Sovyet örneğinde, beş yıllık kalkınma planları, sektörler arası koordinasyonun eksikliği ve bölgesel üretim-tüketim dengesizlikleri gibi sorunlar, sistemin esnek olmayan yapısını gün yüzüne çıkarmıştır. Merkezî komiteler tarafından belirlenen üretim kotaları çoğu zaman gerçek ihtiyaçlarla örtüşmemiş, aşırı üretim ya da kıtlık gibi sonuçlar doğurmuştur (Kornai, 1992)³. Bunun temel nedeni, üretim ve tüketim verilerinin merkez tarafından hem geç hem de eksik biçimde değerlendirilmesiydi.
Ayrıca yerel düzeydeki karar alma süreçlerinin sınırlı olması, planlamanın yukarıdan aşağıya işleyen katı yapısını daha da kırılgan hale getirmiştir. Bireylerin üretim süreçlerindeki deneyimlerinin, yerel talep dinamiklerinin ve sosyal koşulların merkeze iletilememesi, ekonomik planların halkın gerçek ihtiyaçlarına cevap vermesini engellemiştir.

Bu tarihsel deneyim, planlı ekonomi fikrini tamamen ortadan kaldırmasa da, onun uygulanabilirliği açısından belirli teknik ve sosyolojik sınırları olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle “anlık bilgiye erişim“ ve “koordinasyon kapasitesi“ eksikliği, planlamanın zayıf halkasını oluşturmuştur. Peki, yapay zekâ bu halkayı yeniden örerek, planlamayı daha esnek, gerçek zamanlı ve ihtiyaç odaklı bir yapıya kavuşturabilir mi?

Yapay Zekânın Yeni İmkânları: Planlamada Bilgi Sorununun Aşılması Mümkün mü?

20.yüzyıldaki planlı ekonomi deneyimlerinin en temel sorunlarından biri, Friedrich Hayek’in deyimiyle “dağınık bilgi problemi“ydi (Hayek, 1945). Yani ekonomik kararların alınabilmesi için gerekli olan veri, toplumun farklı noktalarına dağılmış durumda olduğundan, merkezi otoritenin bu bilgiyi zamanında ve eksiksiz şekilde toplaması neredeyse imkânsızdı. Bu sorun, merkezi planlamanın en büyük zaafı olarak görüldü ve uzun yıllar boyunca piyasaların “kendiliğinden düzenleyici“ olduğu iddiasını destekleyen en güçlü argümanlardan biri oldu.

Ancak yapay zekâ, tam da bu noktada yeni bir imkân sunuyor. Büyük veri (big data), makine öğrenmesi (machine learning) ve gerçek zamanlı veri analitiği gibi teknolojiler sayesinde bugün ekonomik sistemler önceden tahmin değil, anlık ölçüm temelli olarak planlanabiliyor. Artık tüketici davranışları, üretim kapasiteleri, stok düzeyleri, enerji tüketimi ve lojistik hareketlilik gibi pek çok veri sürekli olarak izlenebilir hâle gelmiş durumda.

Örneğin Çin’de, “akıllı şehir“ projelerinde yapay zekâ destekli kaynak planlama sistemleri uygulanmakta; enerji ve ulaşım gibi hizmetlerde anlık ihtiyaçlara göre dağıtım yapılmaktadır (Zhang et al., 2022). Benzer biçimde Amazon’un depo yönetim sistemleri, gerçek zamanlı stok takibi ve tedarik zinciri yönetimi konusunda oldukça gelişmiş algoritmalar kullanmaktadır (Brynjolfsson & McAfee, 2014). Bu örnekler, her ne kadar kapitalist üretim sistemlerine ait olsa da, teknoloji kullanımının merkezi karar alma süreçlerini ne denli dönüştürebileceğini göstermektedir.

Buradan hareketle şu soruyu sormak mümkündür: Eğer doğru veri akışı sağlanabilirse, yapay zekâ algoritmaları toplumsal ihtiyaçları belirleyip kaynak tahsisini en verimli biçimde gerçekleştirebilir mi? Dahası, bu süreç yalnızca teknik verimliliği değil; eşitlikçi bir dağılımı da mümkün kılacak biçimde yapılandırılabilir mi?

Bu noktada, planlamanın teknik araçlarla desteklenmesinin ötesinde, politik ve etik çerçevesi önem kazanır. Yapay zekânın karar alma süreçlerine dahil edilmesi, onu kullanan iradenin niteliğiyle doğrudan bağlantılıdır. Eğer algoritmalar sadece verimlilik için değil, aynı zamanda sosyal adalet hedefiyle yapılandırılırsa; kaynakların ihtiyaç temelli dağıtımı teknik olarak mümkün hale gelebilir.

Sonuç olarak; geçmişte merkezi planlamanın temel sorunu olan “bilgiye erişim ve analiz“ sorunu, bugün büyük ölçüde teknik olarak aşılabilir görünmektedir. Ancak bu dönüşüm, yalnızca algoritmaların varlığıyla değil, onları yöneten iradenin toplumsal fayda ilkesine ne ölçüde bağlı olduğuyla anlam kazanacaktır.

Tehditler ve Çelişkiler: Yapay Zekâ ile Planlamanın Sınırları

Yapay zekânın, geçmişte merkezi planlamayı sekteye uğratan bilgi eksikliği ve koordinasyon sorunlarını teknik olarak aşabileceği fikri ikna edici görünse de, bu iyimser tablo belirli koşullarda ciddi çelişkiler ve tehditler barındırmaktadır. Bu çelişkilerin başında, yapay zekâ sistemlerinin kimin tarafından geliştirildiği, ne amaçla kullanıldığı ve karar alma süreçlerini kimin yönettiği soruları yer almaktadır.

Yapay zekâ teknolojileri, veriyi toplamak, analiz etmek ve karar vermek konusunda insana kıyasla çok daha hızlı ve kapsamlıdır. Ancak karar alma süreçlerini algoritmalara devretmek, insan müdahalesi ve denetiminin zayıflaması anlamına da gelebilir. Planlamada şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri, demokratik işleyişin vazgeçilmez parçalarıdır. Eğer yapay zekâ kararları yalnızca teknik uzmanlar ya da merkezi otoriteler tarafından yönetiliyorsa, bu durum, bürokratik otoritenin yeniden güçlenmesi ve toplumsal katılımın zayıflaması sonucunu doğurabilir (Zuboff, 2019)⁴.

Diğer yandan, veri sahipliği ve dijital üretim araçlarının kimin elinde olduğu da merkezi bir meseledir. Marx’ın üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı eleştirisini günümüzde veri özelinde yeniden düşünmek gerekir. Bugün “veri“, üretimin en stratejik girdilerinden biridir ve bu veriye sahip olan aktörler, ekonomik karar süreçlerini şekillendirme gücünü de ellerinde tutmaktadır. Bu nedenle yapay zekânın planlama sürecine dahil edilmesi, ancak verinin kamu mülkiyetinde ve demokratik denetim altında olduğu bir yapıda anlamlı olabilir (Morozov, 2014)⁵.

Ayrıca, algoritmaların hangi değerleri esas alacağı da ciddi bir sorun alanıdır. Yapay zekâ sistemleri, onları eğiten veri setlerine ve tasarlayan iradelere bağımlıdır. Eğer bu sistemler salt verimlilik ya da büyüme odaklı kodlanırsa, eşitlik, sosyal adalet ve dayanışma gibi değerlere zarar verebilir. Bu durum, “teknolojik determinizmle şekillenmiş bir planlama“ modelini beraberinde getirebilir; yani planlamanın insani yönü silikleşebilir.

Çin’in bazı kentlerinde uygulanan sosyal kredi sistemleri, yapay zekâ ile sosyal yaşamın planlanması konusunda ciddi etik tartışmalar doğurmuştur. Bireylerin davranışlarının sürekli izlenmesi, sosyal puanlamaya tabi tutulması ve bu puanlara göre kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının sınırlanması, eşitlikçi bir planlama vizyonunun değil; otoriter bir kontrol sisteminin örneği olarak okunmaktadır (Creemers, 2018)⁶.

Tüm bu nedenlerle, yapay zekâ destekli planlama sistemleri ancak şu koşullar altında eşitlikçi bir dönüşüme zemin hazırlayabilir:
· Verinin kolektif mülkiyet altında tutulması,
· Algoritmaların değer temelli ve açık kaynaklı biçimde geliştirilmesi,
· Karar alma süreçlerinin şeffaf ve toplumsal denetime açık olması,
· Yerel ihtiyaçların yukarıdan belirlenmek yerine yatay katılımla belirlenmesi.

Aksi takdirde, yapay zekâ; merkezi planlamanın yeniden doğuşuna değil, teknokratik bir elitizmin ya da veri merkezli bir otoriterliğin aracı hâline gelebilir. Dolayısıyla mesele yalnızca teknolojik imkânlarla sınırlı değildir; mesele, bu teknolojilerin nasıl bir toplumsal tahayyüle hizmet edeceğidir.

Eşitliğin Yeni Kodları: Katılımcı Planlama, Açık Algoritmalar ve Dijital Kolektiflik

Yapay zekâ destekli planlamanın gerçekten eşitlikçi bir toplumsal yapıya hizmet edebilmesi, yalnızca teknik araçların gelişmişliğine değil; bu araçların nasıl tasarlandığı, kim tarafından denetlendiği ve ne tür toplumsal amaçlara hizmet ettiği sorularına verilen yanıtlara bağlıdır. Yani mesele bir “teknoloji meselesi“ olmaktan çıkar, bir toplum mühendisliği ve demokrasi meselesi haline gelir.

Marksist gelenek, üretim araçlarının mülkiyeti kadar, bu araçların toplumsal kontrolünü de önemser. Yapay zekâ bugün hem üretimin hem de bilgi dolaşımının merkezi bir aktörü haline gelmiştir. Dolayısıyla Marx’ın “kolektif üretim ilişkileri“ düşüncesi, günümüzde veri altyapıları, algoritmik karar süreçleri ve dijital mimariler üzerinden yeniden tartışılmalıdır. Bu doğrultuda, üç temel koşul öne çıkar:

a) Verinin Kolektif Mülkiyeti ve Açık Erişim

Yapay zekâ sistemlerinin eğitildiği veri setleri, toplumsal yaşamdan toplanan bilgilerin birikimidir. Bu verinin özel şirketler ya da merkezi devlet kurumları tarafından tekelci biçimde kontrol edilmesi, toplumsal çıkarla bağdaşmaz. Oysa bu veri, kamusal bir mal olarak kabul edilip, yerel topluluklar, sendikalar, kooperatifler ve sivil toplum örgütleri gibi aktörlerin erişimine açıldığında, planlama kararları daha adil, katılımcı ve yerel gerçekliğe uygun hale gelebilir (Meijer, 2018)⁷.

b) Açık Kaynaklı ve Etik Tasarlanmış Algoritmalar

Planlama algoritmaları salt verimlilik değil, toplumsal adalet, bölgesel eşitlik ve ekolojik denge gibi hedeflerle tasarlanmalıdır. Bunun için yapay zekâ sistemlerinin şeffaf olması, kodlarının açık kaynaklı tutulması ve toplumsal denetime açık biçimde çalışması gerekir. Bu, yalnızca teknik bir şeffaflık değil; aynı zamanda algoritmik hesap verebilirlik anlamına gelir. Katılımcı planlama mekanizmalarının kurulması, sadece çıktıların değil, algoritmaların da kamusal tartışmaya açılmasını gerekli kılar (O’Neil, 2016)⁸.

c) Katılımcı ve Yerel Temelli Planlama Süreçleri

Planlama yalnızca merkezden dayatılan bir süreç olarak değil, yerel aktörlerin ihtiyaçlarını doğrudan iletebildiği, veriyi kendisinin oluşturduğu ve sonuçları izleyebildiği bir yapı olarak kurgulanmalıdır. Yerel yönetimler, topluluk temelli platformlar ve dijital vatandaşlık uygulamaları bu yapının omurgasını oluşturabilir. Bu model, klasik merkezi planlamanın aksine aşağıdan yukarıya veri akışına dayalı bir yapıyı hedefler. Böylece yapay zekâ, eşitsizlikleri çoğaltan değil; daha erken fark eden ve dengeleyebilen bir araç haline gelir (Srnicek & Williams, 2015)⁹.

Bu üç temel ilke —kolektif veri mülkiyeti, açık algoritmik denetim ve yerel katılım— eşitlikçi planlamanın dijital çağdaki yeni kodlarını oluşturur. Eğer bu ilkeler sağlanırsa, yapay zekâ yalnızca bir üretim aracı değil; aynı zamanda toplumsal dayanışmanın, kamusal çıkarın ve adil bir kalkınma modelinin destekleyicisi olabilir.

Böyle bir senaryoda, Marx’ın “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre“ ilkesinin dijital altyapılarla desteklenerek uygulanabileceği bir zemin ortaya çıkabilir. Bu ise geçmiş yüzyılın planlama deneyimlerinden farklı olarak daha esnek, daha katılımcı ve daha ölçülebilir bir eşitlik modelinin önünü açar.

SONUÇ: Yapay Zekâ ile Eşitlik Mümkün mü?

Yapay zekâ teknolojileri, sadece üretim süreçlerini değil; aynı zamanda bilgiye erişimi, karar alma mekanizmalarını ve toplumsal organizasyonu da köklü biçimde dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda, geçmişin merkezi planlama denemelerinin en zayıf halkası olan “bilgiye zamanında ve doğru erişim“ sorunu, dijital çağda teknik olarak aşılabilir görünmektedir. Ancak bu gelişme, eşitlikçi bir planlamanın mümkün olduğu anlamına gelmez.

Marksist planlama düşüncesi, yalnızca teknik bir model değil; aynı zamanda sınıfsal çelişkileri ortadan kaldırmayı hedefleyen politik bir projedir. Dolayısıyla yapay zekânın bu proje içinde nasıl bir rol oynayacağı sorusu, onun hangi toplumsal aktörler tarafından geliştirildiği ve hangi değerleri öncelediğiyle doğrudan ilişkilidir. Eğer yapay zekâ yalnızca verimlilik ve kâr maksimizasyonu amacıyla kullanılacaksa, bu teknoloji yeni bir eşitsizlik rejiminin aracı haline gelebilir.

Öte yandan, verinin kolektif mülkiyeti, açık algoritmalar ve katılımcı planlama mekanizmalarıyla desteklenmiş bir dijital ekonomi modeli, Marx’ın tahayyül ettiği eşitlikçi topluma giden yolda yeni bir araç seti sunabilir. Böyle bir dönüşüm, klasik planlamanın katı ve yukarıdan aşağıya işleyen yapısını aşarak, daha esnek, katılımcı ve şeffaf bir modelin mümkünlüğünü ortaya koyar.

Bu yazının temel tezi şudur: Yapay zekâ, merkezi planlamayı yalnızca teknik olarak mümkün kılmaz; aynı zamanda eğer doğru bir politik ve etik çerçeveyle desteklenirse, eşitlikçi sistemlerin yeniden inşasına hizmet edebilir. Bu yazının başında sorulan temel soru şuydu: Yapay zekâ, planlı ekonominin en zayıf halkasını güçlendirerek, toplumsal eşitlik temelinde yeni bir ekonomik modelin kurulmasına imkân tanıyabilir mi? Bu soruya verilecek yanıt şudur: Teknik açıdan evet; ancak bu imkân, yalnızca politik olarak doğru yapılandırılmış, şeffaf, katılımcı ve etik bir yönetişimle gerçek anlamda eşitlikçi bir modele dönüşebilir. Aksi takdirde yapay zekâ, eşitliği değil; veri temelli yeni tahakküm biçimlerini üretme riskini de beraberinde taşır. Ancak bu, kendiliğinden gelişecek bir süreç değil; mücadele, denetim ve toplumsal irade gerektiren uzun soluklu bir dönüşümdür.

Belki de artık soruyu şöyle sormak gerekir:
Yapay zekâ yalnızca üretimin geleceğini mi, yoksa eşitliğin de kodlarını mı yazacak?
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2813 ) Etkinlik ( 228 )
Alanlar
TASAM Afrika 80 655
TASAM Asya 100 1132
TASAM Avrupa 23 659
TASAM Latin Amerika ve Karayip... 16 67
TASAM Kuzey Amerika 9 300
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1413 ) Etkinlik ( 56 )
Alanlar
TASAM Balkanlar 24 297
TASAM Orta Doğu 25 628
TASAM Karadeniz Kafkas 3 297
TASAM Akdeniz 4 191
Kimlikler ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1307 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
TASAM İslam Dünyası 58 786
TASAM Türk Dünyası 20 521
TASAM Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2065 ) Etkinlik ( 84 )
Alanlar
TASAM Türkiye 84 2065

Planlı ekonomi, Marksist düşüncenin en temel yapı taşlarından biri olarak tarih boyunca tartışılagelmiştir. Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, bireysel kâr amacının yerine toplumsal ihtiyaçların geçirilmesi ve kaynakların merkezi bir sistem tarafından yönetilmesi gibi ilkeler, kapitalist sistemi...;

Koşucular, mücadelelerinin ortasında belirli bir noktaya ulaştıklarında acıdan kaçtıklarını, çaba hissetmeden adım adım ilerlediklerini ve sadece 'yaptıklarını' hissettikleri bir tür öfori yaşadıklarını anlatmayı severler. Benzer bir deneyimi 37 yıl önce masamda yaşadım. ;

Siyasal iletişim bağlamında “Barış“, “Adalet“ “Güvenlik“ kavramları yapay zekâ çağında devletler arası ve uluslararası ilişkilerde nasıl şekillenmektedir. Yapay zekâ çağında siyasal iletişim sürecine kavramsal bağlamda bakıldığında Birleşmiş Milletler sürdürülebilirlik hedefleri çerçevesinde siyasal...;

Münih Güvenlik Konferansı'nın 2025 raporu, küresel güç dengesindeki değişimleri ve bu dönüşümün uluslararası düzen üzerindeki etkilerini kapsamlı bir şekilde analiz ediyor. Rapora göre artık "çok kutupluluğun" şekillendirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Ancak bu durum oldukça karmaşık: "Günümüzün uluslar...;

Dış politika tartışmalarında dünyanın giderek daha “çok kutuplu” hale geldiği artık bir klişe haline gelmiştir. Günümüz dünyasının hâlihazırda ne derece çok kutuplu olduğu tartışmalı olsa da, dünyanın “çok kutuplaşması” bir gerçektir: Bir yandan, küresel düzeyde kilit meseleleri etkileyebilecek kapa...;

2008-2009 krizi, neo-liberal küreselleşme sürecinin merkezinde yaşanan ve önemli dönüşümleri beraberinde getiren kritik bir eşik olarak nitelendirilebilir. Söz konusu dönüşümlerin başında, artan gelir adaletsizliği ve küresel demokrasinin izleyeceği seyir gelmektedir. ;

İstanbul'da 22-28 Kasım arasında 14. Suç ve Ceza Filmleri Festivali gerçekleştiriliyor. Prof. Dr. Adem Sözüer tarafından kurulan ve hâlâ başkanlığında devam eden Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali şöyle tanıtılıyor.;

Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) kuranlar Mustafa Kemal Atatürk gibi bir asker değil, zengin iş adamlarıydı. 1773’te Boston Limanı’nda başlayan isyanın (Çay Partisi) nedeni, Fransa ve Hint savaşları nedeniyle kasası boşalan İngiltere’nin kolonilerde çay vergisini artırmasıydı. ;

11. Stratejik Vizyon Ödülleri Töreni | 2018

Türkiye’nin saygın konumunun “güç ve adalet” temelinde muasır medeniyet seviyesinin üzerine yükselmesi için farklı fikirleri, uygulamaları ve bilimsel yaklaşımları ile ülkemizin

  • 08 Kas 2018 - 08 Kas 2018
  • Elite World Europe Hotel -
  • İstanbul - Türkiye

Stratejik Vizyon Geliştirme Çerçeve Programı | JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

Stratejik Vizyon Geliştirme Programı’nda temel referans; devlet aygıtının anlam ve işlevinin Batı’dan başlayarak yeniden inşa edildiği ve buna bağlı gelişen küresel

  • 22 May 2017 - 26 May 2017

Dünya Müslüman Gençlik Zirvesi ve Fuarı 1. Hazırlık Çalıştayı

Kuala Lumpur’da yapılan Dünya İslam Forumu 7. Yetkin Kişiler Kurulu Toplantısı’nda bir Gençlik inisiyatifi alınması tartışılmış; Uluslararası Afrika Üniversitesi (ilk) Dünya Müslüman Gençlik Zirvesi ve Fuarı | GÜÇ 2017’nin Hartum’da yapılmasını önermiş ve teklif kabul edilmiştir.

  • 12 Oca 2017 - 12 Oca 2017
  • İstanbul - Türkiye

Dünya Müslüman Gençlik Zirvesi ve Fuarı | GÜÇ 2017

Dünya Müslüman Gençlik Zirvesi ve Fuarı [GÜÇ 2017]; İslam İşbirliği Teşkilatı’nın katkılarıyla, Dünya İslam Forumu (DİF) ve Uluslararası

  • 07 Nis 2017 - 09 Nis 2017
  • Hartum - Sudan

Dünya Müslüman Kadınlar Zirvesi ve Fuarı | BİLGE 2018

Dünya İslam Forumu kurumsal çerçevesinde gerçekleştirilecek Dünya Müslüman Kadınlar Zirvesi ve Fuarı | BİLGE 2018’de kadın - erkek ilişkilerindeki tamamlayıcılık ilişkisi yanında, modern

  • 01 Mar 2018 - 03 Mar 2018
  • Titanic Business Bayrampasa - 09:00
  • İstanbul - Türkiye

5. Dünya Türk Forumu

“Stratejik İletişim: Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler”

  • 01 Haz 2016 - 03 Haz 2016
  • İstanbul - Türkiye

7. Dünya İslam Forumu

“Stratejik İletişim: Referans Değerler, Kurumlar, Kişiler” başlığı altında toplanacak 7. Dünya İslam Forumu

  • 24 May 2016 - 25 May 2016
  • Yezd - İran

G-20 Türkiye 2015 Çalıştayı | İstanbul Güvenlik Konferansı 2015

“Küresel Refah için Güç ve Adalet İnşası”

  • 03 Ara 2015 - 05 Ara 2015
  • İstanbul - Türkiye

İngiltere’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Hint Altkıtası’ndan çekilmek zorunda kalması sonucunda, 1947 yılında, din temelli ayrışma zemininde kurulan Hindistan ve Pakistan, İngiltere’nin bu coğrafyadaki iki asırlık idaresinin bütün mirasını paylaştığı gibi bıraktığı sorunlu alanları da üstlenmek dur...

Soğuk savaşın ardından, “yeni dünya düzeni“ olarak adlandırılan dönem, hegomonik bir güç olarak beliren ABD’nin “büyük vaadi“ ile başladı: “Demokrasiyi dünyada yaygınlaştırmak“. Bu “büyük“ vaad, yoksulluk, adaletsizlik ve şiddet dolu bir dünyayı kurmak biçiminde gerçekleşti ve iki “siyasi/askeri“ ar...