GİRİŞ
BİYOYAKITLAR VE GIDA GÜVENLİĞİ
Açlığın önlenmesi bağlamında, küresel gıda güvenliğinde en önemli riskler gıda israfından kaynaklanmaktadır. Gıda güvenliği iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin azalması, su kıtlığı, arazi bozulması, nüfus artışı, fiyat artışı, çatışma alanlarının genişlemesi, tarımsal üretimi etkileyen böcek ve hastalıklar, küresel ticaretteki sorunlar, teknoloji açığı gibi çok yönlü tehditlerle karşı karşıyadır. Biyoyakıt üretimi de açlığın önlenmesi bağlamında küresel gıda güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Biyoyakıtlar birinci nesil (geleneksel), ikinci nesil biyoyakıtlar ve sentetik (üçüncü nesil) biyoyakıtlar olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Birinci nesil biyoyakıtlar ve ikinci nesil biyoyakıtlar arasındaki temel farklar, hammaddelerinin kaynağı, üretim süreçleri ve çevresel etkileridir. Birinci nesil biyoyakıtlar genellikle bitkisel kaynaklardan, örneğin mısır veya şeker kamışı gibi tarım ürünlerinden elde edilir. Üretim süreci genellikle nişasta veya şeker içeren bitkilerin fermantasyonuyla gerçekleşir. Ancak, bu biyoyakıtların üretiminde tarım alanları, su tüketimi gibi çevresel etkiler nedeniyle eleştirilmiştir. Diğer yandan, ikinci nesil biyoyakıtlar daha çeşitli hammaddeler kullanır. Bu hammaddeler, gıda üretiminden arta kalan atıklar, odun veya algler gibi çeşitli kaynaklardan elde edilebilir. Üretim süreci daha karmaşık olup, selüloz, hemiselüloz ve lignin gibi kompleks biyomoleküllerden elde edilen biyokütle, enzimatik veya termokimyasal yöntemlerle parçalanarak fermentasyona uğratılır. Bu, tarım alanlarına olan baskıyı azaltabilir ve daha sürdürülebilir bir yaklaşım sunabilir. İkinci nesil biyoyakıtlar, çeşitlilik, sürdürülebilirlik ve çevre dostu üretim süreçleri bakımından birinci nesil biyoyakıtlardan ayrılır ve daha gelecek odaklı bir enerji kaynağı olarak değerlendirilir. Sentetik biyoyakıtlar ise metan veya etanol gibi basit moleküllerin sentezinden üretilir. Sentetik biyoyakıtlar, yüksek enerji yoğunluğu veya düşük emisyon gibi belirli özelliklere sahip olacak şekilde uyarlanabilir.
2030 yılına dek, gelişmekte olan ekonomilerde yaktı harmanlama talimatlarının gelişmesi beklenmektedir. Örneğin Endonezya, artan fosil yakıt talebiyle birlikte biyodizel kullanımını teşvik eden B30 (%30 Biyodizel karışımı) programını 2020 yılında uygulamaya koymuştur. Arjantin'de mevcut %10'luk biyodizel karışım oranının korunacağı varsayılmaktadır. 2030 yılına kadar Hindistan'ın etanol harmanlama oranının yaklaşık %8 olacağı ve şeker kamışı bazlı etanolün bu hedefe ulaşmaya önemli ölçüde katkıda bulunacağı ancak artan yem ihtiyacı nedeniyle E20 (%20 etanol) hedefine ulaşılamayacağı öngörülmektedir. Selüloz bazlı etanol ve geri dönüştürülmüş yağ bazlı biyodizel gibi gelişmiş biyoyakıtlarda ise önemli bir artış beklenmemektedir. Teknolojideki öngörülemeyen ilerlemeler ve düzenleyici çerçevedeki potansiyel değişiklikler, biyoyakıtlara yönelik mevcut pazar tahminlerinden sapmalara neden olabilecek ise de bu Görünüm, biyoyakıtların [%80 gibi] büyük bir bölümünün birincil tarımsal ürünlerden üretileceğini göstermektedir (OECD, 2022). Dolayısıyla, açlığın önlenmesi bağlamında gıda güvenliğine dönük en önemli tehdit birinci nesil biyoyakıt üretiminden gelmektedir.