Prof. Dr. Aslıhan NAKİBOĞLU
Serdar DUGAN
Giriş
Ulusal ve uluslararası alanda ülkelerin güveliği sadece siyasi ve askeri meseleler ile ilgili olmamıştır. Özellikle soğuk savaş sonrasında oluşan yeni dünya düzeninde küreselleşmenin yükselişiyle beraber, ekonomik konuların önemi daha artmıştır. Karmaşık ve karşılıklı bağımlılık yükselmiş ve sürekli olarak artmış olduğu böylesi bir dönemde ülkelere yönelik birçok tehdit unsuru ortaya çıkmıştır. Böylesi tehditlerin başında gelen ekonomik güvenlik, tarihin ve tarihsel süreçlerin bir yansıması olarak, bireysel ve toplumsal güvenlikten askeri güvelik, ekonomik güvenliğe kadar birçok güvenlik çeşidinin temelini oluşturan önemli bir kavram ve gereksinimdir. Bu bağlamda ekonomik güvenlik bir ülkenin güveliğini ve bütünlüğünü oluşturan birincil unsurlardan olup ulusal güvelik stratejisinin öneli bir parçasıdır. Dünya üzerindeki ulusal güvenlik kavramı zamanla soğuk savaşın bitimi sonrasında ekonomik güveliğe doğru kaydığı görülmektedir. Ekonomi güvenliği “ devlet gücünün ve halkın kabul edilebilir refah seviyesini devam ettirebilmek adına gerekli olan piyasalara sermayeye ve tabi kaynaklara ulaşılmasını kendine amaç edinmiştir (Adın, Şahinoğlu, & Ateş, 2022, s. 198-199).
Ekonomik güvenlik kavramı, bilimsel araştırmalarda bireysel ve ulusal düzeyde ele alınmaktadır. Sosyologlar ve antropologlar, kavrama bireysel düzlemde yaklaşırken, uluslararası ilişkiler ve politika çalışanlar ise, konuya ülke odaklı yaklaşmaktadırlar. Bireysel ekonomik güvenlik temelde, insani gereksinimlerinin giderilmesinde yeterli olan geçim düzeyinin garantiye alınması olarak tanımlanırken, ulusal ekonomik güvenlik ise, temelde bir ülkenin refahı ve iktisadi sistemin çalışmasını riske sokabilecek potansiyele sahip olan ülke ekonomisine yönelen tehditleri ele almaktadır. Bu bağlamda korunacak değerler ülkenin iktisadi değerleri, refahı dış ticareti, enerji kaynakları, milli geliri, döviz kuru, faiz gibi konu başlıklarıdır (Aykın, 2015 , s. 5-6).
Ulus devletlerin ortaya çıkışından günümüze kadar devam eden süreçte, gücün temel unsurlarını oluşturan “ekonomik kapasite“ ve bu kapasitenin bileşenleri her zaman ön planda tutulmuştur. Çünkü ekonomik zenginliği elde etme ve güvende tutma çabası tarihsel süreç içerisinde birçok savaşın nedeni olmuştur. Küresel ekonomik dinamiklerle ulus devletlerin sınırları ve güç sahaları değiştikçe, vatandaşların refahına ve ulusal ekonomilere ilişkin oluşan gelecek kaygısı, savaşların merkezine yerleşmiştir. Tarihsel süreç içerisinde ulusal ve ekonomik güvenlik için yapılan mücadeleler coğrafi keşiflere kadar bölgesel bir boyuttayken Coğrafi Keşiflerle beraber bu mücadeleler küresel bir boyut kazanmıştır. Coğrafi Keşiflerle başlayan dünyanın siyasi ve ekonomik bölüşümü Sanayi Devrimi ile hızlanmıştır. Özellikle Sanayi Devrimi hem bölgesel hem de küresel güç elde etmenin anahtarının ekonomideki gelişime ayak uydurmak olduğunu göstermiştir. Coğrafi Keşiflerle başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanan Dünyanın iktisadi ve siyasi bölüşümü, 20. yüzyılı yeniden şekillendiren iki dünya savaşına giden süreci de hazırlamıştır. I. ve II. Dünya Savaşları, ulusların geleceği için hayati öneme sahip olan “stratejik pazar, doğal kaynaklara erişim ve enerji kaynaklarının kullanımı gibi konu başlıklarını ön plana çıkarmıştır. 20. yüzyıla kadar değerli maden akışının güvenliği üzerinden tanımlanan ve yorumlanan ekonomik güvenlik kavramı I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında, küresel piyasaların istikrarının sağlanması, enerji kaynaklarının korunması, ekonomik yaptırımlara ve saldıranlara karşı önlem alınması gibi konu başlıkları üzerinde yorumlanmış ve tanımlanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan soğuk savaş dönemi beraberinde bir tarafta Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) olduğu bir tarafta da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin (SSCB) olduğu iki kutuplu düzeni getirmiştir. Bu yenidünya düzeninde ekonomik güvenlik, diğer güvenlik çeşitlerinin aksine devletler ve uluslararası aktörler için daha önemli bir konuma gelmiştir.
Ekonomik güvenlik kavramının diğer güvenlik çeşitlerinden ayrılmasında ve devlet politikalarına girmesinde 1973 petrol krizi ve ambargosu önemli bir etkiye sahiptir. “Enerji kaynaklarının ekonomik bir silah ve yaptırım aracı olarak kullanılabileceğini ortaya koyan 1973 petrol krizi ve ambargosu; ekonomik güvenlik kavramının, ekonomi-politik analizlerinde ne ölçüde önemli olduğunu net bir şekilde göstermiştir“. 1973 sonrasında ortaya çıkan petrol şokları ve 1980-2000 yılları arasında ortaya çıkan siyasi ve iktisadi krizlerle ekonomik güvenlik kavramının önemi artmış ve güncel güvenlik tartışmaları içerisinde ön planda olmaya başlamıştır. 1980-1991 yılları arasında, yani soğuk savaşın son on yılında, ekonomik güvenlik kavramı hem ulusal düzeyde hem uluslararası düzeyde son derece önemli bir hale gelmiştir. Bu yıllarda, ABD ve SSCB arasındaki mücadele; ekonomik argümanlar üzerinden gerçekleşmiş, ekonomik araçlar, baskı ve dış politika amaçları çerçevesinde kullanılmıştır. Ekonomik güvenlik kavramının önemliliği; 2000 sonrası dünya düzeninde meydana gelen gelişmeler, teknoloji ve bilgi sistemlerinde oluşan büyük ilerlemelere paralel olarak küreleşmenin hız kazanması ve çoğalan küresel güvenlik sorunları sebebiyle giderek artmıştır. Özellikle 2000-2010 arası döneme damga vuran “11 Eylül 2001 Terör Saldırıları ve 2008 Küresel Finans Krizi“ gibi küresel şoklar geleneksel ekonomik güvenlik anlayışlarını sarsmış ve ekonomik güvenliği farklı boyutlarda ele alınmasına neden olmuştur. Daha uluslararası düzeyde tanımlanan ve yorumlanan ekonomik güvenlik özellikle 2008 küresel finans krizi sonrasında ulusal düzeyde de ele alınmaya başlanmıştır.
11 Eylül saldırıları ve 2008 küresel finans krizi sonrasında değişen ekonomik güvenlik anlayışı; COVID-19 pandemisi ile tekrar değişim içine girmiştir. 2020 yılında tüm dünyada etkisini gösteren ve hızlı bir şekilde yayılan COVID-19 pandemisi; bireylerin ve devletlerin sağlık açısından duyduğu endişeyi ekonomik boyuta taşımıştır. Bu nedenle ülkelerde ve toplumlarda hem ekonomik güvenlik hem de sosyal güvenlik bağlamında ciddi ekonomik ve sosyal kaygılar meydana gelmiştir.
COVID-19 pandemisinde yaşanan uzun süreli kapanmalar bireylerin ve firmaların ekonomik anlayışlarında ciddi değişimlere neden olmuştur. Bu süreçte teknolojik araçlar ekonomik işlemlerde daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. Bazı kesimlerce yeni bir para birimi ve mübadele aracı olarak tanımlanan kripto para piyasası da pandemi döneminde etkinliğini artırmıştır. Kripto para piyasanın da yaygınlaşmaya başlamasıyla finansal işlemler daha hızlı hale gelmiştir. Her ne kadar küresel finansal piyasalarındaki dijitalleşmenin bazı pozitif etkileri olsa da devletlerin kripto para piyasasını kontrol edememesi, vergilendirilememesi ve kripto para piyasasının genel kabul görmüş hukuki alt yapısının ve dayanağının olmaması, ülkeler ve toplumların ekonomik güvenlik kaygılarını artırmıştır. COVID-19 pandemisi ile büyük ölçüde yaygınlaşan kripto para piyasasının, kara para aklanması ve terörün finansmanı için kullanılan bir alan olarak değerlendirilmesi, özellikle 2020-2023 yılları arasında devletleri ekonomik güvenlik tedbirleri almaya itmiştir.
Tarihsel süreç içerisinde krizler ve kırılmalar ekonomik güvenlik tanımını değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Bu süre içerisinde ekonomide ve ekonomi politikalarında ortaya çıkan riskler; ekonomi güvenliğinin sağlanmasını belli dönemlerde sekteye uğratmış ve istikrarlı bir ekonomi yapısı için tehdit unsuru oluşturmuştur.
Bir devletin ulusal ve uluslararası güvenlik çıkarlarına yönelik tehditler iç ve dış olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Kamusal, bölgesel, toplumsal ve bireysel düzeyde farklılaşan ekonomik çıkarlar, bir ulusun ekonomik güvenlik politikaları oluşturmasına ve uygulamasına yardımcı olmaktadır. İçten ve dıştan gelen ekonomik riskleri ve tehditleri etkisizleştirmek için birçok devlet, reform, kalkınma ve krizden çıkma paketleri hazırlamış ve uygulamıştır. Devletler bu politikaları oluştururken ve uygularken ekonomik güvenliği riske atan ve ekonomik güvenlik unsuru için tehdit oluşturan bazı parametreleri esas almışlardır. Bunlar; “Yolsuzluk, Siyasi istikrar, İç Güvenlik Zafiyeti, Medya, Sermayenin Küreselleşmesi, Örtülü Operasyonlar ve Küresel Şoklardır.“
Bu parametreler küresel ölçekte ekonomik güvenlik unsuruna yön verdiği gibi Türkiye’nin ekonomik güvenlik yapısını da şekillendirmiştir. Özellikle 1984 sonrasında baş gösteren hem ekonomik hem de ciddi siyasi yıkımları olan PKK terör örgünün faaliyetleri, 1990-2000 arası dönemde oluşan ekonomik istikrarsızlık ve yolsuzluk iddiaları, 2000-2001 ekonomik krizinin sonuçları, 2011 Suriye iç savaşının Türkiye etkileri ve 2013 yıllıda meydana gelen Gezi Parkı olayları “Yolsuzluk, Siyasi istikrar, İç Güvenlik Zafiyeti, Medya“ gibi unsurların ve kavramların ekonomik güvenlik için ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. 2016 yılında Fetulllahçı Terör Örgütü (FETÖ) terör örgütü tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi, Milli İstihbarat Teşkilatı‘nın (MİT) ulusal ekonomik güvenlik kaygılar doğrultusunda yeninden şekillendirilmesi ve 2016 yılında başlayan 2023 yılında halen devam eden Kuzey Suriye’de TSK’nin ulusal güvenlik adına yapmış olduğu operasyonlar “Örtülü Operasyonlar“ bağlamında gerçekleşmiş ve ekonomik güvenlik kaygıları neticesinde ortaya çıkan risk ve tehditlerin en aza indirilmesi hedeflenmiştir. Askeri alanda finans piyasalarında yapılan yerli ve milli teknoloji hamleleri ve COVİD-19 pandemisi sonrasında alınan iktisadi tedbirler, 2000-2023 yılları arasında Türkiye’de ekonomik güvenlik algısını “Sermayenin Küreselleşmesi ve Küresel Şoklar“ gibi tehdit unsurları çerçevesinde 2023 Türkiye’sinin kendi iç ve dış dinamiklerine bağlı olarak şekillendirme sürecine girmişlerdir.
“Ekonomik Güvenlik: İktisadi Göstergelerle Türkiye’nin Değerlendirilmesi“ isimli çalışmada, küreselleşmenin hız kazanması, karşılıklı iktisadi gelişmeler sonucunda iktisadi bağımlılıkların artması soğuk savaş sonrası oluşan yeni dünya düzeninin etkisiyle 1970’lerden sonra önem kazanan ve her ulusun başta ulusal güvenlik olarak tanımladığı 1990’lardan da uluslararası güvenlik şeklinde de kendini bulan ekonomik güvenlik kavramına Türkiye ekonomisinin makro göstergelerinden hareket edilerek, ülkenin ekonomik güvenliği hakkında bilgi verilmek istenmiştir. Çalışma başlamadan önce yapılmış olan literatür araştırmasında konunun yeni bir konu olması sebebiyle ekonomik güvenlik kavramı ve makro ilişkiler üzerine yapılmış doğrudan çalışılmış çok fazla kaynağa ulaşılamamıştır. Bu sebeple çalışma bizden sonraki bilimsel araştırmalara, teorik bir referans kaynağı olabilme adına önem arz etmektedir. İktisadi göstergeler ülkelerin ekonomik performansı ile ilgili durumun nasıl işlediğini anlayabilmek tahminde bulunabilmek okunan ya da duyulan haberlerin daha iyi anlaşılabilmesi birikimlerimizin en iyi şekilde değerlendirebilmeyi ülkenin iktisadi politikalarını takip edebilmeyi kendi ülke ekonomimizi anlayabilmeyi ve ülkemizin iktisadi performansını farklı ülkelerle karşılaştırmalı perspektiften değerlendirmeye en önemli katkıyı sunmaktadır. Türkiye’nin makro iktisadi göstergeleri dikkate alındığında cumhuriyetin kuruluşunda ve sonrasında mücadele edilen bütün iktisadi problemlerle 100. Yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin hala uğraşmış olduğu görülmektedir. Türkiye’nin son 10 yıllık iktisadi göstergeleri rakamsal olarak dikkate alındığında; iktisadi istikrarsızlığın devam ettiği ve önümüzdeki yıllarda da Türkiye ekonomisini zora sokacağı görülmektedir. Bu istikrasızlığın kendi hissettirdiği 2008, 2009 ve 2018 dönemleri ile ekonomiyi geriye götürdüğü ve buna 2020 küresel COVİD-19 salgını ve 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan Kahramanmaraş Depremi’nin de ve olumsuz etkilerinin etkilenmesiyle ekonomi geriye doğru gitmeye başlamıştır. Türkiye’nin sürdürülebilir bir büyüme rakamının yakalayamadığı enflasyon ve buna bağlı döviz ve faiz problemleri yaşadığı, ödemler bilançosu ve cari açık problemleri, bütçe açığı, ekonomik güven endekslerinde istenilen performansı yakalamadığı görülmektedir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti kurumsal, yasal, hukuksal, parasal ve mali politikaları eş zamanlı yürüterek, liyakatin dikkate alındığı, küresel konjonktürü dikkatle takip edip ülkenin iç ve dış dinamiklerini gözeterek, istikrar politikalarını en kısa sürede uygulamaya başlamalıdır. Ancak böylece iktisadi anlamda kırılganlığından kurtularak iktisadi ajanların ülke ve ülke ekonomisi ile ilgili işlemlere güven duymaları sağlanarak sürdürülebilir ve anlamlı büyüme rakamlarını diğer makro iktisadi göstergelere yansıtabilmeyi başaracaklardır.
Çalışmada ekonomik güvenlik kavramı teorik çerçeve verildikten sonra ulaşılabilen makro iktisadi göstergeler eşliğinde Türkiye’de ekonomi ve gidişatı değerlendirerek çalışma sonuç bölümü ile tamamlanmıştır.
Devamı için...