Napolyon Bonapart'ın yeğeni III. Napolyon, 1852'den 1870'e kadar Fransa'yı yönetti. Onun dış politikası, askeri maceracılık, diplomatik manevralar ve yurtdışında Fransız nüfuzu kurma girişimlerinden oluşmuştur. Kısaca III. Napolyon’un dış politikası hırs ve çelişkinin bir karışımıydı.
III. Napolyon’un siyasetinin merkezinde I. Napolyon'un yenilgisinden sonra kaybolan Fransız prestijini ve nüfuzunu yeniden sağlamaktı. Bu, onu Avrupa'da askeri zaferler ve diplomatik hakimiyet aramaya itti. Aslında bu arayış 1815’te üzerinde mutabık kalınan “Avrupa Ahengi“ne aykırı bir istekti ve güçler dengesini bozmak anlamına geliyordu. Bu doğrultudaki ilk adım Kırım Savaşı’nda kendini gösterdi. Kırım Savaşı (1853-1856)’nda III. Napolyon'un Fransa'sı, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yanı sıra Rusya'ya karşı savaştı. Bu savaş büyük ölçüde Rus yayılmacılığına ve Osmanlı topraklarının korunmasına ilişkin kaygılardan kaynaklanıyordu. Savaş önemli bölgesel değişikliklere yol açmasa da, III. Napolyon'un Fransa'nın Avrupa meselelerindeki rolünü savunma girişimine işaret ediyordu. III. Napolyon’un dış politikasının belki de en kötü şöhretli dönemlerinden biri Meksika'ya müdahalesiydi. 1861'de borç tahsilatı bahanesiyle Meksika'ya asker gönderdi. Ancak bu müdahale kısa sürede Meksika'da Fransız destekli bir monarşi kurma girişimine dönüştü ve Meksika Kralı I. Maximilian'ın iktidara gelmesine yol açtı. Bu müdahale sonuçta başarısız oldu ve Maximilian 1867'de idam edildi. III. Napolyon’un denizaşırı hırslarının neticesi olarak Fransa, Afrika'da (Cezayir, Batı Afrika) ve Çinhindi'nde (Vietnam) sömürgeci genişlemeyi sürdürdü. Bu, Fransız ticaretini ve küresel gücünü artırmayı amaçlıyordu.
Tüm bu hırslı girişimlerin neticesinde III. Napolyon, sınırlarında büyümekte olan Prusya’ya karşı başarılı bir siyaset izleyememiş ve bu Fransa’yı tarihi bir hataya sürüklemiştir. Prusya Şansölyesi ve Almanya'nın birleşmesinin mimarı Bismarck, III. Napolyon'un düşüşüne yol açan çatışmanın düzenlenmesinde merkezi bir rol oynamıştı. 1870'de Fransa ile Prusya arasındaki gerilim, Hohenzollern prensinin İspanyol tahtına adaylığı üzerine tırmandı. Prusya'nın Avrupa'daki hakimiyetinden korkan III. Napolyon, Prusya Kralı I. Wilhelm'den adaylığın geri çekileceği konusunda güvence talep etti. Bismarck, Ems Dispatch olarak bilinen ve Prusya kralı ile Fransız büyükelçisi arasındaki müzakerelerin aşağılayıcı görünmesine neden olan bir telgrafı düzenleyip yayınladı. Bu manevra, Fransa'yı Prusya'ya savaş ilan etmeye kışkırtmak için tasarlanmıştı. III. Napolyon, kamuoyunun baskısını hissederek ve hızlı bir zaferin rejimini güçlendireceğine inanarak 19 Temmuz 1870'te Prusya'ya savaş ilan etti. Ancak Fransız ordusu bu çatışmaya hazırlıksızdı ve III. Napolyon Askeri uzmanlıktan yoksun olmasına rağmen ordunun komutasını kendisi üstlendi.
İmparator, 100.000'den fazla Fransız askeriyle birlikte ele geçirildi ve İkinci Fransız İmparatorluğu'na fiilen son verildi. Savaşın sonucu kesinlikle Prusya'nın lehine oldu ve Almanya'nın Prusya egemenliği altında birleşmesine yol açtı. Böylelikle III. Napolyon’un Fransa’yı yeniden eski ihtişamlı ve güçlü günlerine kavuşturmak hedefiyle yürüttüğü politikalar bir felakete yol açmış ve sınırlarında bir süper güç doğmasına neden olmuştur.
Günümüze geldiğimizde yıllar sonra Fransa’da III. Napolyon’u anımsatan bir siyasete tanıklık ediyoruz. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Rusya-Ukrayna arasında süren çatışmalara fiili olarak müdahil olmak için hevesli olduğunu görüyoruz.
Macron Fransa'nın güvenliğinin ve Avrupa'nın güvenilirliğinin Ukrayna'daki krizin gidişatına bağlı olduğunu söyledi. Macron, "Biz Rusya'ya ve halkına savaş açmıyoruz, Ukrayna'yı destekliyoruz, Ukrayna'nın Rusya'yı mağlup etmesi için elimizden geleni yapıyoruz" dedi. Bu mantıkla Rusya'yı "düşman" olarak nitelendirdi ancak henüz doğrudan iki devletin güçlerini karşı karşıya getirmedi. Ukrayna'ya silah ve mali yardım tedarikini hızlandırmak amacıyla Paris'te çoğunluğu Avrupalı 20 liderin katıldığı alelacele toplanan konferansın açılışında konuşan Macron, Rusya'nın "bu savaşı kazanmaması gerektiğini ve kazanamayacağını" ve Avrupa'nın kendi güvenliğinin tehlikede olduğunu söyledi.
NATO güçlerinin asker konuşlandırması tehdidi karşısında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, savaşı büyük ölçüde kızıştırmak için harekete geçtiğini doğruladı. Putin şu uyarıda bulunmuştu: “Askeri-teknik açıdan elbette hazırız. ... Rusya'yla artık kırmızı çizgilerinin kalmadığını iddia eden hükümetlerin de şunu bilmeleri gerekiyor ki, bu durumda Rusya'nın da kendileriyle kırmızı çizgileri kalmayacak.“
Putin'in uyarısına rağmen Macron, Rusya'ya yönelik tehditlerinin potansiyel olarak yıkıcı sonuçlarını göz ardı ederek savaş tehlikesini hafife alıyor. Fransa’nın olası doğrudan bir müdahalesi savaşın boyutunu büyütecek ve bir dünya savaşına dönüşmesine neden olacaktır. Halford Mackinder'ın Heartland(Kalpgah) Teorisi ve savaş birbiriyle yakından bağlantılıdır. Mackinder'ın Heartland Teorisi, küresel hakimiyetin anahtarının, Avrasya'nın Doğu Avrupa'dan Orta Asya'ya kadar uzanan geniş bir bölgesi olan "Heartland"ın kontrolünde yattığını öne sürüyor. "Eğer kalpgahta bir savaş varsa, bir dünya savaşı da olacaktır", Mackinder'ın, jeopolitik önemi nedeniyle Kalpgah'taki çatışmaların küresel boyutlara ulaşabilecek geniş kapsamlı sonuçlara sahip olacağına dair inancını yansıtıyor. Aslında Mackinder, Kalpgah’ı küresel gücün merkezi olarak görüyordu ve bu bölgedeki herhangi bir karışıklık veya çatışma tüm dünyaya yansıyacaktı.
Bu kuramdan hareketle Macron’un Rusya’ya karşı çatışmacı çıkışlarının neticesinde küresel ölçekte etkili olacak yeni bir savaş dönemine gidilebileceği söylenebilir. Macron’un büyük hedeflerle çıktığı bu yolda sonunun atalarına (III. Napolyon) benzemesi isteyeceği en son şey olacaktır.
III. Napolyon’un siyasetinin merkezinde I. Napolyon'un yenilgisinden sonra kaybolan Fransız prestijini ve nüfuzunu yeniden sağlamaktı. Bu, onu Avrupa'da askeri zaferler ve diplomatik hakimiyet aramaya itti. Aslında bu arayış 1815’te üzerinde mutabık kalınan “Avrupa Ahengi“ne aykırı bir istekti ve güçler dengesini bozmak anlamına geliyordu. Bu doğrultudaki ilk adım Kırım Savaşı’nda kendini gösterdi. Kırım Savaşı (1853-1856)’nda III. Napolyon'un Fransa'sı, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yanı sıra Rusya'ya karşı savaştı. Bu savaş büyük ölçüde Rus yayılmacılığına ve Osmanlı topraklarının korunmasına ilişkin kaygılardan kaynaklanıyordu. Savaş önemli bölgesel değişikliklere yol açmasa da, III. Napolyon'un Fransa'nın Avrupa meselelerindeki rolünü savunma girişimine işaret ediyordu. III. Napolyon’un dış politikasının belki de en kötü şöhretli dönemlerinden biri Meksika'ya müdahalesiydi. 1861'de borç tahsilatı bahanesiyle Meksika'ya asker gönderdi. Ancak bu müdahale kısa sürede Meksika'da Fransız destekli bir monarşi kurma girişimine dönüştü ve Meksika Kralı I. Maximilian'ın iktidara gelmesine yol açtı. Bu müdahale sonuçta başarısız oldu ve Maximilian 1867'de idam edildi. III. Napolyon’un denizaşırı hırslarının neticesi olarak Fransa, Afrika'da (Cezayir, Batı Afrika) ve Çinhindi'nde (Vietnam) sömürgeci genişlemeyi sürdürdü. Bu, Fransız ticaretini ve küresel gücünü artırmayı amaçlıyordu.
Tüm bu hırslı girişimlerin neticesinde III. Napolyon, sınırlarında büyümekte olan Prusya’ya karşı başarılı bir siyaset izleyememiş ve bu Fransa’yı tarihi bir hataya sürüklemiştir. Prusya Şansölyesi ve Almanya'nın birleşmesinin mimarı Bismarck, III. Napolyon'un düşüşüne yol açan çatışmanın düzenlenmesinde merkezi bir rol oynamıştı. 1870'de Fransa ile Prusya arasındaki gerilim, Hohenzollern prensinin İspanyol tahtına adaylığı üzerine tırmandı. Prusya'nın Avrupa'daki hakimiyetinden korkan III. Napolyon, Prusya Kralı I. Wilhelm'den adaylığın geri çekileceği konusunda güvence talep etti. Bismarck, Ems Dispatch olarak bilinen ve Prusya kralı ile Fransız büyükelçisi arasındaki müzakerelerin aşağılayıcı görünmesine neden olan bir telgrafı düzenleyip yayınladı. Bu manevra, Fransa'yı Prusya'ya savaş ilan etmeye kışkırtmak için tasarlanmıştı. III. Napolyon, kamuoyunun baskısını hissederek ve hızlı bir zaferin rejimini güçlendireceğine inanarak 19 Temmuz 1870'te Prusya'ya savaş ilan etti. Ancak Fransız ordusu bu çatışmaya hazırlıksızdı ve III. Napolyon Askeri uzmanlıktan yoksun olmasına rağmen ordunun komutasını kendisi üstlendi.
İmparator, 100.000'den fazla Fransız askeriyle birlikte ele geçirildi ve İkinci Fransız İmparatorluğu'na fiilen son verildi. Savaşın sonucu kesinlikle Prusya'nın lehine oldu ve Almanya'nın Prusya egemenliği altında birleşmesine yol açtı. Böylelikle III. Napolyon’un Fransa’yı yeniden eski ihtişamlı ve güçlü günlerine kavuşturmak hedefiyle yürüttüğü politikalar bir felakete yol açmış ve sınırlarında bir süper güç doğmasına neden olmuştur.
Günümüze geldiğimizde yıllar sonra Fransa’da III. Napolyon’u anımsatan bir siyasete tanıklık ediyoruz. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Rusya-Ukrayna arasında süren çatışmalara fiili olarak müdahil olmak için hevesli olduğunu görüyoruz.
Macron Fransa'nın güvenliğinin ve Avrupa'nın güvenilirliğinin Ukrayna'daki krizin gidişatına bağlı olduğunu söyledi. Macron, "Biz Rusya'ya ve halkına savaş açmıyoruz, Ukrayna'yı destekliyoruz, Ukrayna'nın Rusya'yı mağlup etmesi için elimizden geleni yapıyoruz" dedi. Bu mantıkla Rusya'yı "düşman" olarak nitelendirdi ancak henüz doğrudan iki devletin güçlerini karşı karşıya getirmedi. Ukrayna'ya silah ve mali yardım tedarikini hızlandırmak amacıyla Paris'te çoğunluğu Avrupalı 20 liderin katıldığı alelacele toplanan konferansın açılışında konuşan Macron, Rusya'nın "bu savaşı kazanmaması gerektiğini ve kazanamayacağını" ve Avrupa'nın kendi güvenliğinin tehlikede olduğunu söyledi.
NATO güçlerinin asker konuşlandırması tehdidi karşısında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, savaşı büyük ölçüde kızıştırmak için harekete geçtiğini doğruladı. Putin şu uyarıda bulunmuştu: “Askeri-teknik açıdan elbette hazırız. ... Rusya'yla artık kırmızı çizgilerinin kalmadığını iddia eden hükümetlerin de şunu bilmeleri gerekiyor ki, bu durumda Rusya'nın da kendileriyle kırmızı çizgileri kalmayacak.“
Putin'in uyarısına rağmen Macron, Rusya'ya yönelik tehditlerinin potansiyel olarak yıkıcı sonuçlarını göz ardı ederek savaş tehlikesini hafife alıyor. Fransa’nın olası doğrudan bir müdahalesi savaşın boyutunu büyütecek ve bir dünya savaşına dönüşmesine neden olacaktır. Halford Mackinder'ın Heartland(Kalpgah) Teorisi ve savaş birbiriyle yakından bağlantılıdır. Mackinder'ın Heartland Teorisi, küresel hakimiyetin anahtarının, Avrasya'nın Doğu Avrupa'dan Orta Asya'ya kadar uzanan geniş bir bölgesi olan "Heartland"ın kontrolünde yattığını öne sürüyor. "Eğer kalpgahta bir savaş varsa, bir dünya savaşı da olacaktır", Mackinder'ın, jeopolitik önemi nedeniyle Kalpgah'taki çatışmaların küresel boyutlara ulaşabilecek geniş kapsamlı sonuçlara sahip olacağına dair inancını yansıtıyor. Aslında Mackinder, Kalpgah’ı küresel gücün merkezi olarak görüyordu ve bu bölgedeki herhangi bir karışıklık veya çatışma tüm dünyaya yansıyacaktı.
Bu kuramdan hareketle Macron’un Rusya’ya karşı çatışmacı çıkışlarının neticesinde küresel ölçekte etkili olacak yeni bir savaş dönemine gidilebileceği söylenebilir. Macron’un büyük hedeflerle çıktığı bu yolda sonunun atalarına (III. Napolyon) benzemesi isteyeceği en son şey olacaktır.