Konferans’ın yanı sıra; 23 Kasım’da “Yeni Siber Ekonomi ve Türk Ürünleri“ teması ile 2. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu“ ve “21. Yüzyıl Deniz Jeoekonomisi ve Türkiye“ teması ile 5. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu; ve 24 Kasım’da “Afrika’da Türk Askerî Varlığı ve Yeni Ufuklar“ teması ile 6. Türkiye - Afrika Savunma Güvenlik ve Uzay Forumu ve “Türk - Arap Güvenlik Ekosisteminde Yeni Keşifler“ teması ile 6. Türkiye - Körfez Savunma ve Güvenlik Forumu eş-etkinlikler olarak birlikte simültane çeviri ile gerçekleştirilmiştir. ABD’den Çin’e, Rusya’dan İran’a 40’a yakın ülkeden seçkin katılımcıları buluşturan 9. İstanbul Güvenlik Konferansı; Türkiye ve İstanbul merkezli rekabetçi yeni perspektifler hedefinde önemli görüş ve fikirlerin paylaşıldığı küresel bir platform olmuştur.
Konferans sonucunda, aşağıdaki tespitler ve öneriler yapılmış, ilgili tüm otoritelerin ve kamuoyunun dikkatine sunulması kararlaştırılmıştır:
A-GENEL
- İlk sekiz Konferans’ın çeşitli isimlerde yayımlanan deklarasyonlarının içeriği, vizyonu, proaktifliği ve derinliği teyit edilmiştir. İstanbul Güvenlik Konferansı’nın popülerlik endişesine düşmeden küresel ölçekte kapasite ve ağ inşa eden bir “Okul“ olarak kurumsallaşmasının önemi takdirle vurgulanmıştır.
- Küreselde temel ayrışmanın “Teraküm ve Temerküz Kaynak Rekabeti“ olarak şekillendiği üretim gücü ve finans gücü biriktirenler arasında yaşamsal bir çatışma iklimi olduğu vurgulanmıştır.
- “Teoloji, Bilim, Metafizik ve Gerçek Ötesi Yeni Dönem“ olarak kategorize edilip sınıflandırılabilecek mevcut iklimde; din yerine ikame edilen bilimin konvansiyonel olgularının hızla değiştiği ve tanımların anlamsızlaştığı bir döneme girildiği ifade edilmiştir. Küresel ve bölgesel ölçeklerde İnsanlık için Ortak Değerler ve Ahlak Devrimi’ni destekleyecek Kızılelma doktrin ve güçlü temsillere ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır.
- Merkeziyetsiz Merkez odaklı küresel yönetişimin yumuşak alanlar üzerinde bir rekabeti ve çatışmayı teşvik ettiği, bu minvalde “Akıl ve Nesil Sağlığı, Teknoloji Yönetimi, İklim, Gıda, Demografi, Meritokrasi, Ekonomi, Sağlık, Eğitim, İstihdam, Aile-Gençlik ve Şehir Güvenliği“ gibi olgulara odaklanmanın yaşamsal önemi teyit edilmiştir.
- “Mikro Milliyetçilik, Entegrasyon ve Öngörülemezlik“ parametreleri odaklı dönüşen uluslararası sistemin ulus devletin geleceği için barındırdığı hayati riskler üzerinde ısrarla durulmuştur.
- “Merkeziyetsiz Merkez“ olarak tanımlanan küresel yönetişim dışında “Dünya Barışları Rekabeti“ boyutunda temel aktörlerin, “Pax Britannica, Pax Americana, Pax Sinica, Arap Yüzyılı ve Türk Yüzyılı“ olduğu ifade edilmiştir. Bu çoklu ve sınırsız rekabette “Başarıda Başarısızlık“ kavramının en önemli olgulardan birisi olduğu vurgulanmıştır
- Gelecekte ve küresel rekabette etkili olabilmek için her ölçekte “Stratejik Dönüşüm“ ihtiyacı ısrarla vurgulanmış buna bağlı olarak “Meritokrasiye Döngüsel Güvenlik Altyapısı ve Yeni Beceriler“ kazandırılmasının önemi ile model, doktrin geliştirmek için; Kaos Matematiği, Tersine Matematik, Duyguların Matematiği, Nöro Özel Yetenekler gibi yeni arayışlara/alanlara odaklanmak gerektiği ifade edilmiştir.
B-TEMALAR
- Dünya, stratejik aşırı rekabetin ve büyüyen jeopolitik krizin yeniden canlanmasıyla değişmektedir. Sürekli olarak yeni tehditler ortaya çıkmakta ve eski tehditler, yeni teknolojik entegrasyon sayesinde kararlı bir şekilde geçmişten geri gelmektedir. Ukrayna'daki mevcut çatışma, hibrit stratejilerin yüksek yoğunluklu çatışmaları kendi spektrumlarından nasıl hariç tutmadığını, ancak bunları düzensiz ve bulanık bir rekabet sürekliliğinin aşırı ve entegre bir unsuru olarak nasıl dahil ettiğini hatırlatmaktadır.
- Yeni trend, yeni teknoloji, yeni gerçeklerin olduğu yeni bir dönemin içerisinde yaşanılmaktadır. Ulusal ve güvenli dijital dönüşümün önemi hayatidir. Datalar yeni tehlike alanlarının açılmasına sebep olmakta bu kapsamda büyük ülkelerin, büyük şirketlerin yapay zekaya büyük yatırımlar yapması gerekmektedir. Buradaki nihai amaç kişisel verilere sahip olmak, dataları iyi korumaktır. Aksi halde dijital dönüşüm ulusal bir problem haline dönüşebilir. Kara, deniz, hava kuvvetleri gibi veri koruma kuvvetlerinin kurulması da önerilmiştir.
- Yeşil ve dijital dönüşüm stratejik bir seçim olarak önemlidir. Sanayi 4.0 devrimi, daha önce görülmeyen bir hızla gelişmektedir. Bu durum ülkelerin gelişim trendini de etkilemektedir. Dijital dönüşüm operasyonel açıdan; yeni değerlerin ortaya çıkması, iş gücünün üretken kullanımı, gelişimin sağlanması, refah hizmetlerinin artışı gibi faktörlerin hepsi ile bağlantılıdır. Amaç dijital gelişmiş ülke haline gelmektir. İş modelleri, eğitim, istihdam ve yönetim açısından bu gelişimi sağlamak, insanları ve işleri merkeze koymak önemlidir. Dijital dönüşümün sağlanması siber suçlar için önemlidir. Ülkeler arası tecrübeler paylaşılmalı, şeffaf, eşit ve herkesin işine yarayabilecek bilgi paylaşımı yapılmalıdır. Sosyoekonomik gelişim, ağ güvenliği ve siber suçlar için bu paylaşım gereklidir.
- ABD ve Türkiye'nin, çevresel bozulma, iklim değişikliği ve insan sağlığı gibi konuları içeren enerji ve ekolojik güvenlikle daha geniş bir perspektifle bütünleştirilmiş bir şekilde işbirliği yapmaları önerilmiştir. Bu işbirliği çerçevesinde ABD ve Türkiye liderliğindeki bir politika ile bölgede barış, istikrar ve refah sağlanabileceği, yeni bir güvenlik mimarisi oluşturularak ekoloji ve enerji güvenliğinin temellendirilebileceği ifade edilmiştir. Daha geniş enerji ve ekolojik güvenlik konularının insan güvenliği perspektifinden ele alınmasıyla Avrupa, ABD, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz'in stratejik dinamiklerinin olumlu etkileneceği vurgulanmıştır.
- Avrasya kıtası tarih boyunca, zengin kaynakları sayesinde, güç merkezlerinin ortaya çıkması için elverişli bir alan oluşturmuştur. Bu kıtanın içindeki güçler arasındaki sürekli rekabetin sonucunda, tarihte ilk kez bu kıta dışında bir güç merkezi ortaya çıkmıştır. Ancak, jeostratejik bir zorunluluk olarak, Avrasya dışındaki bir güç merkezi, yalnızca Avrasya içindeki güçlerin birbirleriyle rekabet etmesi, birbirlerini zayıflatması veya mücadelelerde Avrasya içindeki bazı güç unsurlarını kendi yanında müttefik olarak tutabilmesi durumunda varlığını sürdürebilecektir. Dünya GSMH'sının %60'tan fazlası ve bilinen enerji kaynaklarının %75'i bu bölgede bulunmaktadır. Dünya nüfusunun yaklaşık 8 milyarı içinde, sadece 1 milyarı Amerika kıtasında yaşamaktadır. Bu nedenle, Avrasya'ya egemen olan bir güç, dünyanın en verimli üç ekonomik bölgesinden ikisini kontrol edecek, genç nüfusu ve kaynakları denetleyecektir.
- ABD'nin güç merkezi olarak kalma stratejilerinin bundan sonraki aşamada ne ölçüde devam edip etmeyeceği veya başarılı olup olmayacağı konusu tartışılmaya devam etmektedir. ABD tarafından yayınlanan Hint-Pasifik Strateji Belgesi; ABD'nin Akdeniz sonrası oluşturacağı ağırlık merkezi ile Hint-Pasifik Bölgesi'nde bulacağı veya oluşturacağı müttefikler aracılığıyla, Avrasya bölgesindeki kırılmayı tamamlama çabasında olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
- İnsan ekosisteminde stratejik bir dönüşüm başlamış ve insanın doğasında olan özgürlük anlayışı değişmiştir. Gözetime dayalı yeni bir dünya ortaya çıkmaktadır. Klasik yaşamda toprak, devlet, sınırlar, bayrak ve kanunlar tarafından şekillenen insan, bugün tek bir dünya, tek devlet ve tek para hedefi altında bir dönüşüme zorlanmaktadır. Üstelik, paradoksal bir dönüşüm süreci olan "Büyük Sıfırlama/Great Reset" adı altında, yeni bir evrim veya koşullu şartlanmayla devrime doğru ilerlenmektedir.
- Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarladığı hapishane modelidir. "Pan" ve "opticon" kelimelerinden türetilen Panoptikon, "bütünü gözetlemek" anlamına gelir. Bu kavram, hayatımızın hemen her yerinde var olan fakat farkına varılmayan bir yaşamsal öngörünün bir parçasıdır. Dijital çağ, binlerce yıl süren medeniyet üretiminde doğaya hükmetmiş olan insanı, tek devlet, tek düzen ve metafora ihtiyaç duymadan tek bir tip olma yolunda dijitalleşmeyle birleştirmektedir.
- Nüfus ve imalat sanayii hızla artarken, bu büyüme ile birlikte ihtiyaçlar da artmaktadır. Ancak, kaynak temini konusu önemli bir meseledir. Petrol, kömür ve doğalgaz gibi enerji kaynakları yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu gelişim, beraberinde bazı kısıtları da getirmektedir. Örneğin, Türkiye'de ve dünyada su miktarının kısıtlı olması bu konuda dikkat çekicidir. Türkiye'de kullanılan suyun %84'ü tarım ve gıda için kullanılmaktadır.
- İklim değişikliği, artan bir şekilde iklim krizine dönüşmektedir. Düzenli toplanan atıklarda önemli bir artış gözlemlenmekte olup, bu atıkların büyük bir kısmı çöplüklere gömülmektedir. Ancak, tüketim hızına karşı geri dönüşüm aynı hızda artmamaktadır. Üretilenin sadece üçte biri tüketilebilmektedir. Dünya üzerinde bulunan kaynaklar teorik olarak yeterli olsa da, aşırı tüketim nedeniyle bu tempo ile devam edilirse yedi dünyaya daha ihtiyaç duyulacaktır. Sonuç olarak, ihtiyaç kadar tüketim yapılmalı, iklim değişikliği için önlemler alınmalı, sürdürülebilir üretim modelleri benimsenmeli ve üretim ile tüketim dengelenmelidir.
- Sosyal eşitsizlik ve yoksulluk artış göstermekte ve ekonomik problemler sürdürülebilirliği olumsuz etkilemektedir. Toplumun kendi kaynaklarını kullanabilmesi ve bunu yaparken geleceği gözetmesi, sürdürülebilirliği sağlamak açısından kritiktir. II. Dünya Savaşı sonrasında sürdürülebilirlik, küresel bir perspektifle ele alınmıştır. Bu çerçevede, sürdürülebilir insani yerleşimler oluşturmak büyük önem taşımaktadır. Sürdürülebilirlik konferansları, bu amaç doğrultusunda önemli bir rol oynamaktadır. Araştırmalara göre, 1959 yılında kentlerde yaşayan insan nüfusu 1 milyar iken, 2050 yılında bu rakamın 6.5 milyarı geçeceği öngörülmektedir. Kentlerdeki yaşam koşullarını değerlendirirken, öncelikle kentli bireylerin ani olumsuz durumlarla başa çıkabilme yeteneği üzerinde durulmalıdır. Son yirmi yılda, dirençli kentler oluşturmak küresel bir eğilim haline gelmiştir, bu da yoksulluk, sosyal eşitlik ve afet stratejilerini içerir. Dirençli kentlerin yönetişim mekanizmalarında kamu, özel sektör ve üçüncü sektör bir arada yer alır ve şeffaftır. Ayrıca, risk ve tehlikelere karşı toplumun bilinci yüksektir. Özellikle, kent sakinlerinin baş etme stratejileri belirlenmelidir.
- Zaman zaman gündeme gelse de göz ardı edilen bir başka önemli konu da ekonomik, teknolojik, endüstriyel ve insan kaynaklarının bir bölgede yoğunlaşmasının insan, şehir ve askeri güvenlik açısından ciddi zafiyetlere yol açmasıdır. Bu tür bir yoğunlaşma, belirli bir bölgenin savunma ve güvenlik açısından risk altında olmasına neden olabilir. Bu bağlamda, kentte mal ve hizmet üretmeyen emekli ve işsizlerin göçünü teşvik etmek için politikalar uygulanabilir. Ayrıca, imara açılmayan alanlara daha fazla hassasiyet gösterilerek, özellikle deprem hassasiyeti olan bölgelere öncelik verilmelidir. Bu, rant odaklı değil, kentsel risklere karşı duyarlı bir planlama anlamına gelir.
- Çevre aktivistleri ve silahlı kuvvetler uzun süre birbirinden ayrı düşünülen gruplar olmuştur ancak iklim krizinin güvenlik sorunu olarak kabul edilmesi, farklı tarafları bir araya getirerek toplu ve kapsamlı bir iklim eylem planının geliştirilmesine yol açmıştır. Bu bağlamda, NATO'nun 2010 yılında iklim değişikliğini resmi olarak bir tehdit olarak tanımlaması önemli bir adımdır. 2013 yılında Yeşil Savunma çerçevesinde iklim kriziyle mücadele planları uygulanmaya başlanmış, 2014 yılında Galler'de düzenlenen zirvede ise çokuluslu NATO Müdahale Gücü'nün afetlere müdahale etmek üzere oluşturulmasına karar verilmiştir. NATO, 2015 yılında alınan 427 sayılı kararla küresel ısınmanın insan kaynaklı olduğunu açıkça kabul etmiş ve bu durumun uluslararası güvenlik açısından küresel göç, su ve gıda güvenliği temelli çatışmalara varan tehditler oluşturduğunu vurgulamıştır. Bu karar, NATO'nun karbonsuzlaşma ve yeşil enerjiye dönüşüm konularında ciddi bir taahhütte bulunmasını sağlamıştır. Son olarak, 2023 yazında Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi'nde, NATO İklim Değişikliği ve Güvenlik Mükemmeliyet Merkezi'nin Kanada'nın Montreal kentinde kurulması planlanmıştır. Bu merkezin, NATO'nun çevre güvenliği konusunda daha etkili bir rol oynamasını sağlaması beklenmektedir.
- Yeşil dönüşüm politikaları bu süreçte desteklenmelidir. Sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelme, ormansızlaşmanın önlenmesi ve iklim dostu uygulamaların teşvik edilmesi gibi politikalar, yangınların etkilerini azaltmak için önemli adımlardır. Türkiye olarak, NATO içinde değişimin zorlayıcısı olmak, bölgesel ve küresel düzeyde dayanıklılığı artırmak için önemli bir sorumluluktur. Ortalama sıcaklıkların artmasıyla birlikte yangınlar ve yangınların yayıldığı alanlar da artış göstermektedir. Yangınlar, küresel bir sorun haline gelmiş olup her yıl Hindistan kadar geniş bir alan yanmaktadır. Özellikle Akdeniz'de orman yangınları ciddi bir boyuta ulaşmış durumdadır. Bu bağlamda, afet yönetimi ve afete hazırlık aşamalarında sivil toplum ve karar vericiler daha fazla tedbir almalıdır.
- 11 Eylül saldırıları ve 2008 küresel finans krizi sonrasındaki ekonomik güvenlik anlayışındaki değişiklik, COVID-19 pandemisiyle birlikte yeniden şekillenmiştir. 2020'de dünya genelinde etkisini gösteren ve hızla yayılan COVID-19 pandemisi, bireylerin ve devletlerin sağlık endişelerini ekonomik bir boyuta taşımıştır. Pandemi döneminde yaşanan uzun süreli kapanmalar, bireylerin ve firmaların ekonomik anlayışlarında ciddi değişimlere yol açmıştır. Bu süreçte teknolojik araçlar ekonomik işlemlerde daha yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Kripto para piyasası, pandemi döneminde etkinliğini artırarak bazı kesimler tarafından yeni bir para birimi ve mübadele aracı olarak tanımlanmıştır. Kripto para piyasasının yaygınlaşması, finansal işlemleri daha hızlı hale getirmiştir. Ancak küresel finansal piyasalarındaki dijitalleşmenin olumlu etkilerine rağmen, devletlerin kripto para piyasasını kontrol edememeleri, vergilendirilememesi ve kripto paranın genel kabul görmüş hukuki altyapısının eksikliği, ülkelerin ve toplumların ekonomik güvenlik endişelerini artırmıştır. COVID-19 pandemisiyle birlikte yaygınlaşan kripto para piyasasının kara para aklama ve terör finansmanı için kullanılma olasılığı, özellikle 2020-2023 yılları arasında devletleri ekonomik güvenlik tedbirleri almaya yönlendirmiştir.
- Tarihsel süreç içindeki krizler ve kırılmalar, ekonomik güvenlik tanımını değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Bu süreçte ortaya çıkan ekonomik riskler, belirli dönemlerde ekonomik güvenliğin sağlanmasını engellemiş ve istikrarlı bir ekonomik yapı için tehdit oluşturmuştur. Bir devletin iç ve dış tehditlere karşı ulusal ve uluslararası güvenlik çıkarları, ekonomik açıdan iki ayrı kategoride incelenmektedir. Kamusal, bölgesel, toplumsal ve bireysel düzeyde çeşitlenen ekonomik çıkarlar, bir ulusun ekonomik güvenlik politikalarını oluşturmasına ve uygulamasına katkı sağlamaktadır. İçten ve dıştan kaynaklanan ekonomik risklerin ve tehditlerin etkisini azaltmak amacıyla birçok devlet, reform, kalkınma ve kriz yönetimi paketleri tasarlayıp uygulamıştır. Bu politikalar oluşturulurken ve uygulanırken, devletler ekonomik güvenliği riske atan ve ekonomik güvenlik unsurları için tehdit oluşturan bazı parametreleri temel almayı sürdürmüşlerdir. Bu parametreler arasında "yolsuzluk, siyasi istikrar, iç güvenlik zafiyeti, medya, sermayenin küreselleşmesi, örtülü operasyonlar ve küresel şoklar" bulunmaktadır.
- Toplumsal değişim analistlerinin günümüzde karşılaştığı zorluklardan biri, önümüzdeki "yeni dünya"nın ortaya çıkabileceği temel unsurların ve koşulların habercilerini belirleme konusudur. Yeni dünyanın oluşum sürecinde, özellikle teknolojik ilerlemelerin dijital devrim biçimindeki etkilerini analitik soyutlamada en üst düzeyde anlamak önemlidir.
- Gelişmekte olan birçok ülkenin, endüstriyel alanda rekabet edebilme konusundaki ana zorluğu, yaygın bir şekilde kabul gören bir beceri eksikliği ile ilişkilendirilmektedir. Bu durum özellikle genç işsizlik sorununu daha da vurgulamaktadır. Ekonomik güvenlik ve siyasi istikrarın artırılması için beceri eksikliği sorununun etkili bir şekilde çözülmesi gerekmektedir. Genç istihdamının teşvik edilmesi ve eğitim standartlarının iyileştirilmesi, ekonomik kalkınma ve teknolojik ilerlemenin önündeki en önemli engellerden biri olarak öne çıkmaktadır; özellikle çatışma sonrası toplumlarda bu durum daha belirgin bir hal almaktadır. Bu sorunun temelinde, eğitim sistemlerinin desteklediği beceriler ile işgücü piyasasının talep ettiği beceriler arasındaki uyuşmazlık yatmaktadır.
- Dünyanın en büyük insan zorluklarına karşı kolektif kaynak sağlayan, işbirliği yapan ve çözümleri test eden bir “inovasyon merkezi ağı“ oluşturmak büyük öneme sahiptir. Bu inovasyon merkezleri, gelişmiş üretim ekipmanlarıyla donatılmış olup (örneğin, 3D yazıcılar, CNC yönlendiriciler, hassas frezeleme makineleri, lazer kesiciler), etkileşimli sanat aracılığıyla STEM eğitimi, iş gücü gelişimi, girişimcilik eğitimi, ortak çalışma alanları, bilgi paylaşımı, sosyal uyum ve psikososyal destek için fiziksel platformlar sağlayacaktır. Ayrıca, veri analitiği alanı; dijital alanın potansiyelini etkilenen tüm sektörlerin avantajına dönüştürerek önemli bir rol oynayabilir. Dijital alan, sahadaki ihtiyaçları ele alarak çıkar çatışmalarının kalıcı ve kapsayıcı çözümlerine katkıda bulunabilir. İş dünyası, bu tür çözümleri geliştirmek için teşvik edilebilir. Geleneksel finansman modellerinden uzaklaşan uluslararası kurumlar, dijital müdahalelerin sürdürülebilirliğini tasarlamak konusunda yardımcı olabilir.
- 1973 Küresel Petrol Krizi'nin ardından başlayan enerji düzenindeki değişim süreci, 2000'li yıllara gelindiğinde özellikle Avrupa kıtası ülkeleri için yeni bir tehdit ortaya çıkarmıştır. Bu değişimle ilişkili olarak ortaya çıkan temel tehdit, petrole alternatif olarak öne çıkan doğal gazın artan talebiyle ilişkilidir. Başlangıçta mantıklı bir yönelim gibi görünen doğal gaza olan talep artışı, kıta ülkeleri için enerji güvenliği tehdidini kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu bağlamda, 2000'li yılların başından itibaren ortaya çıkan en büyük tehdit, genellikle Rusya kaynaklıdır ve o yıllardaki olaylar bunun göstergeleridir. Ancak, Rusya-Ukrayna arasındaki silahlı çatışmaların başlamasıyla ortaya çıkan yeni durum, AB ve diğer kıta ülkelerinin çok daha ciddi sorunlarla karşılaşabileceği izlenimini uyandırmaktadır. Bu tehditleri değerlendirmek için ithalat bağımlılığındaki artış ve enerji dönüşümü için gerekli önlemlerin eksikliği iki ana başlık altında düşünülebilir. Moskova-Kiev arasındaki silahlı çatışmalarla ilişkili olarak ortaya çıkan ve sınır aşan enerji krizi, AB'nin enerji güvenliği açısından daha hayati ve geri dönülmesi zor bir döneme doğru gidildiğini teyit etmektedir.
- Son yıllarda ortaya çıkan ve gelecekte de devam etmesi beklenen enerji krizi, tarih boyunca unutulmayacak etkilere sahip olacaktır. Bu süreç, diğer krizlerden çok daha farklıdır ve kendini hem kriz öncesi hem de sonrasındaki olaylarda göstermektedir. Özellikle son enerji krizi, uzun süredir hazırlıklı olunmasına rağmen olumsuz etkilerin önlenememesi, bu krizin diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca, krizi tırmandıran faktörler ve çözüm çabaları da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
- Enerji krizi, küresel boyutta bir enerji güvenliği tehdidine dönüşerek sınırları aşan bir sorun halini almıştır. Bu durum, dünya genelinde birçok bölgenin olumsuz etkilenmesine neden olurken, AB ve diğer kıta ülkelerini özellikle etkilemektedir. Bu bağlamda, AB'nin enerji krizinden özellikle etkilenmesini sağlayan faktörler arasında, Rus enerjisi gibi önemli kaynaklara olan aşırı bağımlılığı ön plana çıkmaktadır. Avrupa'nın bu ithal enerji kaynaklarına olan yoğun talebi, enerji güvenliğini sağlama konusunda ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Bu durum, AB'nin enerji güvenliğini güvence altına alma çabalarını zorlamakta ve krizin etkilerini daha da derinleştirmektedir. AB'nin enerji güvenliği sorunlarına çözüm arayışları önemli adımlar içermekle birlikte, belirsizlikler ve çelişkiler de beraberinde getirmektedir. Özellikle, doğal gaz tedarikini çeşitlendirmek amacıyla LNG'ye yönelim, Rus doğal gazına olan bağımlılığı azaltmış gibi görünse de, aynı zamanda ABD'ye bağımlılığı artırmıştır. Bunun yanı sıra, fosil enerji kaynaklarıyla ilgili girişimlerde çevresel değerlere yeterince odaklanılmadığı gözlemlenmektedir. Bu durum, AB'nin enerji politikalarının sürdürülebilirlik ve çevresel etkiler açısından daha dengeli bir perspektife evrilebilmesi için önemli bir bağlam sunmaktadır.
- AB'nin enerji krizi sürecindeki fosil enerji kaynaklarına yönelik girişimlerinin, yeni dönemde evrilen enerji güvenliği sorunlarına dönüşme olasılığı yüksek görünmektedir. Benzer bir şekilde, yenilenebilir enerji uygulamaları da bu durumu paylaşabilir. Özellikle dünya genelinde yenilenebilir teknoloji hammadde tedarikçilerine bağımlılığın arttığı bir süreçte, Çin gibi ülkelerin tekel konumunda olması, enerji güvenliği açısından önemli bir sorun haline gelmiştir. Bu bağlamda, enerji kriziyle birlikte AB'nin enerji güvenliği açısından yeni tehditlerle karşılaştığı bir döneme giriş yapıldığı söylenebilir.
- İklim değişikliği, insan güvenliği ve sert güvenlik açısından ele alındığında; insan güvenliği, gıda, su, sağlık, kalkınma, göç, yoksulluk ve enerji gibi temel unsurları içerir. Azalan tarım üretimi, gıda güvensizliği ve enflasyona neden olarak sorunlara yol açmıştır. Gıda ve su güvensizliği, siyasi istikrarsızlığa zemin hazırlayabilir. Sağlık güvenliği, iklim değişikliğinin yeni hastalıklara ve ekstrem hava olaylarının sağlık üzerindeki etkilerine neden olabileceği bir alandır. Göç, ekonomiyi ve sosyal etkileşimi derinden etkileyebilir. Sert güvenlik açısından, iklim değişikliği devletin çökmesine ve toplumsal parçalanmaya yol açabilir. Gıda, su ve çevre güvensizliği siyasi istikrarsızlık, terörizm ve iç savaşlara neden olabilir. Bu durum, yeniden yorumlanmış bir sivil ve askeri işbirliğini gerektirir. İklim değişikliği, çok taraflı ve kapsamlı bir yaklaşım gerektiren ciddi bir güvenlik sorunudur.
- Dünya genelinde yükseköğrenim görmek amacıyla diğer ülkelere yapılan göç hareketi son yıllarda önemli bir artış göstermektedir. 2020'de, dünya genelinde yükseköğretim kurumlarına kayıtlı 235 milyondan fazla öğrenci bulunmaktadır ve bu sayı 2000 yılı rakamlarının iki katından fazladır (UNESCO, 2022). Uluslararasılaşma kavramı çeşitli etkenlerden etkilenmiş olsa da, ekonomik nedenler bu sürecin ana itici gücü olmuştur. Küresel düzeyde, 1970'lerde yükseköğretim kurumlarına kayıtlı uluslararası öğrenci sayısı yaklaşık 800 bin civarında iken; ancak, 2000'lerin başında bu sayı iki milyona ulaşmıştır. Uluslararası öğrenci sayısı 2000 ile 2020 yılları arasında üç kat artarak altı milyona çıkmıştır. Bu durum, öğrencilerin farklı kültürleri ve eğitim sistemlerini deneyimleme arzusunu, ekonomik gelişmelerle birleştirerek küresel ölçekte bir öğrenim göçü patlamasına yol açmıştır. Dünya genelindeki uluslararası öğrenci hareketliliği, 300 milyar dolarlık etkileyici bir ekonomik pazar oluşturmuştur. İngiltere, kısa bir süre önce denizaşırı öğrencilerin ülkenin ekonomisine sağladığı katkının 41,9 milyar sterlin olduğunu duyurmuştur. ABD ekonomisine ise bu alandaki katkı yaklaşık 27 milyar doları bulmaktadır. Hızla değişen jeopolitik durum, kurumların uluslararası işe alımlarında herhangi bir pazara aşırı derecede bağımlı olmalarının potansiyel risklerini artırmıştır.
- Son yıllarda, Türkiye ekonomisinin dinamik tutulması ve küresel rekabet ortamında güçlenmesi hedefi doğrultusunda, sadece sanayi ve tarım sektörlerine değil, aynı zamanda hizmet ihracatına da odaklanmaktadır. Türkiye'nin turizm geliri, yaklaşık 50 milyon yabancı turist ve özellikle medikal turizm gibi karlı alt sektörlerle 60 milyar doları aşmaktadır. DEİK ve diğer iş örgütlerinin verilerine göre, sağlık turizmi cirosu 2022'de 10 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Ayrıca, bir tür hizmet ihracatı olan Türkiye'deki yükseköğretim kurumlarına kayıtlı yabancı öğrencilerin ekonomiye katkısı göz ardı edilemez bir gerçektir. Dünya genelinde herhangi bir yabancı öğrencinin ev sahibi ülke ekonomisine yaklaşık 50 bin dolarlık bir katkıda bulunduğu düşünüldüğünde, Türkiye'nin uluslararası öğrencilerden 2023 yılında elde ettiği gelirin 1 milyar dolar civarında olduğu ifade edilebilir. 1999 yılında Türkiye'deki üniversitelerde yaklaşık 18 bin uluslararası öğrenci bulunurken, bu sayı 2013 yılında 54 bine yükselmiş ve bu artış eğilimi on yıl içinde altı katına çıkarak 2022-2023 akademik yılında 300 bin öğrenciye ulaşmıştır. Türkiye'nin 11. Kalkınma Planı'nda belirtildiği gibi, uluslararası öğrenci sayısındaki bu önemli artışa rağmen, yükseköğretim sisteminin uluslararası rekabet yeteneğinin geliştirilmesi ve sorumluluğunun sürdürülmesi ihtiyacı devam etmektedir. Türkiye, eğitim hizmetleri pazarındaki payını artırma hedefini belirleyerek dünya genelinde daha etkin bir oyuncu olma niyetini açıklamıştır. Son 25 yılda Türkiye'nin yükseköğretim sistemi önemli değişikliklere uğramış ve hem üniversite sayısı hem de öğrenci sayısı artmıştır. 2022-2023 akademik yılı verilerine göre, Türkiye'de toplam 208 yükseköğretim kurumunda 6.950.142 öğrenci ve 184.566 öğretim elemanı bulunmaktadır. Bu kurumların 129'u devlet üniversitesi, 75'i vakıf üniversitesi ve 4'ü vakıf meslek yüksekokuludur. İki yıllık meslek yüksekokullarında 2.647.054 öğrenci, lisans programlarında 3.754.095 öğrenci, yüksek lisans programlarında 434.485 öğrenci ve doktora programlarında 114.508 öğrenci kayıtlıdır. Türkiye genelinde bu 208 kurum tarafından sunulan yaklaşık 60 bin program bulunmaktadır.
- Uluslararası öğrenci hareketliliği, ulusal ve uluslararası güvenlik açısından dikkate alınması gereken önemli boyutlara sahiptir. Uzun süreli öğrenci olarak gelenlerin, yabancı istihbarat örgütleriyle bağlantıları olabileceği ve bu kişilerin yıkıcı faaliyetlere katılabileceği ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin Türkiye'nin yükseköğretim sistemi içindeki paydaşlar, yabancı öğrenci nüfusundaki hızlı artış karşısında kurumsal, kişisel ve toplumsal olarak yeterince hazır değildir. Rektörler, dekanlar, akademik ve idari personel, öğrenciler ve özel güvenlik personeli bu konuda daha fazla hazırlıklı olmalıdır. 2022-2023 eğitim öğretim döneminde Türkiye’de eğitim gören yabancı uyruklu öğrenci sayılarına bakıldığında, 58 bin 213 Suriye ilk sırada, sonrasında 34 bin 247 ile Azerbaycan, 22 bin 632 ile İran üçüncü, 18 bin 250 ile Türkmenistan dördüncü, 16 bin 172 ile Irak beşinci sırada yer almaktadır. Irak’ı 10 bin 43 öğrenci ile Somali, 9 bin 597 ile Mısır, 9 bin 203 ile Afganistan ve 8 bin 864 ile Kazakistan takip etmektedir. Türkiye’ye 180 civarında ülkeden öğrenci geldiğini göz önünde bulundurduğumuzda çok farklı ülke, inanç, kültür gruplarından uzun süreyle ülkemizde yaşayan söz konusu öğrencilere dair akademik çalışmaların önemi artmaktadır.
- Küresel güç ilişkilerinin ve dünya düzeninin köklü değişimlere uğradığı, küreselleşmeden kurtulmanın ve “Yeni Soğuk Savaş“ın yeni bir trend haline geldiği bu dönemde, geleneksel olmayan güvenlik kavramları giderek daha fazla ön plana çıkmaktadır. Eğitim bir milletin geleceği ile ilgilidir. Çin Komünist Partisinin (ÇKP) 20. Ulusal Kongresinde Genel Sekreter Xi Jinping açıkça şunu ifade etmiştir: "Ne tür insanları, nasıl ve kimler için yetiştirmeliyiz; bunlar eğitimin ele alması gereken temel konulardır." Bu durum aynı zamanda eğitim güvenliği kavramının da devreye girmesine neden olmaktadır. Örneklendirmek gerekirse; çok kutuplu dünyanın iki önemli gücü olan Çin ve Türkiye, bölgesel ve küresel ölçekte önemli bir rolleri paylaşmaktadır. Eğitim açısından, her iki ülke de tarihleri boyunca Batı'dan derin bir şekilde etkilenmiştir. Türkiye ve Çin, 1924'ten bu yana eğitimi modernleştirmek için (çoğunlukla ABD'den) çok sayıda yabancı uzmanı getirmiş, her iki ülkenin de eğitim ve değerlendirme sistemleri vb. ABD ve Avrupa'dan etkilenmiştir. Eğitimin modernizasyonu önemli bir konu olmaya devam etmektedir, ancak modernleşme basitçe Batılılaşma ile eş tutulamaz. Eğitim güvenliği bir milletin geleceğini ilgilendiren bir konudur, “Eğitim güvenliği“ kavramı sırasıyla “ne tür insan yetiştirmeli“, “nasıl yetiştirmeli“ ve “kimin için yetiştirmeli“ başlıkları ile tanımlanmaya ve açıklanmaya çalışılmalıdır.
- Günümüz konjonktüründe eğitim diplomasisi kapsamına giren faaliyetler, devletlerin politikaları ile eşgüdüm içerisinde yürütülmekte ve bu durum ulusal güvenlik açısından ele alınmaktadır. Devletlerin, eğitim alanına yönelik güvenlik kaygıları dolayısıyla hem iç hem dış politikaları bağlamında eğitim diplomasisi faaliyetleri yürüttüğü görülmektedir. Bu bakımdan son yıllarda, yalnızca uzun vade için planlanan eğitim faaliyetleri dışında kısa ve orta vadelere yönelik tasarlanan eğitim faaliyetleri de dikkat çekmektedir. Neticede eğitim diplomasisinin, eğitim güvenliği açısından kısa – orta ve uzun vadede devletlere önemli kazanımlar sağladığı ifade edilebilir.
- Birçok ülkede Akıllı Şehir ve Şehir Güvenliği ile ilgili yapılan çalışmalarda, teknolojik araçların kullanımına ağırlık verilmekte, tabii afet, terör, silahlı saldırı veya çatışma gibi olaylar ihmal edilmekte, bu gibi olaylarda sistemin çökmesi durumunda alternatif yöntemler üzerinde durulmamakta, sadece geleneksel suç faaliyetleri ele alınmakta ve bu konulara yönelik çözümler sunulmaktadır. Tabii afet, terör olayları, silahlı saldırı veya çatışma durumunda şehir güvenliği konusu daha fazla ele alınmalıdır. Bu gibi olaylara hazırlık için Ulusal Kapsamlı Savunmanın şehirlere göre oluşturulması (modellenmesi) gerekmektedir. Şehir güvenliği için kapsamlı savunma; şehir nüfusunun (sivil halkın) tabii afet, terör, silahlı saldırı veya çatışma gibi olaylarda kendini korumak veya kendini savunmak için hazır olduğu, etkin kriz yönetimini kolaylaştıran bir model ortaya konmalıdır. Bu model, bu olaylar süresince yerel yönetimin çalışmaları, enerji arzı, sağlık, lojistik, şehir güvenliği kapasitesinin sürdürülebilirliği, ekonomi ve altyapı, psikolojik direnç gibi kamu kesiminin kritik fonksiyonlarını destekleyecektir.
- Günümüzde BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin 2022 tahminlerine göre, dünya genelinde 100 milyonun üzerinde düzensiz göçmen bulunmakta ve genellikle şehirlerde yaşamaktadırlar. Şehirler, düzensiz göçmenlere anonimlik, iş bulma fırsatları ve diğer geçim yolları, farklı konaklama şekilleri ve etnik, sosyal veya kültürel ağlara erişim sunmaktadır. Bu nedenle, düzensiz göçmenlik bir şehir fenomeni olarak da anlaşılabilir. Ulusal-devlet perspektifinden, "düzensiz göçmen" terimi, göçmenlik düzenlemeleri tarafından gereken izin veya belgeler olmadan bir ülkeye giren veya orada ikamet eden bir kişiye atıfta bulunmaktadır. Yasa dışı göçmen terimi, suçluluk ve suçlulukla damgalanmış kişilere işaret eder. İzin olmaksızın var olmak çoğu ülkede bir suç değil, idari bir ihlal olduğu için bu tanım çoğu zaman kullanılmamaktadır. Dünya genelinde birçok şehir yönetimi, göçmenleri desteklemek için politikalar uygular. Bu kentsel politikalar ve uygulamalar, kentsel vatandaşlık, ikamet ve misafirperverlik normatif kavramlarını kullanarak, vatandaşlık ve göç düzenlemeleri üzerinde ulusal devletlerin politikalarını zorlamaktadır. Bu noktada düzensiz göçmenlerin zorlu yaşam durumları ve göçün karmaşık kentsel yönetimini tartışmak önem kazanmaktadır.
- Düzensiz göç, kent vatandaşlığı ve kent güvenliği konseptlerinin bir arada kullanılması son dönemlerde sosyoloji alanında tartışılmaktadır. Düzensiz göçmen, savaş, ekonomi, doğal afet gibi zorunlu nedenlerden dolayı yasadışı yollardan göç eden bireylerdir. Her şehrin su, elektrik, gıda ve istihdam anlamında bir kapasitesi vardır. Ve göçmenler yerleştikleri şehirde yaşayanlar ile çatışma halinde olurlar. Kentsel vatandaşlık, kentte yaşayanların sosyal ve siyasi haklara sahip olmasıdır. Düzensiz göçmen de bu haktan faydalanır. Düzensiz göç sorununa ilişkin yapılabilecek olanlar; insan ticareti ile mücadele edilmesi, sınır güvenliğinin sağlanması, geri gönderme merkezlerinin işlevinin artırılmasıdır.
- Meritokrasi; bireylerin yetenek, eğitim ve başarısına göre değerlendirildiği ve ödüllendirildiği herkesin doğru yerde olduğu bir sistemdir. Bu yaklaşımın ülkelerin genel güvenlik ve istikrarına olan etkileri incelendiğinde, güvenlik bağlamında meritokrasinin karşılaştığı zorluklar arasında bilgi sızıntısı riski, ayrımcılık ve kutuplaşma, elitizm ve yabancılaşma, tek tipçilik ve yenilikçilik engelleri, kritik pozisyonlarda personel eksikliği ve iç güvenlik tehditleri bulunmaktadır. Aynı zamanda, meritokrasinin sunduğu fırsatlar arasında etkili güvenlik yönetimi, toplumsal güvenin artışı, stratejik planlama ve uygulama, profesyonellik, toplumsal meşruiyet, yenilikçilik ve uyum, geniş yetenek havuzu, iç güvenlik ve sadakat, öngörü ve antisipasyon ile coğrafi konum yer almaktadır.