Kadim tarihinde nice uygarlık, en az üç din, sayısız peygamber ve hatırı sayılır büyük-küçük imparatorluk olan Orta Doğu, geniş ve tanıma göre daha da genişleyebilen bir coğrafya. Bölgenin 19. ve 20. Yüzyılın başından itibaren geçerli olan geniş tanımı Kafkasya, Afganistan, Hindistan, Pakistan ve Çin Hindini de içeren Yakın Doğu. Daha dar olanı ise Arap Orta Doğu ve Arap olmayan Orta Doğu olarak ayırmak mümkün ki Arap olmayan Orta Doğu’da İran, 1923 yılından itibaren Türkiye ve 1948 den itibaren İsrail var. Arap Orta Doğu’nun sınırları Hint Okyanusundan Atlas Okyanusuna kadar uzandığı için ya Orta Doğu veya Maşrık ve Kuzey Afrika(MENA) veya Mağrip olarak ayrılmakta. Maşrık, Mısır ve Sudan’ı da içine alacak şekilde Basra Körfezinden Doğu Akdeniz’e uzanan bir genişliği, Mağrip ise Doğu Akdeniz’in ve Mısır’ın batısından, Atlas Okyanusuna kadar uzanan ve Sahra çölü ile çevrelenen bir alanı tanımlamakta. Orta Doğu tarihin her döneminde hep dini çatışmalara, toprak ve şahsileşmiş egemenlik iddiaları nedeniyle savaşlara sahne oldu. Batı Avrupa teknolojik ilerleme, keşif ve icatlarla öne geçerken, imparatorluk dönemlerinde fütuhatla gündemde kalsa bile sonunda parçalandı ve büyük bir bağımsızlık savaşı veren Türkiye Cumhuriyeti hariç uzun süre sömürge haline geldi.
Yeni Orta Doğunun Başlangıcı 20. Yüzyıl
20. Yüzyılın başından itibaren Maşrık ’ta bulunan petrol ve daha sonra bulunan doğal gaz ile bölge yeniden ilgi odağı haline geldi. Özellikle artan kaynak ihtiyacı Batı dünyasının iştihasını kabarttı. Birleşik Krallık ve Fransa Arap Yarımadasına ve hatta Kuzey Afrika’ya bir süreliğine yerleşti. Daha yeni bir Orta Doğu ise, İsrail’in kuruluşu, bölgedeki askeri, kültürel ve bilimsel varlığı ile ikinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktı. 1954-56 arasında Mısır General Nasır devrimi yenilenen Orta Doğu’ya yeni bir katman ekledi. İttifaklar, bağımsızlık mücadeleleri, idari yenilenme veya siyasi kabuk değiştirme 1960 lı hatta 70 li yıllara kadar uzandı. Irak ve Suudi Arabistan 1932 de, Suriye 1946 da, Umman Sultanlığı 1951 de, Kuveyt 1961 de, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri 1971 de bağımsızlıklarını ilan ederken, Libya 1951 de, Fas ve Tunus 1956 da, Cezayir 1962 de bağımsız oldular. Tüm ekonomik, siyasi ve idari zorlukları, iç karışıkları, birbirleriyle, İsrail’le olan çatışma ve savaşlar dünyanın kucağına yeniden de yeni bir Orta Doğu bıraktı. 1970 ve 80 li yıllar petrol krizlerine tanık oldu. Aynı zamanda petrol fiyatlarındaki artışla zenginleşen Orta Doğu ülkeleri için yepyeni bir dönem başlattı. Sürdürülebilirlik hedefleri, Orta Doğu’da da düşünülür oldu. Bölgenin kaynak fakiri ülkeleri karada ve denizde petrol ve doğal gaz arama faaliyetlerine girdi. Deniz dibinde zengin gaz kuyuları bulan İsrail ve Mısır, 1978 de imzaladıkları barış anlaşmasından sonra ilk büyük işbirliği hamlesini başlattılar.
İşbirliği Ruhu Önemli bir “Yeni“ Oldu
Böylece Orta Doğu veya MENA tanımına bir de Doğu Akdeniz eklendi. Özellikle 2000 li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz ikili deniz sınırı anlaşmaları yeni bir Orta Doğu zemini hazırladı. Bu zemine Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya da demir attı. Bölgenin kendi arama ve çıkarma şirketlerine, Katar, Kore, Fransız, İtalyan ve Amerikan şirketleri de katıldı. Böylece 2000 li yıllarda Orta Doğu’nun kalbi Doğu Akdeniz’de atmaya başladı. Öte yandan 1989 sonrasında Sovyetler Birliğinin çözülmesi Kafkasya, Hazar denizi ve Orta Asya ülkelerinin de petrol ve doğal gaz kaynakları ile bir kez daha “Yeni Orta Doğu“ kapsamında düşünülmesine neden oldu. Hatta “ Büyük Orta Doğu Projesi“ iyice şekillendi. Ama Doğu Akdeniz ortaklıklarının yarattığı yeni değerler dizisi, bence iddia edildiği gibi sınırları değiştirerek oluşturulmaya çalışılan “Büyük Orta Doğu Projesini“ erteledi veya değişikliğe uğrattı. Şimdi Kafkaslar ayrı, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ayrı. İran her ikisi arasında kerameti kendinden menkul bir köprü. Bölgede yeni devlet veya sınır tasarımı amaçları saptırır. Mevcut sınırlar içinde herkese aş, iş, sağlık, eğitim, temel haklar ve herkese eşit mesafede duran hukuk devleti hedefi bölge için en büyük “yeni“ olur.
Abraham Sürecinden Ötesi
Ama “yeni“ denilen Orta Doğu, ülkeler arası, hatta aynı ülkenin kendi içindeki büyük gelir uçurumları, kadim kültürlerin özünde olan yaşam biçimi farkları, birbirleriyle olan bitmez tükenmez etnik, dini ve ulusal kimlik çatışmaları ile hala “eski hamam, eski tas“. En büyük değişimin özellikle Körfez bölgesinde ortaya çıkan bilim yanlısı politikalar ve eşitsiz de olsa, modern genç yöneticilerdeki özgüven, uzlaşma ve modernleşme arzusu olduğu söylenebilir. Abraham süreci, İran’ın komşularına ve dünyaya saldığı nefret, korku, tehdit ve ABD nin kararlı teşviki ile başladı. Körfez’den Atlas okyanusuna kadar uzanan Abraham barış ve normalleşme sürecinin her etabı yeni. Yarattığı yeni barış anlayışı ve atmosferi ise önemli. Önce ikili, sonra çok taraflı anlaşmalarla şimdi teknoloji, tarım, sulama, araştırma projeleri, sağlık, sanat ve turizm gibi hizmet sektörlerinde İsrail ile Maşrık ve Mağrip ülkelerinin işbirliği hayata geçmeye başladı. Evet, 2019 dan bu yana süreç, yepyeni bir Orta Doğu’nun habercisi gibi. Ama bunun ne kadarı ABD ye bağlı ve bu heves ne zamana kadar sürer sorusu hep akıllarda. Gerisi bu zemin üzerine kurulan ve ancak filmin sonunu görünce inanılacak yeni kurgular. Elindeki iki adadan vazgeçerek Suudi Arabistan ile el sıkışan El Sisi’nin yarattığı Suudi-Mısır barış konjonktürü önemli bir basamaktı. Hoş Çin arabuluculuğu ile kotarılan Suudi Arabistan- İran yakınlaşması da öyle. Ötesi biraz zamanının akışına, ama daha çok barışın getirisine ve yaratmayı vaat ettiği “kazan-kazan“ a bağlı olacak. “Kazı-kazan“ dan vaz geçecek bir Orta Doğu dünya için de iyi ve yeni olacak.
Ya“ Eski Köye Yeni Adet“ Gelmezse?
En son, Birleşmiş Milletler 78. Genel Kurulunda İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail’in Suudi Arabistan ile tarihi bir barışın eşiğinde olduğunu açıkladı. Bu etaptaki koşu da tamamlanırsa sıra Katar ve İsrail barış sürecine gelecek. Ama önce Suudi Arabistan-İsrail anlaşması sağlansın da görelim. Eminim gayri resmi işbirliği alanlarında çalışmalar artarak sürüyordur. Ancak bunun bile yeni bir Ortadoğu yaratması değil, Abraham barış sürecinin mütemmim cüzü olan Orta Doğu’yu tanımlaması beklenmeli. Yeni bir Orta Doğu için hem kendi içinden çıkan bir yeni bir ortak vizyon ve bu vizyonla halkalara daha iyi, özgür, barış için ve müreffeh bir gelecek umudu olması gerek. Kaldı ki Suudi Arabistan’ın genç ve dinamik Veliaht Prensi Muhammed bin Salman(MbS) böyle bir yeniyi düşlemesi güzel, söylemesi kolay ama erişilmesi zor bir koşula bağladı. Evet, o da İsrail ile normalleşmeye yakın olduklarını tekrarladı. Ama konuyu hemen zaten kördüğüm olan Filistin’e mühürledi. Bu mührün çözümü ise arazide mülkiyet, sınırlar, mültecilerin geri dönüşü kadar, çözümün iki devletli mi ve yoksa tek ülke iki sistem mi olacağına, ikincisi olursa eşit vatandaşlık haklarının nasıl sağlanacağına, birinci olursa Gazze şeridinin, Batı Şeria’ya nasıl bağlanacağına ve Filistin devletinin bağımsız olmaya hazır olup olmadığına bağlı. Bu da ancak “eski köye yeni adet gelirse“ olabilir. İşte bu tuzak “yeni“ Orta Doğu önündeki en büyük engel, eskinin en karanlık gölgesi.