Ülkelerin insan merkezli sürdürülebilir kalkınma ve gelişmişlik düzeyi skalasında, nüfusun yarısını oluşturan kadınların sosyal adaletin bir şartı olarak işgücü piyasasına katılımı, toplumsal hayatta, ekonomide ve siyasette daha fazla söz sahibi olmalarının önemli bir payı vardır. İnsanların cinsiyet, sınıf, ırk, dil, din, etnisite gözetmeksizin demokrasinin bir gerekliliği ve koşulu olan ekonomik özgürlüğe erişimi, sosyo-ekonomik şartların oluşturulması, eşit birer vatandaş olarak kadınların fırsatlara eşit erişiminin sağlanması demokratik toplumların olmazsa olmazlarındandır.
Tarihsel değişim sürecinde, burjuvazinin ortaya çıkışıyla, tarih sahnesine çıkan kapitalist sanayileşme hamleleri ile birlikte yaşanan ekonomik gelişmeler ve hukukun üstünlüğü ile insan haklarını temel alan demokrasiden menkul bir ilişkiler ağının ortaya çıktığı görülmektedir. Bunun içerisinde, toplumda ikincil pozisyonda bulunan kadınların demokratik süreçler ve sosyo-ekonomik gelişmeler arasındaki mevcut ilişkiden nasıl etkilendiği, kadına nasıl bir alan açtığı, demokratik ekonomik koşulların insan hakları temelinde nasıl şekillendirilmesi gerektiği ve bu ilişkinin kadının ekonomik özgürlüğü açısından nasıl faydalı bir pozisyon belirleyebileceği sorularını akla getirmektedir. Modernleşme dinamiklerinden biri olan kadınların işgücüne katılımının ülke ekonomisi ve küresel kalkınmaya katkılarının dışında, değişim değeri olmayan işgücünün de göz önünde bulundurularak, işgücünün kadınlaşması olarak tabir edilen sosyo-ekonomik değişkenlerin toplumsal boyutunun ele alınması, kadının sosyo-ekonomik hayata katılımının doğurganlık, insan neslinin devamlılığı ve ailenin sürdürülebilirliği açısından sosyolojik ve küresel etkilerinin incelenmesi gerekmektedir. Nitekim, modern ekonomiler kadına alan açarak kadının kamusal alanda etkinliğini arttırmakta, ekonomik bağımlılığı azaltmakta, fakat kadını özel alan ve kamusal alan arasında bir ikilemin içerisine de itmektedir.
Kadının bir yandan kamusal hayatı sorunsuz idame ettirmede sarf ettiği çaba, öte yandan toplumsal hayattaki rollerin dengeli ve adil dağıtılmaması, tüm bunların üzerine kalıplaşmış cinsiyet rolleri bu çelişkiyi daha da güçlendirmiştir. Nitekim, küreselleşmenin etkisiyle ortaya çıkan modern kapitalist ekonomiler, kadını kamusal alana dahil ederek üretim zincirini genişletirken ve referansını özgürleşme üzerinden kurarken, toplumu tanzim eden, aile kurumunu ayakta tutan ve neslin devamlılığında temel biyolojik, psikolojik ve fiziksel görevi gören kadının özel alan ve kamusal alanda yaşadığı ikilemi görmezden gelmektedir.
Tarihsel değişim sürecinde, burjuvazinin ortaya çıkışıyla, tarih sahnesine çıkan kapitalist sanayileşme hamleleri ile birlikte yaşanan ekonomik gelişmeler ve hukukun üstünlüğü ile insan haklarını temel alan demokrasiden menkul bir ilişkiler ağının ortaya çıktığı görülmektedir. Bunun içerisinde, toplumda ikincil pozisyonda bulunan kadınların demokratik süreçler ve sosyo-ekonomik gelişmeler arasındaki mevcut ilişkiden nasıl etkilendiği, kadına nasıl bir alan açtığı, demokratik ekonomik koşulların insan hakları temelinde nasıl şekillendirilmesi gerektiği ve bu ilişkinin kadının ekonomik özgürlüğü açısından nasıl faydalı bir pozisyon belirleyebileceği sorularını akla getirmektedir. Modernleşme dinamiklerinden biri olan kadınların işgücüne katılımının ülke ekonomisi ve küresel kalkınmaya katkılarının dışında, değişim değeri olmayan işgücünün de göz önünde bulundurularak, işgücünün kadınlaşması olarak tabir edilen sosyo-ekonomik değişkenlerin toplumsal boyutunun ele alınması, kadının sosyo-ekonomik hayata katılımının doğurganlık, insan neslinin devamlılığı ve ailenin sürdürülebilirliği açısından sosyolojik ve küresel etkilerinin incelenmesi gerekmektedir. Nitekim, modern ekonomiler kadına alan açarak kadının kamusal alanda etkinliğini arttırmakta, ekonomik bağımlılığı azaltmakta, fakat kadını özel alan ve kamusal alan arasında bir ikilemin içerisine de itmektedir.
Kadının bir yandan kamusal hayatı sorunsuz idame ettirmede sarf ettiği çaba, öte yandan toplumsal hayattaki rollerin dengeli ve adil dağıtılmaması, tüm bunların üzerine kalıplaşmış cinsiyet rolleri bu çelişkiyi daha da güçlendirmiştir. Nitekim, küreselleşmenin etkisiyle ortaya çıkan modern kapitalist ekonomiler, kadını kamusal alana dahil ederek üretim zincirini genişletirken ve referansını özgürleşme üzerinden kurarken, toplumu tanzim eden, aile kurumunu ayakta tutan ve neslin devamlılığında temel biyolojik, psikolojik ve fiziksel görevi gören kadının özel alan ve kamusal alanda yaşadığı ikilemi görmezden gelmektedir.
Bu makalede, kadının ekonomiye katılımını etkileyen faktörler arasında; toplumsal önyargılar, toplumsal rol/cinsiyet kalıplarının yeniden üretilmesi, kadının insani değerlerden uzaklaştırarak metalaştırıldığı enformel sektöre yönelim, ücret farklılığı, güvencesiz çalışma, üretim kaynaklarına ulaşımda yaşanan zorluklar, esnek olmayan çalışma saatleri, iş hayatı ve aile hayatı arasındaki sıkışmışlık, toplumsal ahlaki ve manevi değerlerin erozyonu gibi sosyo-ekonomik hayatı derinden etkileyen birçok değişkenin medeniyet değerleri bağlamında bir çözümlemesi yapılarak, küresel rekabet ortamı içerisinde Türkiye ekonomisinde kadın işgücü, kadın istihdamı ve girişimciliğiyle bağlantılı olarak kadınların dünya ekonomilerindeki yeri ve önemine ilişkin bir durum analizi yapılacaktır. Sosyal dengesizliğin giderilmesinde, kadınların ekonomiye katılım payının dengeleyici bir unsur olduğundan hareketle, günümüzde kronikleşen kadın sorunlarının temelinde yatan cinsiyetçi yaklaşımlar ve politikalar yerine, medeniyet değerlerini adalet perspektifinden gözeten demokratik çözümlerin sunulması gerekmektedir. Dolayısıyla, kadınların ekonomiye adil ve tam katılımı konusunda, sağlıklı ve sürdürülebilir kalkınma modellerinin geliştirilebilmesi için yetkili kurumlar tarafından yürütülen faaliyetlerin yanı sıra, sivil toplumun kadını mesleklendirme ve istihdam projelerine yönelik tutumu, bu alanda yaptığı faal çalışmalar ve kamuoyu oluşturma çabaları da oldukça önemlidir.
Kadının işgücü ekonomisine katılımında yaşanan sıkıntıların tespit edilmesi ve çözüm üretme noktasında farkındalık oluşturulması, toplumsal bilincin yükseltilmesi ve aile gibi unsurlarla çalışma hayatı arasında dengenin kurulabilmesi gerekmektedir. Toplumsal yapının medeniyet değerleriyle yeniden inşasında kadın-erkek rollerinin dağılımında, adil ve hakkaniyet merkezli politikaların, söylemlerin geliştirilmesine ve düşünsel çalışmaların yapılmasına olan ihtiyaç ise gün geçtikçe artmaktadır. Bu ihtiyaca cevaben, toplumsal ve yapısal bir dönüşümün gerçekleştirilebilmesi, gerekli mekanizmaların kurulması ve toplumsal bir altyapının oluşturulması, toplumsal refahın, huzurun ve barışın zeminini oluşturacak sağduyulu insanlardan mülhem bir toplumla mümkün olacaktır. Bu nedenle, medeniyet inşasında, insan temelli bir demokrasinin ve sosyal adaletin şartı olan kadın haklarına ilişkin atılacak her adım büyük önem arz etmektedir.
(Makalenin tamamı alttaki ilgili dokümanda)