Yaşanabilir bir vatan ya da devlet olabilmek için öncelikle her şey insan için olmalıdır. Yani devleti yaşat gerisi önemli değil, olmamalı. Şeyh Edebali’nin dediği gibi “insanı yaşat ki devlet yaşasın.“ Buradan yola çıkarak insanı yaşatmanın da bir takım öncelikleri vardır. Bunlar; can emniyeti, mal emniyeti, akıl emniyeti, nesil emniyeti, din emniyeti. Bunlarla beraber devletin güvenliği ve bekası için gerekli tedbirler elbette gözden kaçırılmamalıdır. Burada devletten insana ya da insandan devlete yönlü hangi çalışmanın yapılacağı sorulabilir. Bize göre devletin en küçük hücresi olan aileden yani insandan başlamak gereklidir. Aileyi de ayakta tutan bir nevi ailenin çekirdeği olan evin hanımı, başlama noktası kabul edilmelidir. Bize göre evin hanımına ailenin idamesi, çocukların yetiştirilmesi gibi çok önemli görevler yüklenmişken zaruri olmadıkça devlet işinde ya da başka bir yerde çalıştırmamalıdır. Hanenin kraliçesi, hanımı, çocuklarının annesi, kocasının eşi olmalıdır. Buradan kadınların okumaması, hayattan el etek çekmesi anlaşılmamalıdır.
Tam aksine bayanların
eğitimlerinin çok özenle yaptırılması, herhangi bir alanda uzman olması elzemdir. Çünkü bir nesli yetiştirecek olan annelerdir. Bir televizyon programında Korkut Özal Beyefendiye soruyorlar: “Efendim, maşallah tüm kardeşler okumuş, bir yerlere gelmiş. Bu durumu neye borçlusunuz?“ Korkut Özal’ın verdiği “Anneme borçluyuz.“ cevabı oldukça dikkat çekicidir. Peki, bugün durum nedir; anne işe, baba işe, çocuk kreşe. Unutulmamalıdır ki rüzgâr ekenlerin fırtına biçmekten başka şansları yok. Yani kreş ekenler huzurevi biçerler. Dolayısı ile kadınları iş hayatından ve çalışmaktan tamamen alıkoymak yerine evde, sosyal faaliyetlerde, dernek ve vakıf gibi
sivil toplum kuruluşlarında çalışabileceği,
enerjisini harcayabileceği, çevresine faydalı olabileceği alanlar oluşturulmalıdır. Buralarda aileye dönük görevlerini aksatmadan günlük iki üç saat vakit harcaması karşılığında maddi kazanç da elde edebilir. Temel düstur; erkeğin ev ile ilgili dış işleri halletmesi, kadının ise evin içindeki işlerden sorumlu olması olarak kabul edilmelidir.
Bu pencereden bakıldığında siz devletin en küçük birimi olan aileyi dizayn ettiğinizde zaten birçok problemi çözmüş olacaksınız. Mesela şöyle bir bakın etrafınıza okul hayatına yıllarını vermiş; polis, hemşire veya başka bir işte çalışan bir hanımefendi iş icabı nöbete kalıyor ve evde bebek var. Babanın ya da bir başkasının annenin vereceği şefkati, ilgiyi ve özeni o çocuğa vermesi beklenemez. Unutmayın cennet kadınların ayakları
altında değil annelerinin ayakları altındadır. Yüce yaratıcı kadına annelik vazifesi vererek onu yüceltmiştir. Öncelikli olarak yaradılış gayesine uygun olan görevleri yapmak esas alınmalıdır. Anneliği elinden alınmış sadece ortada dişiliği bırakılmış kadın doğumla, çocukla, evle neden uğraşsın ki. Çünkü çocuk yetiştirmek gecesini gündüzüne
katarak emek vermek demektir. Rahmetli Ali Ulvi Kurucu konu ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: “Almanya’da idik. Hanım hastalandı hastaneye yatırdık. Ben de yanında refakatçi olarak kalıyorum. Çocuklarımız hemen hemen her gün ziyarete gelerek halimizi hatırımızı soruyorlar, varsa ihtiyaçlarımızı karşılıyorlardı. Aynı odada bizimle birlikte Alman bir bayan da yatıyordu. Birkaç gün geçince alman kadının ağladığını gördüm. Yaklaştım ve neden ağladığını sordum. Hayatımda ağlayacak yeni bir şey yok ama size bakıyorum her gün çocuklarınız sizi ziyarete geliyor. Zannetmeyin ki benim çocuklarım yok. Var ama onlar beni ziyarete gelmezler. Onlar buraya gelirken yapacakları yol masrafını, harcayacakları zamanı hesap ederler. Tatillerinin ya da eğlencelerinin parasını azaltıp gelmeleri gerekir. Oysa onlar için bu hiçte iyi bir
şey değil.“
Bu hatıradan yola çıkarak sizce alman annenin durumunu gören bir hanımefendi çocuk yapmak ister mi? Ama
Türk anneyi gören hanımefendi muhtemelen çocuk yapmaktan büyütmekten çekinmeyecektir. Modern çağda geleceği, yaşlılığı, hastalığı düşünmeyen birçok anne; yavrum oku, büyük ol, güçlü ol, kendini ezdirme, çok para kazan, zengin ol gibi telkinlerde bulunmaktadır. Oysa iki dünyalı bir annenin evlatlarına ne olursan ol ama önce adam ol mesajını vermesi gerekir. Bu annenin; “Biz anne babanıza iyi davranmanızı emrettik.“, “Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara saygılı ol, yüceltici sözler söyle.“ Ayetlerini de çocuklarının zihinlerine zerk etmesi açınılmazdır.
Buradan şu sonuca varabiliriz; İnsanın vicdanını dirilt, insanın vicdanı dirilirse birçok şeye ihtiyaç kalmaz. Yani her insanın aşına bekçi dikemezsiniz ama herkesin vicdanını kendisine bekçi yapabilirsiniz. Peki, bu nasıl olacak? Kapitalist dünyadan kopararak, tüketim çılgınlığından vazgeçirerek, istenen bazı şeylerin gerçekleşmemesinin bazen iyi olduğunu anlatarak, mal mülk makam ve paranın aslında mutluluk getirmediğini öğreterek bunu gerçekleştirmek mümkün olabilir.
(Makalenin tamamı alttaki ilgili dokümanda)