Pekin'deki politikacıların ABD'nin bu maliyetli bataklıklara saplanmasını izlemekten ne kadar keyif aldıklarını ancak hayal edebiliriz. Neyse ki bariz bir çözüm var; açık deniz dengelemesine geri dönmek. ABD, Irak ve Afganistan'dan mümkün olduğu kadar çabuk çıkmalı, İsrail'i kayıtsız şartsız desteklemek yerine normal bir ülke gibi davranmalı ve barışı korumak için yerel Orta Doğulu, Avrupalı ve Asyalı müttefiklerine -gerektiğinde bizim de yardımımıza- güvenmelidir.
Beni yanlış anlamayın! Amerika Birleşik Devletleri büyük bir güç olarak sona ermedi. Geleceğin çok kutuplu dünyasındaki birçok eşitten sadece biri olmaya da mahkum değil. Tam tersine, ABD hâlâ dünyanın en güçlü ordusuna sahip ve ABD ekonomisi çeşitliliğini ve teknolojik açıdan gelişmişliğini koruyor. Çin ekonomisi yakında mutlak anlamda daha büyük olabilir, ancak kişi başına düşen geliri çok daha küçük olacak, bu da hükümetinin (askeri çeşitlilik de dahil olmak üzere) etki alanını genişletmeye ayıracağı sermaye fazlasının daha az olacağı anlamına geliyor. Amerika'nın yükseköğrenim ve endüstriyel araştırma ve geliştirmeye yaptığı harcamalar hâlâ diğer ülkelerin harcamalarını gölgede bırakıyor; dolar dünyanın rezerv para birimi olmaya devam ediyor ve birçok devlet ABD'nin koruması için yaygara koparmaya devam ediyor.
Dahası, ABD'nin gizli gücüne ilişkin uzun vadeli tahminler güven verici. Rusya, Japonya ve çoğu Avrupa ülkesinde nüfus azalıyor ve yaşlanıyor; bu da önümüzdeki on yıllarda ekonomik potansiyellerini sınırlayacak. Çin'in ortalama yaşı da hızla artıyor (tek çocuk politikasının istenmeyen bir sonucu) ve bu, Çin'in ekonomik canlılığı üzerinde güçlü bir engel oluşturacak. Buna karşılık, ABD'nin nüfus artışı gelişmiş dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında yüksektir ve ABD'nin ortalama yaşı diğer ciddi oyuncuların herhangi birinden daha düşük olacaktır.
Gerçekten de, bazı açılardan Amerika'nın stratejik konumu aslında eskisinden daha elverişli, bu yüzden kabarık askeri bütçesi bir sır olarak kalıyor. Örneğin 1986'da ABD ve müttefikleri küresel askeri harcamaların yaklaşık yüzde 49'unu kontrol ederken, çeşitli rakiplerininkinin toplamı yaklaşık yüzde 42'yi oluşturuyordu. Bugün ABD ve müttefikleri askeri harcamaların neredeyse yüzde 70'inden sorumlu; tüm rakiplerimizin toplamı ise yüzde 15'ten az. Kendi kendine verdiği ek yaralar dışında, ABD önümüzdeki birkaç on yılda hiçbir zaman büyük güçlerin saflarından düşmeyecek. Geleceğin dünyası ister tek kutuplu, ister iki kutuplu, ister çok kutuplu olsun, Washington bu kutuplardan biri ve neredeyse kesinlikle en güçlüsü olacak.
Dolayısıyla bugün Amerika Birleşik Devletleri'nin karşı karşıya olduğu en büyük zorluk, yaklaşan büyük güç rakibi değil; bu, birikmiş borçların, aşınmaya uğrayan altyapının ve durgun ekonominin üçlü belasıdır. Hem şimdi hem de gelecekte dünyanın en yetenekli askeri kuvvetlerine sahip olmanın tek yolu, dünyanın en gelişmiş ekonomisine sahip olmaktır; bu da daha iyi okullara, en iyi üniversitelere, rakipsiz bir bilimsel kuruluşa ve üretkenliği artıran, yurt dışından gelenlerin gözlerini kamaştıran ulusal bir altyapıya sahip olmak anlamına gelir. Bunların hepsi elbette paraya mal olur; ancak uzun vadeli güvenliğimizi korumak ve Afganistan'ı, Kosova'yı, Güney Sudan'ı, Libya'yı, Yemen'i veya diğer stratejik geri kalmış bölgeleri kimin yönetmesi gerektiğine karar vermek için çok fazla kan ve hazine harcamaktan, çok daha fazlasını yapacaktır.
Amerikan Çağının alacakaranlığı, yas tutma zamanı ya da suçlama zamanı değildir. Amerika Birleşik Devletleri'nin neredeyse tüm dünya için siyaseti, ekonomiyi ve güvenlik düzenlemelerini yönetebildiği dönem hiçbir zaman sonsuza kadar sürmeyecek ve eğer akıllıca ayarlamalar yaparsak, bu dönemin geçmesinin artan tehditler ve ekonomik zorluklarla dolu yeni bir çağın habercisi olması gerekmez.
Amerikalılar, nostaljiyle geriye bakmak yerine, Amerikan Çağı'nın sonunu, uluslararası yüklerimizi yeniden dengelemek ve iç zorunluluklarımıza odaklanmak için bir fırsat olarak görmelidir. Uzak yerlerde pek önemi olmayan yeni Bagramlar inşa etmek yerine, liderlerimizin sık sık bahsettiği ama hâlâ inşa edilmesi gereken “tepedeki parlayan şehre“ daha fazla önem vermenin zamanı geldi.
Stephen M. Walt, Harvard Üniversitesi'ndeki Harvard Kennedy Okulu'nda Robert ve Renee Belfer Uluslararası ilişkiler Profesörü’dür.
1 Bkz. Richard Rosecrance, ed., Sıradan Bir Ülke Olarak Amerika: ABD Dış Politikası ve Gelecek (Ithaca, NY: Cornell University Press, 1976); ve Robert O. Keohane, After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Political Economy (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1984).
2 "Açık deniz dengeleme" hakkında bkz. Christopher Layne, "From Preponderance to Offshore Balancing: Amerika'nın Geleceği Büyük Stratejisi", Uluslararası Güvenlik 22, no. 1 (1997); John J. Mearsheimer, Büyük Güç Politikalarının Trajedisi (New York: W.W. Norton, 2001); ve Stephen M. Walt, Amerikan Gücünü Evcilleştirmek: ABD Üstünlüğüne Küresel Tepki (New York: W.W. Norton, 2005), Bölüm. 5.
( The National Interest resmi sitesinde 25.01.2011 tarihinde yayımlanan “Amerikan Çağının Sonu“ başlıklı yazının çevirisidir I Çeviren: Av. Verda ŞENSOY, TASAM Direktör Yardımcısı)