Geleneksel güvenlik paradigmasının sorgulanması ve güncellenmesi tartışmalarının temelinde teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesi en önemli faktörlerden biri olarak değerlendirilmektedir. Son yıllarda hem sivil hem de askeri alanda sağlanan teknolojik ilerlemeler baş döndürücü bir hızla gerçekleşmektedir. Küreselleşme olgusu ile teknoloji arasında da karşılıklı bir etkileşim bulunmaktadır.
Sovyetler'in çöküşünün ardından Liberal değerlerin öncüsü ABD'nin liderliğinde Batı/Atlantik merkezli bir dünyanın kurulması ve sonrasında internet ve iletişim teknolojilerinin hızlı bir şekilde gelişme göstermesiyle küreselleşme süreci hızlanmıştır. Bu süreçte, teknolojik yeniliklerin askeri alanı etkilemesinin yanı sıra, bazı güvenlik meselelerinin de devletlerin milli sınırlarını aşarak küresel bir boyut kazandığı görülmüştür.
Bunun en bariz örneklerinden biri, 11 Eylül saldırılarından sonra ABD'nin bir nevi ''küresel terör''le mücadele içerisine girerek Başkan Bush'un terörizme karşı proaktif mücadele konsepti(pre-emptive strike-önleyici vuruş doktrini) kapsamında güvenlik stratejilerinin değişmesidir. Bu durum, Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkenın güvenlik politika ve stratejilerini de etkilemiştir. ''Terörizm'' olgusu bu süreçte tüm devletlerin daha fazla önem atfettiği bir mesele olarak küresel manada gündemdeki yerini korumuştur ve korumaya devam etmektedir.
21. yüzyılda küresel hale gelen en önemli güvenlik meselelerinden biri de hiç şüphesiz göçtür. Göç olgusu, sadece Suriye krizi kaynaklı ele alınmamalıdır. Son yıllarda daha çok Suriye'de yaşanan insani kriz ve son olarak Rusya-Ukrayna savaşı neticesinde Avrupa'ya göç hareketleri gerçekleşse de; uzmanlar gelecekte su, gıda ve iklim kaynaklı göç hareketlerinin gerçekleşme ihtimalinden bahsetmektedirler. Mevcut durumda, göç olgusu karşısında başarılı politikalar geliştiremeyen Batı dünyasının gelecekte geniş çaplı göç hareketleri karşısında nasıl bir yol izleyeceği meçhuldür.
Teknoloji, daha önce bahsedildiği gibi, güvenlik alanını şekillendirien bir diğer önemli husustur. Geçmişte sanayi devrimleri, sadece teknoloji ve bilimi değil, iktisadi, siyasi ve toplumsal alanları da etkileyerek büyük çapta değişimlere sebebiyet vermiştir. Bugün de ''Dördüncü Sanayii Devrimi'' ismini alan süreçte; 5G teknolojisi, nesnelerin interneti, yapay zeka çalışmaları, akıllı şehirler, bulut bilişim teknolojisi gibi konular önplana çıkmaktadır. Bu gelişmeler hem sivil hem de askeri alanı derinden etkileyecek bir potansiyele sahiptir. ABD'nin Silikon Vadisi'nde gerçekleştirdiği inovasyonlar gelecekte ''dijital savunma''nın nasıl bir şekle bürüneceğinin bizlere ipuçlarını vermektedir.1
Yapay zeka ve robotların geleceği hakkında tartışmalar dünya gündemini son yıllarda hayli meşgul etmektedir. Örneğin, terör örgütlerinin bu teknolojileri elde ettiği takdirde devletlerin milli güvenliği açısından ne tür risklerin ortaya çıkacağı konusunda çeşitli endişeler mevcuttur. Çip teknolojisinin de güvenlik alanını etkilemesi muhtemeldir. Örnek olarak, insan beynine yerleştirilecek mikro-çipler vasıtasıyla acıma gibi insani duygularını yitirip daha iyi savaşacağı gibi bir varsayım üzerinden hareket edilen biyonik asker'' projesidir.2 Bu gibi gelişmelerin ahlaki ve insani açıdan ne derece doğru olduğu ise ayrı bir tartışma konusudur.
Post Korona Dönemi'nde Güvenlik Algısı
2019 sonlarına doğru Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid-19 virüsü kısa sürede birçok ülkeye yayılarak etkileri hala hissedilen küresel bir pandemi döneminin yaşanmasına sebep olmuştur. Salgından bütün dünya halkları olumsuz manada etkilenmiş; ölümler ve çeşitli insani trajediler yaşanmıştır. Bunun yanı sıra tedarik zincirlerinde yaşanan sıkıntılar sebebiyle küresel ekonomi ciddi manada zarar görmüştür. Koronavirüs süreci başta sağlık olmak üzere psikolojik, toplumsal, siyasi, ekonomik açıdan ülkeler ve dünya halkları üzerinde derin etkiler bırakmıştır.
Bu süreçte hiç şüphesiz güvenlik alanı da değişim ve dönüşüme uğramıştır. En başta, bu virüsün biyolojik bir silah olarak üretilip kullanıldığı iddiaları uzun süre gündemdekini yerini korumuştur. Örneğin, dönemin ABD başkanı Trump, bu virüsü ''Çin virüsü'' olarak isimlendirmiş ve dünya kamuoyuna da bu şekilde yansıtmıştır. Devletler bu süreçte, güvenlik olgusunun sadece ordudan ibaret olmadığını; bir devletin sağlık altyapısının, aşı ve ilaç sanayiinin, yetişmiş donanımlı sağlık personellerinin ve biyoteknoloji ve genetik bilimleri gibi alanlardaki gelişmişlik seviyesinin ne derece öneme haiz olduğunu kesin ve aynı zamanda dramatik bir şekilde anlamıştır. Çünkü, devletlerin bu konuda hazırlıksız yakalanması ağır bedellerin ödenmesine sebep olmuştur.
Korona süreciyle birlikte güvenliğin çok boyutlu olarak; yani askeri boyutunun yanı sıra sağlık, iklim, su ve gıda gibi hususlarla beraber ele alınıp bu doğrultuda politikalar ve stratejiler üretilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. 'Post-Korona' dönemiyle birlikte akademisyenler, stratejistler ve uzmanlar; uluslarararası ilişkiler ile tıp, biyoloji, biyoteknoloji gibi bilimlerin ilişkisi, ''biyopolitik savaşlar''3, biyogüvenlik, biyolojik tehditler, sağlık diplomasisi ve medikal istihbarat gibi konuların önemini vurgulamışlardır.
Bu noktada, devletler açısından asimetrik tehditler kapsamında ele alınan medikal tehditleri tespit ederek karşı koyma ve aynı zamanda diğer devletlerin medikal verilerini toplayarak analiz edip stratejiler geliştirme bağlamında ''medikal istihbarat'' kavramı, hayatiyet arz eden bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır ve özellikle üzerinde durulması gerekmektedir.
-------------------------------------
1. Kemal Kısa, ''Big Tech’in Askerîleştirilmesi - Silikon Vadisi Dijital Savunma Endüstrisi’nin Yükselişi'', 19 Haziran 2023, TASAM.
https://tasam.org/tr-TR/Icerik/72357/big_techin_askerilestirilmesi_-_silikon_vadisi_dijital_savunma_endustrisinin_yukselisi
2. NTV Haber , ''Fransa ordusu bir dizi biyonik süper asker çalışması yapıyor iddiası'', 10 Aralık 2020.