Suudi-İran Yeni Başlangıcından Beklentiler
Suudi Arabistan’ın Yemen’deki askerî varlığını sona erdirerek, tansiyonun düşmesini istediği tahmin ediliyor. Ayrıca Hürmüz Boğazında, hem kendisi, hem de uluslararası ticari denizcilik açısından daha güvenli bir seyir ortamı yaratılmasını beklediği kesin. Bu ABD ve Çin’in de beklentisi. Bu aşamada Suudi Arabistan ve İran arasında bir ticaret artışı beklenmemeli. Ama hac mevsiminde Suudilerin İranlı hacılara kolaylık sağlaması, İran’da Suudi yatırımları belki İran’ın beklentisi. İsrail ile yakınlaşmasına ve belli alanlarda iş birliğine rağmen Suudi Arabistan’ın hâlâ Abraham Anlaşmalarına taraf olmaması ise İran’ın bu başlangıca direnmemesinin nedeni. Ayrıca belki İran Suudi Arabistan’dan sonra Mısır ile yeni bir başlangıç yapma umudu taşımakta. Kim bilir! Her hâlükârda iki ülke arasında diyalog başlaması, diplomatik ilişkilerin büyükelçilikler düzeyinde sürdürülmesi değerli. Beklentileri yüksek tutmamalı ki hayal kırıklığı olmasın.
“Suriye ile Yeniden“ diyen Arap Birliği
Mayıs ayında Suriye, Katar, Kuveyt ve Fas’ın karşı çıkmasına rağmen Arap Birliği’ne kabul edildi. Esat’ın zaferi olarak nitelenen bu gelişme, hem Suriye’nin yeniden yapılanması, hem de ABD nezdinde normalleşmeye bir adım daha yaklaşması açısından önemli. Bu nedenle bu “yeni başlangıçta“ da bir ABD etkisi olduğunu düşünmek için yeterli neden var. Bu şekilde Suriye İran yörüngesinden çıkarılabilir mi? Kendine kötü gün dostu olan Rusya ile ilişkilerine Suriye yeniden şekil vermeye kalkar mı? Buna gücü yeter mi? Daha da önemlisi, kuzey Suriye topraklarını işgal eden “yabancı güç“, bir de Arap Birliği baskısı ile askerlerini kendi sınırlarına çeker mi? Bu sonuçları görmek için hiç olmazsa yaz geçmeli. Ama belki Suriye- Arap Birliği “yeniden başlamasının“ yıldönümünde yani 19 Mayıs 2024 de o “yabancı güç“, Suriye’den çekilir ve misafir ettiği mültecileri ülkelerine göndermeyi başarır. Şimdi Suriye krizi artık kuşkusuz bir Arap sorunu. Uyuşturucu ve özellikle Koptagon ticaretini; büyük facialarla sonuçlanan mülteci trafiğini belki Esat ile görüşerek, karada ve denizde sınır güvenliğini arttırarak çözme imkânı bulurlar. Bu konuların hepsinde Suudi Arabistan’ın kararlılığı ve önderliği önemli ve değerli. Çünkü Suriye artık daha fazla dünyadan soyutlanacak bir ülke değil.
Çin ve ABD için “Yeni Başlangıç“
Bütün bunların ötesinde şimdi ABD ve Çin arasında yeni bir yakınlaşma var. Yolu Elon Musk ve Bill Gates açtı. Her ikisi de Çin ile bir iletişim teknolojisi açılımı başlatmayı vaat etti. Eğer Çin’in teknolojiyi dinleme ve casusluk aracı olarak kullanmasını, ABD nin resmî ve özel sitelerini hacklemesi engelleyerek ilişkilerin normalleşmesini sağlayabilirlerse, hemen hemen aynı sıklette güreşen iki devin iş birliği kim bilir nelere kadir olur! Ancak önce en zorun başarılması ve karşılıklı güvenin tesis edilmesi gerek. ABD Dışişleri bakanı Blinkin’in Beijing ziyareti ile kapı aralamaya çalıştığı “yeni bir başlangıç“ buna dayanacak? Arada nice dikenli yol var. Laboratuvarlardan kaçan yeni nesil hastalık kaynakları bir yana, Çin’in Tayvan beklentisi ve ABD nin bu konudaki hassasiyeti, Çin’in Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumu aşılması kolay pürüzler değil. Çin’in neden olduğu çevre ve insan hakları sorunları başlı başına birer standart sorunu. Ayrıca dünyanın dört bir yanına karadan ve denizden, hava veya demiryoluyla uzanan Çin’in, nihayet elektrikli binek otomobilleri piyasasında ABD karşısına rakip olarak boy göstermesi, hem iş birliği, hem de çatışma alanları yaratmaya devam ediyor. İşte şimdi, acaba ABD Çin’e Orta Doğu’da etki ve yetki alanı açarak özellikle Rusya-Ukrayna konusunda bir destek sözü almayı ve Asya Pasifik’te Çin’i yumuşatmayı mı umuyor? Bu soruya cevap vermek zor. Çünkü her şey gibi anlaşmalar da geçici ve başka başka koşullara bağlı. İş ki aradaki güven sorunlarını çözüp dünyanın selameti için mutlu ortalamalara ulaşabilsinler.
Heves mi? Umut mu?
Antony Blinken, Xi Jinping ile yaptığı görüşmeden sonra, çok özel konularda, ilerleme kaydettiklerini hatta anlaşmaya vardıklarını söyledi de nedir bu konular açıklık getirmedi. Anladığım kadarıyla şimdilik bir yeniden “uzlaşma ve anlaşmazlık listesi“ yapmışlar. Bu listede Ukrayna ve Rusya savaşı kadar, Tayvan’ın da olması şaşırtıcı değil. Ama Blinken’in ABD Tayvan’ın bağımsızlığını desteklemediğini, ancak Çin’in Tayvan boğazına yönelttiği tehditleri kabul edilemez olduğunu söylemesi önemliydi. Cümlenin ilk yarısı Çin’e şimdilik yetecek mi? Yoksa bu geçici bir heves mi? Bunu biraz zamana bırakıp gelişmelerin seyrine bakmak gerek. Ama Suudi-Iran- Çin anlaşması ile Orta Doğu’nun en sancılı sorunlarını çözme girişiminde bulunacak kadar kendine güvenen Çin’in bu barıştan nemalanması bile Asya-Pasifik’te suların durulmasına bağlı. Suudi Arabistan’ın Çin’e yatırım yapması bile bence ABD nin Çin’den buna ikna olacak kadar güvence almış olmasına bağlı. Çin sorumluluğu arttıkça daha uyumlu ve açık bir politika izler mi? Belki evet, belki hayır. Gerektiğinde duvarlar yükseltip, arkasına saklanarak kendi kabuğunun içinde yaşayabilen Çin kendi bileğinin hakkıyla duvarları aştı ve dünyaya taştı. Hala sıkı bir devlet denetimi altında, her yöne her yoldan ilerlerken, sorumlu davranması, ancak ABD’den geleceğe yönelik söz almasına bağlı. Bu konuda ketum değil Çin. “Eğer 1970’li yıllardaki görüşmelerde söz verildiği gibi Tayvan 2049’da, Çin’e katılmazsa, ulusal birliğimizi koruyamayız. Bu nedenle öyle veya böyle 100. Yılda Tayvan Çin’e katılacak“. Blinkin’in bu “yeni başlangıç“ ile Xi’ye böyle bir umut verdiğini sanmıyorum. Ama Çin’in ezeli ve ebedi hevesinden adım kadar eminim.