Medeniyet, tarihi süreçte türkülerini söyleyen bir milliyetin, insanlığın büyük birikiminin esasıyla kültür zeminini türkülerindeki kendiliği ile mecz ederek insanlığın tarih boyu söylediği bir büyük besteye yeni bir sayfa katmaktır. Bu öneme binaen milliyetçiliğimizin medeniyet gayesi, türkümüzün izinde kendimizi insanlığın fikriyatına ve idrakine takdim etmek olacaktır. Türk milliyetinin devlet ve medeniyet olarak insanlığa sunacağı tarihi tecrübesinden süzülen pratikle gaye ve gayretin coşkusu medeniyetçiliğine esas teşkil edecektir. Peki, bu nasıl olacak?
Umumi çerçeve: Medeniyet, bir özne/fail olarak milliyetin, maddi imkânlarının muayyen bir gaye ile gayrete geçen coşkusunun/romantizminin müteaddit liyakatlerle bezenerek insanlığın hayatında kendi üslubunca devlet ve şehir çerçevesinde formunu bularak insanlığa müşterek değer sunma hareketidir. Milliyetçiliğimizin vatan kurma, kurtarma ve koruma refleksi içindeki en büyük beka meselelerinden biri medeniyet konusudur. Zira medeniyete yürümeyen bir kültür devletini geliştirip bu cümleden uygar bir yapıyı kuramazsa meyvesiz kalan bir ağaç gibi varlık sebebinden uzaklaşmaya başlar. Nevzat Kösoğlu’dan ilhamla imanın amelle birleşmesi bu çerçevede hayati önem taşır.
Tarihi zaviye: Medeniyet, müşterek değerler etrafında muhtelif milletleri bir sözün çevresinde toplayabilmektir. Kuş uçmaz kervan geçmez yıkık bir sevda tepesinin beklenenleri olarak Türkler mazinin coşkulu serazat seslerini türküleriyle müstakbele taşımakla mükelleftirler. İmkânsız aşkların milleti olan Türkler kavuşmasalar da unutmazlar. Yalnızlıkların en kuytu yerinde bile tarih ve mefkûre onlar için ışıktır. Ümmetin yitiği hikmetin o erişilmez aşkın yorulmak bilmez, usanmaz arayıcısı olan Türkler en kara sevdaların yiğit yolcusudur. Türkler çekirdeğinde kendi milliyetlerinin olduğu devlet ve kültür sistemlerini çok milletli birlikteliklere dönüştürmenin ustalarıdırlar. Hun Devletimizin Hakanı Mete Han "Ok ve yay gerebilen kavimleri bir aile gibi birleştirdim şimdi onlar Hun oldular" derken bunu ifade ediyordu. Tonyukuk'un Göktürklerdeki varlığı, Nizamülmülk'ün Selçuklu Devleti içindeki yeri, Osmanlıların pek çok devlet adamı Türklerin devlet tecrübesi içinde çevreyi kendi devlet ve medeniyet idealine katarak onun bir parçası haline getirmelerinin birkaç örneğidir. Türk, müşterek değer kuran ve bunu milli, dini ve insani esaslarıyla bir müşterek davaya dönüştürmenin en yüksek seciyeli bir milletidir. Bugün Anadolu'nun içine sıkıştırılıp, kendi iç kavgalarıyla uğraştırılarak bu yeteneğinin yeniden gün yüzü görmesi istenmeyen bu millet hafızasının kuytularındakileri hayatına milliyetçiliğine medeniyet davasının esaslarını vererek ulaşacaktır. Hülasa birlikten kuvvet doğar, gayesi etrafında farklıları dahi birleştirebilen geleceği fetheder. Bugün Ok-Yay sembolizmi üzerinden bir medeniyet teorisi gelecek adına hayalleri ve tasavvurlarını bir medeniyet merkezine bağlayanlara bir okumadır, davettir, çağrıdır.
Yol ve Gelişme Çerçevesi: Medeniyet semasına çıkarken insandan sonra kültürümüzün basamağı umran olmalıdır. Umran, imar etmek ve ömür hep aynı kökten kelimelerdir. Köyden şehre yönelen modern zaman bedavetimizin hikâyesi sürüyor, hala köy ile şehir arasında arafta duruyoruz. Hadaretini arayan umranımız kurulmadan yani şehir ve köyün müşterek bir dil ile hayatımızı temsil ettiği yapıyı teşekkül ettiremeden devletimizin tekâmülü ve temeddünü zorluklarla karşılaşacaktır. Burada asabiyemizin coşkunlukla bu değişim ve dönüşümü destekleyecek mahiyette gelişmesi gereklidir. Muharrik kuvvet olmadan devlet ve şehir yani umran gelişemez; bu cümleden şehirde olması beklenen medeniyet tezahürüne dair gelişmeler de ertelenmek durumunda kalır. Umran ağacının kökünün köyler, badiyeler olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Köyden şehre yaşanan göçlerin bu babda medeniyet doğrultusunda doğru ama modern zamanlarımızda doğru yönetilemeyen hareketler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu kökün gövdesi, gelişme doğru olursa şehir ve devlet olacaktır. Bu gövde üzerinde iktisadi hadiseler, sanayi, zanaatlar yer alırken ilimler, eğitim kurumları ve sanat meyvesi olarak teşekkül edecektir. Bu ağacın can suyu, esası ise asabiye- milliyet- olacaktır. Bu medeniyet şablonu görüleceği üzerine Türk’ün sosyolojik ve sosyal hayatına tekabül eder mahiyettedir. İktisadi realiteyi merkezileştiren bakışa alternatif olarak insanı merkeze çeken bu anlayış milliyetçiliğimizin medeniyet çerçevesinde dikkate alması gereken bir şablondur. Her aşamanın ihtiyaç duyacağı durumlar ve tavırlar göz ardı edilmeden ilmi çalışmalarla bu çerçeve zenginleştirilmelidir. Coğrafya, iklim ve çevre faktörleri ve elbette iktisadın gerçekleri bu yapı içinde yerli yerinde düşünülmelidir. Türk Üniversitesi bu medeniyet davasının bilgisinin kuluçkası olmalıdır. Tüm bunlar konuşulurken Cemil Meriç'in kritik sorusu bizi karşılar: Kültür mü İrfan mı? Nerede akşam orda sabah derbeder gezen entelijansıyamız artık kıymeti bilinecekleri tespit etmelidir. Umran, medeniyet ve kültürü birleştiren bir irfan kavramı olarak yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Umran, amr kökünden gelir. Amr: bir yerlerde oturmak, biriyle düşüp kalkmak, toprağı işlemek, bir evi tanzim etmek, müreffeh hale getirmek vs. derken Cemil Meriç milletimize bir türlü duymadığı önemli bir mesaj vermişti. Türkler umranlarını irfanla yaşayarak nizam-ı âlemin bayraktarı oldular. Türkistanlılık bir Kızılelma hasretidir. Medeniyetçi milliyetçilik bunun hedef ve taktik içeriği Ok-Yay teoirisi ise bu yolda çalışılacak yöntemin adıdır.
OK-YAY MEDENİYET TEORİSİ
Yusuf atamla Çınar gölgesinde otururken, evlat, medeniyete dair tasarımını okudum; medeniyetten toplum-devlet ve şehir üçlüsü çerçevesinde, kültür zemininde yani hayatın içinde oluşan nihaî şekil/yapı olarak bahsediliyor. İnsan merkezli olarak başladığın düşüncende aile ve millet muhtevalı toplumu insani hayatın en geniş formu olarak tespit ediyorsun. Böylece insanın sosyal nizamını aklî ve olguya tekabül eden bir yerden izaha çalışıyorsun. Bunun sonrasında medeniyet denilen efsunu düşünürken insanın kendi hukuk ve ahlak nizamı olarak, kendi şerrinden emin olmak için kurduğu adalet ve liyakat nizamı olarak siyasi ve ekonomik hayatını tanzim ettiği devleti söz konusu ediyorsun. Medeniyet cümlesinden insanın sosyal ve siyasi hayatının kurulduğu yer/mekân olarak şehir yer alıyor. İşte kültür, insanın o hayatı olan asabiyesi, bu parçalar içerisinde siyasi, sosyal ve kültürel çerçevede umranını var ediyor, diyorsun. Bu söylediklerine tarihten olgu ve kavramları göstererek tasarımının makuliyetini tespite gayret etmektesin. Elbette her tasarım, düşünce eleştirilerek ve yanlışlamaya açık olarak kendisini sınayarak doğru yahut yanlış olur. Nokta koymak değil hayata değer katmak esastır, evlat dedi. Bu söylediklerini Türk kültürünün mazisindeki olgu dünyası üzerinden düşünerek bir olgu zemini aradın mı peki dedi…
Yusuf atam, dedim; kutlu olmak töreli olmak liyakatı taşımaktır. Türklerin toplum yapısı onların kültürünün/hayatının çerçevesinde teşekkül eden kişi oğlu ile başlayan yani insandan yola çıkan tasnif oğuş, urug, boy olarak teşekkül eden bir toplum yapısı içinde millet hayatı teşekkül ederek buduna ulaşılır. İşte Türklerin aklı bu manada bir olgu yapısı içinde toplum düzenini var ediyor. Böylece medeniyetin zemini olan yapı teşekkül ediyor, dedim. Bunun ötesinde tasarımıma devam ettiğim il yahut el ise Türklerin hayatında devleti temsil ediyor. Bir düzende böylece medeni hayat Türk kültürü zemininde kendi parçalarını oluşturuyor. Bunun ötesinde ise yurtlarda, şarlarda, balıklar da şehirler kuran milletin hayatında onların medeniyet çerçevesi tamamlanır. Maveraünnehir’de ve o cümleden Sir Derya kıyılarındaki şehirler ve ötesi buna hâlâ şahittir. Bu hayatın dâhilindeki göçerler, köyler ve kasabalar bu bütünlüğün zeminindeki parçalar olarak var olur. Bütünlük ya da medeniyete dair kavram ve yapıları böylece kültürümüz içerisinden olguya dayalı izlememiz mümkün olur diye düşünüyorum, dedim. Hülasa bahsettiğim tasarımda tarihin eski zamanlarından şimdiye kadar ortaya konulan parçaları/toplum/millet, devlet ve şehir gösteren bir yapı içerisinde medeniyet teşekkül ediyor. Teknoloji ne oluyor orada, dedi? Teknoloji şehrin içinde toplum-devlet ile oluşan eğitim, sanat, ekonomi hayatının bir parçası olarak oluşuyor, dedim. Bunun varlığından sarf-ı nazar edilemez; lakin bahsettiğim daha temel kavramlar çevresinde medeniyette teknik ve teknoloji mümkün oluyor bana göre, dedim. Bunu merkeze almak medeniyeti parçalarından koparıp tarihi bir zeminde kabuklaştırır sanki atam, dedim.
Medeniyeti beynelmilel kılan şey muhtevasındaki parçaların/yapıların insanlık için müşterekliğidir. Değilse kültür her şeye rengini verir ve onun insanlık tarafından kabule şayan kavramlar, düşünceler oluşturabilenleri insanlık için genel geçerleşebilir. Din bunun oluşmasında son derece etkilidir. Modern zaman ideolojileri de makus ve mahdud çerçevesinde bunu söz konusu kıldı, dedim. Hülasa atam dedim tarihi olan ve değişmeye/dönüşmeye tabi hususların bir kavramın varoluşunun esasında olması her zaman o kavramı kaygan bir zemine taşır. Üzerinden mutabık kalınacak çerçeveler bulmayı zorlaştırır. İdeolojiyi mutlaklaştırıp, kültürün belirli dönemlerdeki somutlaşmasını asıl ve öz zannedip, işte budur deyip dayatmak dogmatik otoriterliktir, dedim. Düşünceyi donuklaştırır. İnsanı tarih içinde çıkmaza sokar.