“Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Dönüp bakınca ardımıza bir de ne görelim: Bir arpa boyu yol gitmişiz…“ dedi mi ninem, anlardık masalın sonunun yaklaştığını…
Masalın nihayetleneceğini düşünmek, hüzün dalgacıkları gönderirken küçük yüreklerimize ninemin “onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…“ tespitine eklenen temennisi ile hüznümüz birden sevince dönüşürdü…
Masaldaki iyi kalplilerin mutlu sonlarıyla mutlu olurduk. Ninenin kötülük edenleri Allah’a havale etmesi“ ile ne demek istediğini ise yeterince idrak edemezdik…
Derken “gökten düşen üç elma“nın ninem tarafından aramızda paylaştırılmasıyla masalın bittiğini anlasak da duyduğumuz güven, huzur ve mutluluk yüzümüze yansırdı…
Artık ne ninem var ne de ninem gibi masal anlatanlar. Anlatıcılar olmayınca anlayıcısı da kalmadı bugün. Masaldan da olsa, sevinenlerle sevinip üzülenlerle üzülenlere rastlanmaz oldu. Paylaşmanın doğurduğu neşeyi güveni ve huzuru yaşayanlara da pek rastlanmaz oldu…
Dünün masalları, şimdilerde hülyasına daldığımız bir medeniyetten haber veriyor. Elbet şimdinin hülyası, geçmişe özlem de olsa, yarının da muştucusudur.
“Bir Masaldır Medeniyet: Ahlak ve Medeniyet Üzerine Bir Deneme“ adını verdiğimiz bu çalışmada dünden bugüne medeniyet kavramı tarihiçre keşfedilmeye çalışarak bugünden yarına doğru ahlak bağlamında yeniden inşasının imkânı üzerinde durulacaktır.
I. MEDENIYET KAVRAMI VE TEMEDDÜN
Türk Düşünce hayatında “medeniyet“ nispeten yeni bir kavramdır. Ancak medeniyet ile karşılanmak istenen mefhumun kadim bir sorun olduğu ifade edilmelidir. Kavramın bizde ilk defa Cevdet Paşa tarafından kullanıldığını biliyoruz. Yine medeniyet kavramının müradifi olduğu düşünülen “uygarlık“ kelimesi de günümüz Türkçesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Uygarlık, daha çok “civilis“ sözcüğünün karşılığı olarak Uygur Türklerine nispetle uydurulmuş bir kavramdır.
Medeniyet ve uygarlık eşanlamlı sözcükler midir? Acaba Cevdet Paşa medeniyet kavramını uygarlık anlamında mı kullanmıştı? Elbette uygarlık, medeniyetten daha sonra kavram dağarcığımıza girdi. Ama Cevdet Paşa, medeniyet derken batılı bir kavram olarak “civilis“ sözcüğünü mü referans almıştı? Yoksa kadim kültürümüzün etkisi altında mıydı? Mesela medeniyet, İbn Haldun’da karşılaştığımız “umran“ kavramının müradifi olarak mı düşünülmüştü? Yahut Türk İslam şehri ve siyasetini temellendirmek isteyen Farabi’nin “Fusus’ul Medenî“ veya “Siyaset’ül Medeniyye“sinden mülhem bir kavram mı idi?
Yöneltilen suallerin her biri ayrı bir çalışma konusudur. Bu hususta birçok inceleme de yapılmıştır. Biz bildirimizde daha çok kendi noktainazarımızdan sadece ihtiyaç duyduğumuz temel metinlere gönderme yaparak medeniyet-ahlak ilişkisi bağlamında bir yorum ortaya koymaya çalışacağız.
Temellendirmeye geçmeden önce bir hususun altını çizmek istiyoruz: Yukarıda yöneltilen suallere verilmiş olan cevaplar, “medeniyetin ne olduğu?“ hususunda henüz net bir fikrin oluşturulamadığını göstermektedir. Lakin kavramın muğlaklığı, bizim için belirgin bir sıkıntı doğurmamaktadır. Aksine medeniyetin ahlakla ilişkilendirilmesini mümkün kılan sağlam bir dayanağa dönüşmektedir. Zira biz Cevdet Paşa’nın medeniyet sözcüğü ile ahlakın temellendirilebilmesi için vazgeçilmez olan bir tavır alışla ‘dünde olanla kendi devrinde olup bitenleri buluşturucu’ bir kavramsallaştırma yaptığını düşünmekteyiz.
Kısaca resmetmek icap ederse Cevdet Paşa’nın kavrama yüklediği mana statik değil dinamiktir. Medeniyetin bir ideal değil, içtimai bir vakıa olarak ele alınması dinamik bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu açıkça ortaya koyar. Zaten Cevdet Paşa, mevzuyu ilk defa İbn Haldun’nun “Mukaddime“sinde temellendirdiği “umran“ın niteliği ile örtüşen bir tespit ile ele alır.(1) Öte yandan onun eserlerinde hem “hadariyet“ (2) kavramını kullanması hem de medeniyeti safhalara ayırarak ele alması İbn Haldun’un etkisi altında olduğunu kuşkusuz hâle getirir.(3)
-------------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------
(1) İbn Haldun: Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2005, s. 215: “Şu halde insan nevi için ictima ve toplu olarak yaşamak zaruridir. Aksi takdirde insanların varlıkları ve onlar vasıtasıyla Allah’ın âlemi mamur ve onları kendine halife kılma yolundaki iradesi tam olarak gerçekleşmiş olmayacaktı. Bu ilmin konusu olarak tespit ettiğimiz umranın manası işte budur.“
(2) İbn Haldun toplumları bedevi ve hadari olarak ikiye ayırır. Bkz. İbn Haldun: Mukaddime, s. 325 ve 327.
(3) Bkz. Cevdet Paşa: Tezâkir, Yay.: Cavid Baysun, Ankara 1986, I, 10, 20, 64, III, 208, IV, 25-26, IV, 242, 253, 297,.187