Prof. Dr. Altan ÇETİN
Ortadoğu olarak isimlendirilen bölge tarih boyunca stratejik ve verimli bir saha oldu. Dördüncü kuşağın merkezi konumundaki bölge, doğusu ve batısındaki merkezlere sağladığı geçiş imkânları ve içerdiği doğal kaynakları ile dikkatleri çekmeyi her zaman başarmıştır. Bu durum bölgede muhtelif yoğunlaşmaların da sebebi oldu. Tarih boyunca müteaddit din ve etnisitelerin yerleştiği bölge çok katmanlı bir kültür yapısı da ihtiva etmekte. Stratejik yapısı ve verimli içeriği nedeniyle kimi zaman içeriden kimi zaman ise dışarıdan saldırılar bu coğrafyanın her zaman bir çatışma alanı olmasına da yol açtı.
Bu manada bölgeye tarihi bir nazarla baktığımızda Osmanlı öncesi ve sonrası şeklinde bir analiz vakıayı tespit adına doğru olabilecektir. Güncel konjonktürde “Batı“ ile yaşanan çatışma realitesi Haçlı Seferleri ile güncel gelişmelerin tarihi geçmişini inşa edecektir. İçeride ise Şii-Sünni çekişmesi olarak yaşanan gerginlik Selçuklu-Fatımi ve Osmanlı-Safevi çatışmasında tarihi arka planına sahip oldu. Sürece Vehhabi Suud’u ile başlayıp Afganistan ve Irak’ın işgali ile dönüşen son hali Isid ile oluşan selefi gerginliği eklendi.
Tarihi Bakış
Ortadoğu denilen siyasi coğrafyada çatışmanın ana ekseni İbn Halduncu tabirle dile getirilirse asabiyeler arasındaki düzey farklarıdır. İbn Haldun siyasi olarak kan asabiyesi ve intisab asabiyesi olarak iki düzey birliktelikten bahseder. Kan asabiyesi düzeyi daha homojen birlikleri (aşiret, soy, mezheb vs) anlatırken İntisab asabiyesi ise daha heterojen lakin birlikte yaşama rızasına haiz üst birliktelikleri ifade eder. Ortadoğuda mikro asabiyeler ortaya çıktıkça bunun yani kan asabiyesi düzeyi ve zihniyetinin sonucu mücadele ve çatışma ortaya çıkıyor. Makro asabiyeler yani intisab birliktelikleri kayboldukça uzlaşma ve birlikte yaşama imkanları daralıyor. Tarihi olarak bölge asabiye düzeyini ne kadar intisaba yaklaştırdıysa bütünleşmeler ve ilerlemeler söz konusu oldu. Bu bakımdan bölgedeki tüm çatışmalar düşünülürken bu parametrelerin dikkate alınmasında fayda vardır. Bölgeyi kendi iç dinamikleri ve kavramlarıyla okumadıkça çatışmalar çözümsüz kalmaya ve parçalanmalar kaçınılmaz olarak sürmeye devam edecektir. Kendisine devamlı öteki üreten asabiyeler bunun bir iç anafor olduğunu bulundukları zihniyet düzeyi nedeniyle anlayamadıklarından çatışma sürüp gidecektir.
“Ortadoğu’yu siyaseten sıcak tutan temel unsurlar, bölgenin kendine has özellikleri ile dış faktörlerin karmaşık etkileşimine dayanıyor. Bölgenin sahip olduğu bu nitelikler, kökü tarihten gelen siyasi, dinî, etnik, ekonomik ve psikolojik sebeplerle tezahür ediyor. Bölgeye etki eden dış faktörler ise siyasi ve ekonomik gelişmeleri şekillendiriyor. Ortadoğu bölgesindeki her bir gerilimde bu dinî ve tarihsel boyutun izlerini görmek mümkündür. Dinin oluşturduğu kültürel ve geleneksel yapı, Ortadoğu toplumlarının genetik şifrelerini meydana getirmekle kalmamış, birbirleri ile ilişkilerini de belirleyen temel rolü oynamıştır. Bu tarihsel arka planın yanı sıra, bölgede süregelen çatışmaların son bir asırlık bölümünde, Batılı müdahalelerin rolü de unutulmamalıdır. İşgaller, katliamlar, kolonileştirme ve dayatmalarla somutlaşan bu müdahaleler, Osmanlı sonrasında, 1920-45 arası döneme damgasını vurmuştur. Bu dönemde aşağı yukarı 25 yıl gibi kısa bir sürede cereyan eden hadiseler Ortadoğu tarihinde etkileri bugün dahi süren köklü bir dönüşüme yol açmıştır. 1950’lerin ortasından itibaren Bağdat Paktı ile somutlaşan bu bölünmüşlük, Mısır’ın başını çektiği milliyetçi/devrimci dalga ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği muhafazakâr/statükocu söylem arasında kırılmalar yarattı. Bu bölünmüşlük, ABD ve Sovyetler Birliği taraftarlığı üzerinden bölge ülkelerinin birbirleriyle rekabetini ve kimi zaman da (Yemen iç savaşında olduğu gibi) vekâlet savaşlarını beraberinde getirmiştir.“(1)
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra farklı bir yol izlemiştir. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere emperyalist güçler, değişen uluslararası konjonktürün etkisiyle hakimiyet altında tuttukları devletleri direkt yönetmek yerine, kendi çıkarlarına uygun olarak, bölgenin güçlü ailelerinden biriyle anlaşarak otoriter bir rejim oluşturma ve yaratılan kralın da kendileriyle işbirliği içinde olmasını temel gaye edinmişlerdir. Fakat bölge dinamikleri göz ardı edilerek veya stratejik olarak üstünlük ve mutlak egemenlik kazandıracağı fikriyle oluşturulan bu yeni devletler bölgenin dokusuyla uyuşmamakta, etnik ve mezhepsel ayrışmalara gebe bırakılmaktaydı. Üst üste binen kültürler, inanç sistemleri gibi değerler, bu değerlere sahip insanların bir arada yaşama konusundaki başarısızlıkları ve büyük güçlerin çıkar sağlama amacıyla bu inançları ve kültürleri kullanmaları, bölgede kırılmaz keskin ayrılıklar doğurmuştur.(2)
Ortadoğu’da doğmuş olan her bir semavi dinin kendi içindeki alt aidiyet grupları arasındaki mevcut mezhebî ilişkiler bölgesel politikalarda rol oynamaktadır. İslam tarihindeki mezhebî çekişmelere ev sahipliği yapmış olan Suriye ve Irak’ta bugün yaşananları sadece mevcut grupların iktidar motivasyonları üzerinden anlamaya çalışmak veya Lübnan’a yönelik Fransız ilgisini, Haçlı seferlerine uzanan Katolik tarihin izlerini sürmeden sadece günümüzdeki siyasi gelişmelere dayalı olarak anlamaya çalışmak, hâlihazırdaki manzaranın sadece bir bölümünü görmeye imkân vereceğinden sınırlı bir görüş alanı sağlayacaktır.
Dünyadaki çatışma modellemelerinde önemli bir unsur olan etnik farklılık konusu, Batı’daki sonuçlarının aksine, Ortadoğu’da son yıllara kadar belirgin bir ayrıştırıcı unsur olmamıştır. Modern zamanlarda İslam’ın siyasal söylemi yeniden yorumlanırken, bununla at başı giden milliyetçilik, işgal rejimlerine karşı örgütlenerek siyasi mücadeleye girişmiştir. Siyasi olayların tetiklediği hareketler ve modernizmle yüzleşmek zorunda kalan Ortadoğu, bu dönemde, tarihindeki en radikal düşünsel dönüşüme de maruz kalmış ve bu süreç yenidünya görüşleri, felsefi akımlar ve bunlara dayalı siyasi hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Şia ve Selefilik, bu manada yeniden tarihe İran ve Suudi Arabistan tecrübesi ile girerken Arap milliyetçiliği Mısır örneği başta olmak üzere antiemperyalist bir tutum olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal tabanını genişleten İslami tepkilerin milliyetçi veya sosyalist görünümlü vesayet rejimlerinin karşı hamleleri ile sindirilmesi, 1960’lardan itibaren daha çatışmacı bir söylem ve eyleme yönelimi getirmiştir. Çatışmacı grupların ortaya çıkışı, ne siyasi reform ne de rejim değişikliği getirmiş, hatta sorun sadece güvenlik meselesi olarak görüldüğünden, her müdahalede şiddetin dozu giderek artmış ve bugün eskisinden daha radikal gruplar ortaya çıkmıştır.(3)
---------------------------------------------------------------------------------
(1) Ahmet Emin Dağ, Ortadoğu’da Çatışma Dinamikleri, http://www.ihhakademi.com/
(1) Ahmet Emin Dağ, Ortadoğu’da Çatışma Dinamikleri, http://www.ihhakademi.com/
ortadoguda-catisma-dinamikleri/30.04.2015.
(2) Ferit Belder, “Ortadoğu’da Etnik ve Dini Çatışmalara Genel Bakış“, http://www.orsam.org.
tr/tr/yazigoster.aspx?ID=499
ortadoguda-catisma-dinamikleri/30.04.2015
İlgili kitap için tıklayın > Mezhepler, Etnisite ve Çatışma Çözümü
İlgili kitap için tıklayın > Mezhepler, Etnisite ve Çatışma Çözümü