Dünyada güç elde etmek artık uzayda var olmakla yakından ilgili. Her ne kadar uzayda aktivite gerçekleştiren aktörler her geçen gün artsa ve mevcut aktörler uzay teknolojilerinde güçleniyor olsa da asıl gücün hala iki büyük devletin elinde olduğu yadsınamaz bir gerçek: Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti. Bu iki gücün istikrarlı bir şekilde teknolojilerini ve özellikle askeri yeteneklerini geliştirmeleri, yeni ittifak arayışları ve mevcut ittifakları sağlamlaştırma gayretleri dünyayı yine iki kutuplu bir düzene sürüklüyor.
Birbirlerinin savunma ve saldırı kapasitelerini geliştirmeye yönelik hamlelerini kendilerine tehdit gören bu iki devlet, sonu görünmeyen bir karşı-geliştirme kısırdöngüsünün içindeler. Soğuk Savaş döneminde uzayın da rekabet konusu olmaya başlamasından bu yana uzay her zaman ilk olarak prestijle ilgili olmuştur. Günümüzde de kendisini süper güç koltuğunda görmek isteyen ABD ve Çin uzayda üstünlük kurmaya ve ilkleri gerçekleştirmeye dair amaçlarını gündemlerinin üst sıralarında tutmaya devam ediyorlar.
İki ülkenin de ana uzay gündemi Ay’da kalıcı bir insanlı üs kurmak. ABD, Artemis projesi ile 2025 yılında Ay’a tekrar ayak basmayı hedeflerken, Çin de Ay’ın güney kutup bölgesinde nükleer enerji ile çalışacak Ay üssünü ilk öngörülen tarih olan 2035’ten 7 yıl daha erken olarak 2028’de aktif hale getirmeyi planlıyor.
2020’de Mars’a roket gönderen üç ülkeden (ABD, Çin, BAE) ABD’nin aracının 2033’te Mars yüzey örnekleriyle dünyaya dönmesi bekleniyor. Çin 2020 projesinde örnek toplama hedeflemediğinden, bir diğer projesi olan Tianwen-3 aracı 2028 yılında Mars’tan örnek toplamak için fırlatılacak. İki devletin yakın dünya asteroitlerinden örnek toplama misyonları da bulunuyor. ABD’nin 2016’da fırlatılan roketi 2023 Eylül ayında asteroit Bennu’dan topladığı örnekleri dünyaya bırakacak. Çin’in Tianwen-2 roketi ise 2025 yılında asteroit Kamoʻoalewa’ya fırlatılacak. Her şey yolunda giderse, aracın topladığı örneklerle 2-2,5 yıl arasında dünyaya dönmesi bekleniyor.
Bu karşı hamle kuralı askeri alanda da değişmiyor. 2015’te ilk uzay gücünü kuran devlet olan Çin’i, 2019 yılında uzay gücünü yeniden yapılandıran ve aktif hale getiren ABD takip etti. Çin, ABD’nin füze savunma sistemleriyle rekabet edecek PLARF (PLA Rocket Force) hipersonik silah sistemlerini geliştirmekte.
Askeri kapasitelerini uydulara yerleştirerek uzaya da taşıyan devletler, hem savunma hem saldırı için hazırlıklarına ve testlerine de devam ediyorlar. Bunu yaparak birbirlerinin uyduyla bağlantılı -haberleşme, navigasyon, yer gözlem, konumlama ve zamanlama gibi- servislerine ve emir-komuta sistemlerine siber saldırılar düzenleyebiliyor, bu sistemlere casusluk yapabiliyor veya bilgileri çalıp yanlış veriler sağlayabiliyorlar.
Devletler bütçe, zaman ve teknoloji konusunda kısıtlamalar yaşayabildiklerinden, daha pratik hareket etme amacıyla özel sektörle sıkı iş birlikleri kurmaktalar. Çin’in bunu yapmaktaki bir diğer motivasyonu da dış ülkeler kaynaklı teknolojiye olan bağımlılıktan kurtulmak. Süper güç konumuna göz diken iktidar için, kendi kendine yetebiliyor olmak en önemli maddelerden biri. Bu amaçla özel sektöre yatırım yapıyor, askeri altyapısını modernize ediyor, ekonomi-teknoloji ve politika alanlarında güçlenmeyi önceliklendiriyor ve bunların sürekliliğini sağlamak üzerine çalışmalarını sürdürüyor.
ABD de benzer şekilde Uzay Kuvvetleri ve NASA’nın özel sektörle olan iş birliklerinin artmasına ve güçlenmesine önem veriyor. Uydu fırlatma, kargo taşıma, uydu yakıt doldurma gibi misyonlar ile başlayan iş birliklerinin artacağı ve uzay aktiviteleri hız kazandıkça iş birliği kapsamının genişleyeceği, dolayısıyla büyük bir pazar oluşacağı da oldukça açık. Buna ek olarak, Uzay Kuvvetleri’nin barındırdığı 3 kurum (Space Rapid Capabilities Office/Space Development Agency/Space Systems Command) sayesinde bürokrasinin ve karar almanın da daha hızlı ilerlemesi sağlanıyor. Devlet aynı zamanda Çin ile rekabet edebilmek için uzay programlarına yaptığı yatırımları da arttırmakta.
Çin’in attığı diğer kritik önemdeki adımlardan biri de Rusya ile kurduğu yakın ilişkiler. Bir devletin teknolojik gücü ne kadar iddialı olursa olsun, çevresinde bir müttefiki yok ise bu devletin uluslararası arenada güçlü ve söz sahibi olduğunu ileri süremeyiz. Çin ve Rusya ayrı ayrı güçlü birer aktörken, bir araya gelmeleri ABD açısından daha tehditkâr bir durum oluşturmaktadır. İki ülke 2036 yılını hedefleyen bir Ay araştırma üssü kuracaklarına dair imza attılar. Bununla birlikte iki devlet başkanının birbirlerini destekleyen söylemleri her ne kadar bu iki devlet dünya tarafından kabul görmeyen işgalci hareketler sergilese de birbirlerinin çıkarlarını korumaya ve bu çıkarları meşru kılmaya çalıştığını göstermekte.
Bu birlik aslında Ay kaynaklarını paylaşmak ve Ay üzerindeki çalışmalarda şeffaflığı benimsemek amacıyla ABD’nin oluşturduğu Artemis Anlaşmaları’nı ve dolayısıyla ABD öncülüğünü tanımadıklarını da göstermektedir. Henüz bir tarafa dahil olmayan ülkeleri de Çin-Rusya birliği kendilerine dahil etmek arzusundalar. İki taraf için de ortaklığının oldukça önemli olduğu ülkelerden biri ise Hindistan. Uzay çalışmalarına yönelik iş birliklerinin dışında bir tarafa yakınlığını ortaya koymayan Hindistan, hızla ilerleyen bilim ve teknolojisi ile kutuplardaki dengeyi bozacak bir güce sahip.
İki güçlü kutbun olduğu tehditkâr bir uzay ortamında savunma ve dolayısıyla saldırı kapasiteleri büyük önem taşıyor. Ülkelerin kendi geliştirdiği yetenekler dışında NATO gibi bir birliğin varlığı ABD için bir avantaj. NATO kendi başına bir uzay yeteneği geliştirmeyeceğini açıklamakla birlikte, uzaya yönelik bir politika belirledi. Buna göre, uzay organizasyonun ana görevlerine entegre edilecek; organizasyon bilgi alışverişi için bir forum rolü üstlenecek; üye ülkelere uzay misyonları için gerekli olan desteği sağlayacak; uzay desteği için gerekli olan ihtiyaçları belirleyecek ve bunları gidermeye yönelik mekanizmalar geliştirecek. Bunlara ek olarak, zaten uzun süredir ihtiyaç duyulan uzay operasyonları için uluslararası kurallar veya normların benimsenmesi için çaba göstermesi de belirlenen görevler arasında yer alıyor.
NATO üyesi olmayan Çin ve Rusya uzaydaki askeri kapasitelerine ek olarak sahip oldukları bazı avantajları yumuşak güç ve pazarlık aracı olarak kullanabiliyorlar. İlk olarak 2024’te faaliyetine son verilmesi planlanan Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) karşılık Çin kendi uzay istasyonu Tiangong’u faaliyete geçirdi. ABD’nin isteği üzerine ISS iş birliğinin 2031’e kadar uzatılmasında anlaşmaya varıldı. Uzayda daimî varlık gösteren istasyonlarda yer alma isteği, devletleri iş birliğine sevk ediyor. Çin de ISS’in görevinin sona ermesinden sonra var olacak tek uzay istasyonunun tek söz sahibi olma avantajını tarafına çekeceği ülkelerle pekiştirecek. Çin’in casusluk yapmasından endişe duyan ABD, NASA ile Çin’in iş birliğini yasaklayan Wolf Amendent’ı uygulamaya almıştı. Bu durumda, ISS’ten sonra ABD’nin atacağı adımlar uzaydaki liderlik açısından büyük önem taşıyor.
ISS’e kargo ve ekip taşıyan ve daha da önemlisi istasyonun itiş gücünü sağlayıp yörüngede tutan Rusya’nın da bunu bir yumuşak güç aracı olarak kullandığını söylemek yanlış olmaz. SpaceX’in taşıma kabiliyeti geliştirmesi Rusya’ya bir alternatif yaratsa da onu vazgeçilebilir kılamadı. Fakat Ukrayna işgali sebebiyle özellikle Avrupa’dan büyük tepki gören ve yaptırımlarla karşılaşan ülke, 2025’e kadar ISS’ten çekileceğini ve kendi uzay istasyonunu geliştireceğini belirtti. Ancak bunun ne kadar gerçekçi bir plan olduğunu tartışmak gerekir. Finansal sorunlardan dolayı birçok uzay misyonunu ileri tarihe taşıyan Rusya’nın, yapımı uzun bir süre gerektiren bir uzay istasyonunu faaliyete geçirmesi kısa vadede mümkün gözükmüyor. Yine de bu söylem, NASA’nın Rusya’ya bağımlı kalmak istememesi ve kendi sistemlerini geliştirme hedefi benimsemesi için bir uyarı niteliğinde.
Ne ABD ne Çin kendi gücünü sorgulatacak ve karşı tarafın avantaj sağlayacağı bir görüşme veya anlaşmaya yanaşacaklardır. İki ülke de uluslararası arenadaki konumlarından ödün vermemek için ittifaklarını genişletmeye, teknolojilerini ve uzay yeteneklerini geliştirmeye odaklanacaklardır. Uzayda kendi varlıklarını koruma ve birbirlerinin varlıklarına zarar verme tekniklerini geliştirme, bilimle paralel ilerleyen bir süreç. Bu sonu gelmez bir döngü aslında. Uluslararası bir normlar bütününün eksikliği de bunun zeminini kolaylaştırıyor. Dünya tekrar bir çift kutuplu döneme girerken, yıkıcı sonuçlardan kaçınmak için uluslararası organizasyonların sorumluluk alıp yaptırım gücü olacak kurallar hazırlaması başlangıç için verimli bir adım olacaktır.