Özet
Afrika kıtası sahip olduğu zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla yüzyıllardır başta Batılı devletler olmak üzere küresel aktörlerin ilgisini çekmektedir. Ancak Soğuk Savaş’tan itibaren siyasi nedenlerle de Afrika’nın, küresel aktörlerin dış politika ajandalarında büyük bir öneme sahip olduğunu söylemek de mümkündür. Öyle ki Soğuk Savaşın iki kutuplu düzeninde Batı ve Doğu blokları kendi ideolojilerini desteklemesi için birçok Afrika devletiyle yakın ilişkiler kurma yoluna girmiştir. Günümüzde de Batılı devletler, Rusya, Çin gibi küresel aktörler de farklı konularda kendilerini desteklemeleri ve uluslararası alanda siyasi ve sosyo-ekonomik olarak daha güçlü bir konuma sahip olabilmek için BM’deki en büyük bölgesel grubu oluşturan Afrika Devletleri ile iyi ilişkilere sahip olmayı önemsemektedir.
Bilindiği üzere SSCB yıkılmasının ardından siyasi, askeri ve sosyo-ekonomik açıdan çeşitli zorlukla mücadele eden Rusya Federasyonu’nun kısa sürede toplanıp yeniden küresel güç olma hedefinde Afrika önemli bir stratejik konuma sahiptir. Zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları yanında, hızla gelişen ekonomileri ve artan tüketim oranlarıyla Afrika orta ve uzun vadeli yatırımlar için muazzam değerde bir pazar olarak görülmektedir. Bu nedenle Rusya birçok Afrika ülkesinde ticaret ve yatırım girişimlerini arttırmaya başlamıştır. Geliştirilen bu ilişkiler neticesinde 2019 yılında Rusya’nın Afrika kıtasıyla ticaretinin toplam değeri %17’lik bir artışla yaklaşık 20 milyar dolara ulaşmıştır. Rusya Afrika’da ticaret yanında güvenlik alanında da ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır.
Rusya’nın kıtada giderek artan bu varlığına karşın eski sömürgeci bir ülke olan Fransa ise son yıllarda bölgede kayda değer bir güç ve imaj kaybına uğramıştır. Siyasi olarak bağımsız ancak sosyo-ekonomik olarak kendilerini hala özgür olarak hissedemeyen birçok eski Fransız sömürgesi Fransa’nın kıtaya yönelik neokolonyal politikalarına giderek artan bir şekilde tepki göstermeye başlamıştır. Bu tepkiler bilhassa Macron döneminde daha çok görülmeye başlanmıştır.
Gelinen noktada Macron, Afrika’da güç kaybederken artan Rus etkisinden büyük endişe duymaya başlamıştır. Mali örneğinde olduğu gibi Ruslarla kurulacak askeri ilişkilere karşı Malili yetkileri uyarırken hala eski kolonyal bağlarından güç aldığı ve bölgede yükselen Rusya gibi aktörleri bertaraf etmeye çalıştığı görülmektedir. Bu gelişmeler Moskova ve Paris arasında Afrika’daki çıkarlarına yönelik kıyasıya bir rekabetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. ABD’nin Trump döneminden itibaren kıtaya ilgisinin azalması ve Rusya-Ukrayna Savaşı da bu rekabetin görünürlüğünü uluslararası alanda arttırmıştır.
Fransa ve Rusya’nın son dönemde Afrika’da zuhur eden rekabetini konu alan bu çalışma genel olarak nitel araştırma yöntemlerinden betimsel analiz ve metin/doküman analizinden yararlanılacaktır. Bu yöntemlerle öncelikle Fransa ve Rusya’nın dış politikalarında Afrika’nın konumu değerlendirilecektir. Sonrasında ise son dönemde her iki aktörün kıtadaki çıkarların çatışmasından kaynaklı vakalar incelenerek Afrika’daki Fransa-Rusya rekabetinin kıtaya etkisi analiz edilecektir.
1. Rusya’nın Afrika Politikası
Rusya Federasyonu’nun Afrika’ya yönelik politikalarının temeli esasen SSCB döneminde atılmıştır. Bilhassa Kruşçev ile birlikte Sovyet dış politikasında Afrika önem arz eden bir coğrafi olarak belirmeye başlamıştır. Ancak Kruşçev’in selefi Stalin ise Afrika’nın sömürge geçmişi hasebiyle kapitalist bir sistemin parçası olduğundan dolayı burada sosyalizmin yayılamayacağını düşünmüştür. Bu nedenle Stalin döneminde SSCB’nin Afrika politikasının sınırlı olduğu görülmektedir.[3]
Stalin ölümü sonrasında iktidara gelen Kruşçev Afrika kıtasına yönelik önemli girişimlerde bulunmuştur. 1955 yılında kıtaya yönelik ilk büyük çaplı silah transferi Mısır ile yapılan bir anlaşma sonucunda gerçekleştirilmiştir. Dekolonizasyon döneminde ise SSCB Mali, Libya, Fas, Cezayir, Sudan, Gine ve Gana gibi yeni kurulan devletlerle diplomatik ilişkiler kurarak bu devletlerle “Kazablanka Bloğunu“ kurmuştur.[4] Ocak 1961’de kurulan Kazablanka Bloğunun temel amacı, devrimci ve özgürlükçü bir anlayış içerisinde Afrika’da bir birlik kurulmasıdır. Kazablanka Bloğu haricinde Kruşçev Afrika kıtasında sosyalizm ideolojisini yaymak için başka stratejiler de geliştirmiştir. 1961 yılında Komünist Partinin 20. Kongresinde “Ulusal Demokratik Devlet Doktrini“ Kruşçev tarafından ilan edilmiştir. Bu doktrine göre devletler kapitalizmi bertaraf edip sosyalizmi inşa etmek için antiemperyalist politikalar güdüp, tüm siyasi adımlarında sosyalizme bağlı kalmalıdır. Kruşçev bu doktrinini açıkladığı 20. Kongreye Kuzey Afrika’dan Fas’ı da davet etmiştir.[5]
[2] Assoc. Prof. Dr., Sakarya University of Applied Sciences, Faculty of Applied Sciences, aboztas@subu.edu.tr Orcid: 0000-0002-3216-3010.
[3] RobertConquest,“Victims of Stalinism: a comment“, Europe-Asia Studies, 1997, 49(7), s.1317-1319.
[4] Yohannis Abate ve Stanley D. Brunn, "The emergence of African voting blocs and alliances in the United Nations, 1961–1970“, The Professional Geographer 29.4 (1977): s.338-346.