İDA DEKLARASYONU (TASLAK)
4. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu 2022; “Asya Yüzyılı, Denizci Devlet Ekosistemi ve Mavi Gezegen“ ana teması ile TASAM Millî Savunma ve Güvenlik Enstitüsü tarafından, 03 Kasım 2022’de Ramada Hotel & Suites by Wyndham İstanbul Merter’de yapılan 8. İstanbul Güvenlik Konferansı alt-etkinliği olarak eş-zamanlı icra edilmiştir.
Denizciliği ilgilendiren her alanda bölgesel, kıtasal ve küresel gelişmeleri inceleyerek uluslararası ilişkiler, savunma, güvenlik, ekonomi, hukuk ve sosyo-kültürel politikalara yön verecek akademik telkinlerde bulunma gayesi ile bu yıl 4. kez gerçekleştirilen Forum’a devlet adamlarından, bürokratlara, askerlerden, akademisyenlere, özel sektör temsilcilerinden, savunma sanayii yetkililerine kadar geniş bir katılım sağlanmıştır. Forum’da Türkiye, KKTC ve Bölge’nin günümüz ve geleceğinde hayati önem taşıyan şu konular ele alınmıştır; “Denizci Devlet Doktrini“, “Asya Yüzyılında Türk Dünyası ve Mavi Gezegende Geleceğin İnşası“, “Yeni Deniz ve Denizcilik Jeopolitiği“, “Türk Denizcilik Ekosisteminin Geleceği ve Vizyonu“, “Karadeniz, Akdeniz ve Kızıldeniz’de Türkiye’nin Kapasite İnşası ve Okyanuslar“, “Türk Deniz Kuvvetleri’nin Yapılanması ve Kuvvet Dağılımı/Odaklanması“, “Deniz Savunma Ekosistemi; Yeni Ürün ve Teknolojiler (İDA, SİDA vb)“, “Türk Deniz Üsleri Senaryoları“, “Türk Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB) ve Rekabet“, “Deniz Jeopolitiğinde Yeni Değişkenler; Arktik, Kanal İstanbul vb.“, “İklim Değişikliğinin Deniz Koruma Alanları ile Denizlerdeki Hak ve Menfaatlerimize Etkileri ve Katkıları“, “Türk Deniz Ticareti Vizyonu ve Geleceği; Perspektifler/Analizler“, “Türk Deniz (Nautical) Turizmi Vizyonu/Geleceği; Perspektifler/Analizler“, “Türk Gemi Deniz Teknolojileri ve Sanayii Perspektifleri“, “Deniz Güvenliği; Türk Savunma Sanayii“, “Türkiye Gemi İnşa Yetenekleri ve Tersanecilik“, “Türk Limanları, Marina, Gemi ve Yat Turizmi; Hinterland ve Büyüme Stratejileri“, “Türkiye Derin Deniz Sondaj Yetenekleri“.
Forum kapsamında gerçekleştirilen ve aşağıda yer alan tespit ve önerilerin bugün ve geleceğin inşasına katkı için ilgili otoritelerin ve kamuoyunun dikkatine sunulması kararlaştırılmıştır:
- İlk üç Forum’un çeşitli isimlerde yayımlanan deklarasyonlarının içeriği, vizyonu, proaktifliği ve derinliği teyit edilmiştir. Türk Denizcilik Ekosistemi’nin ölçek ve kapasite inşası için tarihî bir sorumluluk ve vizyonla sürdürülen Forum ve eş çalışmalarına destek/işbirliği sağlamada sektör şirketlerinin (istisna kurumlar hariç) gerekli duyarlılığı temsil edememeleri üzülerek not edilmiştir.
- Farklı bakış açılarından ötürü “deniz güvenliğinin“ tek bir tanımının olmaması, tehdit unsurlarının da genel olarak; terör faaliyetleri, organize suçlar, iklim değişikliği, deniz kirliliği, deniz seviyesinin yükselmesi ve deniz ekosisteminin bozulması gibi farklı anılmasına yol açmaktadır. Karadaki kaynakların keşfinden sonra denizlere yönelen arayış, belirtilen tehdit unsurlarına, deniz alanları uyuşmazlıklarında sıcak çatışma riskini de eklemiştir. Bu sorunlara ilişkin çözüm üretmek uluslararası toplumun önceliği olmalıdır.
- İklim değişikliği, araştırmalar sonucunda deniz güvenliğini tehdit eden en önemli unsur olarak tespit edilmiştir. Devletler arasındaki deniz sınırı anlaşmazlıkları ise ikinci sıradaki en önemli deniz güvenliği tehdit unsuru olarak belirlenmiştir. Özellikle deniz diplerinde hidrokarbon kaynaklarının araştırılması ve çıkartılmasına olanak sağlayan teknolojik gelişme, devletlerin ilgisini denizlere yönelten faktörlerden biridir. Bu gelişmeler neticesinde devletler arasında yaşanan deniz sınırı anlaşmazlıkları bir taraftan hem bölgesel hem de küresel gerginliklere ve çatışmalara neden olurken, diğer taraftan ulusal askerî, siyasi, ekonomik gücün yönünü de değiştirmektedir. Dünyada mevcut yaklaşık 400’ü aşkın deniz yetki alanı uyuşmazlığından 190’a yakını anlaşmalarla belirlenmiştir. Barışçıl yollarla sınırlandırılması beklenen 200’den fazla uyuşmazlık bulunmaktadır. Deniz kirliliği ve çevre sorunları tehdidi ise üçüncü sırada yer almaktadır. Genel olarak denizlerin toplumlara sağladığı fayda ve imkânların sürdürülebilir olması deniz çevresinin korunması ile sağlanabilecektir.
- Post-kolonyal güvenlik anlayışı; güvenliği Avrupa merkezciliğinden kurtararak, üçüncü dünyayı nesne konumundan özne konumuna taşımaktadır. İklim değişikliği; ulusal, insani, uluslararası ve ekolojik güvenlik boyutuyla önceleri sömürge olan birçok küçük ada devletine tehdit oluşturmaktadır. İklim değişikliğinden doğrudan etkilenen bu devletler, iklim değişikliğine sebep olan gelişmiş ülkelerin mücadelede daha çok paya sahip olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak, günümüzde iklim değişikliğiyle mücadelede üçüncü dünyanın sesine yeterince kulak verilmemesi, ortak çözüm bulunmasını engelleyen temel sebeplerdendir.
- Ekonomi ve güvenlik birbirini etkileyen iki önemli bileşendir. Bunların çift taraflı etkileşim içinde olması ve ülkelerin refah seviyesine sunduğu katkı ulusal istikrarın devamıyla ilişkilidir. Dünyada tüm ticarete konu malların %90’ının taşımacılığının deniz yoluyla gerçekleşmesi, denizleri küresel ticaretin can damarı olarak teyit etmektedir. Deniz yollarının güvenliği ve kontrolü, aynı zamanda ticaret hatlarının kontrolü ve güvenliği demektir. Ülkelere uluslararası ticaret ve refah konusunda zengin bir kaynaklık sağlayan denizler üzerinde güvenlik konusundaki işbirlikleri çok önemlidir.
- Deniz güvenliğinin sağlanabilmesi için öncelikle denizde durumsal farkındalığın sağlanması gerekmektedir. Denizde durumsal farkındalık, deniz ortamında meydana gelen tüm olaylar ve durumlar hakkındaki verileri toplama, birleştirme, analiz etme ve daha sonra elde edilen bilgileri ve analiz sonuçlarını karar vericilere yayma sürecidir. Devletler ve uluslararası örgütler tarafından yayımlanan strateji belgelerinde deniz güvenliğine dair bakış açıları, daha çok bölgesel niteliktedir. Geniş kapsamda ve üzerinde uzlaşılmış deniz güvenliği tehditlerinin bulunmaması ise hem deniz güvenliği konusunda küresel işbirliğini zorlaştırmakta hem de bu tehditlerle mücadeleyi zayıflatmaktadır.
- Deniz güvenliğinin sağlanabilmesi küresel işbirliği ve ortaklık gerektirdiğinden, güvenlik üzerine yapılan çalışmanın uygulama aşamalarına hükûmet ve uluslararası örgüt yetkililerinin de dâhil edilmesi, daha geniş bir bakış açısı sağlayabilecektir. Yine deniz güvenliğinde ulusal ve uluslararası düzeyde konferans, çalıştay, forum gibi faaliyetlerin sayısının artırılması deniz güvenliğinin önemi ve tehditlerle mücadelede işbirliği ve ortaklık zemini sunabilecektir. Uluslararası ilişkilerde son 20 yılın politik, siyasi, ekonomik, askerî gündeminin merkezinde yer alan deniz güvenliğine, uluslararası ilişkiler disiplininin eğitim müfredatında daha kapsamlı yer verilmesi ise 21. yüzyıl güvenlik gelişmelerinin, Disiplin’in gelişimine yansıtılması açısından önem arz etmektedir.
- Sınır kontrollerinin artırılması ve sosyoekonomik şartlarının gelişmesi sebebiyle Türkiye, transit ülke konumundan çıkarak hedef ülke hâline gelmiştir. Ancak, insan hareketliliklerinin deniz yoluyla gerçekleşme eğilimi gösterdiği görülmekte ve bu yönüyle Türkiye’nin deniz güvenliğine yönelik tehdit oluşturmaktadır. Başta Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi olmak üzere uluslararası çerçeve yetersiz kalmakta, yeni ve daha kapsayıcı düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.
- Asya’daki ticaret hacminin artması rekabetin artmasına ve küresel güçlerin karşı karşıya gelmesine sebep olmaktadır. Özellikle yoğun bir ticaret alanı olan Doğu Akdeniz bu kapsamda ülkelerin odak noktalarından biri hâline gelmiştir.
- Türkiye’nin Doğu Akdeniz'de yalnızlaştırılmasına müsaade edilmemeli, İsrail'in Türkiye'yi yok sayarak Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile işbirliği içinde AB ülkelerine enerji kaynaklarını transfer etmesine yönelik her girişimi takip edilmeli ve akılcı politikalarla stratejik işbirlikleri tesis edilmelidir. Doğu Akdeniz'e kıyıdaş ülkeler arasında deniz yetki alanları konusunda mutabık olunmadan tartışmalı alanlarda faaliyet gösterilmesi savaş sebebi sayılabilecektir.
- Türkiye, “mavi vatan“ konsepti Türk Milleti’nin deniz alaka ve menfaatlerine odaklanmaktadır. Toplam deniz ticaretinin %25’i Akdeniz üzerinden yapılmaktadır. Ekonomik çıkarlar nedeniyle Akdeniz'e kıyıdaş ülkeler sınırlı ittifaklara girerek bir yandan kaldıraç etkisi sağlarken diğer yandan siyasi esneklik kazanmayı tercih etmektedirler. Bu duruma; Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Türkiye arasındaki dengeyi örnek göstermek mümkündür. Akdeniz üzerinde ve dünyanın belli bölgelerinde görülen bu esnekliğin küresel bir boyut kazanması, deniz güvenliğinin sağlanabilmesi noktasında önem arz etmektedir.
- Akdeniz bölgesinin siyasi olarak en sorunlu dört ülkesi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Filistin, Lübnan ve Suriye'nin statüleri BM nezdinde garanti altına alınmalı ve gelecekte hak kaybına uğramamaları için gri alanlar tesis edilerek garantör ülkelerin temsilciliğinde müzakereler yürütülmelidir.
- Alçak, orta ve yüksek irtifa olmak üzere çok katmanlı hava savunma sistemine sahip olan İsrail Füze Savunma Organizasyonu'nun, alçak irtifa hava savunma sistemi olan Demir Kubbe teknolojisini GKRY'ye satması hâlinde, Türk - İsrail diplomatik ilişkilerinin sağlıklı yürüyemeyeceği kuvvetle muhtemeldir. Doğu Akdeniz'de mevcut olan Rus menşeili S-400 hava savunma sistemi krizine ilave olarak yeni bir kriz alanı oluşacağından, alınan her askerî tedbire karşı bir yenisinin karşı tedbir olarak realize edilmesi silahlanmayı artıracak ve barışın korunmasını riske edecektir.
- “Demir Kubbeler“ ile güvenlik sağlamak yerine çok değerli enerji kaynaklarının olduğu bölgeleri barış kuşağıyla emniyete almak daha maliyet-etkin olabileceği gibi, bölge halkları zenginleştikçe barış ortamı da sürdürülebilir olacaktır.
- Tüm dünyada çizilmiş kızıl hatların arka planı doğru okunarak akılcı politikalar geliştirilmeli, “hakkaniyet ve nısfet“ ilkesine uygun olarak millî menfaatlerin azami oranda realize edilmesi sağlanmalıdır.
- Denizler çok önemli enerji kaynaklarını bünyesinde barındırmaktadır. Bugün uluslararası toplumun kullandığı enerji kaynaklarında doğal gazın %50’si, petrolün ise %30’u denizlerden çıkarılmaktadır. Yapılan tahminlere göre 2030 yılında bu oran doğal gazda %60’a, petrolde ise %50’ye çıkacaktır.
- Enerji diplomasisi, klasik anlamda tarif edilen diplomasi kavramından farklı olarak, uzun vadeli stratejik hedeflere ulaşmak amacıyla yürütülen karmaşık süreçlere sahiptir ve çok aktörlü mekik diplomasisi gerektirir. Petrol/Enerji alanlarına uluslararası zemin oluşturacak ve mekik diplomasisini hızlandıracak iki önemli mekanizma ortaya çıkmış ve Petrol Üreten Ülkeler Teşkilatı (OPEC) ile tüketici ülkeler tarafından kurulan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) teşkil edilmiştir.
- Türkiye, enerji talebinin %74'ünü dışa bağımlı olarak karşılayabilmektedir. Bu sebeple yalnızca enerji güvenliğine odaklanarak, sahip olduğu askerî kapasiteyle stratejik hedeflerine ulaşmaya çalışması rasyonel olmayacaktır.
- Avrupa'nın hidrojen üretim ve ithalat hedefini Yüzyıl’ın ortasına kadar 5,6 milyon tondan 20 milyon tona çıkaracak olan yeni REPowerEU stratejisi, Türkiye tarafından da dikkatle incelenmelidir. Özellikle Doğu Akdeniz ve Karadeniz'e kıyıdaş ülkelerle ve küresel enerji şirketleriyle oluşturulacak bir konsorsiyum üzerinden, teknolojik sıçramayı kaçırmayacak politikalar üretilmesi gerekmektedir.
- Türkiye'nin öncelikle; Karadeniz'de olduğu gibi, tüm kıyıdaşlarla deniz yetki alanları sınırlamasını diplomatik yollarla belirlemeli, doğru ittifaklar kurmalı, çok yönlü mekik diplomasisi izlemeli, agresif tutumlar yerine dünya ülkelerince benimsenmiş uluslararası deniz hukuku kurallarını işleterek haklı iddialarını dünya kamuoyuna benimsetmeli, güçlü ticari ilişkilerin yanı sıra teknolojik sıçrama yaratacak yeşil teknolojiler ile alternatif enerji kaynaklarının kullanımını ve yapay zekâ, büyük veri yönetimi, sanal gerçeklik gibi teknolojik dönüşümleri kaçırmamalıdır. İskenderun bölgesi, Rotterdam gibi enerji kaynaklarını rafine eden, depolayan bir enerji borsasına dönüştürülmelidir.
- Asya ve küresel düzlemde Çin ve Tayvan arasındaki sorun önem arz etmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), Tayvan’ı “ana karadan ayrı bir eyalet“ olarak görürken; aslında Tayvan’ı yöneten Çin Cumhuriyeti (ÇC) ise 1949’da kurulduğunda ÇHC’yi kendisinden “ayrı“ kabul etmekte ve kendisini de ayrı bir devlet olarak görmektedir. 1971’de 2758 sayılı BM Genel Kurulu Kararı, ÇHC’nin temsilcilerini “Çin’in BM’deki tek meşru temsilcileri“ olarak tanımıştır. Bunun üzerine ÇC fiili ve söylemsel olarak bu iddialarından vazgeçmek durumunda kalsa da resmî olarak bu tavrına devam etmektedir.
- Tayvan Boğazı’nda uzun süredir devam eden bu gerilim Bölge’de yaşanabilecek çatışma potansiyelini artırmaktadır. Tayvan’ı bu kadar önemli hâle getiren ise iktisadi gücü ve jeopolitik konumudur; Tayvan Boğazı'nda, Güney Çin Denizi ile Pasifik Okyanusu’nu birbirine bağlayan 38.188 km²lik alana sahip bir ada üzerinde, bugün siyasi yapısı ve 25 milyona yakın nüfusuyla dünyanın en iyi 20 ekonomisinden biri hâline gelen “bilişim devi ülke“ olarak anılmaktadır.
- İlgili BM Genel Kurulu Kararı’nın yanı sıra 1979’da ABD Kongresi tarafından onaylanan “Tayvan İlişkileri Yasası“ belgesine göre ABD, Tayvan’ı ayrı bir devlet olarak tanımama kararı almasına rağmen, Tayvan ile gayriresmî ilişkiler kurmanın yasal zeminini hazırlamıştır. Tüm bunlara ek olarak, ABD’nin Tayvan’a yönelik politikasının ana belirleyicisi, adanın ÇHC tarafından ilhakını önlemek ve mevcut durumu korumak olmuştur.
- ÇHC, Asya-Pasifik coğrafyasında aktif bir oyuncu ve yükselen bir güçtür. Bölge ülkeleriyle işbirliği çerçevesinde oluşturduğu yakın ilişkiler de ABD’nin bu coğrafyada izlediği politikalar doğrultusunda yakından takip edilmektedir. ABD, savunma ve dış politikasında Orta Doğu bölgesi ve Afganistan gibi ülkelerde askerî varlığını yıllardır azaltırken, yeni ilgi alanını Asya-Pasifik bölgesine doğru kaydırmaya başlamıştır.
- Bölge’deki askerî varlığını artıran ABD, ÇHC’ye karşı bu bölgedeki tarihi müttefikleriyle yaptığı anlaşmalar ve paktlar ile gücünü daha başat hâle getirmeye çalışmaktadır. Bunlara QUAD “Quadrilateral Security Dialogue“ (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu) ve AUKUS “AU, UK, US (Avustralya, Birleşik Krallık, ABD) örnek teşkil etmektedir. QUAD, 2007’de dönemin Japonya Başbakanı Abe Şinzo’nun girişimiyle kurulan Japonya, ABD, Avustralya ve Hindistan arasında olan Asya-Pasifik bölgesine ait bir güvenlik diyaloğu mekanizmasıdır ve Bölge’de yükselen güç ÇHC’nin Güney Çin Denizi’nde artan başat etkisini dengede tutmak amacıyla kurulmuştur. Üç ülke arasında bilgi teknolojisi güvenliği, kuantum teknolojisi, genetik teknolojiler ve yapay zekâ gibi konulardaki işbirliğinin önümüzdeki dönemde ilerletileceği belirtilmektedir. Çin'in hem toprak bütünlüğünü hem de bölgesel liderliğini sağlama potansiyeli, Tayvan’ın birleşme sorununu kendi lehinde çözmesi durumunda mümkün olacaktır.
- Güney Asya’da rekabet eden güçler arasında bir denge adası olan Tayvan veya başka bir deyişle Tayvan Boğazı, her ikisi de nükleer silaha sahip iki büyük güç arasında savaşa yol açabilecek dünyadaki uluslararası birkaç coğrafyadan biri olarak önem taşımaktadır. Tayvan’ın ayrıca güneye yönelik politikası ve kalkınma beklentileri ile Başkan Tsai Ing-wen tarafından Eylül 2016’da başlatılan Güneye Yönelik Politika (GYP) kapsamında Tayvan; Güney, Güneydoğu Asya ve Güney Pasifik Asya ülkeleri ile farklı müzakereler yürütmektedir. Ekonomik ve ticari işbirliği, insanlar arasında değişim, kaynak paylaşımı ve kurumsal bağlantıların tanımı olmak üzere dört ana stratejiyi kapsamaktadır.
- Bölge’deki sorunla ilgili olarak, Doğu Denizi'ndeki Tarafların Davranışlarına İlişkin Bildirgeyi (DOC) sıkı, eksiksiz ve etkin şekilde uygulamak için ASEAN ve ilgili taraflarla birlikte çalışılması önem arz etmektedir. Taraflar arasında Doğu Denizi'nde etkili ve sağlam bir Davranış Kuralları müzakere edilmesi gerekmektedir. Doğu Denizi'ndeki güvenlik sorunlarının çözümü; diyalog ruhu içinde uluslararası hukuka dayalı genel ve kapsamlı bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır. Uyuşmazlıklarda, ülkelerin 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi kapsamındaki yasal yükümlülüklerine tam olarak uymaları, kıyı devletlerinin egemenliklerine, çıkarlarına ve meşru ekonomik faaliyetlerine saygı göstermeleri gerekmektedir.
- Bu temelde, ülkelerin bilgi ve deneyim paylaşımını güçlendirmesi, eylemleri koordine etmesi ve ortak küresel zorluklara derhal yanıt vermesi önerilmektedir. Vietnam, ASEAN çerçevesinde ve ASEAN ile ortak ülkeler arasında Doğu Denizi'nde deniz ve deniz güvenliği konusunda girişimlere ve önemli işbirliği mekanizmalarına aktif olarak katılarak bir forum oluşturmakta, koordinasyona katkıda bulunmaktadır.
- Arktik bölgesi, küresel ısınmaya paralel olarak büyük değişim geçirmektedir. Deniz buzlarının erimesiyle birlikte kapladıkları alan ve kalınlıkları azalmakta ve bu sayede gemiler için seyre elverişli hâle gelmektedir. Bölge’deki değişimler farklı devletlerin Bölge’ye yönelik stratejilerinde de değişikliklere neden olmuştur. Bilhassa son yıllarda Arktik Okyanusu’nda bulunan üç temel deniz yolu Kuzeybatı Geçidi (NWP), Kuzeydoğu Geçidi (NEP) ve Trans Polar Geçidi (TPP) ve bağlantılarına yönelik çalışma sayısı gün geçtikçe artmaktadır.
- Arktik bölgesindeki deniz ticaret yollarını transit, destinasyon trafiği, ithalat/ihracat taşımacılığı ve Arktik içi kabotaj bağlamında etkinlik ve verimlilik açısından alternatifleriyle kıyaslamalı olarak inceleyen çalışmalarda kimi zaman birbiriyle çelişen sonuçlara ulaşılmış olsa da Bölge’nin Türk denizcilik sektörüne sunduğu pek çok fırsat bulunmaktadır.
- Arktik bölgesinde, Çelik Tekne Tersanesi kutup koşullarına uygun gemi inşa ihalesini kazanan ilk Türk tersanesi olmuştur. Arktik bölgesindeki ihalelere giren tersane sayısında önemli artış vardır (Kutup Kodu gereksinimlerine uygun buz sınıfı araç üreten Atlas ve Akdeniz Tersaneleri, buz sınıfı akaryakıt gemisi inşa eden Beşiktaş Tersanesi, buzkıran römorkör ihalesini kazanan Sanmar Tersanesi ile buzkıran ihalelerinde yer alan Sefine ve Kuzey Star Tersaneleri vb). Danimarka’ya buz sınıfı bir araç inşa eden Uzmar Tersanesi, 2020 yılında Grönland’de gerçekleştirdiği UzmarACT (Action Climate Team- Uzmar İklim Aksiyon Takımı) isimli bir sosyal sorumluluk projesi ile küresel ısınma ve iklim değişikliğine dikkat çekmiştir. 2022 Arctic LNG-2 bünyesinde “dry dock flooding“ ve GBS1 sızıntı testleri Türk mühendisleri tarafından yapılmaktadır.
- Hidrokarbon kaynakları ve nadir madenlerin yanı sıra dünyanın diğer bölgelerine kıyasla üç kat daha hızlı ısınan Arktik bölgesinde deniz buzunun nispeten uzun süreli olarak küçülerek çekilmesi nedeniyle deniz ticaret yollarına ilişkin jeoekonomik fırsatlara dayalı bir rekabet gündeme gelmiştir. Söz konusu değişimler hem bölge devletlerinin hem de bölgede yer almayan devletlerin Arktik politikalarına yön vermektedir.
- Küresel gelişmelerin Arktik üzerinde etkisi olduğu gibi Arktik’teki gelişmelerin de küresel çapta etkileri bulunmaktadır. Rusya’nın kendisine uygulanan on binin üzerinde yaptırıma Bölge’den elde ettiği doğal gaz ve petrole dayalı yaptırımlarıyla cevap vermesi ve bu yolla son aylarda değer kaybeden rublenin tekrar değer kazanmaya başlaması, Bölge’nin aslında sadece Rusya için değil, pek çok devlet için ekonomik açıdan ne denli stratejik öneme sahip olduğunu göstermektedir.
- 21. yüzyıl “denizcilik yüzyılı“ olarak öne çıkarken hem sivil hem askerî açıdan denizi okuyabilen uluslar bu süreçte büyük avantajlara sahip olacaktır. Bu minvalde 2014’ten bu yana Arktik bölgesinde aktif olarak ihaleleri kazanan Türk tersanelerinin kapsamlı bir denizcilik stratejisi geliştirilerek teşvik edilmesinin yanı sıra Antarktika’da yerli ve millî teknolojisiyle bayrak gösteren Türkiye’nin, Arktik’teki uluslararası işbirliklerinde de aktif olarak yer alması oldukça önemlidir.
- Türkiye'nin son 50 yılda karşılaştığı güvenlik tehditleri ve buna ek olarak dışa bağımlığı önleme isteği savunma sanayiinin gelişimindeki en önemli iki faktördür. Rusya - Ukrayna Savaşı, Yunanistan ile olan kıta sahanlığı anlaşmazlığı ve Doğu Akdeniz’de doğal kaynak paylaşım mücadelesi gibi küresel ve bölgesel riskler Türkiye’nin denizlerde güçlü bir orduya ihtiyacını geçmiş dönemlere kıyasla ciddi derecede artırmıştır.
- EastMed projesinin Rusya'yla rekabet çerçevesinde değil, Türkiye gibi bölgesel güçleri dengeleme arayışı ile gündeme geldiği, ancak Çin ve Rusya’yı dengeleme konusunda Türkiye’yi kaybetme riski göze alınamadığı için rafa kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Doğu Akdeniz’de MEB alanları nedeniyle ülkeler arasında yaşanan çatışmalar, Libya'daki sorunlar gibi zorlu siyasi durumlar, EastMed projesinin cazibesini yitirmesine neden olmuştur. Büyük bölümü deniz altında olacak projenin maliyetinin çok ağır olması, yeteri kadar gaz bulunup bulunmadığı konusunun netlik kazanmaması, yatırım için ticari şirketlerle başlatılan görüşmelerden istenilen sonucun alınamaması, Avrupa’da yeşil enerjiye dönük projelerin gittikçe artması, Rusya ve Çin’i dengeleme arayışındaki ABD’nin Türkiye’yi yabancılaştırmak istememesi, İtalya gibi AB ülkelerinin projeyi destekleme konusundaki ikircikli tavırları EastMed projesinin rafa kalkmasında etkili olmuştur. EastMed boru hattının jeopolitik ve ekonomik nedenlerden dolayı alternatif proje olarak yine gündeme alınma ihtimalinin az olduğu değerlendirilmektedir.
- Teknolojik gelişmeler denizcilik faaliyetlerini de etkilemektedir. Otonom gemilerin geliştirilmesi ile kullanımına yönelik test aşamaları hızlanmaktadır. Sadece askerî veya deneysel değil, sivil taşımacılıkta da otonom araçların kullanımı gündemdedir. Uluslararası Denizcilik Örgütü IMO (International Maritime Organization) bu konuda etkin şekilde çalışmalarını sürdürmektedir. IMO, uluslararası yasal mevzuatın noksanlarını tespit edip geliştirilmesi yönünde çalışmaktadır.
- Dünya çapında bini aşan otonom geminin 53’ten fazla organizasyonca işletildiği bilinmektedir. Mayıs 2022’de Japonya’nın Tokyo Körfezi’nde dünyanın ilk otonom ticari gemisi 500 deniz mili uzunluğundaki rotasını, olası kazalardan yapay zekâ ile kaçınarak başarılı şekilde tamamlamıştır. Norveç’te, elektrikli ve ilk sıfır emisyonlu çevre dostu otonom kargo gemisi Kasım 2021’de ilk seferini gerçekleştirmiştir. Finlandiya, Çin, Belçika, İspanya, ABD gibi ülkeler de otonom gemi çalışmalarını sürdürmektedir. Otonom gemilerin kullanımı güvenlik, maddi-parasal tasarruf, çevrenin korunması ve birçok konuda avantajlı olmakla birlikte riskleri de şüphesiz vardır.
- Savunma sanayii ar-ge çalışmaları, ağırlıklı olarak mevcut silahların daha da küçültülmesi ve insansızlaştırılması üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu alanda öne çıkan İnsansız Deniz Aracı (İDA) konsepti, gerek sivil gerekse askerî açıdan neredeyse sınırsız kullanım alanı olması sayesinde önemli bir potansiyel oluşturmaktadır.
- Denizci Devlet ekosisteminin güncelde siyasi, ekonomik, sektörel kodlarının yeniden tanımlanması, müteakiben bu ekosistemi yönetecek bir bakanlık/başkanlık oluşturulması kuvvetle önerilmiştir.