[1] Uzman, Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (TÜRK DEGS), Türkiye, omer.memoglu@turkdegs.org
ÖZET
Türkiye, denizlerin paylaşım mücadelesi kapsamında “kazan kazan“ stratejisini benimsemektedir. Denizden komşusu kıyıdaş devletlerin Türkiye ile anlaşmaları durumunda ne kadar deniz yetki alanı kazanacaklarını göstermek üzerine bir strateji benimseyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisi ile anlaşmamaları durumunda ise ne kadar deniz yetki alanı kaybedeceklerini göstermek üzerine bir strateji izler. Adil paylaşım, hakkaniyet, coğrafyanın üstünlüğü, oransallık ve kapatmama gibi uluslararası prensipleri benimseyen Türkiye'nin Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı uzunluğuna sahip olarak haliyle İsrail ile de karşılıklı kıyıları bulunur. Bu kapsamda İsrail Türkiye'nin denizden komşusudur. Batı'da Libya ile çekilen Türk Kılıcı, Doğu'da da İsrail ile uygulanabilir. Doç. Dr. Cihat Yaycı'nın bir tezi olan Libya-Türkiye MEB anlaşması Libya Türkiye'nin Denizden Komşusudur tezi, Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iradesiyle gerçekleştirilmiş ve Yunanistan ve GKRY'nin Doğu Akdeniz'e kıyısı bulunan ülkelerin deniz yetki alanlarını gasp etmek üzerine planlanan küresel bir oyunu bozan stratejiyi oluşturmuştur. Küresel çok oyunculu aktörlerin ve enerji hegemonyasını tekelinde tutanların iştahını kabartan Doğu Akdeniz, en uzun kıyı uzunluğuna sahip Türkiye'yi Mavi Vatan stratejisi ile küresel bir aktör hâline getirecektir. Türkiye'nin büyük devlet olmasını istemeyen ve Mavi Vatan Doktrini'nden vazgeçirmek için türlü yöntemlere başvuran aktörlerin, Türkiye'ye pranga vurmak üzerine planlarını hayata geçirmek için Seville haritası olarak çizdirdikleri, Türkiye’yi adeta kara sınırlarına hapsetmek üzerine planlanan, bir zamanların Sevr anlaşmasının denizlerdeki yansımasını bu milletin önüne koymaya çalıştıklarını görmekteyiz. Çünkü Türkiye denizlerine sahip çıktığında enerji sorununu çözebilecek ve bu kapsamda da büyük devlet olabilmek için “bir gerek ve iki yeter şartın“ yeter şartlarından birini gerçekleştirecektir. Türkiye'deki lobilerini Mavi Vatan'ın yayılmacı, maximalist, Yeni Osmanlıcı bir söylem olduğu üzerine fonlayan unsurların, temel stratejisi Türkiye’nin büyük devlet olmasının önüne geçmektir. Barbaros Hayrettin Paşa'nın ifadesi ile "suyu yöneten toprağı yönetir" ilkesinden hareketle bu husus milletimizce tekrar deklare edilerek, denizden komşumuz İsrail'e de Türkiye ile anlaşmaları durumunda ne kadar deniz yetki alanı kazanacaklarını gösteren bir çalışma gerçekleştirmek çalışmanın temel stratejisini ortaya koymaktadır. Asırlık medeniyetimizin sahip olduğu denizcilik ruhunu ve denizlerinden kopartıldığı zaman büyük kayıplara uğrayan Türk devletlerini yeniden hatırlatmak ve deniz güvenliği noktasında da Doğu Akdeniz'deki küresel rekabeti ve rekabetin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yansımalarını ele almak çalışmanın ana hatlarını ortaya koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Denizcilik, Doğu Akdeniz, Adil Paylaşım, Mavi Vatan, İsrail-Türkiye MEB.
- GİRİŞ
Tarih boyunca denizcilik dünyaya hâkimiyet doktrinleri oluşturma noktasında en önemli etken olarak karşımıza çıkar. Denizlerinden kopartılan devletler jeopolitik ve jeostratejik olarak güçlerini ve önemlerini kaybederken, denizlere daha çok yakınlaşan, kıyı şehirlerine ve limanlara hâkim olan devletler ise bir o kadar güçlenirler. Türk tarihi mercek altına alındığında ise Oğuzların efsanevi atası olan Oğuz Kaan’ın şu mısraları Türkler için denizlerin ve denizlere hâkim olmanın ne kadar önemli olduğunu gözler önüne serer. Oğuz Kaan der ki, “Daha deniz, daha ırmak / güneş tuğ (bayrak) olsun, gökyüzü çadır.“[2]
Oğuz Kaan’ın bahsi geçen dizelerinde ülkesinin sınırlarının deniz, ırmak ve gök olması gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Ancak denizcilikle bütünleşen ve denizciliği daima yücelten, en önemli hedefin denizlere hâkim olmak olduğu gerçek Türk tarihine yapılan operasyon kapsamında yapılandırılmış bir tarih mühendisliği oluşturmaya çalışan unsurlar, Türklerin aslında denizci bir millet olmadığını ileri sürmeye kalkarak bir toplum mühendisliği projesini hayata geçirmeye, gerçekte denizcilikle bütünleşen gerçek Türk tarihini yıpratmaya çalışmaktadırlar.
Hâlbuki Orta Asya Türklerinin denizle bir bağının olmadığını ifade edenler, Oğuz Kaan’ın bir oğlunun adının da Denizhan olduğunu unutmaktadırlar. Türkler denizle o kadar iç içedirler ki Çin’e akınlar yaptıkları zaman bile hep denize ulaşmayı hedeflemişler ve en nihayetinde denize ulaşmayı da başarmışlardır.
Türklerde denize ulaşmanın en büyük hedef olmasının bir yansıması da Sultan Melikşah’ın Akdeniz’e ulaştığında kılıcını üç defa denize batırarak söylediği şu sözlerde saklıdır. Sultan Melikşah Akdeniz’e kılıcını batırdığında der ki, “Ey babam Alp Arslan! Sana müjdeler olsun, henüz bir çocuk olarak bıraktığın oğlun dünyayı baştan başa fethetti.“[3] Sözün özü, Türklerde denize ulaşmak en büyük hedeftir. Bu hedef Barbaros Hayrettin Paşa’nın “denizlere hâkim olan cihana hâkim olur“ sözünde de oldukça açık bir şekilde ortadadır.
21. yüzyıla gelindiğinde ise denizlerin paylaşım mücadelesi kapsamında önemli bir rekabetin gün yüzüne çıktığını ve özellikle bu rekabet kapsamında Doğu Akdeniz’in jeopolitik ve jeostratejik olarak oldukça önemli olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü Doğu Akdeniz, sahip olduğu hidrokarbon rezervleri kapsamında küresel aktörlerin iştahını kabartmaktadır. Tarih boyunca zaten Doğu Akdeniz küresel hâkimiyet doktrinlerinin kilit taşı olarak karşımıza çıkmakta ve coğrafi açıdan da Akdeniz Batı ve Doğu Akdeniz olmak üzere iki havzadan oluşmaktadır.