Türkiye – Rusya “Huzursuz Ortaklığı”nda Sinir Uçları

Makale

“Şayet Türkler olmasaydı Rus tarihi en azından 1000 yıldır boşluk içinde kalırdı!” demek yanlış sayılamaz. Zira Türk-Rus ilişkilerinin tarihi, yüzyıllardır birbiriyle komşuluk yanında aynı bölgeyi ve hatta aynı devleti paylaşan, bugün dahi paylaşmaya devam eden eşine az rastlanır bir ilişkiler yumağıdır. Türkler ve Ruslar, 1665-1917 döneminde her otuz yılda bir savaştığı gibi sekiz büyük barış antlaşması imzaladılar. ...

Prof. Dr. Celalettin YAVUZ
İstanbul Topkapı Üniversitesi

Özet

“Şayet Türkler olmasaydı Rus tarihi en azından 1000 yıldır boşluk içinde kalırdı!“ demek yanlış sayılamaz. Zira Türk-Rus ilişkilerinin tarihi, yüzyıllardır birbiriyle komşuluk yanında aynı bölgeyi ve hatta aynı devleti paylaşan, bugün dahi paylaşmaya devam eden eşine az rastlanır bir ilişkiler yumağıdır. Türkler ve Ruslar, 1665-1917 döneminde her otuz yılda bir savaştığı gibi sekiz büyük barış antlaşması imzaladılar. İki millete ait devletler diğer ülkelerle kurdukları ilişkilerden de etkilenmiş olup her iki ülke üzerinde bir diğerinin etkisi rahatça anlaşılabilmektedir.

İstiklâl Harbi sırasında TBMM Hükümeti, önce Gümrü Antlaşması, ardından da Moskova Antlaşması ile bugün de kullanılan sınırlar üzerinde uzlaşma sağladılar. Mustafa Kemal ve Vladimir Lenin arasındaki iletişimin ardından Bolşevik Rusya’dan önemli yardımlar alındı.

Sovyetler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ikili ilişkilerde karşılıklı saygıya dayanan kısa vadeli bu iş birliği döneminin ardından âdeta tekrar hatırlanan “tarihsel rekabet“ 1930’lu yılların ortasından itibaren yeni boyutlar ve içeriklerle tekrar ortaya çıktı.

II. Dünya Harbi sona ererken Sovyetler, Türkiye’den; (1) Sınırın yeniden çizilmesi, (2) Boğazlarda Sovyet üslerinin kurulmasına izin verilmesi, (3) Montrö Boğazlar Sözleşmesinin gözden geçirilmesi gibi kabul edilmesi mümkün olmayan isteklerde bulundular.

1960’lı yıllarda Sovyetler Türkiye açısından önemli ağır sanayi yatırımlarını gerçekleştirdiler. Ancak soğuk savaşın etkisiyle taraflar birbirlerine karşı güven bunalımı içerisindeydiler.

Soğuk savaş sonrasında ortak boru hatları projeleri, nükleer santral inşası vb. ekonomik alanlarda ortaklıklara rağmen tarafların “huzursuz ortaklık“ şeklinde özetlenen farklı tercihlerinden bazıları şöyledir:
  • Soğuk savaş sonrası Dağlık Karabağ sorunu.
  • Yugoslavya’nın dağılması sonrası Bosna-Hersek ve Kosova krizleri.
  • 1997-1998 döneminde Türkiye’nin muhalefetine Rusya rağmen GKRY’ye S-300 füze savunma sistemi satmak istedi.
  • Rusya’nın, 2008’de Gürcistan’a müdahaleyle bölge istikrarına darbe vurması.
  • Rusya’nın 2014’te çıkarttığı krizle Kırım’ı ilhak edip, Doğu Ukrayna’da istikrarsızlığa sebebiyet vermesi.
  • PKK gibi Türkiye aleyhtarı terör örgütlerine ve yandaşlarına desteği.
  • Suriye iç savaşında başlangıçtan itibaren Türkiye ile farklı tercihler.
  • Libya’da iki ülkenin çıkarlarını çatışması.
  •  
Anahtar Kelimeler: Rusya, Osmanlı Devleti, Sovyetler Birliği, soğuk savaş, Türkiye



Giriş
Bir bakıma “Şayet Türkler olmasaydı Rus tarihi de son 500 yılı yoğun olmak üzere en azından 1000 yıldır boşluk içinde kalırdı!“ demek yanlış sayılamaz. Zira Türk-Rus ilişkilerinin tarihi, yüzyıllardır birbiriyle komşuluk yanında aynı bölgeyi ve hatta aynı devleti paylaşan, bugün dahi paylaşmaya devam eden eşine az rastlanır bir ilişkiler yumağıdır. İki millete ait, çoğunlukla çatışan devletler arasındaki ilişkiler bazen doğrudan, bazen de dolaylı şekilde birbirlerini etkilediler. Keza iki millete ait devletler diğer ülkelerle kurdukları ilişkilerden de etkilenmiş olup, her iki ülke üzerinde bir diğerinin etkisi (Rusya’da “Türkiye etkisi“, Türkiye’de “Rusya etkisi“) rahatça anlaşılabilmektedir. (Sarı, 2018, s. 381)

Bugün Rus hâkimiyeti altındaki topraklardan Kırım’a ilk giren Türk kavimi Hun Türkleridir. Ancak, göçebe oldukları için Kırım’da kalıcı olmayan Hun Türklerinden sonra Köktürkler, On-Ogurlar, Kuturgurlar, Hazar Türkleri ve Peçenekler zaman içinde sırasıyla Kırım’da varlık gösterdiler. Peçenekleri yenerek bölgede hâkimiyet kuran ve Kırım’la birlikte stepleri de ele geçiren Kıpçaklar da bölgede 200 yıl süreyle hâkimiyet kurdular. Cengiz Han’ın torunu Batu Han tarafından kurulan Altın Orda Devleti (Kıpçak Hanlığı), XIV. yüzyılın sonlarına doğru Timur akınları ile son bulunca Kırım, Kazan ve Astrahan hanlıkları kuruldu. (Hülagü, 2005, s. 321)

Ruslarla Türkler arasında Avrasya’nın değişik yerlerinde genelde hasmane şekilde gerçekleşen ilişkileri Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde Karadeniz havzası, Kafkaslar-Balkanlar ve Yakındoğu bölgesi merkezli incelemek isabetli olacaktır. Öte yandan bu ana mihverlere paralel olarak “İç Rusya“ Türkleri ve “Merkezî Asya Türkleri (Türkistan Türkleri) ile Ruslar arasında genelde Türkler aleyhine gelişen ilişkiler de önemlidir. Türklerle Ruslar arasındaki “millî sorunları“ tam olarak idrak edebilmek maksadıyla doğal olarak derin izler bırakan Sovyetler Birliği dönemi ile bu ülke dağıldıktan sonraki yeni dönemin (soğuk savaş sonrası) de incelenmesiyle sağlıklı bir sonuca ulaşılacaktır.

Osmanlı Devleti Döneminde Türk – Rus İlişkileri

Osmanlı Devleti ile Ruslar arasındaki ilişkileri o yıllarda değilse de, daha sonraki dönemlerde ilgilendirecek olan en önemli gelişme, İstanbul’un Türkler tarafından ele geçirilmesinden sonra, Rusların kendilerine “Ortodoksluğun “koruyucusu“ olarak da görmeye başlamalarıdır. Zira Knez III. İvan, Bizans prensesi Sofya Paleolog ile evlilik yaptıktan sonra, Rus knezleri kendilerini Bizans imparatorlarının halefleri olarak telakki etmeye başlamışlardı. İşte bu sebeple İstanbul’un fethinin ardından “Ortodoks Hıristiyanlığı başsız ve yetim kalmış“ kabul edilerek, telkinler sonucu Ortodoksluğun yeni merkezi ve III. Roma olma misyonu Moskova’ya yükleniyordu. Dünya hâkimiyetinin ilk merkezi Roma, daha sonra da İstanbul idi. İstanbul düşünce, yeni merkez Moskova’daki Çar, “Bizans imparatorlarının halefleri ve Ortodoksluğun en yüksek koruyucusu olacaklardı.“ Teslis, (üçleme telakkisine göre) Moskova olup, bu teslisin (Roma-İstanbul-Moskova) sonuncusuydu. Bu maksatla Bizans’ın çift başlı kartal şeklindeki devlet arması da “III. Roma“ olarak telakki etmeye başladıkları Moskova Knezliği’nin devlet arması yapıldı. Böylece Rusya siyasi ve dini motifleriyle donatılan bir devlete dönüştürülüyordu. (Bağcı, 2018, s. 125)

Fatih Sultan Mehmed döneminde, Karadeniz’in güney kıyılarını ele geçiren Osmanlı Devleti, Kırım Türklerinin de yardımıyla, bölgede Cenevizlilere ve Venediklilere ait kolonileri ele geçirdi. Gedik Ahmet Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri Kefe, Kerç, Sudak ve Balıklava kalelerini fethetti. 1475’te Mengli Giray, Osmanlı Devleti’ne bağlı Kırım Hanlığı’nın başına getirildi. Bir süre daha bölgede sorunlar yaşanmışsa da, 1534 yılı itibariyle Giray Hanedanı’nın Kırım Hanlığı’nın Osmanlı Devleti’ne bağlılığı kesinleşti. (Hülagü, 2005, s. 322-323)

Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya bağlamında ilk diplomatik ilişkilerin kurulması 31 Ağustos 1492 tarihine rastlamaktadır. O tarihte Rusya Çarı, Kırım Hanı aracılığıyla Sultan II. Bayezid’e gönderdiği ve Osmanlı ile Rusya arasındaki ilk yazılı diplomatik belgeye olumlu cevap verildi. (Mokayev, 2017, s. 429) Aslında Ruslar ile Türkler arasındaki etkileşim Karadeniz’in kuzeyindeki Peçenek, Uz, Kuman ve Kıpçaklar ile Altın Ordu devletlerinin varlığı sırasında başlamıştı. Uzunca bir süre Altın Ordu’ya vergi veren Rus knezlikleri, bu işleme 1552 yılında Kazan’ın, 1556 yılında da Astrahan’ın Rus Çarlığı tarafından ele geçirilmesiyle son verdiler. Bu tarihten sonra bölgedeki Tatar Türkleri, Rusların kontrolü altına girdiler.

İki ülke arasındaki ilk ve doğrudan çatışma, Astrahan şehrinin Ruslar tarafından ele geçirilmesi ve Rusların Türkistan’dan gelen hacıların ve tüccarların kullandığı Kafkasya bölgesindeki güzergâha yaklaşması ve bu bağlantının kapanması üzerine çıktı. Bu maksatla 1569 yılında Osmanlı devleti Rus Çarlığına karşı Astrahan Seferi’ne çıktı. Bu ilk Rus-Osmanlı çatışması sonucunda Osmanlı Devleti geri çekildi. Bu sonuç Rusları güneye inme ve Karadeniz’i ele geçirme düşüncesine sevk etti. (Yılmaz & Yakşi, 2017, s. 13)

XVII. asırda Rus tahtını ele geçiren Romanov hanedanlığı devletin topraklarını genişletmeye ve bugünkü Ukrayna ile daha da güneyine yönelmeye başladı. 1678 yılındaki Rus – Leh ittifakına karşı Sadrazam Kara Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu galip gelirken, Türk kuvvetleri Özi nehrine kadar ilerledi. Bu harekât, Osmanlı Devleti’nin o güne kadar Ukrayna steplerine ilk ve aynı zamanda da son seferiydi. Bu seferin ardından Rus Çarlığı ile görüşmeler Kırım Hanlığı üzerinden sürdürüldü. 1681 yılında Osmanlı devletini temsilen Kırım Hanlığı ile Rus Çarlığı arasında Kırım’daki Bahçesaray’da imzalanan antlaşma tarihe ilk “Türk-Rus Barışı“ olarak geçti. (Sarı, 2018, s. 382-383) 1682–1725 yıllarında Rus Çarı olan I. Pedro, ticaret için büyük limanlara sahip olunması ve sıcak denizlere inilmesi gerektiğini fark ederek, Karadeniz ve boğazları, hâkimiyeti altında tutan Osmanlı Devleti’nden almanın, hatta bu devletin yıkılması gerektiğini düşünüyordu. (Yılmaz & Yakşi, 2017, s. 13) Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminde iken, giderek gelişen Rusya, Çar I. Pedro döneminde 1699 yılında Azak Denizi’ndeki deniz savaşının ertesi yılında 46 top kapasiteli “Fortress“ gemisi Rus Sefiri Ukraintsev’i İstanbul’a nakletti. Böylece Türk tarihinde İlk kez bir Rus harp gemisi resmî bir maksatla Karadeniz’de serbest seyirle İstanbul’a intikal etmişti. (Hughes, 1998, s. 82)

Çarlık Rusyası, Çariçe II. Katerina’nın 1762 yılında tahta geçmesi ile daha da gelişirken, Osmanlı Devleti’ne olan Rusya tehdidi de giderek arttı. Bu dönemdeki Osmanlı-Rus savaşlarında Osmanlı Devleti ağır yenilgilere uğradı. Kırım’ı ilhak eden Rusya, Osmanlı tebaası olan Yunanlıların ve Slav halkların Osmanlı’ya karşı isyan etmesini de teşvik etti. O yıllarda bu kadarla yetinmeyen Katerina’nın hedefleri arasında İstanbul’u ele geçirerek Osmanlı devletine son vermek de vardı. (Sarı, 2018, s. 384)

23 Ağustos 1769’da, Baltık filosundaki dokuz harp gemisi ve çeşitli tekneden oluşan bir filo Amiral Spiridov’un komutasında Baltık Denizi’nden hareketle Akdeniz’e yelken açtı. Büyük güçlüklere rağmen Rus filosunun ilk gemileri Mart 1770 içinde Mora’ya ulaştılar ve Amiral Spiridov’un firkateynlerinden biri Navarin’i bombaladı. Haziran 1770 ayında Amiral Elphingston’un kuvvetlerine katılan Spiridov, daha sonra 8 Temmuz 1770’te Çeşme’deki Türk filosuna bir baskın düzenleyerek Türk deniz gücüne 1571’deki İnebahtı’dan sonraki en büyük yenilgisini tattırdı. (Yavuz, 2000, s. 21-22) Aynı dönemde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında kara savaşları da devam ediyordu. 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslar Azak, Kerç ve Taganrog limanlarını ele geçirdiler. Böylece Rus ticaret gemileri Türk Boğazlarından serbestçe geçme imkânına kavuşmuşlardı. Bu gelişme Çar I. Pedro’nun Karadeniz’e inmekle ilgili rüyasının bile çok ötesindeydi. Karadeniz artık bir Türk gölü olmaktan çıkarak uluslararası bir boyut kazanmıştı. Türk Boğazları da bu konuda Karadeniz’e eşlik ediyordu. (Yavuz, 2007, s. 30-42)

1787-1792 Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşları sonunda imzalanan antlaşmalardan Yaş Antlaşması’yla Osmanlı Devleti, Karadeniz’de stratejik önemi çok büyük Kırım’ın Ruslara ait olduğunu kabul etti. Bundan böyle Rusya, “Osmanlı’dan toprak ilhak eden, Osmanlı tarafından gücü tanınan ve bu gücün engellenmesi yolunda içte bir takım reformların gerçekleştirilmesi“ gerektiğine inanılan “büyük bir devlet“ gibi kabullenildi. (Yerdelen & Çıkrıkçı, 2017, s. 55) Gene bu tarihten itibaren Kırım Türklerinin yıllarca devam edecek esareti başlıyordu. Esareti kabullenemeyen binlerce Kırım Türkü ise yerini yurdunu terk ederek Osmanlı Devleti’nin geriye çekildiği bu dönemde ilk önemli göç olayını gerçekleştirdiler. Göç edenlerin sayılarıyla ilgili iddialar farklı olmakla birlikte, XVIII. yüzyıl sonuna kadar bu verimli toprakları (Kırım ve civarı) terk edenlerin sayısının, toplam nüfusun %35’ine ulaştı. Rus yanlısı Şahin Giray’ın han olmasıyla da göçlerde büyük artış kaydedildi. Rusya’nın baskı ve yıldırmaları sonucunda 1792, 1860-1863, 1874-1875 ve 1891-1904 dönemlerinde, Kırım’dan büyük çaplı göçler yaşandı. Oldukça büyük sayılara ulaşan bu göçler nedeniyle Osmanlı Devleti çok büyük sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi sorunlarla karşılaştı. (Hülagü, 2005, s. 332-333)

Daha sonraki dönemlerde de devam eden Rus yayılmacılığı ve işgali sonucunda Kırım Türklerinin %50’ye yakını topraksız kalırken binlercesi de Kırım’ı terk ettiler. (Şahin C. , 2017, s. 62) Aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu Kafkaslardan ve Rumeli’den de büyük göçler almaktaydı. Kırım’daki Türklerin her ne kadar önemli bir kısmı Osmanlı Devleti’nin daha emniyetli bölgelerine göç etmişse de, bir kısmı da Kırım’daki varlığını sürdürdüler. Kırım ve Kazan Türkleri, aslında Osmanlı Devleti’nde Türklük bilinci ve Türk kültürüyle ilgili ilk aydınların ortaya çıktığı coğrafya olmaları hasebiyle de Türk tarihine ayrı bir renk katmışlardı.

Kuruluşunu takiben, devamlı Osmanlı Devleti aleyhine gelişen iki ülke ilişkileri, Kırım’ın ilhakından sonra daha farklı bir boyuta yükseldi. Bundan sonra Rusya’nın Balkanlardaki neredeyse diğer tüm siyasi ve askerî ilişkilerde Osmanlı Devleti’nin karşısındaydı. XIX’ncu yüzyılın başlarından Bolşevik Devrimi’ne kadar Türk-Rus ilişkileri Osmanlı’nın güç kaybetmesi ve Rusya’nın giderek güçlenmesi biçiminde gelişen olayların özeti şöyledir:
  • Osmanlı Devleti’nde ilk gayrimüslim ayaklanması olan 1804’teki Sırp ayaklanmasında Rusya’nın desteği vardı.
  • 1821’deki Mora İsyanı’na Rusya da İngiltere ve Fransa ile birlikte “üçlü ittifakla“ yaklaşarak destek verdi. Bu maksatla her üç ülkenin deniz filolarından oluşan “müttefik donanma“, 1827’de Navarin’de Osmanlı donanmasını yaktılar.
  • 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusya Edirne’yi işgal ederken, Kafkas cephesinde de durum (Yerdelen & Çıkrıkçı, 2017, s. 55) Osmanlı aleyhineydi. Erzurum, Kars ve Ahıska’nın Rusya’nın eline geçmesiyle İstanbul ve Boğazlar açıkça Rus tehdidiyle karşı karşıya kalmaya başladı. 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Anlaşması ile denge iyiden iyiye Osmanlı aleyhine bozuldu.
  • Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanması sırasında Osmanlı Devleti Rusya ile 1833’teki Hünkâr İskelesi Anlaşması ile Boğazların uluslararası bir statüye sahip konuma gelmesine, boğazlar üzerindeki Rus ayrıcalığının kaldırılmasına izin vermek mecburiyetinde kaldı.
  • Çar I. Nikola döneminde Avrupa siyasetinde artan biçimde etkili rol oynayan Rusya, Osmanlı Devleti’ni “Hasta Adam“ imajıyla itibarsızlaştırma siyaseti yürüttü.
  • 1853’te, Sinop’ta Osmanlı filosunu yakarak, tarihinde ilk kez sahildarı olmayan Avrupalı ülkelerle Osmanlı Devleti’nin “Kırım Savaşı“na girmesine sebebiyet verdi. İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin yanında yer alsa da, 1856 Paris Anlaşması ile bu kez azınlıklar hakkında yeni tavizlerin verdirilmesine sebebiyet verdiler.
  • XIX’ncu yüzyılın son çeyreğinde yoğunlaştırdığı “Panislavizm“ hareketiyle Türkleri Balkanlardan sökmek isteyen Rusya, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşları ile Türk devletine büyük bir yenilgiyi tattırdı. Rusya’nın Kafkaslardaki hâkimiyeti kabul edilirken, Balkanlarda büyük ölçekteki topraklara veda edildi. Bu savaşta yüz binlerce Türk ve Müslüman katledildi. Milyonlarcası sığınmacı (muhacir) durumuna düşerek vatanlarından sürüldüler. Berlin Kongresi ile de Balkanlardaki devletlerin çoğunun bağımsızlıkları ya kabul edildi, ya da bağımsızlıkları için önemli adımlar atıldı. (Yerdelen & Çıkrıkçı, 2017, s. 55-56)
  • Birinci Dünya Savaşı sırasında da Rusya ile karşı ittifaklar içerisinde yer alındı. Kafkas Cephesi’nde en fazla sayıda şehit verildiği gibi, Rusya’ya yardım maksadıyla açılan Çanakkale cephesinde de büyük zayiat verildi. Ermeni zorunlu göçünün en önemli sebepleri de gene bu iki cephe, dolayısıyla Rusya yüzündendi.
 

Sovyetler Birliği Döneminde Türkler ve Ruslar


Türkler ve Ruslar, 1665-1917 döneminde her otuz yılda bir savaştığı gibi sekiz büyük barış antlaşması imzaladılar. (Büyükakıncı, 2004, s. 9) İstiklâl Harbi sırasında Bolşeviklerle iyi ilişkiler kuran TBMM Hükümeti, önce Gümrü Antlaşması, ardından da Moskova Antlaşması ile bugün de kullanılan sınırlar üzerinde uzlaşma sağladı. Mustafa Kemal ve Vladimir Lenin arasında gerçekleştirilen yazışmaların ardından Bolşevik Rusya, önemli sayılabilecek silah yardımlarına ilaveten, 1920 yılı sonlarına doğru İngilizler tarafından silahları sökülerek Sinop limanında bekletilen ancak İngilizlerden kurtulan üç Türk savaş gemisi (Preveze, Hayrettin Reis, Şahin) ile 150 civarındaki personelini, Rus limanlarına çekilen gemiler silahlandırılarak 1921 başlarında Millî mücadele emrine girdiler. Bolşevik Rusya’nın, ilki Halil Paşa’nın Moskova’ya gönderilmesini takiben olmak üzere, silah yardımına ilaveten peyderpey maddi yardımları da gerçekleşti. Keza Buhara Cumhuriyeti ilk ve son Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu tarafından Anadolu’ya gönderilmek üzere Bolşevik yöneticilere gönderilen nakdi yardımın önemli bir kısmı kesilse de gene de bir kısmı Ankara’ya ulaştırılmıştı. (Düzen, 2017, s. 443-444)

Emekli büyükelçilerden Kamuran Gürün’e göre, Türkiye-Sovyetler 1917-1923 dönemindeki ilişki “samimi ve art düşüncesiz bir dostluk“ da değildi. İki ülke arasındaki ilişkiler 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’yla da pekiştirildi. (Oba, 2017, s. 38) 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte kurulan Sovyetler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ikili ilişkilerde karşılıklı saygıya dayanan kısa vadeli bu işbirliği döneminin ardından âdeta tekrar hatırlanan “tarihsel rekabet“ 1930’lu yılların ortasından itibaren yeni boyutlar ve içeriklerle tekrar ortaya çıktı. (Büyükakıncı, 2004, s. 7)

1930’lu yıllarda Montrö Antlaşması görüşmeleri sırasında Sovyetler Birliği, boğazların iki tarafına geçecek savaş gemileri sayı, tip ve tonajlarıyla ilgili kısıtlamaların kendi aleyhine olduğu düşüncesiyle taraftar değildi. Bu sebeple de Türkiye’nin, Karadeniz’de Rusların güçlenmesini istemediği“ düşüncesine ulaştı. Sovyetler ayrıca, Montrö Sözleşmesi ile “Boğazlar üzerinde sadece Türkiye’nin egemen olması“ sonucuna da karşıydı. (Yılmaz & Yakşi, 2017, s. 22)

İkinci Dünya Harbi öncesinde 23 Ağustos 1939’da Almanya ile Sovyetler Birliği arasında Saldırmazlık Paktı imzalananınca Türkiye’de Rusya hakkında şu değerlendirmeler yapıldı: “Rusya eski Rusya’dır. Siyaseti, eski Slav siyasetidir. Bu nedenle Rusya’nın dostluğuna güvenmek doğru değildir. Boğazları elinde bulunduran Türkiye, kıyametin sonuna kadar Rusya’nın dost olarak düşünemeyeceği bir varlıktır.“

Daha sonra Alman ordularının Finlandiya’dan Karadeniz’e kadar geniş bir coğrafyada Sovyetler Birliği’ne saldırmasıyla bu anlaşma sona erdi. Hitler’e göre Sovyetler, Boğazlardan serbestçe geçebilmek için her iki Türk boğazı üzerinde bazı üsleri işgal etmek için Almanya’nın onayını almak istemişti. Almanya, Rusya’nın Boğazlar üzerinde üs edinmesine onay vermemesi üzerine bu harekât başlatılmıştı. Almanya’nın Sovyetlere saldırısı Türkiye’de, “Bütün kalpler Almanların zaferi için çarpmağa başlamıştı!“ şeklinde denecek kadar sevinçle karşılanmıştı. (Çiftçi, 2017, s. 523-524) İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalan Türkiye, Sovyetlere ilaveten “Doğu cephelerini çeşitlendirme arayışındaki“ İngiltere ve ABD’yi de rahatsız etti. Bu süreçle birlikte Türk-Sovyet ilişkileri de ciddi bir bozulma eğilimine girdi. (Büyükakıncı, 2004, s. 9)

Türkiye, tarafsız kaldığı İkinci Dünya Harbi sırasında 1944’ten başlayarak SSCB ile ilişkilerini iyileştirmek maksadıyla şu adımları attı:
  • Alman savunma sanayii için gereken Krom satışı durduruldu.
  • Türkiye’nin savaşa girmemesinin sorumlusu olarak görülen Numan Menemencioğlu istifa ettirildi.
  • Alman gemilerinin Boğazlardan geçişi yasaklandı.
  • “Turancılar“ tutuklandı.
  • Almanya’nın Ankara Büyükelçisi von Papen’e suikast düzenledikleri gerekçesiyle tutuklanarak hüküm giyen Rus ajanlar Kornilov ve Pavlov serbest bırakıldı.
  • SSCB’ye karşı savaşmış Kırım Türkleri Türkiye’ye kabul edilmedi.
  • 2 Ağustos1944’te Türkiye, Almanya ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerini keserek Müttefikler tarafında yer aldığını gösterdi.
  • 12 Ocak 1945’te Boğazları Müttefik gemilerinin geçişi için açtı
  • 23 Şubat 1945’te de Almanya’ya karşı savaş açtı.

Ancak 4-11 Şubat 1945’te Yalta Konferansı’nda Boğazlar meselesini tekrar gündeme getiren Sovyetlerin Lideri Stalin, (Kara, 2017, s. 508) konferansın sona ermesinden bir gün önceki oturumunda Türkiye, BM ve Boğazlar konusu görüşülürken “… Türkiye’nin bir elini Rusya’nın gırtlağına dayamış duran durumunu kabul etmenin mümkün olmayacağını!“ belirtmekten kendini alamadı. (Yılmaz & Yakşi, 2017, s. 26)

Sovyetler, savaşın son yılında 1925 tarihli Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasının yenilenmeyeceğini bildirdi. Haziran 1945’te Sovyet Dışişleri Bakanı Vyaçeşlav Molotov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e şu talepleri de iletmişti: (1) Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında sınırın yeniden çizilmesi, (2) Boğazlarda Sovyet üslerinin kurulmasına izin verilmesi ve (3) Montrö Boğazlar Sözleşmesinin gözden geçirilmesi. (Sarı, 2018, s. 397) (Kara, 2017, s. 509)Savaş sonrasında da Karadeniz’deki gemilerin geçiş rejiminin değiştirilmesi ile Boğazlarda Sovyetler ait askerî bir üs kurulması konusunda 8 Ağustos 1946’da bir de nota verdi. Bunun üzerine Türkiye, ABD Dışişleri Bakanı James Francis Byrnes’e notanın içeriğini bildirdi. ABD, İran krizinde hafife aldığı SSCB’nin, Romanya ve Bulgaristan’a yığdığı yüzbinlerce askerî varlığını da öğrendikten sonra bu notanın ciddiyetine inanabildi. (Yılmaz & Yakşi, 2017, s. 28)

Türkiye tarihteki en büyük hasımları arasında olduğunu defalarca yaşamış olduğu bu kuzey komşusunun tehditleri karşısında 1952’de NATO ittifakının savunma şemsiyesini tercih etti. Sovyetler, 30 Mayıs 1953 tarihli notasıyla Türkiye’den istenen hususlardan vazgeçtiğini, Türkiye’den “hiçbir toprak iddiasında olmadığını“ bildirdi. Buradan Sovyetlerin Türkiye üzerindeki hedeflerinden vaz geçtiği de anlaşılmamalıdır. Daha ziyade NATO’nun şimşeklerini üzerine çekmeme düşüncesiyle ortaya çıkan güvenlik algısı yüzündendi. (Yılmaz & Yakşi, 2017, s. 31)

1960’lı yılların ortalarından itibaren iki ülke arasında üst düzey ziyaretler gerçekleştirildi. Sovyetlerin Başbakanı Aleksey Kosigin’in Aralık 1966’daki ziyaretiyle iki ülke arasında ağır sanayi alanında Türkiye’ye yardım edilmesi kararı alındı. 25 Mart 1967 tarihli Ekonomik-Teknik İşbirliği Antlaşması’nın imzalanmasıyla Sovyetler Birliği tarafından Aliağa Petrol Rafinerisi, İskenderun Demir Çelik Fabrikası ve Seydişehir Alüminyum Fabrikası gibi Türkiye açısından o dönemin önemli ağır sanayi yatırımları gerçekleştirildi.

ABD’nin Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında 1975’te Türkiye’ye uyguladığı ambargo üzerine Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkileri askerî ilişkilere de taşındı. ABD’nin 1980’li yıllarda Sovyetler Birliği’ni “Şeytan İmparatorluğu“ gibi gördüğü Ronald Reagan döneminde ise Türkiye’de, 12 Eylül 1980 askerî darbesi sonrası NATO’ya tam bağlılığını ve ABD ile yakın ilişki içinde olmayı öngören yönetim mevcuttu. Sovyetlerin Afganistan işgali de askerî darbe ile birlikte Sovyetler Birliği ile siyasal ilişkileri de olumsuz etkiledi. Bunlara Sovyetler Birliği ile yakınlığı bilinen Todor Jivkov iktidarının Bulgaristan’da Türk azınlığı âdeta yok edecek derecede asimilasyon politikasını yürürlüğe koyması da eklenince, Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri başlangıçta önemli aşama kaydedemedi. Ancak Turgut Özal’ın başbakan olduğu 1983 yılından itibaren, iki ülke arasında ilişkilerde canlanma beklentisi arttı. 18 Eylül 1984’te ilk doğalgaz alınması ve doğalgaz karşılığında ödemelerin bir kısmının müteahhitlik hizmetleri ve mal karşılığı ile ödenmesi kararlaştırıldı. Temmuz 1989’deki “Sınır ve Kıyı Ticaret Antlaşması“ ile de hudutlardaki yerleşim yerleri ticarete açıldı. Bu anlaşma, soğuk savaşın sona erdiği 1990’ların başlarındaki bavul ticaretinin oluşmasına zemin hazırladı. (Sarı, 2018, s. 399-400)


Makalenin tamamını okumak için lütfen tıklayınız.

Not: Bu makale “Post-Güvenlik Jeopolitik: Çin, Rusya, Hindistan, Japonya ve NATO“ ana temasıyla TASAM tarafından 04 Kas 2021 - 05 Kas 2021 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen 7. İstanbul Güvenlik Konferansı’nda (2021) tebliğ olarak sunulmuştur. Konferans’ın yayımlanacak olan kitabında yer alacaktır.

 
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2711 ) Etkinlik ( 222 )
Alanlar
Afrika 77 641
Asya 98 1078
Avrupa 22 637
Latin Amerika ve Karayipler 16 67
Kuzey Amerika 9 288
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1381 ) Etkinlik ( 53 )
Alanlar
Balkanlar 24 293
Orta Doğu 23 608
Karadeniz Kafkas 3 296
Akdeniz 3 184
Kimlik Alanları ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1292 ) Etkinlik ( 77 )
Alanlar
İslam Dünyası 58 781
Türk Dünyası 19 511
Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2042 ) Etkinlik ( 82 )
Alanlar
Türkiye 82 2042

İnsanoğlunun doğal yaşam ortamı karalardır. Ancak, dünyanın büyük kısmı denizlerle kaplı olup deniz insanoğluna refah, zenginlik ve güç getirecek özelliklere sahiptir. Bu açıdan bakıldığında insan toplulukları, doğal olarak, sosyolojik gelişmelerinin her aşamasında evvela doğal yaşam ortamları olan ...;

Ukrayna’da Rusya’nın yakın zamanda büyük bir saldırı gerçekleştireceği haberlerinden ABD’nin Ukrayna’yı son ana kadar destekleyeceğini deklare etmesine kadar karmaşık ve belirsiz bir durum söz konusu. Rusya ile “sınırsız dostluğu“ bulunan Çin ise bu karmaşık durum karşısında pozisyon belirlemeye çal...;

Çağımızda, ülkeler arasındaki ilişkilerde konjonktüre bağlı olarak meydana gelen değişimler sonucunda, klasik diplomasi yöntemlerinin yanında yeni kavramlar da ortaya çıkmıştır. Diğer ülke yönetimlerini ve uluslararası örgütleri etkilemek hedefiyle birlikte, yabancı kamuoyunu da etkilemek ihtiyacı d...;

TASAM Staj Programı; katılımcıların akademik çalışma yetkinliği kazanmasına destek olarak kaynaklara ulaşma, bilgi toplama ve iletişim gibi konularda mevcut yetenek ve özelliklerini geliştirmelerini amaçlamaktadır. TASAM’ın mevcut çalışma alanları kapsamında değerlendirilecek stajyerlerin, bu alanla...;

Dünyadaki en güçlü ve etkili istihbarat servisleri açısından merak edilen en önemli konuların başında, Çin’in Afrika’daki askeri ve siyasi stratejik planları gelmektedir. Afrika madenleri ve enerji yatakları Çin’in bu kıtaya yönelmesinde temel etkendir. ;

Artık, ulusal ya da uluslararası her seviyede güvenliği geçmişin anlayış ve kurumları ile sağlama imkânı zayıflamaktadır. Hızla gelişmekte olan teknolojilerin neden olacağı ekonomik ve toplumsal dönüşümler, uluslararası düzenin de yeni bir çerçeveye yani devletsiz (sınırların olmadığı post-modern) s...;

Arap yarımadası tektonik hareketlerle Afrika’ya doğru kayarken hiç olmazsa siyasi faylardaki gerilimi azaltacak girişimler önem kazanıyor. Necef Zirveleri işte bunlardan biri.;

Göçler veya nüfus hareketleri insanlığın doğuşuyla birlikte ortaya çıkan bir olgudur. Nüfusun yer değiştirmesi yaşama hakkı, özgürlüklere erişim, yüksek servet beklentileri, macera, kök yerleşkeden uzaklaşma ve duygusal nedenler şeklinde farklı motivasyonları kapsamaktadır.;

5. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

2. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

7. Türkiye - Körfez Savunma ve Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

6. Türkiye - Afrika Savunma Güvenlik ve Uzay Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

9. İstanbul Güvenlik Konferansı (2023)

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

Afrika 2063 Ağı İstişare Toplantısı 2

  • 20 Eki 2022 - 20 Eki 2022
  • Çevrimiçi - 14.00

Afrika 2063 Ağı İstişare Toplantısı 1

  • 06 Eki 2022 - 06 Eki 2022
  • Çevrimiçi - 14.00

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “ABD Hegemonyasına Meydan Okuyan Çin’in Zorlu Virajı; Güney Çin Denizi” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Küresel Rekabet Penceresinden Pasifik Adaları” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “TEKNOLOJİK ÜRETİMDE BAĞIMSIZLIK SORUNU; NTE'LER VE ÇİPLER ÜZERİNDE KÜRESEL REKABET” isimli stratejik raporu yayımladı

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Sri Lanka’nın Çöküşüne Küresel Siyaset Çerçevesinden Bir Bakış” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Çin-Japon Anlaşmazlığında Doğu Çin Denizi Derinlerdeki Travmalar” isimli stratejik raporu yayımladı.

İngiltere’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Hint Altkıtası’ndan çekilmek zorunda kalması sonucunda, 1947 yılında, din temelli ayrışma zemininde kurulan Hindistan ve Pakistan, İngiltere’nin bu coğrafyadaki iki asırlık idaresinin bütün mirasını paylaştığı gibi bıraktığı sorunlu alanları da üstlenmek dur...

Gündem 2063, Afrika'yı geleceğin küresel güç merkezine dönüştürecek yol haritası ve eylem planıdır. Kıtanın elli yıllık süreci kapsayan hedeflerine ulaşma niyetinin somut göstergesidir.

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin bugünü ve geleceğinin ele alındığı Avrupa Birliği Sempozyumu, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) ile Türk Avrupa Bilimsel ve Eğitimsel Araştırmalar Vakfı (TAVAK) işbirliğinde 02 Şubat 2018’de İstanbul Taksim Hill Otel’de gerçekleştirildi.