Doktora Öğrencisi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kocaeli Üniversitesi
Türkiye ve Afrika arasındaki ilişki çeşitli yöntemlerle yürütülmektedir. Bunlardan bazıları:
- Türkiye – Afrika zirveleri
- Diplomatik temsilcilerin artırılması (Büyükelçiler vs.)
- Karşılıklı ziyaretlerin yapılması
- Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın faaliyetleri (TİKA)
- Yunus Emre Türk Kültür Merkezi gibi vakıfların açılması
- Afrika Birliği ve Bölgesel Kuruluşlarla işbirliği [3]
- Ticaret,
- Eğitim: Yabancı ülkelerde Türk okullarının açılması, yabancı uyruklu öğrenciler için Türkiye Cumhuriyeti’nde burslu olarak yükseköğrenim görme fırsatı,
- Ulaşım: Türk Hava Yolları
- Gönüllü çalışmalar, örneğin Yeryüzü Doktorları söz konusu olmaktadır.
- Afrika Kıtası’nın Yapısı
Biyolojik çeşitlilik konusunda diğer kıtalardan fark yaratan Afrika kıtası farklı nüfus özellikleri ile de ön plana çıkmaktadır.[5] Yaklaşık bir milyar nüfusa sahip olan kıta, yüz ölçümüne göre çok kalabalık sayılmamaktadır. Kilometre kare başına 33 nüfus düşmektedir.[6] Fakat yerleşim konusunda farklı özellikler söz konusu olmaktadır. Coğrafi özelliklerine göre yerleşim yoğunluğu değişmektedir. Örneğin çöl ve ormanların yoğun olduğu bölgelerde çok az yerleşim varken dağ, sahil veya göllere yakın bölgelerde fazla nüfus yaşamaktadır. Aslında bölgesel açıdan Afrika kıtası beş bölgeye ayrılmaktadır:
- Batı Afrika: Benin, Burkina Faso, Cape Verde, Fildişi, Gambiya, Gana, Gine, Gine Bissau, Liberya, Mali, Nijer, Nijerya, Senegal, Sierra - Leone, Togo
- Doğu Afrika: Cibuti, Eritre, Etiyopya, Kenya, Somali, Tanzanya, Uganda
- Kuzey Afrika: Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan
- Güney Afrika: Botsvana, Lesotho, Namibya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Angola, Malavi, Mozambik, Madagaskar
- Merkez bölge: Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Ruanda [7]
Coğrafi dağılımın yanı sıra Afrika halkı arasında başka değişken unsurlar da söz konusu olmaktadır: Dil, din ve kültür. Kolonyalizm’den önce Afrika’da halkın kendi inançları vardı. Fakat 19. yüzyılda Batı Avrupa’dan misyonerlerin gelmesi ile Batı Avrupa inancı da dayatılmıştır. Ludovic Lado’ya göre misyonerlik görevi “insani“ görev olarak gösterilmiştir. Bu görev (!) aracılığı ile Afrika halkının cahillikten, hastalıklardan ve batıl inançlardan kurtarılması amaçlanmıştır.[9] Bundan dolayı misyonerlerin dini yayılmakla birlikte okul ve sağlık konularında büyük yatırımlar yapmışlardır. Kolonyalizm’in getirdiği inanç ile beraber sadece yerel din değil gelenek ve yerel kültür de yavaş yavaş unutulmuştur. Aynı misyonerlik Afrika kültürüne karşı âdeta savaş açmıştır.
Günümüzde Afrika kıtasında yerel dinin yanı sıra iki önemli din daha söz konusu olmaktadır: Müslümanlık ve Hristiyanlık dini. Aşağıdaki haritada gösterildiği gibi Afrika’nın kuzey bölgelerinde İslâm dini yaygınken güneye inildikçe Hristiyanlık baskın olmaktadır. [10] Bu harita aynı zamanda Afrika’da yaygın şekilde kullanılan diller hakkında da ipucu vermektedir. Kuzeyde Arapça ön plandayken güneyde Fransızca ve İngilizce daha yaygındır.
Aslında birçok Afrika ülkesi sömürgecilikten kalan dil mirasını reddetmemiştir. Onları resmî dil olarak kabul ederek hem çalışma hem de eğitim sektöründe yoğun bir şekilde kullanmaktadırlar. Moritanya ve Madagaskar gibi bazı ülkeler sömürgecilik yükünden kurtulmak için özellikle eğitim sektöründe ana dile dönmeyi hedeflemiş ise de süreci başarılı bir şekilde gerçekleştirememiştir. Zira ana dilde bilimsel çalışmaların zorluklarının yanı sıra maliyeti de yüksektir.[11] Ana dile dönme politikasının zorluklarından dolayı 2002 yılında sömürgecilik etkisini hafifletmek için Madagaskar’da, ana dili Malagasy ve resmî dili Fransızcanın yanında İngilizce de ikinci resmî dil olarak kabul edilmiştir.
Sonuç olarak Afrika sadece siyasi ve ekonomik açıdan değil din, dil ve kültür açısından da sömürülmüştür. Günümüzde, bütün Afrika ülkeleri bağımsızlığını kazanmış ise de sömürgecilik geçmişinden kurtulamamıştır. Bazı ülkelerde reform yapma isteği olsa da bunlar çoğu zaman ekonomi ve strateji gibi engellere takılmıştır. Zira sömürgecilikten sonra yönetim konusunda sıkıntı yaşayan Afrika ülkeleri ekonomik açıdan da dış yardımlara muhtaç hâle gelmiştir. En büyük yardım ise “cellâdına âşık olma“ tabiri ile gene eski sömürgeci ülkelerden beklenmektedir.
Öncellikle, Türkiye’nin coğrafi konumu ne kadar Afrika kıtasına yakın olsa da Türkiye - Ortadoğu sınırında sürekli yaşanan gerginlik Afrika’daki dış politikaya da yansımaktadır. Sınırını korumak için güvenliğe önem vermek zorunda kalan Türkiye silahlanma ve savunmaya yatırım yapmak zorundadır. Bu da özellikle Sahra Altı Afrika ülkelerini güvenlik konusunda tedirgin etmektedir.
Öte yandan Afrika’da bilgi akışına ve haberleşme sistemine, yabancı devletler tarafından hâlâ müdahale edildiği için yerel halkın doğru haber kaynaklarına ulaşması zorlaşmaktadır.
Türkiye ve Afrika kıtası için iletişimi ve haberleşmeyi zorlaştıran başka unsur ise Afrika ülkelerinde Türkçe’nin bilinmemesidir. Bu da hem siyasi hem ticari ve hem de ekonomik ilişkilerin akışını zorlaştırmaktadır. Böylece Afrika kıtasındaki ülkelerin çoğu İngilizce, Fransızca, İspanyolca veya Arapça konuşan ülkelerle iş birliği yapmayı tercih etmektedir. Türkiye, eğitim faaliyeti ile dil sorununu gidermeye çalışsa da bu çalışmanın uzun vadeli olduğunu unutmamak gerekir.
Türkiye ve Afrika arasındaki ilişkiyi zorlaştıran başka bir unsur ise din ve kültürdür. Din ve terörizm arasında büyük bir bağlantı olduğunu düşünen Afrika halkı güvenlik gerekçesi ile iş birliği konusunda tereddüt etmektedir. Bu düşünce özellikle Hristiyanlık dinini benimseyen ülkelerde söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bu ülkelerde yaşayan halk, Türkiye’nin yaptığı insani yardımların arka planında hep din gerekçesi olduğunu düşünmektedirler.
SONUÇ
Türkiye ve Afrika kıtası arasındaki ilişkiler uzun bir tarihsel geçmişe sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belirli zamanlarında iki taraf arasındaki ilişkilerde durgunluk söz konusu olsa da günümüzde bu ilişki hız kazanarak farklı boyutlara ulaşmıştır. Türkiye’nin Afrika kıtasındaki varlığı başta ticari ve ekonomik olmak üzere Afrika’ya, sömürgecilik yoluyla Batılı devletlerin yerleştirdikleri kültürden farklı bir kültür tanıma fırsatı da sunmaktadır. İki taraf arasındaki ortaklığı daha iyi bir noktaya getirmek için yerel halkın güvenini de kazanmak çok önemlidir. Dolayısıyla Türkiye’nin üst düzey politikasının yanı sıra eğitim, sosyal etkinlik ve gönüllü çalışmalara daha fazla önem vermesi söz konusu hâline gelmektedir. Bu çalışmaları yaparken ise din içeren konulardan uzak durulması gerekmektedir. Öte yandan, iletişim kanallarını etkin bir şekilde kullanarak Türkiye, kendi siyasi duruşunu bütün halka anlatabilme fırsatı yaratmalıdır. Son olarak, daha etkin dil eğitimi için Türk kültür merkezilerinin faaliyetleri çoğaltılarak yerel halkın bu faaliyetlere ulaşımı kolaylaştırılmalıdır.