Dr. Tarık DEMİR
Nişantaşı Üniversitesi
Nişantaşı Üniversitesi
- Giriş
Çin’in “Orta Krallık“[1] konseptini bırakarak Mavi Su Donanması’na geçiş yapmasıyla birlikte artan ekonomik, siyasi ve askeri gücünün bir fonksiyonu olarak coğrafya telakkisinde de açık şekilde bir değişim gözlemlenmektedir. Çin’in Asya ve Afrika kıtalarında olduğu gibi ABD’nin özellikle arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika ve Karayipler bölgesindeki artan varlığı da coğrafya telakkisindeki değişimin bir tezahürü olarak algılanmalıdır. Örneğin Çin’in Küba’daki artan etkisine cevap olarak ABD’nin bu ülkeye yönelik ambargo politikasını kaldırmasında, Orta Amerika kıstağında Kostarika ve Nikaragua arasında bir kanal inşa etmesinde ya da Güney Amerika’da Ekvador ve Venezuela üzerindeki artan etkisi Çin’in coğrafya telakkisinde gözlemlenen değişimin sonuçlarından sadece birkaçını teşkil etmektedir. Amerikan hegemonyasına karşı yükselen Çin hegemonyasının bir sonucu olarak yaşanan bu gelişmeler küresel güvenlik ve güvenlik ekosistemi üzerinde de birtakım değişimlere sebebiyet vermektedir. Çin’in Amerikan hegemonyasına karşı kendi hegemonyasını kurma girişimleri bu yüzyılın mümeyyiz vasfını teşkil edecek gibi görünüyor. Amerikan hegemonyasına karşı, Çin’in bir karşı hegemonya inşa sürecini başlatması coğrafya telakkisinde ve bunun bir sonucu olarak güvenlik ekosistemi üzerinde birtakım değişimleri de beraberinde getirmektedir. Çin’in dünyanın diğer bölgelerinde gözlemlendiği gibi Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde bir partner olarak artan varlığı da bu minvalde değerlendirilmelidir.
Çin’in, ABD hegemonyasına karşı kendi hegemonyasını kurmak istediği açıkça görülmektedir. Hegemonik Döngü Teorisi’ne göre bir devletin hegemonik bir hüviyete sahip olabilmesi için öncelikle egemenlik kurduğu uluslararası ekonomi-politik yapıyı muarızlarından koruyabilmek amacıyla yeterli askeri güce sahip olması gerekmektedir. Bir başka deyişle bir uluslararası sistemde bir devletin sisteme ağırlığını koyabilmesi için yeterli kapasite ve kabiliyete yani maddi ve manevi güç unsurlarına sahip olması gerekmektedir[2]. Dolayısıyla Çin hegemon olabilmek için, karşı-hegemonya inşa sürecinde değişiklik yapmak suretiyle Deng Xiaoping yönetiminde izlenen daha pasif ve düşük profilli “Tao Guang Yang Hui“ dış politika stratejisinden, Xi Jinping yönetiminde izlenen daha aktif ve yüksek profilli “Feng Fa You Wei“ dış politika stratejisine geçiş yaptığı ifade edilebilir. Bu yüksek profilli ve daha faal olan dış politika stratejisi çerçevesinde askeri alanda Çin’in daha fazla hava savunma tanımlama bölgeleri (ADIZ) ilan etmesi ya da tartışmalı karasularında daha fazla petrol sondaj kulesi ve yapay adalar inşa etmesi girişimleri; ekonomik alanda Asya Altyapı Yatırım Bankası[3] ve BRICS Bankası’nın kurulması suretiyle uluslararası sistemi daha aktif bir şekilde şekillendirme girişimleri ya da diplomasi alanında küresel bir lider olmanın sonucu olarak Ukrayna ve Afganistan’daki çatışmalarda daha aktif bir şekilde arabulucu bir rol üstlenmesi bu yeni stratejinin tezahürleri olarak kabul edilmektedir[4].
Çin’in, ABD hegemonyasına karşı kendi hegemonyasını kurmak istediği açıkça görülmektedir. Hegemonik Döngü Teorisi’ne göre bir devletin hegemonik bir hüviyete sahip olabilmesi için öncelikle egemenlik kurduğu uluslararası ekonomi-politik yapıyı muarızlarından koruyabilmek amacıyla yeterli askeri güce sahip olması gerekmektedir. Bir başka deyişle bir uluslararası sistemde bir devletin sisteme ağırlığını koyabilmesi için yeterli kapasite ve kabiliyete yani maddi ve manevi güç unsurlarına sahip olması gerekmektedir[2]. Dolayısıyla Çin hegemon olabilmek için, karşı-hegemonya inşa sürecinde değişiklik yapmak suretiyle Deng Xiaoping yönetiminde izlenen daha pasif ve düşük profilli “Tao Guang Yang Hui“ dış politika stratejisinden, Xi Jinping yönetiminde izlenen daha aktif ve yüksek profilli “Feng Fa You Wei“ dış politika stratejisine geçiş yaptığı ifade edilebilir. Bu yüksek profilli ve daha faal olan dış politika stratejisi çerçevesinde askeri alanda Çin’in daha fazla hava savunma tanımlama bölgeleri (ADIZ) ilan etmesi ya da tartışmalı karasularında daha fazla petrol sondaj kulesi ve yapay adalar inşa etmesi girişimleri; ekonomik alanda Asya Altyapı Yatırım Bankası[3] ve BRICS Bankası’nın kurulması suretiyle uluslararası sistemi daha aktif bir şekilde şekillendirme girişimleri ya da diplomasi alanında küresel bir lider olmanın sonucu olarak Ukrayna ve Afganistan’daki çatışmalarda daha aktif bir şekilde arabulucu bir rol üstlenmesi bu yeni stratejinin tezahürleri olarak kabul edilmektedir[4].
- Çin’in Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Stratejisindeki Değişim
Bugün için Çin’in dış politikada izlemesi gereken yol konusunda birbiriyle çatışan iki farklı görüşün hâkim olduğu ifade edilebilir. Bunlardan biri eski devlet başkanı Deng Xiaoping tarafından 24 Karakter Bildirisi’nde[5]* temel ilkeleri belirlenen birinci görüş, uluslararası meselelerde güç dengelerini gözeterek daha ihtiyatlı davranılmasını salık veren “kapasiteni gizle ve düşük profili koruma“ (hide capabilities and keep a low profile) temeline istinat eden eski ve ortodoks ılımlı görüş iken; diğeri ise özellikle Xi Jinping dönemiyle birlikte güç dengelerindeki değişimlere artık daha sert cevap verilmesini salık veren ve “sıkı çalışma“ (striving for achievement) temeline istinat eden revize edilmiş olan yeni ve heterodoks görüştür.
Birinci görüşün ana eksenini barışçıl yükseliş siyaseti çerçevesinde “barış ve gelişme“ kavramları oluştururken; Çin’in güvenlik çevresinin zayıfladığını ve ulusal güvenliğine yönelik risk ve tehditlerin arttığı öngörüsünden hareketle ortaya atılan diğer görüşün ana eksenini ise “savaşa hazır olma“ kavramı oluşturmaktadır. Dolayısıyla “ışığı saklamak için karanlığı muhafaza et“ (Tao Guang Yang Hui) şeklinde çevrilebilecek olan daha ihtiyatlı ve kısmen edilgen bir özelliğe sahip olan birinci görüş, değişen güvenlik ekosistemiyle birlikte yerini “barış için savaş hazır ol“ (Fen Fa You Wei) şeklinde çevrilebilecek olan daha sert ve etkin bir siyasete bırakmıştır[6].
Yeni görüşü savunanlardan Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nden Xu Jin, eski görüşün şu noktalarını eleştirmektedir: Çin’in düşük bir profil izlemesi gerektiği; askeri ittifaklara girmemesi gerektiği; uluslararası sistemde bir liderlik rolü aramaması gerektiği; bir süper güç olmayacağı; Çin-Amerikan ilişkilerinin en önemli ilişki türü olduğu ve dış politikasının Çin’in ekonomik gelişmesine hizmet etmesi gerektiğidir. Yeni görüşü savunanlara göre hem uluslararası sistem ve güç konfigürasyonun hem de Çin’in siyasi-askeri ve ekonomik kapasitesinin arttığı bu yeni dönemde Çin’in daha etkin ve sert bir dış politika stratejisine ihtiyacı olduğu savunulmaktadır.
Yeni görüşü savunanlardan Yan Xuetong’a göre değişen güvenlik çevresiyle birlikte Çin’in belli başlı alanlarda düzenlemeye gitmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bunlar Çin’in diğer devletlerle çatışma olasılığının artması durumunda dış politikada çatışmadan kaçınmak yerine doğrudan karşı koyma stratejisinin izlenmesi; stratejik fırsat sürecini korumaktan ziyade daha çok fırsatların geliştirilmesine çalışılması; uluslararası toplum tarafından şekillendirilmiş bir aktör olmak yerine, bir aktör olarak uluslararası toplumu şekillendirme ve son olarak ittifaklara girmeme siyasetini terk etme olmak üzere dört kategori altında sınıflandırılabilir[7].
Çin’in dış politika stratejisi doğal olarak kendi ulusal güvenlik strateji belgesine istinat etmektedir. Çin’in, Xi Jinping yönetimi öncesi ve sonrası tanzim edilen ulusal güvenlik belgeleri incelendiğinde, dış politika stratejilerindeki belirgin farklılıklar da belirginlik kazanmaktadır. Çin’in 2011 tarihli ulusal güvenlik strateji belgesinde bakıldığında özellikle kendisinin hızlı büyümesinden kaynaklanan konvansiyonel tepkilerden çekindiği; bir başka deyişle yukarıda da ifade edildiği gibi vakitsiz bir karşılaşmanın yaratabileceği (Tao Guang Yang Hui Stratejisi) bir istikrarsızlıktan korkulduğu görülmektedir. Buna mukabil 2015 yılı belgesine bakıldığında ise Amerikan hegemonyası, güç siyaseti, yeni müdahalecilik, uluslararası rekabet, terör eylemleri, etnik ve dini çatışmalar ile yerel savaşlar en önemli tehditler olarak temayüz etmektedir. Çin, ABD’nin kendi alanına müdahalesine yol açabilecek istikrarsızlıklardan endişe duymaktadır. 2015 belgesinde Çin’e uzak coğrafyalarda operasyonlar yapabilecek kabiliyetler geliştirmek ve saldırganlık (Fen Fa You Wei Stratejisi) tavsiye edilmektedir[8].
Nitekim ABD de Çin’in dış politika stratejisindeki değişikliğin ve potansiyelinin farkında olup Çin’in düşük profilde kalma stratejisinin ileride daha sert bir stratejiye dönüşebilme ihtimalini öngörmektedir. İlk olarak Çin’in Tayvan[9] Boğazı’nda müstakar güç koşullarını henüz oluşturamamakla beraber pozisyonu güçlenmektedir. İkinci olarak Çin güçlerini küresel olarak sevk ve idare edecek bir durumda olmamakla beraber deniz ve hava koruma kabiliyetlerini geliştirmek suretiyle 2020 yılına kadar küresel bir güç konumuna erişecektir. Son olaraksa Çin, dış uzay dâhil olmak üzere bütün alanlarda inovasyon yeteneğini artırmak suretiyle askeri-sanayi kompleksini inşa etmek amacıyla büyük bir çaba sarf etmektedir. ABD açısından bütün bunlar Çin’in askeri kapasitesini inşa ettiğini göstermektedir. Çok yakın bir gelecekte Asya’da askeri üstünlüğü ele geçirdikten sonra stratejik olarak öncelikli bölgelerde ABD ile hegemonya mücadelesine girebileceği ifade edilmektedir[10].
Birinci görüşün ana eksenini barışçıl yükseliş siyaseti çerçevesinde “barış ve gelişme“ kavramları oluştururken; Çin’in güvenlik çevresinin zayıfladığını ve ulusal güvenliğine yönelik risk ve tehditlerin arttığı öngörüsünden hareketle ortaya atılan diğer görüşün ana eksenini ise “savaşa hazır olma“ kavramı oluşturmaktadır. Dolayısıyla “ışığı saklamak için karanlığı muhafaza et“ (Tao Guang Yang Hui) şeklinde çevrilebilecek olan daha ihtiyatlı ve kısmen edilgen bir özelliğe sahip olan birinci görüş, değişen güvenlik ekosistemiyle birlikte yerini “barış için savaş hazır ol“ (Fen Fa You Wei) şeklinde çevrilebilecek olan daha sert ve etkin bir siyasete bırakmıştır[6].
Yeni görüşü savunanlardan Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nden Xu Jin, eski görüşün şu noktalarını eleştirmektedir: Çin’in düşük bir profil izlemesi gerektiği; askeri ittifaklara girmemesi gerektiği; uluslararası sistemde bir liderlik rolü aramaması gerektiği; bir süper güç olmayacağı; Çin-Amerikan ilişkilerinin en önemli ilişki türü olduğu ve dış politikasının Çin’in ekonomik gelişmesine hizmet etmesi gerektiğidir. Yeni görüşü savunanlara göre hem uluslararası sistem ve güç konfigürasyonun hem de Çin’in siyasi-askeri ve ekonomik kapasitesinin arttığı bu yeni dönemde Çin’in daha etkin ve sert bir dış politika stratejisine ihtiyacı olduğu savunulmaktadır.
Yeni görüşü savunanlardan Yan Xuetong’a göre değişen güvenlik çevresiyle birlikte Çin’in belli başlı alanlarda düzenlemeye gitmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bunlar Çin’in diğer devletlerle çatışma olasılığının artması durumunda dış politikada çatışmadan kaçınmak yerine doğrudan karşı koyma stratejisinin izlenmesi; stratejik fırsat sürecini korumaktan ziyade daha çok fırsatların geliştirilmesine çalışılması; uluslararası toplum tarafından şekillendirilmiş bir aktör olmak yerine, bir aktör olarak uluslararası toplumu şekillendirme ve son olarak ittifaklara girmeme siyasetini terk etme olmak üzere dört kategori altında sınıflandırılabilir[7].
Çin’in dış politika stratejisi doğal olarak kendi ulusal güvenlik strateji belgesine istinat etmektedir. Çin’in, Xi Jinping yönetimi öncesi ve sonrası tanzim edilen ulusal güvenlik belgeleri incelendiğinde, dış politika stratejilerindeki belirgin farklılıklar da belirginlik kazanmaktadır. Çin’in 2011 tarihli ulusal güvenlik strateji belgesinde bakıldığında özellikle kendisinin hızlı büyümesinden kaynaklanan konvansiyonel tepkilerden çekindiği; bir başka deyişle yukarıda da ifade edildiği gibi vakitsiz bir karşılaşmanın yaratabileceği (Tao Guang Yang Hui Stratejisi) bir istikrarsızlıktan korkulduğu görülmektedir. Buna mukabil 2015 yılı belgesine bakıldığında ise Amerikan hegemonyası, güç siyaseti, yeni müdahalecilik, uluslararası rekabet, terör eylemleri, etnik ve dini çatışmalar ile yerel savaşlar en önemli tehditler olarak temayüz etmektedir. Çin, ABD’nin kendi alanına müdahalesine yol açabilecek istikrarsızlıklardan endişe duymaktadır. 2015 belgesinde Çin’e uzak coğrafyalarda operasyonlar yapabilecek kabiliyetler geliştirmek ve saldırganlık (Fen Fa You Wei Stratejisi) tavsiye edilmektedir[8].
Nitekim ABD de Çin’in dış politika stratejisindeki değişikliğin ve potansiyelinin farkında olup Çin’in düşük profilde kalma stratejisinin ileride daha sert bir stratejiye dönüşebilme ihtimalini öngörmektedir. İlk olarak Çin’in Tayvan[9] Boğazı’nda müstakar güç koşullarını henüz oluşturamamakla beraber pozisyonu güçlenmektedir. İkinci olarak Çin güçlerini küresel olarak sevk ve idare edecek bir durumda olmamakla beraber deniz ve hava koruma kabiliyetlerini geliştirmek suretiyle 2020 yılına kadar küresel bir güç konumuna erişecektir. Son olaraksa Çin, dış uzay dâhil olmak üzere bütün alanlarda inovasyon yeteneğini artırmak suretiyle askeri-sanayi kompleksini inşa etmek amacıyla büyük bir çaba sarf etmektedir. ABD açısından bütün bunlar Çin’in askeri kapasitesini inşa ettiğini göstermektedir. Çok yakın bir gelecekte Asya’da askeri üstünlüğü ele geçirdikten sonra stratejik olarak öncelikli bölgelerde ABD ile hegemonya mücadelesine girebileceği ifade edilmektedir[10].
- Çin’in Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi’ndeki Faaliyetleri
Çin’in bölge ülkelerine yönelik artan askeri diplomasisine paralel olarak silah satış ve transferlerinde de bir artış gözlemlenmektedir. Bununla birlikte bazı yazarlarca bu silahların tür ve niteliklerinin ABD’ye karşı batı yarımkürede stratejik bir hamleyi başlatacak niteliğe sahip olmadıkları ifade edilmekte ve Monroe Doktrini’nden beri ABD’nin kendi arka bahçesi olarak gördüğü bu coğrafyada Çin’in kendisini tehdit etmek istemediği sonucuna varmaktadır. Bununla birlikte Çin’in bölgedeki askeri girişimleri beş kategori altında değerlendirilebilir. Bunlar Çin donanmasının insani yardımları, Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olması sıfatıyla bölgedeki barışı koruma faaliyetleri çerçevesindeki girişimleri, askeri personel değişim programları, askeri yardımlar ve çeşitli alanlardaki teknoloji transferleridir[11].
Makalenin devamını okumak için lütfen tıklayınız.
TASAM Yayınları'nın yayımladığı “YENİ GÜVENLİK EKOSİSTEMİ VE ÇOK TARAFLI BEDELİ“ kitabından alınmıştır.
Kitabı incelemek için lütfen tıklayınız.
E-kitabı incelemek için lütfen tıklayınız.
Makalenin devamını okumak için lütfen tıklayınız.
TASAM Yayınları'nın yayımladığı “YENİ GÜVENLİK EKOSİSTEMİ VE ÇOK TARAFLI BEDELİ“ kitabından alınmıştır.
Kitabı incelemek için lütfen tıklayınız.
E-kitabı incelemek için lütfen tıklayınız.
[1] Orta Krallık kavramı konusunda şunlar ifade edilebilir: Çin’in tarihine bakıldığında felaketler ve yüzlerce yıl süren siyasi çöküş dönemlerine rağmen geleneksel kozmoloji kavramı varlığını korumuştur. Çin’in bölünmüş olduğu dönemlerde bile merkeziliği bölgesel meşruiyetin mihenk taşı olarak kalmıştır. Çin’i birleştirmek ya da ele geçirmek için çekişen Çinli ve yabancı adaylar, onun evrenin merkezi olduğu düşüncesine karşı çıkmadan Çin başkentinden yönetimlerini sürdürmüşlerdir. Diğer ülkeler etnik gruplara ve coğrafi sınırlamalara göre isimlendirilirken Çin kendine “Zhongguo“ (中国) yani “Orta Krallık“ ya da “Merkez Ülke“ adının vermişlerdir (Henry Kissinger, Çin: Dünden Bugüne Yeni Çin, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2015, s. 23-24).
[2] Bülent Şener, Uluslararası Sistemde Hegemonya Olgusu ve ABD Hegemonyasının Siyasal ve Kültürel Kaynağı: “Amerikan İstisnacılığı“ ya da “Açık/Kaçınılmaz Yazgı“, Internati[2]onal Journal of Social Science, Sayı: 26, 2014, 405-420, s. 409. Robert Gilpin tarafından tarihsel verilerden hareketle ortaya atılan Hegemonik Döngü Teorisi’ne göre ortalama her yüz yıllık periyotlar içinde bir devlet uluslararası sisteme egemen olmuştur. Buna mukabil bu hegemonik gücün karşısına bir karşı-hegemon çıkmıştır. Modern dönemdeki hegemo[2]nik döngülere bakıldığında şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır: Ortaçağ dönemlerinden Portekiz ile İspanya arasında dünyanın bölüşülmesini konu edinen 1494 tarihli Tordesillas Antlaşması’na kadar olan dönemde Venediklilerin bilinen dünyada bir hegemonyası bulun[2]maktadır. Bu döneme yükselen güçler İspanya ve Fransa krallıklarıdır. Yükselen güçlerin faaliyetlerine bakıldığında ise İspanya ile Fransa arasında İtalya üzerinde bir savaş icra edil[2]miştir. Bu dönemde yükselen güçlere karşı çıkan güçler ise Osmanlı İmparatorluğu, İngil[2]tere ve İtalyan şehir devletleridir. Bu mücadele 1494-1517 tarihleri arasında süren ve İtalya Savaşları adı verilen bir dizi savaşa sebebiyet vermiştir. Bu savaşların sonucunda İspanya güçlenmiş; Venedik hegemonyasını Portekiz’e devretmiş ve Portekiz Krallığı’nın yükselişi başlamıştır. İkinci döngümüz Portekiz’in hegemonyası sürdürdüğü 1517-1580 tarihleri ara[2]sındaki dönemdir. Yükselen güç İspanya Krallığı’dır. Yükselen güç İspanya, Portekiz’i 1580 senesinde kendi topraklarına katar ve Hollanda’ya (Birleşik Eyaletler) savaş ilan eder. Yük[2]selen İspanya gücüne karşı ise Fransa ve İngiltere sistemde belirir. Sonuç olarak 1585-1608 tarihleri arasında süren savaşlarla İspanya hegemonyasının Hollanda Krallığı’na devreder. Üçüncü döngü, Hollanda Krallığı’nın hegemonyasını sürdürdüğü 1609-1713 tarihleri arasın[2]daki dönemdir. Yükselen güçler Fransa ve Büyük Britanya’dır. Fransa tarafından Hollanda, Almanya ve İspanya’ya karşı saldırılar düzenlenir. 1689-1713 tarihleri arasında süren XIV Louis Savaşları ile birlikte hem Hollanda hem Fransa güç kaybeder ve yeni hegemonik gü[2]cümüz Birleşik Krallık olur. Dördüncü döngü, 1714-1815 tarihleri arasında hegemonyasını sürdüren Büyük Britanya’nın döngüsüdür. Bu dönemde yükselen gücümüz yine Fransa olup Avrupa’nın geri kalanına savaş ilan etmiştir. Karşı koyan güçler Büyük Britanya, Avusturya, Prusya ve Rusya’dır. 1793-1815 tarihleri arasında süren Napolyon Savaşları ile Fransa yeni[2]lir ve Britanya’nın hegemonik döngüsü başlar. Beşinci döngü, 1816-1918 tarihleri arasında süren ikinci kez Britanya’nın döngüsüdür. Yükselen güçler Almanya, Birleşik Devletler ve Rusya’dır. Bu dönemde birliğini kuran Almanya sisteme egemen olma mücadelesi vermek[2]tedir. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda Almanya yenilir ama Britanya’nın hege[2]monyası darbe alsa da devam eder. 1918-1945 tarihleri arasındaki altıncı döngüde yine Bri[2]tanya’nın hegemonyası devam etmektedir. İki savaş arası döneme tekabül eden bu dönemde Almanya ve Japonya’nın revizyonist politikalarına şahit olunmaktadır. Yükselen güçlerimiz Britanya, ABD ve SSCB’dir. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) sonunda Almanya ve Japonya yenilir ve Britanya’nın hegemonyası son bulur. Amerikan hegemonyası yükselişe geçer. So[2]ğuk Savaş dönemine (1945-1992) karşılık gelen yedinci döngüde yükselen güçler SSCB ve 1978’den sonra Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Bu dönemde SSCB’nin Avrupa’yı ve tüm dünyayı domine etme çabasına şahit olunmaktadır. SSCB’nin dağılması ile birlikte Soğuk Savaş biter ve Amerikan hegemonyası devam eder. 1992’den günümüze kadar devam eden bu dönemde ise Amerikan hegemonyasına karşı Çin’in yeni bir hegemon güç olması beklenmektedir (Mi[2]chael D. Swaine ve Ashley J. Tellis, Interpreting China’s Grand Strategy: Past, Present, Future, RAND Corporation, 2000, s. 219)
[3] OEkonomik anlamda Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın, özellikle Xi Jinping döneminde gündeme gelen “Tek Kuşak, Tek Yol“ (One Belt, One Road) inisiyatifine kaynak bulmak amacıyla hayata geçirildiği ifade edilebilir. “Yeni İpek Yolu“ adıyla da bilinen bu proje ile Çin’in batısı ile Orta Asya ve Avrupa birbirine bağlanacaktır. Ayrıca güneybatı Çin’in Hint Okyanusu üzerinden bağlanmasını sağlayacak bir “Deniz İpek Yolu“ inisiyatifinin hayata geçirilmesini de sağlayacaktır. Dolayısıyla bu projelerin finansmanını sağlamak için Xi Jinping yönetimi Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın kurulmasını onaylamıştır. Böylece Çin tarafından, mevcut küresel ekonomik örgütlere karşı paralel küresel ekonomik yapılar tesis etmektedir (Arthur R. Kroeber, Çin Ekonomisi: Herkesin Bilmesi Gerekenler, Buzdağı Yayınevi, Ankara, 2017, s. 339).
[4] Camila T. N. Sørensen, The Significance of Xi Jinping’s “Chinese Dream“ for Chinese Foreign Policy: From “Tao Guang Yang Hui“ to “Fen Fa You Wei“, Journal of China and International Relations, Vol. 3, No. 1, 2015, 53-73, p. 54.
[5] Deng Xiaoping görevi halefine bırakırken “Tao Guang Yang Hui“ (韬光养晦) stratejisinin izleri bulunan 24 Karakter Stratejisi ile 12 Karakter Strateji adı verilen iki adet talimatname de bırakmıştır. O dönemin dış politika stratejisinin özünü ihtiva eden bu belgelerde halef devlet başkanlarına yönelik yol gösterici ilkeler de bulunmaktaydı. 24 Karakter Bildirisi’nde özetle şu görüşler ifade edilmektedir: “Dikkatle gözlem yap, durumumuzu güvenceye al; işleri soğukkanlılıkla hallet; gücümüzü gizle ve uygun zamanı bekle; dikkat çekme ve asla liderlik iddiasında olma.“ Daha sınırlı bir yönetici çevresine hitap eden 12 Karakter Bildirisi’nde ise “düşman birlikleri duvarların dışındadır. Bizden daha güçlüler. Esas olarak savunmada olmalıyız“ denilmektedir (Henry Kissinger, a.g.e., s. 526-527).
[6] “Fen Fa You Wei“ (奋发有为) stratejisiyle uyumlu olan ve daha aktif bir dış politika stratejisini salık veren başka görüşlerde mevcuttur. Bunlara “Gengjia Jiji“ (Daha Aktif Ol), “Gengjia
Zhudong“ (Daha Fazla İnisiyatif Al) ve “Jiji Jinqu“ (Daha Etkin Hareket Et) şeklindeki dış politika stratejileri örnek olarak gösterilebilir (Camila T. N. Sørensen, a.g.e., p. 53).
Zhudong“ (Daha Fazla İnisiyatif Al) ve “Jiji Jinqu“ (Daha Etkin Hareket Et) şeklindeki dış politika stratejileri örnek olarak gösterilebilir (Camila T. N. Sørensen, a.g.e., p. 53).
[7] https://thediplomat.com/2014/08/chinese-foreign-policy-needs-major-reform/ Erişim Tarihi: 23.10.2017.
[8] Hasan Basri Yalçın, Ulusal Güvenlik Stratejisi: ABD-İngiltere-Fransa-Rusya-Çin, SETA, İstanbul, 2017, s.42-43. Çin’in 2011 ulusal güvenlik belgesi yükselmekte olan ve gelişmesini ekonomik temellere dayandıran bir ülkenin yükselişini yansıtacak şekilde oluştu[8]rulmuştur. Tarihte büyük güçlerin yükseldiği ve düştüğüne yönelik genel kanının bir sonucu olarak Çin’in ABD ile hegemonik bir savaşa girişeceği iddiaları sık sık dile getirilmekte[8]dir. Bununla beraber Çin, böylesi bir karşılaşmanın ileride olacağının farkında olup sadece zamanlama konusunda erken bir karşılaşma olmaktan çekinmektedir. Dolayısıyla belgede açıktan bir revizyonist dil kullanmak yerine eşitlik, işbirliği, adalet, barış, ortak refah, ortak çıkar, ekonomik büyüme, karşılıklı fayda ve kazan kazan gibi anahtar kavramlara dayanmak[8]ta olup Çin’in yüksek siyasetinin temellerini teşkil eden barışçıl ve dikkat çekmeyen büyü[8]me hedefine odaklanmaktadır. Askeri konularda ise Çin ordusunun modernizasyonu, silahlı kuvvetlerin konuşlanması, ulusal savunma seferberliği ve ihtiyat kuvveti inşası gibi konulara temas etmektedir. 2015 belgesinde ise güvenlik kavramsallaştırmasının dar ve somut olduğu ve stratejik anlamda güç inşasını merkeze oturtan, teorik anlamda reelpolitik bir çerçeveye sahip olduğu ifade edilebilir. Askeri anlamda ise Çin’in kara ordusu esnek hale getirilmeli ve deniz kuvvetleri uzak denizlerde operasyon yapabilecek nitelikte olmalıdır. Hava kuvvetleri ise hava indirmeye odaklanmalıdır. Müdahaleciliğe karşı olan belgede Çin’in müdahale ka[8]pasitesini artırması önerilmektedir (Hasan Basri Yalçın, a.g.e., s. 43 ve 105-106).
[9] Tayvan meselesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1945-49 tarihleri arasında süren iç savaşın Komünistlerce kazanılması ile başladığı ifade edilebilir. Bu iç savaşta Çin Komünist Partisi SSCB tarafından buna karşın Çin Milliyetçi Partisi ise ABD tarafından desteklenmiştir. Dört yıl süren savaşın mağlubu olan Çin Milliyetçi Partisi güçleri ABD desteği ile Tayvan adasına çekilmişler ve orada 1911’de kıta Çin’inde kurulan cumhuriyet rejiminin devamı olduklarını ilan etmişlerdir. Çin Komünist Partisi tarafından ise 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ilan edilmiştir (Fatih Oktay, Çin: Yeni Büyük Güç ve Değişen Dünya Dengeleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2017 s. 43). Tayvan sorunu da 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla başlamıştır. Tayvan devleti, Milliyetçi Çin unsurlar Çan Kay Şek önderliğinde iki milyon sempatizanıyla birlikte Tayvan adasına sığındıktan 1971 sene[9]sine kadar olan dönemde BM nezdinde tek meşru Çin devleti olarak kabul edilmiştir (Yves Lacoste, Büyük Oyunu Anlamak, Çev.: İsmet Akça, NTV Yayınları, İstanbul, s. 178). ÇHC geleneksel politikasına uygun bir şekilde Tayvan’ı coğrafi olarak Çin’in güneyinde bulunan Hainan Adası ile birlikte Çin anakarasının dışında ve kendi egemenliğindeki adalardan biri olarak kabul etmektedir (Zheng Ping, China’s Geography, Intercontinental Press, China, 2010, s. 96). Bununlar birlikte mevcut uluslararası duruma bakıldığında genel olarak Çinli olarak tabir edilen “Han“ milletinin yaşadığı iki ayrı devlet bulunmaktadır. Bu devletler Çin Halk Cumhuriyeti ve Tayvan (Formoza) olarak da adlandırılan Çin Cumhuriyeti devletle[9]ridir. ÇHC ile Tayvan halkları aynı etnik kökene sahip olmakla birlikte tarihsel gelişmeler sonucunda farklı sosyal ve iktisadi yapıya sahip olmalarının çatışma zeminine ivme kazan[9]dırdığı ifade edilebilir. Bununla birlikte ideoloji konusunda zannedildiği kadar bir karşıtlık ilişkisinin olmadığı da bazı kaynaklarda ifade edilmektedir. Sun Yat-Sen’in ideolojisini sa[9]vunduklarını iddia eden Tayvan devleti birçok kültür adamını Guomintang Partisi’nin dev[9]rimci geçmişini göstermek için kullanıldığı; resmi yazılarının birçoğunda sosyalizm sözcüğü geçtiği ve ayrıca hükümetin dış ticaret, bankacılık, eğitim ve medya alanlarında sıkı bir kont[9]rol tesis edildiği ifade edilmektedir. Bu yüzden ÇKC ile Tayvan arasında ideolojik anlamda bir fark olmadığı ifade edilmektedir (Ray Huang, Çin Tarihi: Bir Makro Tarih Yaklaşımı, Çev.: Attila Sönmez, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s. 335
[10] Richard D. Fisher Jr., China’s Military Modernization: Building for Regional and Global Reach, Praeger Security International, Westport, 2008, s. 213.
[11] http://www.americasquarterly.org/Marcella Erişim Tarihi: 22.10.2017