RF, Vladimir Putin’in 1999’da iktidara gelmesi sonrasında kademeli olarak yükselişe geçerken, ÇHC kanatlanarak hızlandı. ABD, ÇHC’nin yükseliş ivmesindeki artışı 1990’ların ortalarına doğru fark etmeye başladı ve ÇHC’yi dengeleme stratejisini hayata geçirdi. ABD’nin, ÇHC’nin yükselişini dengelemek için kademeli olarak artırdığı adımlar, 2000 yılı sonrasında daha görünür bir hâl almaya başladı. Gücünün artmasına paralel olarak ÇHC’nin de güç politikalarına yönelmesi, dünyanın yeni bir soğuk savaş iklimi altına girmesine neden oldu. Soğuk savaş sözcüğünün insanlık hafızasındaki olumsuz çağrışımları bu kavramın kullanılmasını geciktirse de dünyanın yeni bir soğuk savaş ortamına girdiğini gösteren emarelerin artması, soğuk savaş tartışmalarını başlattı.[3]
Son olarak Ukrayna savaşı gelişmeleri nedeniyle “Yeni Soğuk Savaş“ sözcüğü daha çok kullanılır olmaya başladı. Dünyanın tekrar Batı ve Doğu (Demokrasi-Otokrasi) merkezli kutuplara ayrılmaya başlaması, Asya-Pasifik coğrafyasında yeni ittifakların kurulması, NATO’nun genişleme ve yeniden organize edilmesi gayretleri gibi gelişmeler Soğuk Savaşa yönelik çağrışımları artırdı. Daha önce bu rekabete yönelik çekinceli ifade kullanan akademisyenler[4] de artık “Yeni Soğuk Savaş“ sözcüğünü daha kolay telaffuz eder oldular. Böylece küresel aktörler arasında sertleşen rekabete bir isim koyma zamanı geldi. Ben uzun zamandır kullandığım “Yeni Soğuk Savaş“ sözcüğünün biraz daha açılması gerektiğine inanıyorum. Bu bağlamda yaşanan küresel kutuplaşma ve rekabeti “Önleyici Soğuk Savaş“ olarak tanımlıyorum.
Neden böyle bir tanımlama yapma ihtiyacı hissettiğimin gerekçelerini bu makalede açıklayacağım. Bu tanımlamayı yapmama neden olan en temel etken; ABD’li yeni muhafazakâr (Neo Conservatives-Neocons) teorisyenlerin 2000’lerin başlarında kullanmaya başladıkları “önleyici darbe (preemptive strike)“ stratejisine yönelik söylemlerdir. ABD bu dönemde, dünyanın her yerinde, çıkarlarına tehdit gördüğü her şeyi askerî hedef olarak değerlendirip, vurmaktan çekinmedi. Bu politikayı uygulamaya koyan ABD’li yöneticiler, ABD’nin, çıkarlarını korumak için tedbir almaya ve tehditleri yerinde imha etme hakkı olduğunu savundular. Bu kavram ABD karar mekanizmalarının hafızalarında yerleşmeye ve genlerine işlemeye başladı. Müteakip ABD yönetimleri de, inisiyatifi ele geçirmek istedikleri konularda “önleyici-preemptive“ davranmayı seçtiler.
ABD’nin ÇHC’yi küresel rakip olarak görmeye başlaması sonrasında da bu mantık dizgesi doğal olarak hayata geçti. ABD yönetimleri, hegemonyalarının korunması konusunda aynı saldırgan tutumu sürdürmeyi seçerek, Soğuk Savaş mekanizmalarını canlandırmaya başladılar. Eski Soğuk savaş, II. Dünya Savaşı sonrasında ideolojik temelde ayrışan küresel aktörlerin arasındaki rekabet nedeniyle, zaman içerisinde ve kendiliğinden oluşmuştu. Yeni Soğuk Savaş ise ABD tarafından, küresel hegemonyalarını koruma içgüdüsü ile hayata geçiriliyor. Bu tespiti yaptıktan sonra, Yeni Soğuk Savaş kavramını ifade ederken, “önleyici“ sözcüğünü kullanmanın doğru olacağını düşündüm.
Geçmiş Soğuk Savaştan farklı olarak bu kez ABD’nin karşısında iki güçlü rakip var. ABD ise eski gücünde değil. Karşısında doğal kaynak zengini ve kararlı bir RF yönetimi ile ekonomisi üreten bir ÇHC var. ABD stratejistleri, RF ile ÇHC arasındaki tarihi anlaşmazlıkları ve muhtemel çıkar çatışmalarını hesaba katarak, ÇHC-RF ittifakının uzun sürmeyeceğini değerlendirdiler.[5] Ancak aşırı özgüvenlerinin analizlerinde hataya neden olduğunu anlamaları fazla sürmedi. Bu iki düşman kardeş, ABD hegemonyasına karşı birlikte mücadele etmek kararlılığında ortaklaştılar ve aralarındaki çıkar çatışmalarını yumuşatmayı başardılar. Neticede ÇHC ve RF, ABD’nin zorlamalarına rağmen, işbirliğini sürdürmeyi başardılar.
ABD’nin asıl rakip olarak gördüğü ÇHC, yeni teknoloji üretme yolunda hayli yol kat etmenin yanı sıra ekonomik olarak da ABD’yi geçmeye doğru hızla ilerliyor. ABD’nin karşısındaki otokrat yönetimler, insanlarını doyurmayı ve orta sınıfı canlı tutmayı başarmakla birlikte halklarını milliyetçilik temelinde mobilize edebiliyorlar. ABD’nin otokrat rakipleri ellerindeki ekonomik güç ile ABD hegemonyasının temel direklerinden biri olan dolarizasyonu (dolar hegemonyasını) da sarsma potansiyeli taşıyorlar. Bu durum eski Soğuk Savaştan çok farklı bir manzara ortaya koyuyor. Bu veriler ABD’yi provakatif ve zorlayıcı davranmaya itiyor. Bu bağlamda ABD, hedefine ulaşmasına engel teşkil edebilecek veya kendisiyle işbirliği yapmaya meyilli olmayan her yapıyı, müttefiki de olsa, hırpalamaktan kaçınmıyor. ABD’nin “Önleyici Soğuk Savaşı“ bu nedenle çok daha şiddetli olmaya aday bir görüntü veriyor.
Aşağıda, Soğuk Savaş kavramının çıkışı ve seyrini aktardıktan sonra, Yeni Soğuk Savaş sürecine giden yoldaki mihenk taşlarını irdeleyeceğim.
Soğuk Savaş Kavramı ve Hatırlattıkları
Soğuk Savaş sözcüğü ilk olarak 16 Nisan 1947’de ABD Başkanı Harry S. Truman’ın danışmanı Bernard Baruch tarafından, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki sinir harbini tanımlamak için kullanıldı. Bernard Baruch; II. Dünya Savaşı sonrasında ilişkileri gergin bir zeminde yürüyen ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki, tarafların doğrudan çatışmaya girmeden birbirlerini yıpratmaya çalıştıkları mücadeleyi Soğuk Savaş olarak tanımladı. Bernard Baruch, bunun karşıtı olarak, hasımlar arasındaki doğrudan çatışmayı da sıcak savaş olarak değerlendirdi. Bernard Baruch’un savaşın iki çeşidine yönelik tanımlaması zamanla kabul görüp kalıcılaşırken, Soğuk Savaş kavramı iki küresel aktörün rekabetiyle özdeşleşti.
Soğuk Savaş sürecinde taraflar birbirlerini yıpratmak için küresel düzlemde her türlü alan ve vasıtayı kullanmaktan çekinmediler. İdeolojik zemin dâhil olmak üzere, eylemden söyleme, sinemadan medyaya çok değişik mecralarda yürütülen küresel rekabette başat aktörler daha ziyade planlayıcı ve politika belirleyici bir rol üstlendi. Bu mücadelede zayıf ülkeler ile militan örgütler icracı olarak yer aldılar. Bu çerçevede ABD ile Sovyetler Birliği, aralarındaki küresel güç mücadelesinde daha ziyade vekilleri çatıştırırken, kendileri direkt olarak çatışmaya girmekten kaçındılar. Küresel aktörler, ortak çıkarlarını perde gerisinden gizli anlaşmalarla koruma konusunda son derece maharetli işbirliği örnekleri de sergilediler.
İki kutuplu dünyanın liderlerinin birbirleriyle doğrudan çatışmaktan kaçınmasının en önemli nedeni, küresel aktörlerin nükleer silah kapasiteleri ve dünyayı defalarca yok etmeye yetecek kadar sayıda nükleer silah sistemine sahip olmalarıydı. Dehşet üretme kapasitesinde ortaklaşan küresel aktörler, birbirlerinin topraklarının nükleer tehdit altına girmemesi konusunda da ortaklaşmayı bildiler. Zaman zaman birbirlerini, vekil ülkelere yerleştirdikleri nükleer başlıklı füzelerle tehdit etseler de, rakibin benzer bir hamlesi sonrasında, pazarlık yürüterek, kendi topraklarını nükleer silahların menzilinin dışına çıkarmayı başardılar.
ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki rekabet ve silahlanma yarışı dünya ve uzay sathına yayılarak, ekonomik kaynakları öğüten bir mücadeleye evrildi. Batı’nın liberal değerleri ve kapitalist üretim sistemi karşısında dogmatik Sovyet yapısı zamanla teknoloji ve ekonomik artı değer üretmekte zorlanmaya başladı. Sovyetler Birliği üretmekte zorlandıkça otoriterleşti ve eleştirilere karşı tahammülsüz olmaya başladı. Gerek ülke içi gerekse blok içindeki reform arayışları bu kapsamda Sovyetler Birliği tarafından şiddetle bastırılırken, Sovyet blokunda kapalı ve üretmekte zorlanan bir sistem yerleşmeye başladı. Bu yapı doğal olarak yolsuzluklara bulaştı ve hantallaştı. Neticede, Batı’nın üretmeyi başaran liberal sistemi karşısında rekabet gücünü yitiren Sovyetler Birliği 1991’de çöktü.
Soğuk Savaş Sürecinde ÇHC
ABD ve Sovyetler Birliği ideolojik zeminde ittifaklar kurarak birbirlerini dengelemeye-caydırmaya çalışırken, aralarındaki mücadele alanı Avrupa’dan Asya’ya doğru kaymaya başladı. ÇHC’nin kurulması ve komşu ülkelere rejim ithal etme politikasını hayata geçirmesi ABD ve müttefiklerinin karşı hamlelerini tetikleyince kutuplar arası rekabet alanı Afrika ve Güney Pasifik coğrafyasına doğru uzandı. Batı, Soğuk Savaş döneminde uzunca bir süre Sovyetler Birliği ile ÇHC’yi aynı düzlemde hareket eden iki büyük rakip olarak gördü. Bu dönemde Sovyetler Birliği’nin kendi yandaşı muhalif devletleri şiddetle cezalandırmasının ÇHC üzerinde büyük baskı oluşturduğunu ve bu iki büyük komünist devletin birbirlerine karşı diş bilediğini Batı anlayamadı.
Batı, Sovyetler Birliği ile ÇHC’nin, aralarındaki sınır sorunu nedeniyle 1969’da çatışması sonrasında Doğu Blokunun bir bütün olmadığının farkına vardı. Bundan sonra ABD, komünist blokun iki devi arasındaki çatlakları genişletmek için harekete geçti. ABD Dışişleri Bakanı Kissinger 1971 yılında, Pakistan üzerinden ÇHC ile irtibata geçerek, ÇHC’nin Sovyetler Birliği’nden ayrıştırılması için planlanan süreci hayata geçirdi. ÇHC, ABD’nin bu inisiyatifini başlangıçta ihtiyatla karşıladı. ABD; Tayvan yerine ÇHC’nin resmen tanınması ve müteakiben Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’ne üye yapılması gibi adımlar sonrasında ÇHC’nin güvenini kazanmayı başardı. Müteakiben ABD ve ÇHC, Sovyetler Birliği’ne karşı örtülü bir işbirliğine başladılar ve Sovyetler Birliği, ABD karşısında yalnızlaşarak, zayıf kalmaya başladı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar Batı ve Doğu blokları arasında nükleer savaş ihtimalinin gölgesi altında yürütülen mücadele Soğuk Savaş kavramı ile hafızalara yerleşti. Bu mücadelede ÇHC, Doğu Bloku içerisinde görülmesine rağmen, ABD’nin nötrleştirme adımları sonrasında geri planda kaldı ve iç sorunlarını çözmeye yöneldi. Akademik camiada “Soğuk Savaş Kavramı“ üzerine çok sayıda eser yayımlanırken Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında bu konudaki tartışmalar da etkisini yitirdi. İki kutuplu dünyadaki rakibini çökertmeyi başaran ABD’nin organik aydınları, Batı’nın liberal demokrasisinin küresel hâkimiyetini ilan ettiler. ABD’li ideologlar, “Liberalizmin tarihin sonunu getirdiğini“ ve bundan sonra küresel rekabetin “kültürler arasında yaşanacağını“ iddia ettiler. Ancak aradan daha 10 yıl geçmeden, “çok erken ve büyük konuştuklarını“ anlamaya başladılar.
Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nden ayrışarak enerjisini iç sorunlarını aşmaya harcayan ÇHC’nin hızlı yükselişi ABD’li ideologları tekrar düşünmeye itti. İdari yapısını reforme eden ve ideolojik dogmatizmden pragmatik bir sosyalizme geçen ÇHC’nin kısa sürede kazandığı başarılar ABD’yi şaşkınlığa uğratırken, hegemonyalarının tehdit altına girdiği endişesine neden oldu. Bu kapsamda ABD, 20. yüzyıl sonlarında yükselişe geçen Hindistan’ı, ÇHC’ye karşı denge unsuru olarak görmeye başladı. ABD’nin Hindistan’ı destekleyerek, küresel hegemonyasını tehdit etmeye başlayan ÇHC’yi dengeleme adımları atmaya başlaması “Soğuk Savaş“ kavramının tekrar hatırlanmasına neden oldu. ÇHC’nin yükselişini engelleme kapsamında ABD’nin 21. yüzyıl ile birlikte attığı adımlar Soğuk Savaş dönemini çağrıştırırken, akademi dünyası bu terimi kullanmaktan kaçındı. Soğuk Savaş döneminin iticiliği ve nükleer savaş korkusunun hafızalardaki izleri bu isteksizlikte etkili oldu.
ÇHC’nin Yükselişi, ABD’nin Dengeleme Stratejisi ve Soğuk Savaş İklimi
ABD ile Sovyetler Birliği’nin kıyasıya mücadele ettiği dönemde geri çekilen ÇHC, ekonomisini reforme etmeye ve komünist idareyi işlevselleştirmeye ağırlık verdi. Mao’nun ölümü sonrasında yönetimi devralan Deng Şioping, 1970’li yılların sonlarında ülke idaresini yeniden organize etmeye başladığında, sınır sorunları ve bölgesel hak iddialarını buzdolabına kaldırdı. ÇHC bu dönemde, Vietnam ile yaşadığı çatışma dışında, dış sorunlara mümkün olduğunca yapıcı bir istikamette yaklaştı. Deng Şioping döneminde atılan adımlar sonuç vermeye ve ülke ekonomisi güçlenmeye başladığında ÇHC yönetimi güç mücadelesinden kaçınmayı tercih etti. Çin Komünist Partisi (ÇKP) organlarında yapılan tartışmalarda, ülkeyi güç mücadelesine çekecek adımlardan uzak durma ve sessizce yükselme stratejisi benimsendi. ÇKP yöneticileri “erken öten horozun başının kesileceği“nin bilincinde olarak; sessiz ve derinden ilerlerken, uzun vadeli stratejik hedefler belirlemeyi de ihmal etmedi.
ÇHC, tabiri caizse “dünyayı uyutarak“, kapitalist dünyanın üretim üssü olmayı başarırken, bölgesel ve küresel hedeflerini yüksek sesle beyan etmekten imtina etti. Zira ÇHC, ABD’nin kendi yükselişini engellemek için harekete geçeceğini biliyor ve bunu mümkün olduğunca geciktirmek istiyordu. ABD’nin Soğuk Savaş konusundaki tecrübesini yakından bilen ÇHC, bir yandan da ABD hegemonyasına meydan okumak için hazırlık yapıyordu. ÇHC bu kapsamda sessizce ve Batı’yı ürkütmeden ABD’nin Asya politikalarını dikkatle takip etti. Ekonomik olarak yükselen ÇHC, askerî olarak da güçlenirken, ABD ve Batı’yı tedirgin etmemeye özen gösterdi. ÇHC’nin Hint Okyanusu coğrafyasındaki ekonomik kazanımlarını askerî kazanımlarla pekiştirdiği netleşmeye başlayınca Hindistan ile Batı, “ÇHC’nin kendilerini uyutarak“ askerî-stratejik hedeflerini hayata geçirdiğini fark etti.
ABD’nin Asya Önceliği (Pivot to Asia) stratejisini hayata geçirdiği 2011 sonbaharından sonra ÇHC’yi farklı alanlarda hedef almaya başlaması ve çevreleme gayretleri, Soğuk Savaş kavramına yönelik tartışmalara yeni bir boyut getirdi. ABD’nin ÇHC’yi geriletmek için hayata geçirdiği ticaret savaşlarına QUAD (ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan arasında hayata geçirilen güvenlik öncelikli işbirliği mekanizması) yapılanmasını da eklemesi sonrasında ÇHC, ABD’nin yeni ittifaklar kurma girişimlerini; kendilerinin çevrelenmesi kapsamında görmeye ve “Yeni Soğuk Savaş“ı canlandırma gayretleri olarak ifade etmeye başladı.
ABD, ÇHC’yi dengeleme kapasitesi açısından en yüksek potansiyele sahip ülke olarak gördüğü Hindistan ile aradaki buzları eritmek için Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Hindistan’a yaklaşma siyaseti izledi. Hindistan’ı kazanma hedefi kapsamında son derece pragmatik bir tavır takınan ABD, Hindistan’ın nükleer politikalarını desteklerken, Nükleer Silahların Yayılması Anlaşması (NPT-Non-Proliferation Treaty)’na üye olmamasına dahi önem vermedi. ABD’nin 21. yüzyıl başlarında Asya’da attığı adımlar ile Hindistan’ı böyle kayıtsız şartsız desteklemesi ÇHC tarafından manidar bulundu ve tedbir almaya itti. ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında Irak ve Afganistan’ı işgal etmesi de ÇHC’nin güvenlik kaygılarını artırdı ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nü hayata geçirmek için motive etti. ABD’nin hegemonyasına karşı yalnız mücadele edemeyeceğini bilen ve bu kulvarda RF desteğini gerekli gören ÇHC, RF’ye dostluk eli uzattı. RF de bu eli geri çevirmedi.
2010’lu yıllar ABD’nin ÇHC’yi küresel hegemonyasını tehdit eden en ciddi rakip olarak gördüğünü ve ÇHC’nin dengelenmesi için yeni stratejilere yöneldiğini gösterdi. ABD bu bağlamda 2011 sonbaharında, “Asya Önceliği Sratejisini (Pivot to Asia) resmen açıklayarak, Asya-Pasifik coğrafyasında etkin olma gayretlerini artırdı. Bu ÇHC’nin beklediği bir gelişmeydi ve ÇHC Batı ile rekabete girmek için hazırlık yapıyordu. 2013 yılında yönetimi devralan Devlet Başkanı Xi Jingping, Kuşak ve Yol İnisiyatifi ile ÇHC’nin küresel ekonomik hedeflerini açığa koyarken, temkinli dış politikayı da sonlandırdı.[6] Bu inisiyatif, Hindistan ve ABD (ile müttefikleri) tarafından; “ÇHC’nin yükselişinin ilanı“ olarak görüldü ve ÇHC’nin önünün kesilmesi gerektiği konusunda ortaklaşmalarına neden oldu. 2014 yılından sonra ABD, müttefikleri ve Hindistan, ÇHC’nin karşısına kararlı şekilde çıkmaya başlarken, ÇHC de küresel hedeflerini ve yakın coğrafyasındaki tarihi hak iddialarını daha açık ortaya koymaya başladı.
ÇHC bu çerçevede; Pakistan’ın Gwadar Limanı’nı 2002’den beri geliştirerek ülkesinin Şincan Eyaleti’ne bağladığı Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (ÇPEK) Projesi ve benzer şekilde hayata geçirdiği Çin-Myanmar Ekonomik Koridoru (ÇMEK) Projesi gibi Arap Denizi ve Bengal Körfezi’ne askerî ve ekonomik çıkış sağladığı projelerdeki temkinli tavrını sonlandırdı. ÇHC bundan sonra bu projeler ile birlikte kazandığı askerî avantajları sergilerken, Cibuti’de askerî üs kurma hazırlıklarını da aşikâr etti.[7] ÇHC bunun yanı sıra Güney Çin Denizi, Tayvan, Sarı Deniz ve Hindistan ile olan sınırlarındaki hak iddialarını da saldırgan bir söylemle dile getirmeye başladı. ÇHC Devlet Başkanı Xi Jingping’in, görev süre sınırlamasının Ekim 2017’de kaldırılması sonrasında ÇHC politikaları daha cüretkâr bir hâl aldı.[8]
ÇHC, Güney Çin Denizi, Sarı Deniz, Senkaku Adaları ve Himalayalar’daki hak iddialarını, 2009’dan itibaren yüksek sesle dile getirirken, 2012 ile 2016 yılları arasında askerî güç gösterileri yapmayı ihmal etmedi. ÇHC’nin artan özgüveni ve saldırganlaşan söylemleri sadece ABD’yi harekete geçirmekle kalmazken, ÇHC’nin hak iddia ettiği bölgelerde çıkarları zarar görmeye başlayan bölge devletlerini de korkuttu. Çıkarları dolaylı yoldan tehdit altına giren Japonya, Güney Kore ve Avustralya da ÇHC tehdidini derinden hissederek, çare arayışına girdi. Japonya bundan sonra Güney Çin Denizi’nde ÇHC karşısında zayıf kalan Vietnam ile Filipinler’i destekleyerek, bu ülkelerle işbirliğini geliştirdi.[9]
ÇHC’nin temkinli dış politikasının yerini alan bu saldırgan tutumu rakip devletler tarafından, “Kurt Savaşçı Diplomasisi“ olarak anılmaya başlandı. “Kurt Savaşçı“ terimi adını Çin sinemasında yaratılan bir Çin özel kuvvet askeri karakterinden aldı. ABD’li rakiplere pervasızca saldırarak ders veren bu bıçkın Çinli kahraman figürü Çin halkı tarafından kabul gördü.[10] 2015 ve 2017 yıllarında Çin’de gişe rekorları kıran Kurt Savaşçı I ve Kurt Savaşçı II filmlerindeki kahraman asker, Çin özel kuvvetlerindeki “Kurt Savaşçı Timi“ne mensuptur. Bu kahraman figürü, ilk filmde Güneydoğu Asya’da, ikinci filmde Afrika’da, Amerikan özel kuvvetlerinden emekli paralı askerleri etkisiz hâle getirmektedir.[11] ÇHC’nin dış politikasındaki kullandığı yeni dil, bu çerçevede “Kurt Savaşçı“ yaklaşımı olarak algılandı.
ÇHC’nin Hint Okyanusu’nda başat bir askerî güç olmaya doğru emin adımlarla ilerlediğini anlayan ABD, Hindistan ve Japonya biraz geç kalmış olduklarının farkına vardılar. Bu ülkeler ÇHC’nin hızlı yükselişinin orta ve uzun vadede kendi çıkarlarını tehdit edeceği gerçeğinde ortaklaşarak işbirliği yapmaya başladılar. Güney Çin Denizi konusunda Lahey’deki uluslararası mahkemenin 2016’da aldığı kararı tanımaması, ÇHC’nin, Avustralya ile ilişkilerinin bozulmasında kırılma noktası oldu. Avustralya’nın ÇHC’yi uluslararası hukuka uymaya çağırması üzerine Çin tarafının kullandığı tehditkâr söylemler sonrasında, iki ülke ilişkileri kademeli olarak gerilemeye başladı ve devamında Avustralya da ÇHC karşıtı ülkeler grubuna dâhil oldu.[12]
ÇHC, Hindistan’ın çevresindeki Pakistan, Nepal, Bangladeş, Myanmar, Maldivler ve Sri Lanka’da önemli ekonomik projelerle etkin olmayı başarırken, Myanmar, Bangladeş, Sri Lanka ve Pakistan’ın bazı limanlarından askerî olarak faydalanma hakkı kazandı. ÇHC bunun yanı sıra Myanmar’ın bazı küçük adalarına gözetleme tesisleri kurarak, Hint Donanmasını gözetleme avantajı elde etti. ÇHC, bu ülkelerde elde ettiği ekonomik projelerle, enerji güvenliğini Malakka Boğazı’na mahkûm olma zafiyetinden çıkardığı gibi askerî kazanımlarla Arap Denizi ve Bengal Körfezi’ne ulaşmayı başardı. Bu gelişme ABD’nin hegemonyasını tehdit ederken, Hindistan’da “çevrelenme“ paniği yarattı.
ÇHC, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Avustralya’dan Pasifik adalarına ekonomik projelerle nüfuz etmeye devam ederken, 2017 yazında Cibuti’de askerî üs açarak, Afrika Boynuzu’nda askerî varlığını ilan etti.[13] Bu arada Batı, ÇHC’nin nadir toprak mineraller (rare earths) gibi stratejik maden kaynaklarında tekel hâline gelmiş olduğunu fark etti. Avustralya, Japonya, Güney Kore, Hindistan ve ABD, ÇHC’nin askerî ve ekonomik kazanımlarının kendileri için varoluşsal tehditler içerdiğini gördüklerinde, ÇHC’ye karşı ortak güvenlik mekanizmaları kurmak zorunluluğuyla yüzleştiler. Bundan sonra ABD ve müttefikleri ÇHC’yi dengelemek için, QUAD ittifakı başta olmak üzere, yeni adımlar atarak, Asya-Pasifik bölgesinde işbirliğini artırdılar. ABD’nin önceliğini Asya-Pasifik Bölgesi’ne kaydırması nedeniyle Orta Doğu’dan kısmen çekilmesinden en fazla yararlanan ülke, ÇHC ile işbirliği yapan RF oldu.
ÇHC-RF İşbirliği
RF’nin 1999’da başına geçerek ülkesini küresel lige çıkarmaya çalışan RF lideri Putin, Batı’nın ÇHC‘ye kanalize olmasını değerlendirmeyi başardı. RF lideri Putin, ülke içinde istikrar sağlayarak, ekonomiyi topladıktan sonra doğal gaz ve petrol gelirlerini silahlı kuvvetlerin modernizasyonuna harcayarak askerî gücünü artırdı. Putin, daha sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması nedeniyle ortaya çıkan “dondurulmuş sorunları“ çözmek için adımlar atmaya başladı. ABD’nin önceliğini Asya’ya kaydırması ile eli rahatlayan Putin bu dönemde, Doğu Avrupa, Kafkaslar, Doğu Akdeniz ve Afrika’da önemli kazanımlar sağladı. Bu kazanımlar Putin RF’sinin özgüvenini artırırken, arka bahçesi olarak gördüğü coğrafyalara müdahale etme yönündeki kararlılığını pekiştirdi. RF ve ÇHC işbirliği de iki ülkeye Batı karşıtı politikalar ve hak iddialarında güç verdi.
RF; ÇHC’ye uzay teknolojisi dâhil olmak üzere önemli teknoloji desteği verirken, ÇHC’nin silah sanayisini geliştirmesine de katkı sağladı. İki ülke ŞİÖ’yü birlikte hayata geçirirken, aralarındaki sınır sorunlarını çözdükleri gibi Orta Asya devletlerini de ŞİÖ çerçevesinde yanlarında tutmayı başardılar. ABD hegemonyasına karşı güç birliği yapma zaruretiyle bir araya gelen iki Doğu ülkesi, aralarındaki çıkar çatışmalarında karşı tarafın hassasiyetine saygı göstererek, işbirliğini baltalayacak adımlardan kaçındılar. ÇHC, RF’nin arka bahçesi olarak gördüğü Orta Asya cumhuriyetlerinde ekonomik adımlar attığında RF’nin kırmızıçizgilerini zorlamazken, RF de Hindistan ile işbirliğini devam ettirirken, ÇHC’yi gözetmeye dikkat etti. RF bu bağlamda eski Sovyetler Birliği müttefiki olan Myanmar ve Vietnam gibi ülkelerle yeniden bağ kurarken, ÇHC çıkarlarını da göz önüne aldı. Tarihsel olarak çıkarları çatışan iki ülke birbirleriyle rekabet ederken, birbirlerine muhtaç oldukları gerçeğini hesapta tutarak, ittifak ilişkisini devam ettirmeyi başardılar.
RF ve ÇHC, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) gibi uluslararası örgütler ile Arktikler gibi coğrafyalarda işbirliği yaparken, fosil enerji alanındaki işbirliğini artırdılar. RF, artan enerji ihtiyacını karşılama konusunda petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla ÇHC’nin enerji tedarikine alternatif bir zemin sağladı. Batı, iki ülkenin tarihi sorunları ve ilgi alanlarına giren coğrafyaların örtüşmesi nedeniyle iki ülke işbirliğinin çatırdamaya mahkûm olduğunu ve güçlenmelerine paralel olarak çıkarlarının ayrışacağını düşünerek, ÇHC-RF ittifakının uzun sürmeyeceğini değerlendirdi. Bu nedenle ABD, geçmişte başarılı olduğu tecrübeden faydalanma yolunu seçmedi ve Doğu ittifakını bölmek için ciddi bir gayret göstermedi. ABD ve müttefikleri iki ülkenin çıkarlarını çatıştıran konuları fazla kaşımazken, RF ve ÇHC geçmişten aldıkları dersler nedeniyle, aralarındaki sorunları büyütmemeye gayret etti ve işbirliği zeminini korumayı başardı. Dünya, korona virüs pandemisine böyle bir konjonktürde girdi.
Korona Virüs Pandemisinde Küresel Rekabet
ÇHC, askerî sahada güçlenmesini uzay keşif ve gözetleme teknolojisi ile destekleyip yeni silahlar sistemleri üretirken, nükleer başlık ve fırlatma vasıtalarının sayısını da artırdı. Donanmasına iki uçak gemisi kazandıran ÇHC, üçüncü uçak gemisini inşa etmeyi de başardı. İlk uçak gemisini (Liaoning) 2011 yılında faaliyete geçiren ÇHC, 2019’da yerli üretim Shandong’un devreye girmesiyle bu sayıyı ikiye çıkarmıştı. Üçüncü uçak gemisini inşa eden ÇHC bu rakamı 2028’de dörde çıkarmayı hedefliyor.[14] 2021 yılında gövde inşası biten üçüncü uçak gemisinin, yaklaşık iki yıl sürecek deneme süreci sonrasında, 2023 yılı sonlarında hizmete girmesi hedefleniyor.[15]
ÇHC, yeni teknoloji ürünü klasik silah sistemleri ile orduyu güçlendirirken, donanmasını ve hava kuvvetlerini modernize ederek, yeni nesil savaş uçakları ve savaş gemilerini envantere katmaya devam etti.[16] ÇHC 2016 yılında silahlı kuvvetlerini yeniden yapılandırarak, müşterek saha komutanlıkları (Theater Command) altında topladı.[17] Farklı kuvvet (kara-hava-deniz) birliklerinin müşterek komutanlıklar altına alan ÇHC, müşterek operasyon kapasitesini yükseltirken, balistik füzelerle uçak gemilerini vurma imkânına da kavuştu. Uzaydaki askerî destek sistemlerinin yardımıyla mümkün olan bu kapasite ÇHC’ye, ABD karşısında önemli caydırıcılık gücü kazandırdı.[18] 2019 yılına girilirken ÇHC dünyanın en güçlü savaş gücüne sahip devletlerinden biri olmayı başardı. Nitekim ÇHC, 2020 yılında envanterine kattığı savaş gemileriyle, dünyanın en fazla savaş gemisine sahip ülkesi oldu.
ABD’nin ÇHC’yi dengelemek için 2019 yılında artan çabaları korona virüs pandemisi nedeniyle dünya kamuoyunun gözünden kaçtı. Dünya korona virüs pandemisi ile boğuşurken, ÇHC’nin artan askerî özgüveni 2020 yazında, Himalayalar’da Hindistan’a askerî sahada verdiği bir ders ile ortaya çıktı. İki ülke arasındaki sınır anlaşmazlığında yaşanan bir kriz nedeniyle ÇHC Ordusu, 15 Haziran 2020 gecesi, Galwan Vadisi’nde, bir Hint Piyade Alayını derdest etti. Alay Komutanının kafasını yakındaki akarsuya sokarak boğan ÇHC askerleri, ayrıca 19 askeri öldürüp 76 askeri yaralarken, dördü üst subay, 10 askeri de esir alarak götürdü. Bunları yaparken ÇHC askerleri, iki ülke arasında mevcut olan sınırlarda ateşli ve kesici silah kullanmama mutabakatına bağlı kalarak, Hint askerleriyle “tabiri caizse“, dalga geçti. 1962 savaşında yaşadığı hezimet sonrası böyle bir “aşağılama“ daha yaşayan Hint halkının psikolojik dengesi bozuldu. Bu gelişmeler de korona virüs pandemisinin gölgesinde kaldı ve dünyanın ilgisini çekmedi. Ancak ÇHC’nin bu saldırgan tutumu, QUAD ülkelerinin ÇHC tehdidi algısını zirveye taşımaya yetti.
ÇHC, pandeminin en etkili olduğu 2020 ve 2021 yıllarında sıkı tedbirler uygulayarak halkını korumayı başarmanın yanında, krizi fırsata çevirerek, küresel hedeflerinde bir basamak olarak kullanmayı başardı. ÇHC’nin maske ve ilaç ile başlattığı pandemi yardımlarını aşı ile destekleyerek, ilgi alanındaki zayıf ülkelere taşıması, bölgesel ve küresel hedeflerine katkı sağladı. ÇHC bu tür yardımlarla Hint Okyanusu çevresinde yumuşak gücünü artırdı. Bu dönemde ABD ve Hindistan’ın pandemi ile mücadelede yaşadığı can kayıpları ÇHC’nin küresel imajının güçlenmesine neden oldu. ÇHC’nin pandemi ile mücadelesinde Çin Ordusu, hem kendi ülkesinde hem de dış yardımlarda önemli bir aktör olarak sahne aldı. Çin Ordusunun hedef ülkelere yaptığı yardımlar dış dünyada; “Kovid -19 Askeri Diplomasi“si olarak tanımlandı.[19]
Pandemi döneminde dikkat çekmeyen bir rekabet de teknoloji sahasında yaşandı. ABD-ÇHC rekabetinde tarafların birbirine karşı kullandığı kozlar, nadir toprak mineralleri ile çip (semiconducter) tedariki konusu oldu. Çağımızın teknolojik araç ve silah sistemlerinin üretilmesinde temel hammaddelerden olan nadir toprak minerallerinde tekel hâline gelmeyi başaran ÇHC’nin elindeki kozu almak için ABD ciddi gayret sarf etti. ABD bu kapsamda Hindistan, Kanada ve Avustralya gibi bu mineraller açısından zengin ülkelerle işbirliği yaparak üretimlerini artırmalarını sağlamaya ve ÇHC’yi dengelemeye çalıştı. Ancak bu dengenin 10-15 yıldan önce yakalanması mümkün gözükmüyor.[20] ABD diğer yandan Tayvan, Güney Kore ve Hollanda firmalarının liderlik yaptığı çip (semiconducter) kozunu ÇHC’ye karşı kullandı. Çip teknolojisi de çağın vazgeçilemez vasıtaları arasında yer alıyor. Çipler akıllı telefondan otomobile kadar her türlü yapay zekâ ürünü teknolojide ara unsur olarak kullanılıyor.
Yeni İttifaklar ve Soğuk Savaş Çağrışımları
2020 seçimleri sonrasında İktidara gelen Joe Biden liderliğindeki ABD, ÇHC’yi askerî sahada dengelemek için 2021’de seferberlik başlattı. Doğu Asya’da Güney Kore’nin askerî kısıtlamalarını kaldırarak silahlanmasına destek veren ABD, Güney Pasifikte de yeni bir güvenlik örgütü kurulmasına öncülük etti. Avustralya ile ÇHC ilişkilerindeki gerilim, ÇHC’nin Güney Çin Denizi konusunda tehditlerine maruz kalan Avustralya’nın, Hong Kong’da muhalifleri desteklemesi[21] sonrasında, ÇHC’nin ekonomik yaptırımlarına neden olmasıyla derinleşmişti. Karşılıklı yaptırımlarla iki ülke ilişkileri dibe vurmuş ve Nisan 2021’de Avustralya merkezi yönetiminin, Viktoriya Eyaleti’nin ÇHC’ye 2018 yılında, Kuşak Yol İnisiyatifi kapsamında verdiği ticari imtiyazları iptal etmesiyle kopmuştu.[22] ABD ve Birleşik Krallık, Avustralya’yı askerî sahada desteklemek kapsamında, Eylül 2021’de AUKUS (Australia, UK and US-Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD) güvenlik anlaşmasını hayata geçirerek, ÇHC’ye Pasifik coğrafyasında set çekmeyi hedefledi.
ABD, 15 Eylül 2021’de, AUKUS anlaşmasının imzalandığını ilan etti. ABD, bu anlaşmayı hayata geçirirken Fransa ile Avustralya arasındaki denizaltı üretim anlaşmasının iptal edilmesini ve yerine Birleşik Krallık ile kendilerinin nükleer denizaltı üretim projesinin konulmasını sağladı. Fransa’nın sert tepkileri ABD’nin bu anlaşmada ileri gitmesine engel olmazken ÇHC bu ittifakı sert bir şekilde eleştirdi.[23] AUKUS’un kendi ilerlemesine karşı kurulduğunu değerlendiren ÇHC; bu anlaşmanın Avustralya’yı nükleer hedef hâline getirebileceğini açıklayarak, açıkça tehdit etti.[24] Bu anlaşma sonrasında Avustralya Dışişleri ve Savunma Bakanları Hindistan’a gelerek, Hintli mevkidaşlarıyla görüşmeler yaptılar. Toplantılar sonrası yapılan açıklamalarda; iki ülkenin, savunma ve ticaret başta olmak üzere farklı alanlarda işbirliğini geliştireceği açıklanırken, Hint Okyanusu ve Güney Çin Denizi’nin deniz güvenliğine sıkça yapılan vurgu dikkat çekti.[25] ÇHC de daha sonra, bu ittifaka karşı yeni bir adım ile karşılık verdi.
Japonya üzerindeki silahlanma kısıtlamalarını son yıllarda yavaş yavaş kaldıran ABD, 21 Mayıs 2021’de, Güney Kore üzerindeki balistik füze üretimi kısıtlamalarını kaldırdı.[26] Güney Kore, söz konusu kısıtlamaların kaldırılmasından dört ay sonra denizaltından atılan balistik füze denemesi gerçekleştirmeyi başardı.[27] Bu denemeden bir ay sonra da uzaya uydu yerleştirecek füze denemesini hayata geçirdi.[28] Kuzey Kore de bu denemelere cevap vererek; balistik füzelerinin menzilini artırmanın yanında raylı sistemler üzerinden füze atışlarını yaptığını dünyaya ilan etti.[29] Kuzey Kore müteakiben hipersonik füze denemelerini başarıyla gerçekleştirdi.[30] Burada bir noktanın altını çizmek isterim; bir ülkenin bu denemeleri yapacak teknolojik seviyeye ulaşması “en az on yıllık bir hazırlık olmadan“ başarılamaz. Bu denemeler, ABD’nin uzunca bir zamandır Güney Kore’yi teknik olarak desteklediği ve silahlanma yarışına hazırladığını gösterir.
ABD liderliğindeki QUAD ülkeleri Güney Çin Denizi’nde ÇHC’nin karşısında zayıf kalan ülkeleri silahlandırmak için gayretlerini artırırken, ilgi ve çıkar dairesine giren bu coğrafyada Hindistan, “ABD’nin geri dönüşüne“ katkı verdi. Japonya da Hindistan’ın yakın coğrafyasında zemin kazanmasında Hindistan’ı destekledi. ABD’nin Vietnam ile ilişkilerini düzeltmesi noktasında Japonya ve Hindistan, ABD’ye önemli destek verdi. Filipinlerin ÇHC ile gelişen ilişkilerinin geriye döndürülmesinde de Hindistan ve Japonya’nın önemli rolü var.[31] ÇHC’nin 2010 sonrasında Güney Çin Denizi’ndeki saldırgan politikası Vietnam ve Filipinler’in, Japonya tarafından ekonomik ve askerî olarak desteklenmesine neden olmuştu.[32] Hindistan da bu politikada Japonya’ya destek verdi. Hindistan’ın Filipinler’e verdiği destek, 2012 yılında Filipinler’in Güney Çin Denizi’nde, ÇHC tarafından baskı altına alınması sonrasında artmaya başladı.
ABD’nin Önleyici Soğuk Savaşı Körüklemesi
2022 yılında ABD'nin “Soğuk Savaşı Canlandırma Stratejisi“ netleşmeye başladı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, QUAD toplantısı nedeniyle Şubat 2022’de gittiği Avustralya’da, üye ülkelerin, ÇHC ile aralarındaki sınır sorununda Hindistan’a destek vermesini sağladı. ABD, kendi etkili olamadığı Güney ve Güneydoğu Asya ülkelerinde, Hindistan’ın zemin kazanmasını desteklerken, Hindistan’ın Himalayalar’da askerî yığınağına teknik yardım yaptı. ABD’nin yönlendirmesi sonrasında QUAD ülkeleri, Hindistan’ı güçlendirmek için ardı ardına ziyaretler ve işbirliği anlaşmaları yapmaya başladı. Bu bağlamda önce 02 Nisan 2022’de, Hindistan ile Avustralya arasında ekonomik işbirliği anlaşması imzalandı.[33] Müteakiben Japonya, Nisan 2022’de Hindistan’ı güçlendirmek istikametindeki yatırımlarına bir yenisini ekledi. Japonya bu kapsamda, Hindistan’ın ayrılıkçılık sorunları ile boğuştuğu ve ulaşım alt yapısı kuramadığı kuzeydoğu Hint eyaletlerinin altyapısını geliştirmek için yeni projeler üstlendi.[34]
Japonya ve Avustralya, aralarındaki askerî işbirliğini artırmanın yanında savunma harcamalarını da artırdı. ABD, QUAD ittifakının işlerliğini artırmak için taraf ülkelerin yönetimlerini bir araya getirmeye başladı. ABD, üye ülkelerin dışişleri bakanlarını periyodik olarak bir araya getirmeye veya tele konferans yoluyla koordinasyon mekanizmasını canlı tutmaya çalıştı. Hindistan ise QUAD ittifakını ÇHC tehdidine karşı destek sağlayacak bir mekanizma olarak gördü ve QUAD faaliyetlerine kendi çıkarları çerçevesinde katılım sağladı. Hindistan QUAD üyelerinin, Hint Okyanusu’nun güneyi ile Pasifik Okyanusu’ndaki faaliyetlerine katılmadığı gibi Rus karşıtı söylem ve politikalarına da destek vermedi. AUKUS anlaşması gibi mekanizmalara destek vermeye de soğuk baktı. QUAD ve AUKUS ülkeleri, Hindistan’ın bu tavrından hoşnut olmamakla birlikte Hindistan’ı rahatsız edecek söylemlerden kaçındı.
RF’nin Ukrayna’yı işgal girişimi, ABD’ye eski müttefiklerini tekrar kontrol altına almak için psikolojik zemin sağladı. ABD bu korku ikliminin sağanağında, eski müttefiklerini kendi koruyucu şemsiyesi altında toplamaya çalıştı. ABD bu fırsat ortamında, tarihi düşmanlık hafızasının canlanması nedeniyle aralarındaki müzakerelerin sıkça koptuğu Japonya ile Güney Kore arasındaki buzların eritilmesi için ciddi gayret gösterdi. Bu gayretler neticesinde Japonya ve Güney Kore yönetimleri işbirliği mekanizmalarını canlandırma konusunda anlaşmaya vardılar. Güney Kore’nin 10 Mayıs 2022’de iktidarı devralacak, 09 Mart 2022 seçimleri galibi lideri Yoon Suk-yeol; QUAD anlaşmasına dâhil olacaklarını açıklamanın yanında ABD’den, ülkesine stratejik nükleer silahlar konuşlandırmasını da istedi.[35] Bu açıklamalar sonrasında Japonya ve Güney Kore arasında işbirliği görüşmelerine ait detaylar iki ülke basına yansımaya başladı. Güney Kore’nin Müstakbel Başkanı Yoon Suk-yeol ve Japonya Başbakanı Fumio Kishida, iki ülke arasındaki sorunları çözme ve işbirliği yapma konusundaki kararlılıklarını açıkladılar.[36]
ABD, Hindistan’ın ÇHC karşıtlığı dâhilinde QUAD içinde kalmaya devam ettiğini bildiğinden, Hindistan’ı rahatsız edecek söylem ve politikalardan uzak durmayı tercih etti. Hindistan’ın onay vermediği politikaları ise Japonya ve Avustralya ile üçlü mekanizma içerisinde hayata geçirmeye çalıştı. Güney Kore’yi QUAD’a dâhil etmeyi hedefleyen ABD, Japonya ve Avustralya’yı ikili işbirliği mekanizmaları kurmaları konusunda teşvik etti. Bu istikamette, 05 Ocak 2022’de bir “Video Zirve Toplantısı“nda buluşan Japonya ve Avustralya başbakanları, askerî işbirliği anlaşması imzalayacaklarını açıkladılar.[37]
Bu dönemde ABD ve müttefikleri, Güneydoğu Asya ülkelerini ÇHC ekseninden uzaklaştırmaya özel bir önem yüklediler. ÇHC’ye yakınlaşan Filipinler bu çerçevede öncelik aldı. Hindistan ve Japonya, Filipinleri ÇHC ekseninden çıkarmak için işbirliğini artırırken, başarılı da oldular. Hindistan’ın Filipinler’e verdiği destek, Filipinler’in Güney Çin Denizi’nde ÇHC tarafından baskı altına alınması sonrasında artmaya başlamıştı. Hindistan yönetimi bu ülkeyi üst seviyede temsilciler ile ziyaret ederek birçok alanda destekledi ve yatırımlar yaptı.[38] Nitekim Hindistan 08 Mart 2022’de, Filipinlere, 200 km. menzilli, deniz vasıtalarından atılan Brahmos seyir füzeleri vereceğini açıkladı.[39] Bu arada Hindistan ve Avustralya, Endonezya’yı yanlarına çekmek için son yıllarda ivmelendirdikleri gayretleri artırdılar.[40] Bu gelişmelere paralel olarak ABD Başkan Yardımcısı Harris, Güneydoğu Asya ülkelerini ziyaret ederek, destek sözü verdi. ABD, Endonezya’nın denge politikasını kendi lehinde değiştirmek için son yıllarda ciddi bir etkileme seferberliği hayata geçirdi.[41]
ABD, RF’nin Ukrayna’yı işgal girişimi sonrasında NATO’yu kendi şemsiyesi altında genişletip silahlandırmaya teşvik ederken bunda kısmen başarılı oldu. Avrupa ülkelerindeki RF korkusunu değerlendiren ABD, Avrupa ülkelerini RF’ye karşı yaptırım uygulamaya ikna ederken Asya ülkelerinde fazla başarılı olamadı. ÇHC’nin katılmayı reddettiği yaptırımlara, ABD’nin bütün gayretlerine rağmen, Hindistan da katılmadı. Batı ülkelerinin Hindistan’ı ziyaret ederek etkileme kampanyası karşısında geri adım atmayan Hindistan, RF ile ilişkilerini bozacak adımlardan kaçındığı gibi, RF’den petrol ihracına devam etti. Hindistan dışişleri ve savunma bakanlarının 11-12 Nisan 2022’de, ABD’li muadilleriyle Washington’da yaptığı “2 2 Diyalogu“ toplantısında Hindistan’a bu konuda baskı yapılmadı. Bu toplantı icra edilirken ABD Başkanı Biden Hindistan Başbakanı Modi ile video konferans görüşmesi icra etti. Bu toplantıda da RF konusu gündeme gelmedi.[42]
ABD ve Hindistan yöneticilerinin, söz konusu toplantılara yönelik olarak yapılan basın açıklamalarında; ABD’nin Hindistan’ın RF ile olan geçmiş bağlarına saygı duyduğu ifade edilirken,[43] iki ülkenin aralarındaki görüş ayrılığına rağmen, ÇHC ortak tehdidine karşı işbirliği yapacağı vurgulandı.[44] Silah sistemlerinin yaklaşık yüzde sekseninin Rus menşeli olduğu Hindistan, ABD’nin S-400 hava savunma sistemlerinin RF’den tedarik edilmesini engelleme çabalarına da karşı çıkarak bu sistemleri envanterine katmaya başlamıştı. ABD yönetimi ile toplantılar icra edilirken RF, Hindistan’a S-400 hava savunma sistemlerinin ikinci birimine ait parçaları göndermeye devam etti.[45] Hindistan müteakiben, Aralık 2021’den itibaren almaya başladığı ilk S-400 hava savunma sistemi biriminin monte edilerek, Himalayalar hattında konuşlandığını ve 15 Nisan 2022’de kullanıma hazır hâle getirildiğini açıkladı.[46]
ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Şubat 2022’deki QUAD toplantısı sonrasında bazı Pasifik adalarını ziyaret etti. Blinken bu ziyaretinde, ABD’nin kritik gördüğü Pasifik adalarında diplomatik misyon açma kararını da açıkladı. Kasım 2021’deki ÇHC karşıtı gösterilerde Çin Mahallesi ve ÇHC kurumlarının yerle bir edildiği Solomon Adaları bu konuda öncelikli nokta olarak ifade edildi. Solomon Adaları Kasım 2021’de yaşanan olaylar sonrasında ÇHC ve Batı ülkelerinin temsilcilerinin ziyaret akınına sahne olmuştu. 22 Ocak 2022’de yanardağ patlamasının yaşandığı Tonga Adası da ÇHC ve Batı ülkelerinin yardım yarışına girdiği bir alana dönüşmüştü.[47]
Mart 2022’de AUKUS ülkeleri; aralarındaki güvenlik işbirliğini geliştirme istikametinde çalışmalara devam ederek, yeni bir projeyi hayata geçirdiklerini dünya kamuoyuna duyurdular. Bu bağlamda Avustralya Başbakanı Scott Morrison, 07 Mart 2022’de; 7,4 milyar dolarlık harcamayla, ülkenin doğusunda, nükleer denizaltılar için deniz üssü inşa edeceklerini, bu üssün ABD’nin nükleer denizaltılarına ev sahipliği yapacağı gibi ABD donanma gemilerine de açık olacağını açıkladı.[48] ÇHC bu gelişmeye karşı da benzer reaksiyon vererek; ABD’nin kendi hegemonyasını kaybetmemek için bölgeyi ve bölge ülkelerini riske attığını savundu.
Pasifik coğrafyasında ABD ve müttefiklerine karşı ÇHC’nin karşı adım attığı noktanın Solomon Adaları olduğu, Solomon Adaları ile ÇHC arasında parafe edilen güvenlik anlaşmasının taslak metninin, 24 Mart 2022’de basına sızması sonrasında ortaya çıktı. Bu anlaşma ABD ve Avustralya’nın ÇHC’ye yönelik kaygılarını artırırken, ÇHC’nin Güney Pasifik’e askerî olarak inme hedefinin bir adımı olarak görüldü.[49] Böylece 24 Kasım 2021’de, Solomon Adaları’nda Çin mahallesi, Çinlilere ait iş yerleri, ÇHC misyonu ve kurumlarının neden saldırıya uğradığının üzerindeki sis perdesi kalkmaya başladı.
Basına sızan taslak anlaşmadan; Solomon Adaları yönetiminin, kamu düzeni bozulduğunda ÇHC’den polis, asker ve güvenlik kuvveti isteyebileceği ve bu güvenlik güçlerinin ülkedeki Çin kökenlilerin mülkiyeti ile ÇHC’nin üstlendiği projelerin korunmasını sağlayacağı ve ülkedeki Çin misyonu çalışanlarının diplomatik dokunulmazlıklara sahip olacağı öğrenildi.[50] Ayrıca anlaşmada, ÇHC donanmasına ait gemilerin Solomon Adaları limanlarından faydalanma hakkı elde edeceğine dair maddeler olduğu kısa bir süre sonra anlaşıldı.[51] Bu gelişme Avustralya’yı alarma geçirdi. Solomon Adaları yönetimi; ÇHC’ye ülkelerinde askerî üs vermeyeceklerini, anlaşmanın Avustralya, Yeni Zelanda ve Papua Yeni Gine ile yapılan güvenlik anlaşmaları ile eşdeğer olacağını açıklasa da[52] Avustralya ve Yeni Zelanda’nın güvenlik kaygılarını gidermedi.
Müteakip günlerde, Solomon Adaları ile ÇHC’nin, bir sivil havacılık anlaşması imzalayacağının yanı sıra aralarındaki ticaretin geliştirilmesi için de çalışmalar yaptığı kamuoyuna yansıdı.[53] Bu gelişmeler Avustralya tarafında; ÇHC’nin Solomon Adaları’nda askerî üs kurmaya hazırlandığı ve kendilerini çevrelemeye çalıştığı şeklinde değerlendirildi.[54] ÇHC’nin Solomon Adaları’nda askerî üs kurması durumunda burada konuşlanması muhtemel füzelerin bütün Avustralya’yı vurabileceğine yönelik tartışmalar Avustralya gündemini işgal etti. Bu gelişmeyi ABD’nin Küba Krizine benzeterek; Avustralya’nın Solomon Adaları’nı işgal etmesini isteyenler de oldu. Söz konusu anlaşmanın Küba krizi ile kıyaslanması ve işgal ile cevap verilmesine yönelik değerlendirmeler ÇHC tarafının tepkisiyle karşılandı.[55] ABD ve İngiltere de Avustralya’ya benzer güvenlik endişelerini açıkladılar.
ABD ve Avustralya yönetimleri, güvenlik anlaşmasının iptal edilmesi için Solomon Adaları yönetimine yönelik yoğun bir baskı kampanyası başlattılar. Avustralya hükûmeti; Pasifik bölgesi bakanı ile savunma bakanının yanı sıra istihbarat teşkilatı başkanı ile ulusal güvenlik danışmanını art arda Solomon Adaları başkenti Honiara’ya göndererek, Solomon Adaları yönetimini, anlaşmayı iptal etmek için ikna etmeye çalıştı. Bu arada ABD dışişleri bakanlığı yönetimi de telefon diplomasisi ile Avustralya hükûmetinin gayretlerini desteklerken, Solomon Adaları başkenti Honiara’da ABD elçiliği açılması için onay aldı. ABD’nin bu konular ile ilgili görüşmeler yapacak heyetinin Solomon Adaları’nı ziyaret edeceğinin açıklandığı gün olan 19 Nisan 2022’de, ÇHC dışişleri bakanlığı tarafından yapılan resmî açıklamada; ÇHC ve Solomon Adaları dışişleri bakanlarının anlaşma metnini imzalayarak, resmî onay sürecini başlattığı beyan edildi. ÇHC’nin bu açıklaması Avustralya ve ABD yönetimleri tarafından üzüntü ve sitemle karşılandı.[56]
ABD’nin, Batı ve NATO’yu kendi kontrolü altında yeniden organize etme gayretleriyle birlikte Asya-Pasifik coğrafyasında yeni ittifakları hayata geçirme adımları ÇHC tarafından ihtiyat ve dikkatle takip edilirken bu konuda dikkat çekici yeni gelişmeler yaşandı. ABD, Mart 2022 sonlarında Brüksel’de icra edilen NATO dışişleri bakanları toplantısına ilk defa Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya dışişleri bakanlarının katılımını sağladı. Bu toplantıda yaşanan ilklere, ÇHC’nin tehdit olarak gündem alması da eklendi.[57] Bu toplantının devamında AUKUS liderleri tarafından farklı zeminlerde, 05 ve 06 Nisan 2022 tarihlerinde yapılan açıklamalarda; Avustralya’nın füze üretim programını hızlandırarak, deniz ve hava savaş araçlarını ABD kaynaklı-yeni teknoloji ürünü füzelerle donatacağı, ABD ve İngiltere’nin Avustralya’ya elektronik harp konusu ve hipersonik füze üretiminde yardım edeceği, Avustralya’nın kendi hipersonik füzelerini üretene kadar ABD füzelerini ülkesinde konuşlandıracağı ifade edildi. Bu gelişmeler ÇHC tarafından; ABD’nin, hegemonyasını kaybetmemek için “Yeni Soğuk Savaşı“ hayata geçirmekteki ısrarı ve ÇHC’yi çevreleme adımları olarak değerlendirildi.[58]
ABD, son dönemde Tayvan’ı cesaretlendirmek ve ÇHC’ye karşı ayakta tutmak için uçak gemilerini bölgede tutmaya devam etti. ÇHC’ye caydırıcılık mesajı vermek için periyodik olarak donanma gemilerini Tayvan Boğazı’ndan geçiren ABD, Amerikalı askerî eğitmenlerin Tayvan’da bulunduğunu ve Tayvan birliklerini eğittiğini basına sızdırmayı sürdürdü. ABD’li parlamenterlerin ve üst düzey yöneticilerin Tayvan ziyaretleri de sürekli olarak tekrarlandı. ÇHC de ABD’nin her adımında ya Tayvan hava sahasını ihlal eden askerî uçak sayısına ait rekorları yeniledi, ya da bölgede bir tatbikat yaparak cevap verdi. Bu arada ABD ve Tayvan arasındaki milyarlarca dolarlık yeni silah satış anlaşmalarının detayları basına yansıdı. [59]
ABD’nin, ÇHC’yi baskı altında tutmaya çalıştığı bir diğer nokta da ÇHC’nin 1950’de işgal etmeye başladığı Tibet konusu oldu. ÇHC’nin Tibet’i işgale başladığı 1950’li yıllarda başarı kazanması zor olmuş; Tibet’in kontrol altına alınması yaklaşık on yılı bulmuş ve Tibet direnişçileri ABD ile Hindistan’dan önemli destek almıştı. Tibet’in doğal lideri Dalay Lama Mart 1959 sonlarında Hindistan’a kaçarak, burada, sürgünde bir Tibet yönetiminin kurulmasını sağlamıştı. Hindistan’da yaşamaya devam eden Dalay Lama siyasi faaliyetlerden çekilerek, kendisini ibadet ve Tibet davasının barışçıl çözümüne adamıştı. Hindistan’da faaliyetlerini yürüten Merkezi Tibet İdaresi (Central Tibetan Administration-CTA/Sürgündeki Tibet Yönetimi) konusu, Hindistan ve ÇHC arasında kriz üretme potansiyeli yüksek olan bir konu olmaya devam edegeldi. ABD bu konuda Hindistan’ı destekleyerek, Tibet sorunun canlı tutulmasına katkı sağladı.
ABD 2002 yılında, dışişleri bakanlığı bünyesinde, “Tibet Faaliyetlerinin Koordinasyonundan Sorumlu“ bir bölüm kurarak, başına da özel temsilci atamaya başladı.[60] Tibet sorununun tanıtımına destek veren Tibet özel bölümünün faaliyetleri 2019’dan itibaren ivme kazandı. Başarılı diplomatlarını “Tibet İşlerinden sorumlu Özel Temsilci“ olarak atayan ABD, Merkezî Tibet İdaresi yöneticilerini ülkesinde ağırlamaya başladı. Biden yönetimi bu politikayı destekleyerek; Kasım 2021de, Hindistan kökenli başarılı diplomat Uzra Zeya’yı bu göreve atadı. Uzra Zeya, görevi devralması sonrasında, Merkezî Tibet İdaresi yöneticilerini art arda Beyaz Saray’a çağırarak, görüşmeye başladı.[61] ABD’nin bu girişimleri ÇHC’nin ciddi tepki vermesine neden oldu.
ABD, ÇHC’nin Bengal Körfezi’ne çıkış sağladığı Bangladeş’i de hedef aldı. ÇHC’nin ciddi ekonomik projelerle zemin kazandığı Bangladeş’i Ekim 2020’de ziyaret eden ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Stephen E. Biegun, Bangladeş’i QUAD ittifakına katılmaya davet etti. Bu ziyaret ÇHC’nin ciddi tepkisine ve Bangladeş’i açıkça tehdit etmesine neden oldu. Bangladeş ABD’nin teklifine olumsuz yanıt verdi. Bundan sonra Hindistan devreye girerek, Bangladeş’i ikna etmek istediyse de Başbakan Şeyh Hasina, ülkesindeki Hindistan yüksek temsilcisinin görüşme isteğini dahi kabul etmedi.[62] Bu gelişmelerin devamında Bangladeş yönetimi, ABD’nin ikna turlarına maruz kalmasına rağmen, kararını değiştirmedi. Bangladeş yönetimini ÇHC karşıtı bir tutum içine çekemeyen ABD, Bangladeş’teki insan hakları ihlallerini gündeme getirerek, yaptırım kartını gündeme getirmeye başladı.[63]
Bangladeş yönetiminden istediğini alamayan ABD, 10 Aralık 2021’de, Bangladeş polisinin bazı üst düzey yöneticilerine yaptırım kararını açıklamanın yanı sıra Bangladeş hükûmetini demokrasi grubundan çıkardı. Müteakiben 13 Nisan 2022’de ABD dışişleri bakanlığı tarafından açıklanan, 2021 yılı dünya insan hakları ihlalleri raporunda, Bangladeş hükûmetinin meşruluğu sorgulandı. Söz konusu raporun ilginç ve komik olan yanı; Bangladeş hükûmeti, Aralık 2018’de yapılan seçimlere hile karıştırmak ve seçim öncesi muhalifleri baskı altına almakla itham edildi. Bu raporun dört yıl öncesine ait iddiaları taşıması ve ABD’nin QUAD ittifakına katılma baskılarına direnmesi sonrası gündeme getirilmesi, konuya ilgi duyan Hint basınında bile tebessümle karşılandı. [64]
ABD, ÇHC’nin Bengal Körfezi’ne çıkış sağladığı diğer önemli ülke Myanmar’a yönelik baskı politikasını da Mart 2022’de hayata geçirmeye başladı. Bu kapsamda önce, yapıldığı dönemde ABD tarafından üzerine gidilmeyen Müslüman Rohingyaların kıyımı gündeme getirilerek, Rohingyaların 2012-2017 yılları arasında yaşadığı etnik kıyım, soykırım olarak tanındı. Müteakiben Myanmar cuntası yöneticilerine yaptırım kararı açıklandı. Myanmar yönetimi üzerindeki baskısını artıran ABD, Cunta temsilcilerinin bölgesel ve küresel örgütlerde temsilini engelleme çalışmalarına da hız verdi. ABD’nin artan baskısı ve RF’ye yönelik ekonomik yaptırımları sonrasında Myanmar cuntası, 03 Nisan 2022’de, ülkede Amerikan doları kullanımı yasaklayan bir kararname çıkarttı. Bu kararnameye göre; ülke vatandaşlarının dolar hesaplarını, yetkilendirilen bankalar üzerinden, ülkenin resmî para birimi “kyat“a çevirme zorunluluğu getirildi.[65]
ABD, ÇHC’nin son on yılda önemli kazanımlar sağlayarak, Hindistan’ın nüfuzunu sarsmaya başladığı Nepal’e de el attı. Hindistan’ın 2015’teki blokajı sonrası dış dünya ile ticaret yapamayan Nepal, 2016’da ÇHC ile yaptığı anlaşmalarla, ÇHC’nin bazı deniz ve kara transit merkezlerinden ticari olarak faydalanma hakkı elde etmişti. 2017 yılında ÇHC’nin Kuşak Yol İnisiyatifine katılan Nepal, Ekim 2019’da ÇHC Devlet başkanı Xi Jingping’i ağırlamıştı. Bu ziyarette ÇHC ile Nepal arasında önemli altyapı anlaşmaları imzalanmıştı.[66] 2020 yılında Hindistan ile yaşadığı sınır krizinde ÇHC’nin yanında yer alan Maocu KP Sharma Oli iktidarı 2021 yazında devrilmiş, Temmuz 2021’de iktidarı Hindistan yanlısı Sher Bahadur Deuba hükûmeti devralmıştı.[67] Bu arada ÇHC, KP Sharma Oli iktidarı döneminde, Nepal’e Kuşak Yol İnisiyatifi kapsamında vaat ettiği altyapı projelerini hayata geçirememişti.
ÇHC yanlısı Oli hükûmetinin devrilmesi sonrasında ABD, bu ülkeye beş yıl önce önerdiği ekonomik yardımı devreye soktu. ABD’nin 2017 yılında sunduğu ekonomik yardım anlaşması, Hindistan’ın da desteğiyle, Şubat 2022’de Nepal Parlamentosu tarafından onaylandı.[68] Hindistan yanlısı Sher Bahadur Deuba hükûmeti Hindistan ile ilişkileri geliştirirken, ÇHC Dışişleri Bakanı Wang Yi, Mart 2022’de Nepal’i ziyaret ederek bazı yatırım anlaşmaları imzaladı.[69] ÇHC Dışişleri Bakanı Wang Yi bu ziyarette ÇHC tarafından yapılan Pokhara Uluslararası Havaalanı’nı Nepal hükûmetine devretti.[70] ÇHC’nin attığı yeni adımlar, ABD ile Hindistan’ın kazanımlarının önüne geçemedi. Nepal halkı ve Yönetimi ÇHC’den, Kuşak Yol İnisiyatifi kapsamında imzalanan alt yapı projelerini gerçekleştirmesini bekledi. ÇHC bu kapsamda verdiği sözleri yerine getiremeyince yeni hükûmet, ÇHC’nin mevcut yatırımlarını da engelleyici bir politika izlemeye başladı.[71] Hindistan da Nepal ile yeni yatırım anlaşmaları imzalarken, sınır konusunda iki yıl önce yaşanan krizleri soğutmaya devam etti.[72]
Güney Asya ve Hint Okyanusu coğrafyasında, ÇHC ile ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki Hindistan arasında kıyasıya rekabet yaşanıyor. ÇHC’nin 2017’de Cibuti’de askerî üs kurarak Afrika Boynuzu’na yerleşmesini dengelemek isteyen Hindistan, Doğu Afrika kıyısındaki Mauritus Adası ile askerî üs anlaşması imzaladı. Hindistan’ın Mauritus’da askerî üs kurmaya başladığı 2021’de ifşa oldu.[73] Güneydoğu Asya’da ABD ve müttefiklerinin koordineli baskısı altında kalan ÇHC, bölgede kazandığı zemini korumak için gayretlerini artırırken,[74] Kamboçya’nın Ream Deniz Üssü’nü yenilemeye başladı. ÇHC’nin bu üssü yenileme faaliyetinin amacının, burada donanma unsurlarını konuşlandırmak olduğu, Ocak 2022’de uydu görüntüleriyle ortaya çıktı.[75]
ÇHC’nin Güney Asya’daki müttefikleri son dönemde ciddi problemler yaşamaya başladı. Nepal, Maldivler ve Pakistan’da ÇHC’ye sıcak bakan iktidarlar devrildi. Sri Lanka’da ÇHC yanlısı iktidar ise ayakta zor duruyor. 2021 yılında Hindistan bu ülkede yeni ekonomik yatırımlar yaparken, Japonya ile işbirliği yaptı.[76] ÇHC’nin birçok cephede savunma pozisyonuna geçmesi nedeniyle yakın olamadığı Sri Lanka’ya son bir yılda Hindistan ciddi miktarlarda ekonomik yardım yaptı. Sri Lanka’da ÇHC yanlısı yönetimi Hindistan ayakta tutmaya çalışırken, bu ülkede kaybettiği zemini yeniden kazanmaya çalıştı. Hindistan bir bakıma bu ülkenin yaşadığı ekonomik krizi fırsata çevirdi.[77]
Mart ve Nisan 2022’de, Sri Lanka ekonomisinin iflas ettiği dönemlerde Hint hükûmeti Sri Lanka’ya hayat öpücüğü verdi. Hindistan, petrol yokluğunda petrol, gıda krizinde gıda ve döviz sıkıntısında finans desteği vererek[78] Sri Lanka’nın iç çatışma ortamına girmesini engelledi. Bu yardımları yaparken Hindistan; Maldivler’in başkenti Male’de, 09 Mart 2022’de, Sri Lanka, Maldivler, Mauritius, Bangladeş ve Seyşeller hükûmetlerinin ulusal güvenlik danışmanlarının bir araya geldiği “Kolombo Güvenlik Meclisi“ toplantısının yapılmasını sağladı. Bu yeni inisiyatifin adını Sri Lanka’nın başkenti Kolombo’dan alması; Hindistan’ın, Sri Lanka’nın daha önceleri gönülsüz olduğu Hint inisiyatiflerine olan bakışını değiştirmesinin işareti olarak algılandı.[79]
Bunun yanı sıra Hindistan, kendi önderlik ettiği “BIMSTEC (Bay of Bengal Initiative for Multi-Sectoral Technical and Economic Cooperation-Bengal Körfezi Çok Alanlı Teknik ve Ekonomik İşbirliği Girişimi) İnisiyatifi“ zirvesinin 30 Mart 2022’de, Sri Lanka liderliğinde icra edilmesini sağladı. Hindistan, ÇHC’nin bu coğrafyada savunmaya geçtiği dönemi değerlendirmeyi başarmış ve Sri Lanka’da rövanşı almayı başarmış görünüyor.[80] Hindistan’ın komşuları ve arka bahçesi olarak gördüğü Hint Okyanusu’ndaki ada devletlerinde ÇHC nüfuzunu kırma istikametinde son kazanımları Hint kamuoyunda özgüven yükselmesine yol açtı.[81] Hindistan’ın söz konusu kazanımları ÇHC tarafında, “ABD’nin kendilerine karşı hayata geçirdiği Yeni Soğuk Savaş“ kapsamında Hint tarafına verdiği desteğin sonucu olarak değerlendirildi.[82]
DEĞERLENDİRME
ABD, hegemonyasını korumak için hayata 2011’de hayata geçirmeye başladığı “Önleyici Soğuk Savaş“ stratejisinde, ÇHC’yi temkinli politikalarını terk etmeye zorladı. Bunun yanı sıra ÇHC ile mücadele ettikleri rekabet sahasını sürekli olarak genişleterek, ÇHC’nin belli noktalarda kuvvet biriktirmesini ve sıklet merkezi oluşturmasını engellemeye çalıştı. ÇHC’nin kendilerine karşı güç birliği yaptığı, RF ile arasındaki işbirliğini sarsmayı denedi. ÇHC ve RF, eski Soğuk Savaş dönemindeki tecrübelerinden ders alarak, aralarındaki ittifak ilişkisini korumayı başardı. Bundan sonra ABD, ÇHC ve RF’nin sinir uçlarıyla oynayarak, her iki rakibini de hata yapmaya zorladı. Bunun yanı sıra ABD, ÇHC ve RF’nin zemin kazandığı güçsüz ülkeleri kendileri işbirliği yapmaya zorladı. İşbirliği yapmayanları cezalandırmaktan geri durmadı. Neticede ABD karar mekanizmaları, geçmiş Soğuk Savaştan daha kararlı bir şekilde, hegemonyalarını korumak için önleyici her türlü adımı atmaktan kaçınmadılar.
ABD’nin provakatif bir biçimde uyguladığı Soğuk Savaşı canlandırma stratejisi kısa vadede kısmen başarılı oldu. ABD, RF ve ÇHC’yi tahrik etme potansiyeli taşıyan her coğrafya ve vasıtayı, hegemonyasını yitirmeme hedefinde kullanmaktan çekinmedi. Türkiye’ye; “Senin güneyinde bir Kürt bölgesinin kurulması benim küresel hedeflerim açısından önemli, benim çıkarlarıma uy, sen ne kaybedersen kaybet“ dedi. Türkiye var gücüyle buna direndi ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi başardı. Gürcistan ve Ukrayna yönetimlerine de; “Benim hegemonyamı korumam için sizin intihar etmenize ihtiyacım var“ dedi ve bu ülke yöneticileri tuzağa düşerek, ülkelerini felakete sürükledi. Bangladeş’e de aynı şeyi söyledi ancak ret cevabı aldı.
ABD, Tibet konusunda ÇHC’yi sıkıştırmaya devam ediyor ve Mayıs 2022’de, Merkezî Tibet İdaresi liderini ülkede ağırlayacak. ABD, ÇHC İle Hindistan’ın sınır sorununda taraf olmak için çaba harcadı, bu talep iki ülke tarafından reddedildi. ABD, Hindistan’ı Himalayalar’da proaktif davranması yönünde cesaretlendirirken silahlandırmak için ciddi yardım yapıyor. Hint karar mekanizmalarının farkında olduğundan şüphem var ama şimdi de Hindistan’a benzer şeyleri söylüyor. ABD diyor ki; “ÇHC’nin Tayvan ve Güney Çin Denizi’nde durdurulması için senin sınır sorunu veya Tibet konusunda ÇHC ile çatışarak, enerjisini alman gerek“.
ABD, Myanmar cuntası üzerinde baskısını artırarak ÇHC ile ilişkilerini dengelemesi için zorluyor, ancak ÇHC’nin buradaki kazanımlarını sarsması kolay değil. ABD’nin baskıları ters tepiyor, ülke parçalanmaya ve ÇHC’ye daha fazla muhtaç olmaya doğru gidiyor. Neticede ABD’nin provakatif bir yaklaşımla hayata geçirdiği strateji, hegemonyasını koruma içgüdüsünden besleniyor ve ABD’nin “Önleyici Soğuk Savaş“ stratejisi uzun vadede Bumerang etkisi yapma potansiyeli taşıyor.