Ö Z E T
Doğu Akdeniz’de son dönemde Yunanistan ile yaşadığımız krizde bölgedeki olası hidrokarbon temelli enerji kaynakları ön plana çıkmıştır. Oysa Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) düzenlemeleri canlı ve cansız tüm doğal kaynakları içermektedir. Denizlerden sağlanan kaynakların sürekliliğinin sağlanabilmesi ise ancak çevreye duyarlı uygulamalar ile mümkündür. Bu kapsamda Finike Denizaltı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) dikkat çeken bir uygulamadır. Türkiye’nin 2013 yılında ilan ettiği Finike Denizaltı Dağları ÖÇKB sadece deniz alanını kapsayan ilk ve şimdilik tek ÖÇKB’dir. Bölge; derin deniz biyolojik çeşitliliği, ender bulunan ve tehlike altındaki türlerin korunması, sualtı bankları ve denizaltı dağları gibi özel ekosistemler açısından önem arz etmektedir. İlanla birlikte araştırma, koruma ve izleme faaliyetlerini kapsayacak şekilde bölgenin kullanım ve yönetimine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi de gerekmektedir. Bu konuda henüz bir ilerleme kaydedilmemiş, bölgeye yönelik bir uygulama ve yönetim planı şu ana kadar yürürlüğe konulmamıştır. Bu eksikliklerin en kısa sürede giderilmesi, bölgeye yönelik bilimsel çalışmaların sonuçlarına uygun olarak deniz mekânsal planlarının tüm paydaşların katılımı ile hazırlanması gerekmektedir. Türkiye’nin bölgede en uzun sahile sahip olmasının ve hidrokarbon kaynaklarını araştırmasının ötesinde bir plan dâhilinde bölgenin çevre ve ekolojisini korurken çok yönlü olarak bölgeyi kullandığını, halkının bölge ile sosyal ve ekonomik ilişkisinin güçlü olduğunu ispatlayan, alanın boş olmadığını ve diğer devletler tarafından da uyulması gereken düzenlemelere tabi olduğunu gösteren önemli bir kazanım elde edilecektir. Bu çalışmada Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Finike ÖÇKB gibi uygulamaları da içerecek biçimde deniz alanlarını mekânsal olarak planlamasının önemi incelenmiş, hukuki kazanımları değerlendirilmiş, çevre programlarının maksadı dışında kullanımlarına yönelik örnekler üzerinde durulmuş ve öneriler getirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Finike Sualtı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi, Deniz Mekansal Planlama, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), AB Çevre politikaları
A B S T R A C T
Possible hydrocarbon-based energy resources in the region have come to the fore in the recent crisis with Greece in the Eastern Mediterranean. However, Exclusive Economic Zone (EEZ) regulations include all natural resources, living and non-living. Ensuring the sustainability of the resources provided from the seas is only possible with environmentally friendly practices. In this context, Finike Submarine Mountains Special Environmental Protection Area (SEPA) is a remarkable application. The area declared in 2013 and it is the first and currently only SEPA covering solely marine areas. It is important for protection of deep sea biodiversity, rare and endangered species, special ecosystems such as the underwater banks and submarine mountains. In addition to the announcement, it is also necessary to determine the procedures and principles regarding the use and management of the area, including research, protection and monitoring activities. No progress has been made in this regard yet, and an implementation and management plan for the area has not been put into effect so far. These deficiencies should be eliminated as soon as possible, and the maritime spatial plans should be prepared in accordance with the results of the scientific researchs with the participation of all stakeholders. An important gain will be obtained with Maritime Spatial Plan and Turkey will be able to show that it has versatile use of resources provided by the sea beyond the hydrocarbon energy while protecting the environment, it’s people has strong social and economic ties with sea, it’s marine areas are not empty and subject to the regulations which should be complied by the other states. In this study, the importance of Maritime Spatial Planning including enviromental applications such as Finike Submarine Mountains SEPA for Turkey in Eastern Mediterranean examined, the legal outcomes evaluated, the examples of environmental programs deviated from their original purposes investigated and proposals have been made.
Keywords: Eastern Mediterranean, Finike Submarine Mountains Special Environmental Protection Area, Maritime Spatial Planning, Exclusive Economic Zone, EU Environmental Policies
GİRİŞ
Doğu Akdeniz’de son dönemde uluslararası alanda yaşanan krizlerin Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kavramları çerçevesinde şekillendiği, bu çerçeve içinde de bölgedeki olası hidrokarbon kaynaklarının ön plana çıktığı bir gerçek. Kısa bir tanımlama yapacak olursak; Kıta Sahanlığı sahildar ülkelere sadece deniz tabanı ve altındaki doğal kaynaklar üzerinde haklar sağlarken, MEB deniz tabanı ve üzerindeki su kütlesi içindeki canlı ve cansız kaynakları kapsamaktadır. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere deniz yetki sahalarının sınırlarının çizilmesi sadece hidrokarbon kaynaklarının aidiyetinin belirlenmesi açısından önemli değildir. MEB, Hidrokarbon temelli enerji kaynaklarının yanı sıra canlı ve cansız tüm doğal kaynakları içerir. MEB sınırları içinde denizlerden sağlanan kaynak ve hizmetlerin sürekliliğinin sağlanabilmesi ise ancak çevreye duyarlı politikalar ve uygulamalar ile mümkündür.
İnsan faaliyetlerinin çevre üzerinde oluşturduğu baskı hayatlarımızı gittikçe daha fazla etkilemektedir. Hava kirliliği, ormansızlaşma, asit yağmuru ve bunlar gibi hem çevre hem de insan sağlığı için tehlikeli olan birçok sorun insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki olumsuz etkileri olarak ortaya çıkmıştır. Çevre sorunu, insan eylemleri veya eylemsizliği sonucunda çevrenin zarar görmesi, kaynak ve hizmet sağlama kapasitesinin kısıtlanması veya tamamen ortadan kalkması demektir. Çevre üzerindeki insan faaliyetlerinin baskısının artması ile çevre tarafından sağlanan kaynakların ve hizmetlerin korunması ve sürdürülebilirliğin sağlanması için tedbirler de geliştirilmeye başlanmıştır.
Doğu Akdeniz’de son dönemde Yunanistan ile yaşadığımız krizde bölgedeki olası hidrokarbon temelli enerji kaynakları ön plana çıkmıştır. Oysa Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) düzenlemeleri canlı ve cansız tüm doğal kaynakları içermektedir. Denizlerden sağlanan kaynakların sürekliliğinin sağlanabilmesi ise ancak çevreye duyarlı uygulamalar ile mümkündür. Bu kapsamda Finike Denizaltı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) dikkat çeken bir uygulamadır. Türkiye’nin 2013 yılında ilan ettiği Finike Denizaltı Dağları ÖÇKB sadece deniz alanını kapsayan ilk ve şimdilik tek ÖÇKB’dir. Bölge; derin deniz biyolojik çeşitliliği, ender bulunan ve tehlike altındaki türlerin korunması, sualtı bankları ve denizaltı dağları gibi özel ekosistemler açısından önem arz etmektedir. İlanla birlikte araştırma, koruma ve izleme faaliyetlerini kapsayacak şekilde bölgenin kullanım ve yönetimine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi de gerekmektedir. Bu konuda henüz bir ilerleme kaydedilmemiş, bölgeye yönelik bir uygulama ve yönetim planı şu ana kadar yürürlüğe konulmamıştır. Bu eksikliklerin en kısa sürede giderilmesi, bölgeye yönelik bilimsel çalışmaların sonuçlarına uygun olarak deniz mekânsal planlarının tüm paydaşların katılımı ile hazırlanması gerekmektedir. Türkiye’nin bölgede en uzun sahile sahip olmasının ve hidrokarbon kaynaklarını araştırmasının ötesinde bir plan dâhilinde bölgenin çevre ve ekolojisini korurken çok yönlü olarak bölgeyi kullandığını, halkının bölge ile sosyal ve ekonomik ilişkisinin güçlü olduğunu ispatlayan, alanın boş olmadığını ve diğer devletler tarafından da uyulması gereken düzenlemelere tabi olduğunu gösteren önemli bir kazanım elde edilecektir. Bu çalışmada Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Finike ÖÇKB gibi uygulamaları da içerecek biçimde deniz alanlarını mekânsal olarak planlamasının önemi incelenmiş, hukuki kazanımları değerlendirilmiş, çevre programlarının maksadı dışında kullanımlarına yönelik örnekler üzerinde durulmuş ve öneriler getirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Finike Sualtı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi, Deniz Mekansal Planlama, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), AB Çevre politikaları
A B S T R A C T
Possible hydrocarbon-based energy resources in the region have come to the fore in the recent crisis with Greece in the Eastern Mediterranean. However, Exclusive Economic Zone (EEZ) regulations include all natural resources, living and non-living. Ensuring the sustainability of the resources provided from the seas is only possible with environmentally friendly practices. In this context, Finike Submarine Mountains Special Environmental Protection Area (SEPA) is a remarkable application. The area declared in 2013 and it is the first and currently only SEPA covering solely marine areas. It is important for protection of deep sea biodiversity, rare and endangered species, special ecosystems such as the underwater banks and submarine mountains. In addition to the announcement, it is also necessary to determine the procedures and principles regarding the use and management of the area, including research, protection and monitoring activities. No progress has been made in this regard yet, and an implementation and management plan for the area has not been put into effect so far. These deficiencies should be eliminated as soon as possible, and the maritime spatial plans should be prepared in accordance with the results of the scientific researchs with the participation of all stakeholders. An important gain will be obtained with Maritime Spatial Plan and Turkey will be able to show that it has versatile use of resources provided by the sea beyond the hydrocarbon energy while protecting the environment, it’s people has strong social and economic ties with sea, it’s marine areas are not empty and subject to the regulations which should be complied by the other states. In this study, the importance of Maritime Spatial Planning including enviromental applications such as Finike Submarine Mountains SEPA for Turkey in Eastern Mediterranean examined, the legal outcomes evaluated, the examples of environmental programs deviated from their original purposes investigated and proposals have been made.
Keywords: Eastern Mediterranean, Finike Submarine Mountains Special Environmental Protection Area, Maritime Spatial Planning, Exclusive Economic Zone, EU Environmental Policies
GİRİŞ
Doğu Akdeniz’de son dönemde uluslararası alanda yaşanan krizlerin Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kavramları çerçevesinde şekillendiği, bu çerçeve içinde de bölgedeki olası hidrokarbon kaynaklarının ön plana çıktığı bir gerçek. Kısa bir tanımlama yapacak olursak; Kıta Sahanlığı sahildar ülkelere sadece deniz tabanı ve altındaki doğal kaynaklar üzerinde haklar sağlarken, MEB deniz tabanı ve üzerindeki su kütlesi içindeki canlı ve cansız kaynakları kapsamaktadır. Tanımlardan da anlaşılacağı üzere deniz yetki sahalarının sınırlarının çizilmesi sadece hidrokarbon kaynaklarının aidiyetinin belirlenmesi açısından önemli değildir. MEB, Hidrokarbon temelli enerji kaynaklarının yanı sıra canlı ve cansız tüm doğal kaynakları içerir. MEB sınırları içinde denizlerden sağlanan kaynak ve hizmetlerin sürekliliğinin sağlanabilmesi ise ancak çevreye duyarlı politikalar ve uygulamalar ile mümkündür.
İnsan faaliyetlerinin çevre üzerinde oluşturduğu baskı hayatlarımızı gittikçe daha fazla etkilemektedir. Hava kirliliği, ormansızlaşma, asit yağmuru ve bunlar gibi hem çevre hem de insan sağlığı için tehlikeli olan birçok sorun insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki olumsuz etkileri olarak ortaya çıkmıştır. Çevre sorunu, insan eylemleri veya eylemsizliği sonucunda çevrenin zarar görmesi, kaynak ve hizmet sağlama kapasitesinin kısıtlanması veya tamamen ortadan kalkması demektir. Çevre üzerindeki insan faaliyetlerinin baskısının artması ile çevre tarafından sağlanan kaynakların ve hizmetlerin korunması ve sürdürülebilirliğin sağlanması için tedbirler de geliştirilmeye başlanmıştır.
- Finike Denizaltı Dağları
Özel Çevre Koruma Bölgesi ve Sağladığı Avantajlar Çevrenin korunması kapsamında Türkiye’nin 2013 yılında ilan ettiği Finike Denizaltı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi dikkat çeken bir uygulama olarak göze çarpmaktadır. Türkiye bugüne kadar 18 adet Özel Çevre Koruma Bölgesi belirlemiştir. Bunlardan bazıları kısmen deniz sahalarını da kapsamaktadır. Ancak Finike Denizaltı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi sadece deniz alanını kapsayan ilk ve şimdilik tek bölgedir. 16 Ağustos 2013 tarih ve 28737 nolu Resmi Gazete ’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilmiştir. 1.124.173 ha’lık bir deniz alanını ihtiva eden bölge; derin deniz biyolojik çeşitliliği, ender bulunan ve tehlike altındaki türlerin korunması, sualtı bankları ve denizaltı dağları gibi özel ekosistemler açısından önem arz etmektedir. [2] Türkiye yaklaşık 1600 km’lik sahil şeridi ile Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip ülkedir. MEB alanımızın belirlenmesi ile ilgili olarak sıkça kullandığımız bu gerçeğin Akdeniz‘in çevresinin korunmasında ve gelecek nesillere aktarılmasında ülkemize sorumluluklar yüklediğinin de farkında olmamız gerekir. Finike Denizaltı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi bu anlamda iyi bir başlangıçtır. Bölgenin ilanı, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ile belirlenen hedefler ve Barselona Sözleşmesi ile üstlenilen yükümlülükler ile uyumludur. (Şekil 1)
Çevre Koruma kapsamında devletler tarafından yürürlüğe konulan düzenlemeler devletlerin egemen haklarının kullanımına da olumlu bir örnek teşkil etmektedir. Özellikle çevrenin korunmasının amaçlanıyor olması nedeniyle bu tip düzenlemeler hidrokarbon kaynaklarının aranması ve çıkarılması ya da güç kullanımını içeren uygulamalara göre yumuşak bir devlet uygulaması olarak görülmektedir. Bu doğrultuda Finike Denizaltı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi ilanı Doğu Akdeniz’e yönelik bir devlet uygulaması olarak da Türkiye açısından önem arz etmektedir. Bölgenin ilanı, çevre ve ekolojik sistemlerin korunmasına yönelik bir uygulama olması sebebi ile daha az tepki çekecek, ancak egemen hakların kullanılmasına örnek olarak hukuken aynı ölçüde etkili olacak bir uygulamadır. Böylelikle Doğu Akdeniz’de sadece donanmamız, araştırma ve sondaj gemilerimiz ile bulunmadığımız ispatlanmış olmaktadır. Ancak Türkiye bu noktada çekingen davranmış ve bölgenin ilanı henüz uluslararası kurumlara bildirilmemiştir.[3] Bakanlar Kurulu kararına göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ilgili diğer resmi kurumlar tarafından çevrenin araştırılması, korunması ve izlenmesi çerçevesinde bölgenin kullanım ve yönetimine ilişkin usul ve esaslar hazırlanması gerekmektedir. Söz konusu usul ve esaslar çerçevesinde bölgedeki faaliyetlere ilişkin tedbirlerin alınması, kontrolü ve izlenmesinde yetki, ilgili bakanlıklar ve valiliklere ait olacaktır. Bu konuda da henüz bir ilerleme kaydedilmemiş, bölgeye yönelik bir uygulama ve yönetim planı da şu ana kadar yürürlüğe konmamıştır. Bölgenin ilanının içinin en kısa sürede doldurulması, bölgeye yönelik uygulama ve yönetim planlarının tüm paydaşların katılımı ile hazırlanması, deniz mekânsal planlarının tamamlanması, bölge amacına uygun araştırma projeler ve bilimsel çalışmaların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Bölgeye yönelik deniz mekânsal planlarının yapılması, uygulama ve yönetim planlarının hazırlanması, kullanım ve uygulamaya yönelik usul ve esasların belirlenmesi Türkiye’ye hukuki açıdan da avantaj sağlayacaktır. Unutulmaması gerekir ki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi MEB içinde sahildar devlet dışındaki diğer devletlere de bazı haklar tanımaktadır. Ancak Sözleşmenin 58’inci maddesinde “MEB’de Diğer Devletlerin Hakları ve Yükümlülükleri“ başlığı altında yer alan “…MEB’de devletler, işbu Sözleşme uyarınca haklarını kullanırken ve yükümlülüklerini yerine getirirken, sahildar devletin haklarını ve yükümlülüklerini gerektiği şekilde göz önünde bulunduracaklar; ve sahildar devletin işbu Kısım ve diğer uluslararası hukuk kuralları uyarınca kabul ettiği kanun ve kurallara, işbu Sözleşme ile bağdaşır olduğu ölçüde, riayet edeceklerdir.“ ifadesi[4] ile diğer devletlerin MEB içindeki uygulamalarında sahildar devletin düzenlemelerine uymaları şartı getirilmiştir. Türkiye Doğu Akdeniz’de henüz MEB ilan etmemiştir. MEB ilan edilmemiş olsa bile bölgeye ilişkin bilimsel çalışmaların başlatılarak, bu çalışmalar sonucunda deniz mekânsal planlamasının tamamlaması diğer devletlerin uygulamalarında dikkate almaları gereken hukuki altyapıyı oluşturacaktır. [5]
Makalenin devamını okumak için lütfen tıklayınız.
TASAM Yayınları'nın yayımladığı “Atlantik’ten Hint Okyanusu’na Geleceğin İnşası“ e-kitabından alınmıştır. Kitabı incelemek için lütfen tıklayınız.
Çevre Koruma kapsamında devletler tarafından yürürlüğe konulan düzenlemeler devletlerin egemen haklarının kullanımına da olumlu bir örnek teşkil etmektedir. Özellikle çevrenin korunmasının amaçlanıyor olması nedeniyle bu tip düzenlemeler hidrokarbon kaynaklarının aranması ve çıkarılması ya da güç kullanımını içeren uygulamalara göre yumuşak bir devlet uygulaması olarak görülmektedir. Bu doğrultuda Finike Denizaltı Dağları Özel Çevre Koruma Bölgesi ilanı Doğu Akdeniz’e yönelik bir devlet uygulaması olarak da Türkiye açısından önem arz etmektedir. Bölgenin ilanı, çevre ve ekolojik sistemlerin korunmasına yönelik bir uygulama olması sebebi ile daha az tepki çekecek, ancak egemen hakların kullanılmasına örnek olarak hukuken aynı ölçüde etkili olacak bir uygulamadır. Böylelikle Doğu Akdeniz’de sadece donanmamız, araştırma ve sondaj gemilerimiz ile bulunmadığımız ispatlanmış olmaktadır. Ancak Türkiye bu noktada çekingen davranmış ve bölgenin ilanı henüz uluslararası kurumlara bildirilmemiştir.[3] Bakanlar Kurulu kararına göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ilgili diğer resmi kurumlar tarafından çevrenin araştırılması, korunması ve izlenmesi çerçevesinde bölgenin kullanım ve yönetimine ilişkin usul ve esaslar hazırlanması gerekmektedir. Söz konusu usul ve esaslar çerçevesinde bölgedeki faaliyetlere ilişkin tedbirlerin alınması, kontrolü ve izlenmesinde yetki, ilgili bakanlıklar ve valiliklere ait olacaktır. Bu konuda da henüz bir ilerleme kaydedilmemiş, bölgeye yönelik bir uygulama ve yönetim planı da şu ana kadar yürürlüğe konmamıştır. Bölgenin ilanının içinin en kısa sürede doldurulması, bölgeye yönelik uygulama ve yönetim planlarının tüm paydaşların katılımı ile hazırlanması, deniz mekânsal planlarının tamamlanması, bölge amacına uygun araştırma projeler ve bilimsel çalışmaların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Bölgeye yönelik deniz mekânsal planlarının yapılması, uygulama ve yönetim planlarının hazırlanması, kullanım ve uygulamaya yönelik usul ve esasların belirlenmesi Türkiye’ye hukuki açıdan da avantaj sağlayacaktır. Unutulmaması gerekir ki BM Deniz Hukuku Sözleşmesi MEB içinde sahildar devlet dışındaki diğer devletlere de bazı haklar tanımaktadır. Ancak Sözleşmenin 58’inci maddesinde “MEB’de Diğer Devletlerin Hakları ve Yükümlülükleri“ başlığı altında yer alan “…MEB’de devletler, işbu Sözleşme uyarınca haklarını kullanırken ve yükümlülüklerini yerine getirirken, sahildar devletin haklarını ve yükümlülüklerini gerektiği şekilde göz önünde bulunduracaklar; ve sahildar devletin işbu Kısım ve diğer uluslararası hukuk kuralları uyarınca kabul ettiği kanun ve kurallara, işbu Sözleşme ile bağdaşır olduğu ölçüde, riayet edeceklerdir.“ ifadesi[4] ile diğer devletlerin MEB içindeki uygulamalarında sahildar devletin düzenlemelerine uymaları şartı getirilmiştir. Türkiye Doğu Akdeniz’de henüz MEB ilan etmemiştir. MEB ilan edilmemiş olsa bile bölgeye ilişkin bilimsel çalışmaların başlatılarak, bu çalışmalar sonucunda deniz mekânsal planlamasının tamamlaması diğer devletlerin uygulamalarında dikkate almaları gereken hukuki altyapıyı oluşturacaktır. [5]
Makalenin devamını okumak için lütfen tıklayınız.
TASAM Yayınları'nın yayımladığı “Atlantik’ten Hint Okyanusu’na Geleceğin İnşası“ e-kitabından alınmıştır. Kitabı incelemek için lütfen tıklayınız.
[1] Piri Reis Üniversitesi Öğretim Görevlisi (Doktora Öğrencisi)- Emekli Tuğamiral
[2] https://tvk.csb.gov.tr/finike-denizalti-daglari-i-4747 (Erişim 12.07.2020)
[3] B. Öztürk, Doğu Akdeniz’de Balık mı Yoksa Petrol mü Önemli, HBT Dergi 231. Sayı, 28 Ağustos 2020
[4] Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, UNIC Turkey, Ankara, 05.04.2001 http://den[4]izmevzuat. udhb. gov.tr/dosyam/denizhukuku.pdf