ÖZET
Dünya Sağlık Örgütü, Aralık 2019’da, Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinde ortaya çıkan yeni koronavirüsten kaynaklanan hastalığa, 11 Şubat 2020 tarihinde COVID-19 adını verdi. Virüsün yayılma hızı, ciddiyeti ve yetkililerin gerekli önlemleri almamaları, Dünya Sağlık Örgütünü, COVID-19’u pandemik (salgın) bir hastalık olarak ilan etmeye yöneltti. Salgın yaklaşık sekiz ay içinde, dünya genelinde 1,5 milyona yakın insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. İnsanlığın son yirmi yılda üç kez koronavirüs ailesine ait olduğu bildirilen virüslerin neden olduğu sorunla karşılaşması, virüslü yaşamın önümüzdeki dönemde de devam edebileceğine dair öngörüyü kuvvetlendirmektedir.
Savaş olgusunun dönüşümü, tarihsel süreç içinde teknoloji ve stratejideki yeniliklerle gerçekleşmiş olmasına karşın, günümüzde dönüşümün itici gücü; askerlerin birbirlerinden ayrılmasını zorunlu kılan, harekât alanının her yerinde olmasına rağmen görülemeyen, bireyi ve özellikle grup halindeki insanları hedef alan, tanımlanması oldukça güç bir virüstür.
COVID-19 örneğinde olduğu gibi taşıyıcı rolündeki birey, salgın döneminde bir süreliğine belirli bir ortamda kontrol altında bulundurulabilmekte ve görevinden uzak kalabilmektedir. Bu durum barış zamanında dahi sistemlerini kesintisiz faal tutmak zorunda olan orduları doğrudan etkileyebilecek düzeyde hassasiyet yaratmakta, kuvvetin korunması ve verilen görevin başarıyla icra edilmesi güçleşmektedir. Bu çalışmada; COVID-19 ya da benzeri bir salgının üstesinden gelinmesine yönelik olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) örneğinde dönüşümün nasıl olması gerektiği üzerinde durulmaktadır. COVID-19’un yarattığı etki; TSK’yı doktrin, teşkilat, eğitim, muharebe yöntemleri, lojistik sistemler, sağlık, günlük mesai ve geleneksel uygulamalarda değişime zorlamaktadır. Çalışma, önümüzdeki süreçte yapay zekâ ve robot kullanımının yaygınlaştırılması dâhil olmak üzere, teknoloji yoğun sistemlere ve muharebe yöntemlerine öncelik verilmesini ve “insansız savaş“ kavramının üzerinde durulmasını tartışmaktadır.
COVID-19 ve benzeri salgınlara karşı gerekli tedbirleri almaya yönelik olarak, uluslararası işbirliği kapsamında, NATO ittifakı bünyesinde edinilecek deneyimlerden yararlanmak esas olmakla birlikte, bilgi üretimine ve ulusal özgün çözümlerin bulunmasına önem verilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede, TSK’nın dönüşümünün, TSK’nın sahip olduğu kapasite ile birlikte, Türkiye genelindeki mevcut diğer yeteneklerden de yararlanarak gerçekleştirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: COVID-19, Güvenlik, Savaş, TSK, Dönüşüm
GİRİŞ
Dünya Sağlık Örgütü-DSÖ (World Health Organization-WHO), Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinde Aralık 2019’da ortaya çıkan yeni koronavirüsten kaynaklanan hastalığa, 11 Şubat 2020 tarihinde, COVID-19 adını verdi.2 Aynı kuruluş virüsün yayılma hızı, ciddiyeti ve yetkililerin gerekli önlemleri almamasını gerekçe göstererek 12 Mart 2020’de COVID-19’u pandemik (salgın) bir hastalık olarak ilan etti.3 DSÖ Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus, yaptığı açıklamada “Pandemi4 basit bir kavram değildir. Yanlış kullanılması yersiz korkuya neden olabileceği gibi hastalığa karşı mücadelenin bir faydasının kalmadığı düşüncesiyle daha fazla ölüme yol açabilir (...) Bu pandeminin seyrini değiştirmek ülkelerin elinde. Her ülke kamu sağlığını korumak ile ekonomik ve sosyal faaliyetlere yönelik kısıtlamaları en az seviyede tutmak arasında hassas bir denge bulmalı, bunları yaparken insan haklarına da saygılı olmalı.“5 ifadelerine yer verdi. COVID-19’un pandemik bir hastalık olduğu ilan edildiğinde 11 Mart 2020 itibariyle, 114 ülkede 118.000 COVID-19 vakası görülmüştü.6 Bu çalışmanın yeniden gözden geçirildiği bir dönemde DSÖ 22 Kasım 2020 tarihi itibarıyla, dünya genelinde 220 ülkede/ bölgede 1.373.294 insanın yaşamını yitirdiğini teyit ediyordu.7 Bu rakamlar, sekiz ay içinde salgının yüksek yayılma hızının yanı sıra, Mart 2020’ye göre dünya genelinde on bir kattan daha fazla can kaybına neden olduğunu ortaya koymaktadır. COVID-19’dan kaynaklanan kayıpların, önümüzdeki dönemde de devam edeceği öngörülmektedir. Yüksek yayılma hızıyla küresel bir tehdide dönüşen COVID-19, tespit edildiğinden itibaren sosyal yaşamdan çalışma hayatına, eğitimden sağlığa, kent ve çevre anlayışlarına, işletme kültüründen tüketim alışkanlıklarına kadar tüm alanları doğrudan ya da dolaylı etkileyerek bireyleri, toplumları ve kurumsal yapıları değişime zorlamaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü, Aralık 2019’da, Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinde ortaya çıkan yeni koronavirüsten kaynaklanan hastalığa, 11 Şubat 2020 tarihinde COVID-19 adını verdi. Virüsün yayılma hızı, ciddiyeti ve yetkililerin gerekli önlemleri almamaları, Dünya Sağlık Örgütünü, COVID-19’u pandemik (salgın) bir hastalık olarak ilan etmeye yöneltti. Salgın yaklaşık sekiz ay içinde, dünya genelinde 1,5 milyona yakın insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. İnsanlığın son yirmi yılda üç kez koronavirüs ailesine ait olduğu bildirilen virüslerin neden olduğu sorunla karşılaşması, virüslü yaşamın önümüzdeki dönemde de devam edebileceğine dair öngörüyü kuvvetlendirmektedir.
Savaş olgusunun dönüşümü, tarihsel süreç içinde teknoloji ve stratejideki yeniliklerle gerçekleşmiş olmasına karşın, günümüzde dönüşümün itici gücü; askerlerin birbirlerinden ayrılmasını zorunlu kılan, harekât alanının her yerinde olmasına rağmen görülemeyen, bireyi ve özellikle grup halindeki insanları hedef alan, tanımlanması oldukça güç bir virüstür.
COVID-19 örneğinde olduğu gibi taşıyıcı rolündeki birey, salgın döneminde bir süreliğine belirli bir ortamda kontrol altında bulundurulabilmekte ve görevinden uzak kalabilmektedir. Bu durum barış zamanında dahi sistemlerini kesintisiz faal tutmak zorunda olan orduları doğrudan etkileyebilecek düzeyde hassasiyet yaratmakta, kuvvetin korunması ve verilen görevin başarıyla icra edilmesi güçleşmektedir. Bu çalışmada; COVID-19 ya da benzeri bir salgının üstesinden gelinmesine yönelik olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) örneğinde dönüşümün nasıl olması gerektiği üzerinde durulmaktadır. COVID-19’un yarattığı etki; TSK’yı doktrin, teşkilat, eğitim, muharebe yöntemleri, lojistik sistemler, sağlık, günlük mesai ve geleneksel uygulamalarda değişime zorlamaktadır. Çalışma, önümüzdeki süreçte yapay zekâ ve robot kullanımının yaygınlaştırılması dâhil olmak üzere, teknoloji yoğun sistemlere ve muharebe yöntemlerine öncelik verilmesini ve “insansız savaş“ kavramının üzerinde durulmasını tartışmaktadır.
COVID-19 ve benzeri salgınlara karşı gerekli tedbirleri almaya yönelik olarak, uluslararası işbirliği kapsamında, NATO ittifakı bünyesinde edinilecek deneyimlerden yararlanmak esas olmakla birlikte, bilgi üretimine ve ulusal özgün çözümlerin bulunmasına önem verilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede, TSK’nın dönüşümünün, TSK’nın sahip olduğu kapasite ile birlikte, Türkiye genelindeki mevcut diğer yeteneklerden de yararlanarak gerçekleştirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: COVID-19, Güvenlik, Savaş, TSK, Dönüşüm
GİRİŞ
Dünya Sağlık Örgütü-DSÖ (World Health Organization-WHO), Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinde Aralık 2019’da ortaya çıkan yeni koronavirüsten kaynaklanan hastalığa, 11 Şubat 2020 tarihinde, COVID-19 adını verdi.2 Aynı kuruluş virüsün yayılma hızı, ciddiyeti ve yetkililerin gerekli önlemleri almamasını gerekçe göstererek 12 Mart 2020’de COVID-19’u pandemik (salgın) bir hastalık olarak ilan etti.3 DSÖ Genel Sekreteri Tedros Adhanom Ghebreyesus, yaptığı açıklamada “Pandemi4 basit bir kavram değildir. Yanlış kullanılması yersiz korkuya neden olabileceği gibi hastalığa karşı mücadelenin bir faydasının kalmadığı düşüncesiyle daha fazla ölüme yol açabilir (...) Bu pandeminin seyrini değiştirmek ülkelerin elinde. Her ülke kamu sağlığını korumak ile ekonomik ve sosyal faaliyetlere yönelik kısıtlamaları en az seviyede tutmak arasında hassas bir denge bulmalı, bunları yaparken insan haklarına da saygılı olmalı.“5 ifadelerine yer verdi. COVID-19’un pandemik bir hastalık olduğu ilan edildiğinde 11 Mart 2020 itibariyle, 114 ülkede 118.000 COVID-19 vakası görülmüştü.6 Bu çalışmanın yeniden gözden geçirildiği bir dönemde DSÖ 22 Kasım 2020 tarihi itibarıyla, dünya genelinde 220 ülkede/ bölgede 1.373.294 insanın yaşamını yitirdiğini teyit ediyordu.7 Bu rakamlar, sekiz ay içinde salgının yüksek yayılma hızının yanı sıra, Mart 2020’ye göre dünya genelinde on bir kattan daha fazla can kaybına neden olduğunu ortaya koymaktadır. COVID-19’dan kaynaklanan kayıpların, önümüzdeki dönemde de devam edeceği öngörülmektedir. Yüksek yayılma hızıyla küresel bir tehdide dönüşen COVID-19, tespit edildiğinden itibaren sosyal yaşamdan çalışma hayatına, eğitimden sağlığa, kent ve çevre anlayışlarına, işletme kültüründen tüketim alışkanlıklarına kadar tüm alanları doğrudan ya da dolaylı etkileyerek bireyleri, toplumları ve kurumsal yapıları değişime zorlamaktadır.
- COVID-19 Nedir?
COVID-19’un ilk ortaya çıktığı günden günümüze kadar geçen süre içinde ne olduğu, neden kaynaklandığı soruları küresel ölçekte gündemi uzun süre meşgul etti. Tehdidin tespit edilmesi, bu tehdidin en az hasarla giderilmesine yönelik çözüm üretilmesi noktasında önemliydi. Koronavirüsler (Coronavirus-CoV) insanlar arasında hastalık yapabilen, bazı hayvan türlerinde (kedi, deve, yarasa) tespit edilebilen geniş bir virüs ailesidir. Hayvanlar arasında dolaşan koronavirüsler, zaman içinde değişim göstererek insana bulaşma yeteneği kazanabilirler ve böylelikle insan olguları görülmeye başlar. Virüslerin insanlar açısından tehdit oluşturması, insandan insana bulaşma yeteneği kazanmalarından sonra söz konusu olmaktadır.
Koronavirüslerin; insanlarda basit soğuk algınlığından Ortadoğu Solunum Sendromu (Middle East Respiratory Syndrome, MERS-CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi değişik şiddette klinik tablolar gösteren türleri vardır.8 2002 yılında, Çin’in Guangdong eyaletinde başlayan SARS-CoV 17 ülkeye yayılmış ve 774 kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştu. MERS-CoV ise, Eylül 2012’de Suudi Arabistan’da başlamış, dünya genelinde 27 ülkeyi etkilemiş, 861 kişi yaşamını yitirmişti.9
Yeni koronavirüs (novel coronavirüs) ilk kez 29 Aralık 2019’da, Çin’in Wuhan kentindeki deniz ürünleri ve canlı hayvan satan bir markette çalışan dört kişide ve aynı günlerde bu marketi ziyaret eden çok sayıda kişide akciğer enfeksiyonu (pnömoni) bulgularının tespit edildiğinin açıklanmasıyla gündeme geldi. Virüsün çıkış yeri olduğu düşünülen Wuhan’daki hayvan pazarı Çinli yetkililerce 1 Ocak 2020’de kapatıldı10 ve yaklaşık bir hafta sonra 7 Ocak 2020’de Çin tarafından yeni bir koronavirüs tanımlandı. Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinden kaynaklanan ilk yeni koronavirüs vakası, 13 Ocak 2020’de Tayland Kamu Sağlığı Bakanlığınca laboratuvar onaylı olarak 2019-nCoV biçiminde rapor edildi.11 DSÖ, koronavirüs kaynaklı hastalığa 11 Şubat 2020’de COVID-19 adını verdi.
COVID-19 benzeri salgınlarda, ulusal ve uluslararası düzeyde hızlı ve etkin hareket edilmesi önem kazanmaktadır. Böylesi bir krizin karmaşık dinamiklerini çözümleme ve buna ilişkin etkin alternatif politikaları uygulayabilme konularında, bilim insanlarının ağ analizinden, epidemiyolojiye kadar uzmanlıklarını değerlendirmek gerekmektedir. Küresel salgınla ilgili veri toplama, verileri rasyonel değerlendirme, verilerin şeffaflığı ve paylaşılabilirliği özel bir önem ve çaba gerektirmektedir.12 20. yüzyıl boyunca Uluslararası İlişkiler disiplini, dünyada meydana gelen radikal değişim dönemlerinin (sıçrama ya da çöküş) yarattığı etkileri farklı analiz düzeyleri bakımından ele aldı. Uluslararası İlişkiler çalışmalarında çoğunlukla; I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve sonrası, Küreselleşme ve 11 Eylül, bir referans noktası oluşturmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan önce ve sonra, söz konusu disipline hâkim olan paradigmalardaki değişimler, bu çerçevede değerlendirilmektedir. COVID-19’un da, sıralananlar gibi, yeni dönemde COVID-19 öncesi ve sonrası dönem şeklinde bir referans noktası ve analiz çerçevesi olarak Uluslararası İlişkiler terminolojisinde yerini alacağı düşünülmektedir.
Krize hazırlık bağlamında, Almanya dikkat çekmektedir. Alman Meclisi’ne sunulan 03 Ocak 2013 tarihli Kamu Güvenliği ve Risk Analizi raporunda,13 incelenen iki senaryodan ikincisinde mutasyona uğramış yeni SARS-koronavirüsün, Güneydoğu Asya’daki bir hayvan pazarından çıkacağı14 öngörülmektedir. Acil durum senaryolarının gerçekçi olabilmesi, farklı alanlarda uzmanların katılımıyla gerçekleştirilecek çalışmayı gerektirmektedir.15 Bu noktada, acil durum planlarına sahip olmanın önemi ile birlikte, ilgili kurum ve kuruluşların katılımıyla, planlara uygun hazırlığın önceden yapılmasına duyulan ihtiyaç da vurgulanmalıdır. Alman hükümetinin COVID-19 sürecinde, diğer ülkelerden daha başarılı olması halinde, bu plana uygun hazırlığa önceden sahip olduğu ileri sürülebilir, başarısız olunması durumunda ise, mevcut yönetim eleştirilecektir. COVID-19 ile ilgili olarak ülkelerin izlemiş olduğu politikaların başarılı ya da başarısız olarak nitelendirilebilmesi için, öncelikle salgının sona erdirilmesinin beklenilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Koronavirüslerin; insanlarda basit soğuk algınlığından Ortadoğu Solunum Sendromu (Middle East Respiratory Syndrome, MERS-CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi değişik şiddette klinik tablolar gösteren türleri vardır.8 2002 yılında, Çin’in Guangdong eyaletinde başlayan SARS-CoV 17 ülkeye yayılmış ve 774 kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştu. MERS-CoV ise, Eylül 2012’de Suudi Arabistan’da başlamış, dünya genelinde 27 ülkeyi etkilemiş, 861 kişi yaşamını yitirmişti.9
Yeni koronavirüs (novel coronavirüs) ilk kez 29 Aralık 2019’da, Çin’in Wuhan kentindeki deniz ürünleri ve canlı hayvan satan bir markette çalışan dört kişide ve aynı günlerde bu marketi ziyaret eden çok sayıda kişide akciğer enfeksiyonu (pnömoni) bulgularının tespit edildiğinin açıklanmasıyla gündeme geldi. Virüsün çıkış yeri olduğu düşünülen Wuhan’daki hayvan pazarı Çinli yetkililerce 1 Ocak 2020’de kapatıldı10 ve yaklaşık bir hafta sonra 7 Ocak 2020’de Çin tarafından yeni bir koronavirüs tanımlandı. Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinden kaynaklanan ilk yeni koronavirüs vakası, 13 Ocak 2020’de Tayland Kamu Sağlığı Bakanlığınca laboratuvar onaylı olarak 2019-nCoV biçiminde rapor edildi.11 DSÖ, koronavirüs kaynaklı hastalığa 11 Şubat 2020’de COVID-19 adını verdi.
COVID-19 benzeri salgınlarda, ulusal ve uluslararası düzeyde hızlı ve etkin hareket edilmesi önem kazanmaktadır. Böylesi bir krizin karmaşık dinamiklerini çözümleme ve buna ilişkin etkin alternatif politikaları uygulayabilme konularında, bilim insanlarının ağ analizinden, epidemiyolojiye kadar uzmanlıklarını değerlendirmek gerekmektedir. Küresel salgınla ilgili veri toplama, verileri rasyonel değerlendirme, verilerin şeffaflığı ve paylaşılabilirliği özel bir önem ve çaba gerektirmektedir.12 20. yüzyıl boyunca Uluslararası İlişkiler disiplini, dünyada meydana gelen radikal değişim dönemlerinin (sıçrama ya da çöküş) yarattığı etkileri farklı analiz düzeyleri bakımından ele aldı. Uluslararası İlişkiler çalışmalarında çoğunlukla; I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve sonrası, Küreselleşme ve 11 Eylül, bir referans noktası oluşturmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan önce ve sonra, söz konusu disipline hâkim olan paradigmalardaki değişimler, bu çerçevede değerlendirilmektedir. COVID-19’un da, sıralananlar gibi, yeni dönemde COVID-19 öncesi ve sonrası dönem şeklinde bir referans noktası ve analiz çerçevesi olarak Uluslararası İlişkiler terminolojisinde yerini alacağı düşünülmektedir.
Krize hazırlık bağlamında, Almanya dikkat çekmektedir. Alman Meclisi’ne sunulan 03 Ocak 2013 tarihli Kamu Güvenliği ve Risk Analizi raporunda,13 incelenen iki senaryodan ikincisinde mutasyona uğramış yeni SARS-koronavirüsün, Güneydoğu Asya’daki bir hayvan pazarından çıkacağı14 öngörülmektedir. Acil durum senaryolarının gerçekçi olabilmesi, farklı alanlarda uzmanların katılımıyla gerçekleştirilecek çalışmayı gerektirmektedir.15 Bu noktada, acil durum planlarına sahip olmanın önemi ile birlikte, ilgili kurum ve kuruluşların katılımıyla, planlara uygun hazırlığın önceden yapılmasına duyulan ihtiyaç da vurgulanmalıdır. Alman hükümetinin COVID-19 sürecinde, diğer ülkelerden daha başarılı olması halinde, bu plana uygun hazırlığa önceden sahip olduğu ileri sürülebilir, başarısız olunması durumunda ise, mevcut yönetim eleştirilecektir. COVID-19 ile ilgili olarak ülkelerin izlemiş olduğu politikaların başarılı ya da başarısız olarak nitelendirilebilmesi için, öncelikle salgının sona erdirilmesinin beklenilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.
- Savaş Olgusunun Dönüşümü
Savaşların evrimi konusunda değişim ve dönüşüme neden olan birçok faktör sayılabilir. Değişen teknolojiler ve stratejiler bu faktörler arasında en önemlileridir.16 Sanayi Devriminden bu yana savaş olgusunun dönüşümü, süreç içinde gelişen teknolojinin sağladığı olanaklarla önceki dönemlere göre daha kapsamlı gerçekleşmiş ve karmaşıklaşmıştır. Bu dönüşümle ilgili birkaç örnek vermek mümkündür: 19. yüzyılın ortalarında kullanılan tüfekler yaklaşık 70 metrelik menzile sahipti ve etkili olmaları için, iyi eğitimli askerlerin bu tüfekleri yaylım ateşinde kullanmaları gerekiyordu. 19. yüzyılın tüfeklere getirdiği ilk büyük yenilik, tüfek kapsülünün kullanılmaya başlanmasıdır. Tüfek kapsüllerini kullanmak, çakmaklı tüfeklerin çakmak taşı ve çelik ateşlemelerini kullanmaktan daha kısa bir süreyi gerektiriyordu. Bir sonraki adım, ağız yerine kuyruktan doldurulan tüfeklerin üretilmesi oldu. Kuyruktan doldurulan silahlar, ağızdan doldurulanlara göre çok daha hızlı atışa hazırlanabiliyordu. İlave olarak kuyruktan doldurulan bir silahın, ayağa kalkmadan yeniden doldurulması mümkün olabiliyordu; bunu, ağızdan doldurulan silahlarda yapmak neredeyse mümkün değildi. Yüzyılın başında, kimi zaman 45 metreden daha yakın menzillerde bir sıra halinde toplu yaylım ateşi açmak zorunda kalan askerler artık dağılabiliyorlar, doğrudan kişilere hedef alarak atışlar yapabiliyorlar ve bunu yerde yatarak gerçekleştirebiliyorlardı. En iyi eğitimli bir piyade birliği bile, misket tüfekle dakikada üç tur atış yapabilirken bir kuyruktan doldurmalı silahla, neredeyse her asker, her beş ile on saniyede bir atış gerçekleştirebiliyordu. Özetle, tek bir askerin askeri potansiyeli, özellikle rakibi benzeri silahlarla donatılmamışsa ciddi şekilde artmıştı. 19. yüzyılda ağızdan doldurulan tüfeklere yiv ve set ilave edilmesi, tüfeklerin ağız yerine kuyruktan doldurulması, ateşleme sisteminin farklılaşması; bu silahların menzillerinin ve atım miktarının artmasına, askerin hedef küçültmesine, daha geniş alana dağılmasına olanak sağlamış, böylece verilen zayiat azalmış, bu tür silahları kullanamayan hasımlara karşı başarı oranı olağanüstü artmıştı.17
Aynı yüzyılın ikinci yarısında demiryolu ile toplu taşımanın gelişmesi, birliklerin manevra ve kuvvet kaydırma imkânını artırırken, telgrafın kullanılmaya başlanması, savaştaki sevk ve idareyi kolaylaştırmış; bu dönemde, askeri karar verme sürecinin karmaşıklaşması üzerine, teknik bilgi ve karargâh desteğini sağlayacak “kurmay“ kadroları oluşturulmuştur.18
1914-1945 tarihleri arasında yaşanan iki büyük dünya savaşında, ülkeler bütün kaynaklarını seferber ederek, rakip askeri gücü imha etmeye odaklanmışlar; genel olarak 1790’dan 1945’e kadar devam ettiği kabul edilen “topyekûn savaş“ anlayışının19 tepe noktasına çıktığı bu iki genel savaşta, her birey doğal asker sayılmıştır. Devam eden süreçte hava gücünün belirleyici bir unsur haline gelmesi ve manevra yeteneğinin gelişmesi, zamanla siper savaşlarını ortadan kaldırmıştır. Teknolojideki gelişmelerin savaş olgusunun dönüşümüne olan etkisi süreç içinde artarak devam etmiş; 1945 ve 1949’da, sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) nükleer güce dönüşürken, 1952 ve 1953’te, iki ülke art arda hidrojen bombası üretmiştir. Soğuk Savaş olarak adlandırılan bu dönemde nükleer silahların insanlığı yok etme riski, 1962’de yaşanan Küba Füze Krizi ile anlaşılabilmiştir.20
Günümüzde savaş olgusunun dönüşüm nedeni teknolojideki bir gelişme değil, askerlerin birbirlerinden ayrılmasını zorunlu kılan, harekât alanının her yerinde olmasına karşın, insanlar tarafından görülemeyen bir virüstür. Söz konusu virüs, bireyi ve toplumu hedef almakta ve kolayca tanımlanamamaktadır. Bu özellikleriyle COVID-19, küresel düzeyde alışılmadık bir güvenlik sorunu21 yaratmaktadır. Güvenlik kavramı; zamana, mekâna, tehdit ve risklere göre farklı tanımlanmaktadır ve çok boyutludur. Farklı teorilerin üzerinde uzlaşamadıkları güvenlik tanımı,22 toplumsal açıdan tehlike, risk, düzensizlik ve korkunun karşıtı olarak koruma, risk yokluğu, itimat ve öngörülebilirliğe işaret etmektedir. Soğuk Savaş sonrasında güvenlik kavramı çeşitlenirken “insani güvenlik“ kavramı öne çıkmıştır.23 BM, 1994 tarihli İnsani Gelişim Raporunda insan güvenliğinin yedi unsurunu; ekonomik güvenlik, gıda güvenliği, sağlık güvenliği, çevre güvenliği, kişisel güvenlik, toplumsal güvenlik ve siyasal güvenlik olarak sınıflandırmıştır. COVID-19, insani güvenlik unsurlarıyla ilişkilendirildiğinde, hastalık ve enfeksiyonlardan korunma bağlamında, “sağlık güvenliği“ çerçevesinde değerlendirilebilir. Gelişmekte olan ülkelerde sağlık güvenliği kapsamında bir yıl içinde enfeksiyon ve parazitlerden kaynaklı hastalıklardan yaklaşık 17 milyon ölüm gerçekleşmektedir. Bunların 6,5 milyonu, akut solunum yetmezliği rahatsızlığı ile ilgilidir.24
“Kovid-19 Sonrası Geleceğin Güvenlik Kurumları ve Stratejik Dönüşüm“ e-kitabından alınmıştır. Makalenin tamamını okumak için lütfen tıklayınız.
“Kovid-19 Sonrası Geleceğin Güvenlik Kurumları ve Stratejik Dönüşüm“ e-kitabını incelemek için lütfen tıklayınız.
Aynı yüzyılın ikinci yarısında demiryolu ile toplu taşımanın gelişmesi, birliklerin manevra ve kuvvet kaydırma imkânını artırırken, telgrafın kullanılmaya başlanması, savaştaki sevk ve idareyi kolaylaştırmış; bu dönemde, askeri karar verme sürecinin karmaşıklaşması üzerine, teknik bilgi ve karargâh desteğini sağlayacak “kurmay“ kadroları oluşturulmuştur.18
1914-1945 tarihleri arasında yaşanan iki büyük dünya savaşında, ülkeler bütün kaynaklarını seferber ederek, rakip askeri gücü imha etmeye odaklanmışlar; genel olarak 1790’dan 1945’e kadar devam ettiği kabul edilen “topyekûn savaş“ anlayışının19 tepe noktasına çıktığı bu iki genel savaşta, her birey doğal asker sayılmıştır. Devam eden süreçte hava gücünün belirleyici bir unsur haline gelmesi ve manevra yeteneğinin gelişmesi, zamanla siper savaşlarını ortadan kaldırmıştır. Teknolojideki gelişmelerin savaş olgusunun dönüşümüne olan etkisi süreç içinde artarak devam etmiş; 1945 ve 1949’da, sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) nükleer güce dönüşürken, 1952 ve 1953’te, iki ülke art arda hidrojen bombası üretmiştir. Soğuk Savaş olarak adlandırılan bu dönemde nükleer silahların insanlığı yok etme riski, 1962’de yaşanan Küba Füze Krizi ile anlaşılabilmiştir.20
Günümüzde savaş olgusunun dönüşüm nedeni teknolojideki bir gelişme değil, askerlerin birbirlerinden ayrılmasını zorunlu kılan, harekât alanının her yerinde olmasına karşın, insanlar tarafından görülemeyen bir virüstür. Söz konusu virüs, bireyi ve toplumu hedef almakta ve kolayca tanımlanamamaktadır. Bu özellikleriyle COVID-19, küresel düzeyde alışılmadık bir güvenlik sorunu21 yaratmaktadır. Güvenlik kavramı; zamana, mekâna, tehdit ve risklere göre farklı tanımlanmaktadır ve çok boyutludur. Farklı teorilerin üzerinde uzlaşamadıkları güvenlik tanımı,22 toplumsal açıdan tehlike, risk, düzensizlik ve korkunun karşıtı olarak koruma, risk yokluğu, itimat ve öngörülebilirliğe işaret etmektedir. Soğuk Savaş sonrasında güvenlik kavramı çeşitlenirken “insani güvenlik“ kavramı öne çıkmıştır.23 BM, 1994 tarihli İnsani Gelişim Raporunda insan güvenliğinin yedi unsurunu; ekonomik güvenlik, gıda güvenliği, sağlık güvenliği, çevre güvenliği, kişisel güvenlik, toplumsal güvenlik ve siyasal güvenlik olarak sınıflandırmıştır. COVID-19, insani güvenlik unsurlarıyla ilişkilendirildiğinde, hastalık ve enfeksiyonlardan korunma bağlamında, “sağlık güvenliği“ çerçevesinde değerlendirilebilir. Gelişmekte olan ülkelerde sağlık güvenliği kapsamında bir yıl içinde enfeksiyon ve parazitlerden kaynaklı hastalıklardan yaklaşık 17 milyon ölüm gerçekleşmektedir. Bunların 6,5 milyonu, akut solunum yetmezliği rahatsızlığı ile ilgilidir.24
“Kovid-19 Sonrası Geleceğin Güvenlik Kurumları ve Stratejik Dönüşüm“ e-kitabından alınmıştır. Makalenin tamamını okumak için lütfen tıklayınız.
“Kovid-19 Sonrası Geleceğin Güvenlik Kurumları ve Stratejik Dönüşüm“ e-kitabını incelemek için lütfen tıklayınız.