Öz: Bu çalışmada 2002’den günümüze AK Parti dönemi Türk dış politikasının analizi bütüncül bir teori inşası çerçevesinde analiz edilmiştir. Bu amaçla; Uluslararası İlişkiler disiplininde hâkim üç temel teori olan İdealizm/Liberalizm, Realizm ve Sosyal İnşacılık teorileri öne çıkan kavram ve ilkeleriyle birlikte incelenmiştir. Çalışmada, üç hâkim teori temel alınarak, AK Parti dönemi Türk dış politikasında hangi yıl aralıklarında hangi teorinin daha başat olduğu sorusuna cevap aranmıştır. Bu soru doğrultusunda, AK Parti dönemi Türk dış politikası 2002-2009, 2009-2014 ve 2014’ten günümüze şeklindeüç alt başlıkta incelenmiştir. Başat teorilerin ise “İdealizmin/Liberalizmin İnşası“, “Sosyal İnşacılığa Geçiş“ ve “Realizmin Yükselişi“ şeklinde öne çıktığı görülmüştür. AK Parti dönemi Türk dış politikası örneğinden yola çıkarak, devletlerin davranışlarının tek bir teoriyle açıklanmayacağı, hükümetlerin bazı olgulardan dolayı birçok teoriyi içeren yaklaşımlarla hareket edebileceği sonucuna varılmış ve bu yaklaşım “Bütüncül Teori“ olarak adlandırılmıştır. Sonuç olarak, çalışmada, AK Parti dönemi Türk dış politikasında Bütüncül Teori’nin lider etkisi, ulusal çıkar, uyumsal politikalar/uyumsal performans, hata toleransı, karşılıklı bağımlılık ve bütüncüllük olguları üzerinde inşa edilebileceği savunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Bütüncül Teori, Türk Dış Politikası, AK Parti.
Article Category: International Relations
Date of Submission: 29.03.2021
Date of Acceptance:
HOLISTIC THEORY CONSTRUCTION:
ANALYSIS OF TURKISH FOREIGN POLICY IN THE AK PARTI ERA
Abstract: In this study, the analysis of Turkish foreign policy in the AK Party period since 2002 has been analyzed within the framework of a holistic theory construction. For this purpose; Idealism/Liberalism, Realism and Social Constructionism, which are the three major theories in the discipline of International Relations, have been studied together with their prominent concepts and principles. Based on threemajor theories, an answer to the question of which theoretical approach was more dominant in Turkish foreign policy during the AK Parti period was sought. In line with this question, the Turkish foreign policy of the AK Parti period has been divided into three periods: 2002-2009, 2009-2014 and since 2014. The dominant theories are seen to come to the fore as “The Construction of Idealism/Liberalism“, “The Transition to Social Constructivism“ and “The Rise of Realism“. Based on the example of Turkish foreign policy in the AK Parti period, it was concluded that the behavior of states could not be explained with a single theory, governments could act with approaches that include many theories due to some facts, and this approach was named as the “Holistic Theory“. As a result, it has been argued that the Holistic Theory can be built on the leading effect, national interest, adaptive policies/adaptive performance, fault tolerance, interdependence and integrity in Turkish foreign policy during the AK Parti period.
Keywords: Holistic Theory, Turkish Foreign Policy, AK Parti.
Giriş
Devletlerin, hükümetlerin ve hatta liderlerin dış politikadaki yaklaşımları, uygulamaları ve karakterleri gibi olgular, Uluslararası İlişkiler disiplininde birçok araştırmaya konu olmuştur. Genellikle, bu olgular, Uluslararası İlişkiler teorileri üzerinden incelenmiş ve tartışılmıştır. Bu çalışmada da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2002’den bu yana devam eden AK Parti (Adalet ve Kalkınma Partisi) hükümetleri döneminde uyguladığı Türk Dış Politikası’nın analizi yapılacak olup, bu analiz de Uluslararası İlişkiler alanında üç temel ve hâkim teori olarak görülen İdealizm/Liberalizm, Realizm ve Sosyal İnşacılık temelinde gerçekleştirilecektir. Çalışmanın ilk bölümünde, bu üç hâkim teori özetlenecektir. İkinci bölümde, AK Parti dönemi dış politikası, dönemsel ve teorik olarak üç ayrı döneme bölünüp incelenecektir. Çalışmada, bu üç dönem; 2002-2009, 2009-2014 ve 2014’ten günümüze şeklinde belirlenmiştir. Teorik olarak ise, bu dönemler; “İdealizmin/Liberalizmin İnşası“, “Sosyal İnşacılığa Geçiş“ ve “Realizmin Yükselişi“ olarak adlandırılmıştır. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise akademik literatüre yeni bir katkı yapmak amacıyla, AK Parti dönemi dış politikası 2002’den günümüze kadar olan süreçte temellendirilecek olan “Bütüncül Teori“ kapsamında analiz edilecektir.
1.Uluslararası İlişkilerde Üç Başat Teori: İdealizm/Liberalizm, Realizm ve Sosyal İnşacılık
Uluslararası İlişkiler alanında teorilerle ilgili en temel görüşlerden birisi, belirli bir dönemde bazı teorilerin hâkim olduğu iddiasıdır. Steve Smith’e göre, bir teorinin hâkimiyeti, uluslararası ilişkilerde açıklanması gereken temel konuların neler olduğunu ve hangi konuların merkeze alındığını ve buna yönelik bir ön varsayımdan kaynaklanmaktadır.[1] Uluslararası İlişkiler teorileri arasında günümüze kadar en yoğun ilgi görüp hakkında en çok araştırma yapılan teorilerin başında; İdealizm/Liberalizm, Realizm ve Sosyal İnşacılık gelmektedir. İlk olarak, bu teorilerin dünya politikasında hangi konuları açıklamaya çalıştıklarını incelemek gerekmektedir.
1.1. İdealizm/Liberalizm
Uluslararası İlişkiler teorileri arasında en önemli tartışma İdealizm/Liberalizm ile Realizm arasında gerçekleşmiş olup, Liberalizm “İdealizm“ adı altında 1919-1939 yılları arasında yani iki dünya savaşı aralığında Realizm’in en büyük rakibi olarak görülmüştür[2]. Ancak İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Realizme büyük oranda boyun eğdiği ifade edilmektedir. Liberalizm odak noktasına insanı almakta, ön plana akılcılığı çıkarmakta ve özel hayatın serbestliği ile kamusal hayata sınırlı bir devlet müdahalesini öngörmekte olan bir felsefi yaklaşımdır[3]. İdealizm; uluslararası örgütlerin ve uluslararası hukukun devletlerarası ilişkilerde savaş durumunun yaşanmasının önlenmesini moral bir hedef olarak koyarken, Liberalizm sistemin anarşik yapısına rağmen devletlerarası ilişkilerin neden çoğu zaman işbirliği ürettiğini incelemektedir[4].
Esas olarak bireyin özgürlüğünü savunan Liberalizm; Demokrasilerin yaygınlaşması ve barış yanlısı olan liberal ile demokratik ülkelerin sayısının artmasıyla dünyada barışın egemen olacağını savunmaktadır. Wilson’un öncülük ettiği idealist yaklaşım, idealist felsefenin pratik olarak uluslararası ilişkilerde uygulanması anlamına gelmekte olup, kapalı değil açık diplomasiyi savunmuş, uluslar üstü bir düzlemde Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi örgüt ve mekanizmaların kurulmasına imkân sağlamıştır[5].
1970’li yıllarla birlikte liberal düşüncede gelişim göstermiş, uluslararası ilişkilerde güvenlik kadar iktisadi ilişkiler de ön plana çıkmaya başlamıştır. Ayrıca çokuluslu şirketler ve uluslararası örgütler iktisadi çıkarların korunmasında ve ilerletilmesinde yeri geldiğinde devletlerden daha etkin konuma gelmeye başlamıştır[6]. Neoliberaller de uluslararası ilişkilerde devletler dışında birey, uluslararası örgütler, baskı grupları ve çokuluslu şirketler gibi grupları kabul etmektedir.
Uluslararası ilişkilerde özellikle Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu sistemin yumuşama sürecine girmesi, devlet dışı aktörlerin daha görünür hale gelmesi, karşılıklı bağımlılık temelli ilişkilerin ivme kazanması ve askeri güvenlik konuları dışındaki konuların da dünya gündemine taşınmasıyla liberal düşünce güç kazanmıştır. Joseph S. Nye ve Robert Keohane’nin karşılıklı bağımlılık temalı çalışmaları liberalizmin literatürde çoğulculuk adıyla gündeme gelmesini sağlamıştır[7].
Devletlerin üzerinde bir üst otorite olmasa da, normlar, değerler, rejimler, uluslararası hukuk ve uluslararası örgütler sistemin anarşik yapısını zayıflatıp işbirliğinin gerçekleşmesine yardımcı olacak zemini hazırlamaktadır[8]. Liberalizme göre dış politikada ortak vurgusu önemli olup; devletlerin ortak çıkarları olduğu müddetçe sistemin anarşik ve kaotik yapısı devletlerin işbirliği yapmalarını engelleyemeyecektir. Bununla birlikte liberal dış politika yaklaşımının özgün niteliklerini; ekonomik çıkarlar ile bölgesel ve küresel entegrasyon çabalarına önem ile değer vermek, ortak kimlik ile değerlere vurgu yapmak, diplomasi ve ikna aracı olarak yumuşak güç unsurlarını ön plana çıkartmak şeklinde saymak mümkündür[9]. Liberal uluslararası ilişkiler teorisinde temel analiz düzeyi devlet altı/içi birimlerdir. Anarşik yapının olumsuz etkileri; işbirliği, karşılıklı bağımlılık vb. etkenlerle aşılabilir. Dış politikada ekonomik çıkarlar ve ulusal özellikler önemli olup kazan-kazan mantığı geçerlidir. Devletlerarası ortak çıkarlar mevcut olmakla birlikte entegrasyon/bütünleşme de mümkündür[10].
1.2. Realizm
Realizm’in tarihçesinin kökleri Thucydides, Machiavelli, Hobbes ve Rousseau gibi düşünürlere kadar dayanmakta olup; teori E. H. Carr’ın çalışmalarıyla iki dünya savaşı arası dönemde büyük oranda geliştirilmiş, buna ek olarak Hans Morgenthau’nun çalışmalarıyla da İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme damgasını vurmuştur. Atila Eralp’e göre Realizm, hâkim yaklaşım haline geldiği gibi hem Soğuk Savaş dönemi uluslararası ilişkilerini şekillendirmiş, hem de devlet liderlerinin uluslararası kriz ve eylemlere bakışını da etkilemiştir[11]. Morgenthau Realizmin esas özellikleri “Politics Among Nations“ adlı eserinde ele alırken, Realizmin altı temel ilkesini şu şekilde özetlemiştir;
Anahtar Kelimeler: Bütüncül Teori, Türk Dış Politikası, AK Parti.
Article Category: International Relations
Date of Submission: 29.03.2021
Date of Acceptance:
HOLISTIC THEORY CONSTRUCTION:
ANALYSIS OF TURKISH FOREIGN POLICY IN THE AK PARTI ERA
Abstract: In this study, the analysis of Turkish foreign policy in the AK Party period since 2002 has been analyzed within the framework of a holistic theory construction. For this purpose; Idealism/Liberalism, Realism and Social Constructionism, which are the three major theories in the discipline of International Relations, have been studied together with their prominent concepts and principles. Based on threemajor theories, an answer to the question of which theoretical approach was more dominant in Turkish foreign policy during the AK Parti period was sought. In line with this question, the Turkish foreign policy of the AK Parti period has been divided into three periods: 2002-2009, 2009-2014 and since 2014. The dominant theories are seen to come to the fore as “The Construction of Idealism/Liberalism“, “The Transition to Social Constructivism“ and “The Rise of Realism“. Based on the example of Turkish foreign policy in the AK Parti period, it was concluded that the behavior of states could not be explained with a single theory, governments could act with approaches that include many theories due to some facts, and this approach was named as the “Holistic Theory“. As a result, it has been argued that the Holistic Theory can be built on the leading effect, national interest, adaptive policies/adaptive performance, fault tolerance, interdependence and integrity in Turkish foreign policy during the AK Parti period.
Keywords: Holistic Theory, Turkish Foreign Policy, AK Parti.
Giriş
Devletlerin, hükümetlerin ve hatta liderlerin dış politikadaki yaklaşımları, uygulamaları ve karakterleri gibi olgular, Uluslararası İlişkiler disiplininde birçok araştırmaya konu olmuştur. Genellikle, bu olgular, Uluslararası İlişkiler teorileri üzerinden incelenmiş ve tartışılmıştır. Bu çalışmada da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2002’den bu yana devam eden AK Parti (Adalet ve Kalkınma Partisi) hükümetleri döneminde uyguladığı Türk Dış Politikası’nın analizi yapılacak olup, bu analiz de Uluslararası İlişkiler alanında üç temel ve hâkim teori olarak görülen İdealizm/Liberalizm, Realizm ve Sosyal İnşacılık temelinde gerçekleştirilecektir. Çalışmanın ilk bölümünde, bu üç hâkim teori özetlenecektir. İkinci bölümde, AK Parti dönemi dış politikası, dönemsel ve teorik olarak üç ayrı döneme bölünüp incelenecektir. Çalışmada, bu üç dönem; 2002-2009, 2009-2014 ve 2014’ten günümüze şeklinde belirlenmiştir. Teorik olarak ise, bu dönemler; “İdealizmin/Liberalizmin İnşası“, “Sosyal İnşacılığa Geçiş“ ve “Realizmin Yükselişi“ olarak adlandırılmıştır. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise akademik literatüre yeni bir katkı yapmak amacıyla, AK Parti dönemi dış politikası 2002’den günümüze kadar olan süreçte temellendirilecek olan “Bütüncül Teori“ kapsamında analiz edilecektir.
1.Uluslararası İlişkilerde Üç Başat Teori: İdealizm/Liberalizm, Realizm ve Sosyal İnşacılık
Uluslararası İlişkiler alanında teorilerle ilgili en temel görüşlerden birisi, belirli bir dönemde bazı teorilerin hâkim olduğu iddiasıdır. Steve Smith’e göre, bir teorinin hâkimiyeti, uluslararası ilişkilerde açıklanması gereken temel konuların neler olduğunu ve hangi konuların merkeze alındığını ve buna yönelik bir ön varsayımdan kaynaklanmaktadır.[1] Uluslararası İlişkiler teorileri arasında günümüze kadar en yoğun ilgi görüp hakkında en çok araştırma yapılan teorilerin başında; İdealizm/Liberalizm, Realizm ve Sosyal İnşacılık gelmektedir. İlk olarak, bu teorilerin dünya politikasında hangi konuları açıklamaya çalıştıklarını incelemek gerekmektedir.
1.1. İdealizm/Liberalizm
Uluslararası İlişkiler teorileri arasında en önemli tartışma İdealizm/Liberalizm ile Realizm arasında gerçekleşmiş olup, Liberalizm “İdealizm“ adı altında 1919-1939 yılları arasında yani iki dünya savaşı aralığında Realizm’in en büyük rakibi olarak görülmüştür[2]. Ancak İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Realizme büyük oranda boyun eğdiği ifade edilmektedir. Liberalizm odak noktasına insanı almakta, ön plana akılcılığı çıkarmakta ve özel hayatın serbestliği ile kamusal hayata sınırlı bir devlet müdahalesini öngörmekte olan bir felsefi yaklaşımdır[3]. İdealizm; uluslararası örgütlerin ve uluslararası hukukun devletlerarası ilişkilerde savaş durumunun yaşanmasının önlenmesini moral bir hedef olarak koyarken, Liberalizm sistemin anarşik yapısına rağmen devletlerarası ilişkilerin neden çoğu zaman işbirliği ürettiğini incelemektedir[4].
Esas olarak bireyin özgürlüğünü savunan Liberalizm; Demokrasilerin yaygınlaşması ve barış yanlısı olan liberal ile demokratik ülkelerin sayısının artmasıyla dünyada barışın egemen olacağını savunmaktadır. Wilson’un öncülük ettiği idealist yaklaşım, idealist felsefenin pratik olarak uluslararası ilişkilerde uygulanması anlamına gelmekte olup, kapalı değil açık diplomasiyi savunmuş, uluslar üstü bir düzlemde Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi örgüt ve mekanizmaların kurulmasına imkân sağlamıştır[5].
1970’li yıllarla birlikte liberal düşüncede gelişim göstermiş, uluslararası ilişkilerde güvenlik kadar iktisadi ilişkiler de ön plana çıkmaya başlamıştır. Ayrıca çokuluslu şirketler ve uluslararası örgütler iktisadi çıkarların korunmasında ve ilerletilmesinde yeri geldiğinde devletlerden daha etkin konuma gelmeye başlamıştır[6]. Neoliberaller de uluslararası ilişkilerde devletler dışında birey, uluslararası örgütler, baskı grupları ve çokuluslu şirketler gibi grupları kabul etmektedir.
Uluslararası ilişkilerde özellikle Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu sistemin yumuşama sürecine girmesi, devlet dışı aktörlerin daha görünür hale gelmesi, karşılıklı bağımlılık temelli ilişkilerin ivme kazanması ve askeri güvenlik konuları dışındaki konuların da dünya gündemine taşınmasıyla liberal düşünce güç kazanmıştır. Joseph S. Nye ve Robert Keohane’nin karşılıklı bağımlılık temalı çalışmaları liberalizmin literatürde çoğulculuk adıyla gündeme gelmesini sağlamıştır[7].
Devletlerin üzerinde bir üst otorite olmasa da, normlar, değerler, rejimler, uluslararası hukuk ve uluslararası örgütler sistemin anarşik yapısını zayıflatıp işbirliğinin gerçekleşmesine yardımcı olacak zemini hazırlamaktadır[8]. Liberalizme göre dış politikada ortak vurgusu önemli olup; devletlerin ortak çıkarları olduğu müddetçe sistemin anarşik ve kaotik yapısı devletlerin işbirliği yapmalarını engelleyemeyecektir. Bununla birlikte liberal dış politika yaklaşımının özgün niteliklerini; ekonomik çıkarlar ile bölgesel ve küresel entegrasyon çabalarına önem ile değer vermek, ortak kimlik ile değerlere vurgu yapmak, diplomasi ve ikna aracı olarak yumuşak güç unsurlarını ön plana çıkartmak şeklinde saymak mümkündür[9]. Liberal uluslararası ilişkiler teorisinde temel analiz düzeyi devlet altı/içi birimlerdir. Anarşik yapının olumsuz etkileri; işbirliği, karşılıklı bağımlılık vb. etkenlerle aşılabilir. Dış politikada ekonomik çıkarlar ve ulusal özellikler önemli olup kazan-kazan mantığı geçerlidir. Devletlerarası ortak çıkarlar mevcut olmakla birlikte entegrasyon/bütünleşme de mümkündür[10].
1.2. Realizm
Realizm’in tarihçesinin kökleri Thucydides, Machiavelli, Hobbes ve Rousseau gibi düşünürlere kadar dayanmakta olup; teori E. H. Carr’ın çalışmalarıyla iki dünya savaşı arası dönemde büyük oranda geliştirilmiş, buna ek olarak Hans Morgenthau’nun çalışmalarıyla da İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme damgasını vurmuştur. Atila Eralp’e göre Realizm, hâkim yaklaşım haline geldiği gibi hem Soğuk Savaş dönemi uluslararası ilişkilerini şekillendirmiş, hem de devlet liderlerinin uluslararası kriz ve eylemlere bakışını da etkilemiştir[11]. Morgenthau Realizmin esas özellikleri “Politics Among Nations“ adlı eserinde ele alırken, Realizmin altı temel ilkesini şu şekilde özetlemiştir;
- Siyaset ile toplum, insan doğasında da kökü mevcut olan objektif yasalarla yönetilir.
- Güç terimi ile tanımlanan çıkar kavramı, uluslararası ilişkilerin ve uluslararası politikanın merkezi ve başlangıç noktasıdır.
- Uygulandığı zaman ve yere göre güç farklılık gösterse de, politikanın özü olarak sayılan çıkar kavramı zamandan ve yerden etkilenmemektedir[12].
- Evrensel olarak görülen ahlak ilkeleri, devletlerin politika ve eylemlerine soyut formüller biçiminde uygulanamaz.
- Politik Realizm evreni yöneten ahlaki yasalar formuyla belirli bir ulusun ahlaki hedeflerini tanımlamaktan kaçınır.
- Siyasal alan, kendi başına ve bağımsız bir alandır[13].
Devletler, Realizme göre uluslararası sistemin temel aktörü olup; anarşik bir yapıda yaşamakla birlikte yaşamlarını sürdürebilmek için güçlerini giderek arttırmaya çalışmaktadır. Güç realist yaklaşımda bu nedenle başat bir konumdadır. Anarşik sistemde kendilerini korumak için güçlerini arttıran devletler sistemi tehdit edebilir, bu durumda diğer devletler birleşerek güç dengesini sağlamaktadır. Realistlere göre güç ve ulusal çıkar gibi etkenler devletlerarası ilişkileri belirleyen etkenler olmalarından dolayı uluslararası politikada öncelikli incelenmesi gereken konuların başında gelmektedir. Onlara göre uluslararası ilişkiler de ulus devletler arasındaki güç ve çıkar mücadelesidir. Realizm’e göre; devletler uluslararası politikada kendi çıkarlarını korumaya çalışmak amacıyla güce sahip olmakta, güç bu doğrultuda askeri olan ve olmayan unsurlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Devletlerin varlığını koruyup sürdürebilmesi için gerçekleştirdikleri eylemlerin tümü de ulusal çıkarların bir sonucudur. Ayrıca devletler kendi varlıklarını korumak adına başka devletlere güvenmedikleri gibi uluslararası örgütlere veya uluslararası hukuka da güvenmemektedir[14].
Stephan Walt’a göreyse anarşik bir ortamda devletler kendilerini korumak ve tehdit dengesi nedeniyle ittifaklar kurabilmektedir. Devletlerin davranışlarını yönlendiren ana etken tehdit algısı olup diğerlerin gücüyse etkili olan birçok etkenden sadece biridir. Çünkü devletler diğerlerinden kaynaklanmakta olan tehditleri, coğrafi yakınlığa, nisbi güce, niyete ve savunma-saldırı dengesi gibi etkenler merkezinde analiz etmektedir[15].
1970’lerin sonuna gelindiğinde Kenneth Waltz’un “Theory of International Politics“ başlıklı kitabıyla Neo-realizm’in görüşleri açıklanmaya başlamıştır. Yapısal realizm olarak da adlandırılan bu görüşlerde devletlerin davranışlarının belirlenmesinde yapıya vurgu yapılmıştır. Waltz’a göre özellikle savaşların temel nedeni uluslararası anarşidir. Savaşı engelleyecek herhangi bir şey olmadığı için savaşlar yaşanmaktadır. Bu durumda devletlerin davranışları için önemli sonuçlar doğurmaktadır. Uluslararası anarşi sürekli devam eden bir savaş durumuna işaret etmektedir. Devletler savaşı, barışçıl araçlar başarısız olduğunda sorunların çözümü için başvurulacak bir güç olarak değerlendirmektedir[16].
John Mearsheimer’a göre Neo-realizm yaklaşımında devletler sahip oldukları göreli güçlere göre büyük, orta ve küçük olarak sınıflandırılmaktadır. Ona göre devletlerin uluslar arası sistemde konumlandırılması güç dağılımına göre gerçekleşmektedir. Ayrıca devletlerin gücü maddi güçler olarak askeri ve ekonomik güç şeklinde ifade edilmektedir. Ekonomik gücün her zaman askeri güce dönüşme potansiyeli bulunduğu için önemi yüksektir. Bu nedenledir ki askeri açıdan yetersiz olsa da ekonomisi güçlü olan devletler, potansiyel bir rakip olarak görülmektedir[17].
Realizme göre günümüzde uluslararası politikada uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları gibi aktörler öne çıkmış ve etkinlik kazansalar da uluslararası ilişkilerin en önemli aktörleri hala devletlerdir. Nitekim Robert O. Keohane uluslararası ilişkilerde devletler dışında aktörlerin var olduğunu kabul etse de, 1986’da yayınladığı “Theory of World Politics: Structural Realizm and Beyong“ adlı kitabında devletlerin hala en önemli aktör olduklarını vurgulamıştır. Keohane’e göre devletler tek rasyonel aktör olup güç elde etmek için hareket ederler ve kendi çıkarlarını da bu gücü elde etmek için bir araya toplarlar[18].
1990’ların son yılları itibariyle Neoklasik Realizm ortaya çıkarken, bu yeni yaklaşım dış politikanın oluşum sürecinde liderleri ve liderlerin hareketlerini daha öncelikli olarak görmektedir[19]. Neoklasik realistler lider faktörünün dış politikada önemli olduğunu söyleseler de Morgenthau’da “Politics Among Nations“ adlı kitabında Realizmin altı ilkesinden birinin lider faktörü olduğunu vurgulamıştır. Yine o güç dengesinin diplomasinin gücü ve devlet adamının bilgeliğiyle oluşacağını iddia etmiştir[20]. Neoklasik realistlere göre dış çevreler ile ara değişkenler devlet davranışını büyük oranda etkilemektedir. Ara değişkenler 4 ana kategori de toplanmakta olup bunlar; liderlerin algıları, stratejik kültür, devlet-toplum ilişkisi ve iç kurumların düzenlenişidir[21]. Bu ara değişkenlerin her biri birbirini etkilemekte ve değişmelerine sebep olmakla birlikte devletin davranışını ve dış politika karar ve uygulamalarını da yönlendirmektedir.
İdealistler ahlaki standartlar doğrultusunda politikanın yürütülmesi gerektiğini savunmaktayken, realistler ise soyut nitelikteki ahlaki standartların siyasal politika ve eylemlere uygulanamayacağını iddia etmektedir. Çünkü realistlerce karar verici durumundaki devlet adamı ya da lider; ulusal çevreden farklı bir uluslararası çevrede faaliyet göstermektedir. Öyle ki bu çevre; merkezi otoritenin, tam anlamıyla devletleri bağlayıcı hukuki yaptırımların ve bütün devletlerce kabul edilmiş ilkelerin mevcut olmadığı bir uluslararası çevredir. Realistlere göre lider devletin çıkarını gözetmek zorunda olup ahlaki standartlara çoğu zaman uymamaktadır. Lider için öncelikli olan devleti dış tehditlerden kesin olarak korumak ve ulusal çıkarı gözetmektir. Çünkü uluslararası ilişkilerde merkezi bir otorite bulunmadığı için sonucu belirleyen etken her zaman devletin gücü olmaktadır[22].
Realistlere göre uluslararası ilişkilerin en önemli gündem maddelerinden biri ulusal güvenlik konularıdır. Siyasi ve askeri konular üzerinden devletler ulusal çıkarı maksimize etmeye çalışmaktadır. Realistlerce devletin yaşamını sürdürmesi için önemli olan ulusal güvenlik konusu yüksek politika; ticari, mali, parasal, çevresel ve sağlıkla ilgili konularsa alçak politika olarak kabul edilmektedir. Devletlerin amaçlarına ulaşıp çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanacakları temel unsur ise güçtür. Bu nedenle her bir devlet kendi çıkarı doğrultusunda hareket edebilmektedir[23].
Stephan Walt’a göreyse anarşik bir ortamda devletler kendilerini korumak ve tehdit dengesi nedeniyle ittifaklar kurabilmektedir. Devletlerin davranışlarını yönlendiren ana etken tehdit algısı olup diğerlerin gücüyse etkili olan birçok etkenden sadece biridir. Çünkü devletler diğerlerinden kaynaklanmakta olan tehditleri, coğrafi yakınlığa, nisbi güce, niyete ve savunma-saldırı dengesi gibi etkenler merkezinde analiz etmektedir[15].
1970’lerin sonuna gelindiğinde Kenneth Waltz’un “Theory of International Politics“ başlıklı kitabıyla Neo-realizm’in görüşleri açıklanmaya başlamıştır. Yapısal realizm olarak da adlandırılan bu görüşlerde devletlerin davranışlarının belirlenmesinde yapıya vurgu yapılmıştır. Waltz’a göre özellikle savaşların temel nedeni uluslararası anarşidir. Savaşı engelleyecek herhangi bir şey olmadığı için savaşlar yaşanmaktadır. Bu durumda devletlerin davranışları için önemli sonuçlar doğurmaktadır. Uluslararası anarşi sürekli devam eden bir savaş durumuna işaret etmektedir. Devletler savaşı, barışçıl araçlar başarısız olduğunda sorunların çözümü için başvurulacak bir güç olarak değerlendirmektedir[16].
John Mearsheimer’a göre Neo-realizm yaklaşımında devletler sahip oldukları göreli güçlere göre büyük, orta ve küçük olarak sınıflandırılmaktadır. Ona göre devletlerin uluslar arası sistemde konumlandırılması güç dağılımına göre gerçekleşmektedir. Ayrıca devletlerin gücü maddi güçler olarak askeri ve ekonomik güç şeklinde ifade edilmektedir. Ekonomik gücün her zaman askeri güce dönüşme potansiyeli bulunduğu için önemi yüksektir. Bu nedenledir ki askeri açıdan yetersiz olsa da ekonomisi güçlü olan devletler, potansiyel bir rakip olarak görülmektedir[17].
Realizme göre günümüzde uluslararası politikada uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları gibi aktörler öne çıkmış ve etkinlik kazansalar da uluslararası ilişkilerin en önemli aktörleri hala devletlerdir. Nitekim Robert O. Keohane uluslararası ilişkilerde devletler dışında aktörlerin var olduğunu kabul etse de, 1986’da yayınladığı “Theory of World Politics: Structural Realizm and Beyong“ adlı kitabında devletlerin hala en önemli aktör olduklarını vurgulamıştır. Keohane’e göre devletler tek rasyonel aktör olup güç elde etmek için hareket ederler ve kendi çıkarlarını da bu gücü elde etmek için bir araya toplarlar[18].
1990’ların son yılları itibariyle Neoklasik Realizm ortaya çıkarken, bu yeni yaklaşım dış politikanın oluşum sürecinde liderleri ve liderlerin hareketlerini daha öncelikli olarak görmektedir[19]. Neoklasik realistler lider faktörünün dış politikada önemli olduğunu söyleseler de Morgenthau’da “Politics Among Nations“ adlı kitabında Realizmin altı ilkesinden birinin lider faktörü olduğunu vurgulamıştır. Yine o güç dengesinin diplomasinin gücü ve devlet adamının bilgeliğiyle oluşacağını iddia etmiştir[20]. Neoklasik realistlere göre dış çevreler ile ara değişkenler devlet davranışını büyük oranda etkilemektedir. Ara değişkenler 4 ana kategori de toplanmakta olup bunlar; liderlerin algıları, stratejik kültür, devlet-toplum ilişkisi ve iç kurumların düzenlenişidir[21]. Bu ara değişkenlerin her biri birbirini etkilemekte ve değişmelerine sebep olmakla birlikte devletin davranışını ve dış politika karar ve uygulamalarını da yönlendirmektedir.
İdealistler ahlaki standartlar doğrultusunda politikanın yürütülmesi gerektiğini savunmaktayken, realistler ise soyut nitelikteki ahlaki standartların siyasal politika ve eylemlere uygulanamayacağını iddia etmektedir. Çünkü realistlerce karar verici durumundaki devlet adamı ya da lider; ulusal çevreden farklı bir uluslararası çevrede faaliyet göstermektedir. Öyle ki bu çevre; merkezi otoritenin, tam anlamıyla devletleri bağlayıcı hukuki yaptırımların ve bütün devletlerce kabul edilmiş ilkelerin mevcut olmadığı bir uluslararası çevredir. Realistlere göre lider devletin çıkarını gözetmek zorunda olup ahlaki standartlara çoğu zaman uymamaktadır. Lider için öncelikli olan devleti dış tehditlerden kesin olarak korumak ve ulusal çıkarı gözetmektir. Çünkü uluslararası ilişkilerde merkezi bir otorite bulunmadığı için sonucu belirleyen etken her zaman devletin gücü olmaktadır[22].
Realistlere göre uluslararası ilişkilerin en önemli gündem maddelerinden biri ulusal güvenlik konularıdır. Siyasi ve askeri konular üzerinden devletler ulusal çıkarı maksimize etmeye çalışmaktadır. Realistlerce devletin yaşamını sürdürmesi için önemli olan ulusal güvenlik konusu yüksek politika; ticari, mali, parasal, çevresel ve sağlıkla ilgili konularsa alçak politika olarak kabul edilmektedir. Devletlerin amaçlarına ulaşıp çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanacakları temel unsur ise güçtür. Bu nedenle her bir devlet kendi çıkarı doğrultusunda hareket edebilmektedir[23].
[1]Klevis Kolasi (2013),“Soğuk Savaş'ın Barışçıl Olarak Sona Ermesi ve Uluslararası İlişkiler Teorileri“, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 68, Sayı: 2, s. 151.
[2]Tim Dunne & Brian C. Schmidt (2001). Realism. J. Baylis, & S. Smith içinde, The Globalization of World Politics: An Introduction to International Relations (ss. 141-161). New York: Oxford University Press.
[4] Tarık Oğuzlu, (2014). Liberalizm. Şaban Kardaş & Ali Balcı içinde, Uluslararası İlişkilere Giriş (ss. 97-109). Ankara: Küre Yayınları, ss. 98-99.
[5] Tayyar Arı (2018). Uluslararası İlişkilere Giriş 5.Baskı. Bursa: Aktüel, ss. 15-16.
[6] Lerna K. Yanık (2015). Liberalizm: Bir Yazın Değerlendirmesi. Uluslararası İlişkiler, Cilt 12, Sayı 46, s. 42.
[7] Tarık Oğuzlu (2014). A.g.e. s. 99.
[8] Robert Axelrod & Robert O. Keohane (1993). Achieving Cooperation under Anarchy: Strategies and Institutions. D. A. Baldwin içinde, Neorealism and Neoliberalism , New York: Columbia University Press, ss. 85-115.
[9] Robert Dahl’ın tanımıyla güç; Bir aktörün (A) yapmayacağı şeyleri başka bir aktöre (B) yaptırabilme kapasitesidir (Özdemir, 2008, s. 119). Yumuşak güç; bir ülkenin sahip olduğu ve savunduğu değerlerin diğer ülkeler tarafından da paylaşılmasıdır. Böylelikle diğer devletleri etkileme ve yönlendirme yetkisine de sahip olunmaktadır. Kurumsal olarak ise yumuşak güç; aktörlerin ideoloji, kültür ve ekonomik unsurlar gibi etmenleri ön plana çıkararak sert güç unsurlarına başvurmaksızın diğer aktörleri etkileyebilme kapasitesini ifade etmektedir (Keyik & Erol, 2019, s. 21). Gücün ikinci yüzü olarak ifade edilen yumuşak güç, başkalarının tercihlerini şekillendirme yeteneğine dayanmaktadır (Nye, 2004, s. 5).
[10]Tarık Oğuzlu (2014). A.g.e. s. 101.
[11] Atila Eralp (2010). Hegemonya. A. Eralp, F. Keyman, O. Tanrıseven, F. Tayfur, & F. Yalvaç içinde, Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar (s. 155-182). İstanbul: İletişim Yayınları, s. 156.
[12] Morgenthau; gücün maddi unsurları olarak doğal kaynaklar, endüstriyel kapasite gibi unsurlara da değinmiştir. Lakin askeri güce ayrı ve başat bir önem vermiştir. Ek olarak Realizmde gücün temelde caydırıcılığa dayandığı gibi bir varsayım da öne sürülmektedir (Keyik & Erol, 2019, s. 20).
[13] Hans Morgenthau (1954). Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace. New York: Alfred A. Knopf, ss. 4-10.
[14] Mehmet Keyik & Mehmet Seyfettin Erol (2019). Realizme Göre Güç ve Güç Dengesi. Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, ss. 13-14;19.
[15] Tayyar Arı (2018). Uluslararası İlişkilere Giriş 5.Baskı. Bursa: Aktüel, s. 21.
[16] Kenneth Waltz (2001). Man, the State and War. New York: Columbia University Press, s. 232.
[17] John Mearsheimer (2001). The Tragedy of Great Power Politics. New York: Norton, ss. 143-144.
[18] Jack Donnelly (2000). Realism and International Relations. Cambridge: Cambridge University, s. 7.
[19] Birkan Ertoy (2019). Uluslararası İlişkilerde Realist Geleneğin Dönüşümü ve Neoklasik Realizm. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, s. 4.
[20] Hans Morgenthau (1954). A.g.e. s. 7.
[21] Birkan Ertoy (2019), A.g.e. s. 16.
[22]Tayyar Arı (2018). A.g.e. s. 18.