Meriç ile Karasu arasında bulunan ve Meriç, Rodop ve İskeçe illerinden oluşan bölgede, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile bugün yaklaşık 150 bin Müslüman Türk yaşamaktadır. Batı Trakya Türkleri, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan nüfus mübadelesi haricinde tutulmuş ve İstanbul Rumlarına karşılık olarak Yunanistan’da bırakılmıştır.
Batı Trakya Türkleri 1923’ten günümüze kadar çok çeşitli evrelerden geçerek, Yunanistan’ın çeşitli asimilasyon politikasına karşı verdikleri çetin mücadeleler sonucu ayakta kalabilmiştir.
31 yıllık Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’da yaşayan Batı Trakya Türkleri bugün, 1991’de ilan edilen “Yasalar Önünde Eşitlik“ politikası ışığında bazı temel vatandaşlık haklarından kısmen istifade ederken, gerek ulusal, gerekse ikili ve uluslararası antlaşma ve sözleşmelerle garanti altına alınan azınlık haklarından istifade edememektedir.
Kısmen uygulanan “Yasalar Önünde Eşitlik“ politikası sayesinde Batı Trakya Türkleri bugün gayrimenkul alım satımı, işyeri açma ruhsatı, özgürce seyahat etme, tarım makineleri satın alma ve kullanma, araba ve traktör ehliyeti alma, ev inşa ve tamir etme izinleri alma, taşınmaz mülk edinme ve kısıtlı kredi alma gibi temel vatandaşlık haklarından istifade edebilmektedir.
Ancak, gerek Lozan Barış Antlaşması, gerek Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanmış olan anlaşma ve protokoller, gerekse uluslararası insan ve azınlık hakları normlarına rağmen Batı Trakya Türkleri bugün temel azınlık haklarından hala istifade edememektedir.
Milli Kimliğin İnkârı ve Örgütlenme Özgürlüğü
Yunanistan, azınlığın Türk kimliğini inkâr etme politikasında bugün de ısrar etmektedir. Yunanistan, Batı Trakya Türkleri’ni “Trakya Müslümanları“ olarak tanımakta ve Batı Trakya Türkleri’nin milli kimliğini ret etmektedir.
Lozan Barış Antlaşması’nın ve ardından imzalanan nüfus mübadelesi antlaşmasından sonraki dönemde, Batı Trakya’da kalan “Müslümanlar“ın Türklüğünden hiç bir devlet yetkilisinin kuşkusu yoktu. Kaldı ki, nüfus mübadelesi Türkiye ile Yunanistan arasında yapılmış, Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları bundan hariç tutulmuştur. Yani İstanbul Rumlarına karşı, Batı Trakya Türkleri veya tersi...
Azınlığın milli kimlik açısından en rahat dönemini 1954-1972 yılları arasında yaşadığını söylemek mümkün. Hatta 1954’te çıkan 3065 sayılı yasa ile Batı Trakya’daki bütün azınlık ilkokulların tabelalarında “Türk ilkokulu“ ifadesi yer alması mecbur edilmiştir. O dönemde verilen tüm ilkokul diplomalarında, karnelerde ve bütün resmi evraklarda bu ifade yer almıştı. Bu durum 1972 yılına kadar devam eder. 1972’de çıkan 1109 sayılı kanun hükmünde kararname ile “Türk İlkokulu“ ifadesi yerine “Azınlık İlkokulu“ yazılması mecbur edilmiştir.
Albaylar Cuntası’nın iktidarda olduğu 1967-1974 döneminde demokrasi ve insan haklarından bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmekte fayda var. Bu dönemde radyodan Türkçe haber dinlerken polis tarafından karakola götürülen ve dövülen nice soydaş hala canlı şahittir.
1974’te Cunta yönetimine karşı verilen özgürlük mücadelesi galip gelince, Yunanistan 7 yıl sonra tekrar demokrasiye dönüş yaptı. 1974-1981 yılları arasında Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin kötü olduğu dönemdir. 1981’de Avrupa Birliği’ne tam üye olan Yunanistan’da özellikle azınlık hakları konusundaki olumsuzlukların düzeleceği umudunu doğurmuştu. Ancak, azınlık 1981-91 yılları arasında bir çok temel azınlık hakkını elinden kaybetmiştir.
15 Kasım 1983’te KKTC’nin ilan edilmesinden hemen sonra Yunan devleti azınlığa karşı bazı olumsuz uygulamalar koymuş ve “Türk“ ve “Türkçe“ deyimlerin yasaklanmasını kararlaştırmıştır.
Nitekim dönemin Dışişleri Bakanı Yannis Kapsis, 16 Kasım 1983’te Gümülcine Türk Gençler Birliği, Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ve İskeçe Türk Birliği isimli derneklerin kapatılmaları için mülki amirlerin harekete geçmesini istemiştir. Gümülcine ve İskeçe Valilileri, 1984 yılında, isimlerinde “Türk“ sıfatı bulunduğu gerekçesiyle anılan dernekleri kapatılması için mahkemeye müracaat etmişlerdir.
Yunan mahkemeleri, üyelerinin “Türk kökenli“ olduklarını belirtmeleri ve isimlerinde “Türk“ kelimesinin bulunması gerekçisiyle 1936 yılında kurulan Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği, 1928 yılında kurulan Gümülcine Türk Gençler Birliği ve 1927 yılında kurulan İskeçe Türk Birliği’nin kapatılmasına karar vermiştir. Karar 1987 yılının sonunda kesinleşmiştir.
1987 yılında Yunanistan Yargıtay’ının kararıyla bir toplumun kimliği inkar edilmiş oldu.Batı Trakya Türkleri tarihleriyle eşdeğer olan kuruluşlarının Türk kelimesi nedeniyle kapatılmasını, Batı Trakya Türkleri’nin milli kimliğine indirilmiş bir darbe olarak kabul etmiş ve bu haksız uygulamaya büyük tepki göstermiştir. 29 Ocak 1988’de Gümülcine’de düzenlenen yürüyüşe polis engellemelerine rağmen, binlerce soydaş gelmiş ve milli kimliğini tüm dünyaya haykırmıştır.
Rahmetli Dr. Sadık Ahmet ve Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif bir seçim propaganda konuşmasında “Türküz“ dedikleri için 18’er ay hapis cezasına mahkûm edilmişler ve Selanik Diavata Hapishanesine gönderilmişlerdir.
Devletin özellikle milli kimlik ve diğer azınlık hakları konusunda azınlığa yaptığı haksızlıklar, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmiş, birçok uluslararası STK Batı Trakya Türkleriyle ilgili raporlar yayınlamıştır.
Bu gelişmenin ardından Yunanistan Mayıs 1991’de “Eşit Vatandaşlık ve Yasalar Önünde Eşitlik“ politikası ilan etmek zorunda kalmıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu politikanın kısmen uygulanmasıyla azınlığın, vatandaşlık hakları konusunda kısmen rahat bir nefes aldığını söyleyebiliriz. Ancak, temel azınlık haklarının iadesi konusunda hiç bir ilerlemenin olmadığını bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
1999 yılında Dışişleri Bakanı Papandreu, Yunanistan’ın, en nihayet, ulusal azınlıklara ilişkin uluslararası düzeyde kabul görmüş normları uygulayacağını ve milli kimlik hakkını tanıyacağını beyan etmişti. Ne var ki bu beyan bazı siyasi çevrelerde ve basında, bakan aleyhine olduğu kadar, Türk azınlık ile ilgili bu ilişkiyi savunmaya cüret eden Sivil Toplum Kuruluşları (STK) aleyhine de yaygın bir tepkiye yol açmıştır. Bazı siyasiler “herkes kendisini istediği gibi belirleme hakkına sahiptir“ açıklamalarını yaparken, milli kimlik açısından bireysel tanımlamaya saygı duyduklarını ancak, grup tanımlamasına karşı olduklarını açıklamayı da ihmal etmiyorlar. Yani Yunanistan’da şu anda “Ben Türküm“ diyebiliyorsunuz ancak, 20 kişi bir araya gelerek “Biz Türk’üz“, bunun için de bir dernek çatısı altında birleşmek istiyoruz diyemiyorsunuz.
Yunanistan’ın gerek siyasi, gerekse diplomatik alanda tutum değişikliğine gitme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Türkiye ile Yunanistan arasında dostluk, barış ve işbirliği ilişkilerinin gün geçtikçe arttığını gözlemliyoruz. Türkiye’de özellikle son iki yılda İstanbul’daki Rum azınlığına yönelik çeşitli reformların uygulandığını büyük bir ilgiyle izlemekteyiz. Batı Trakya Türkleri Yunanistan’dan da benzer uygulamalar beklemektedir. Kaldı ki, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesini ve her alanda gelişmesini en çok Batı Trakya Türkleri arzuluyor ve destekliyor. Siyasilerin ve diplomasi camiasının daha iyi bir gelecek için atacakları samimi ve olumlu adımlar halk tarafından her zaman takdir görecektir.
Örgütlenme Özgürlüğü
İskeçe Türk Birliği davası 1984’te başladı. Ancak istinaf mahkemesine yapılan başvuru 10 yıl bekletildi. İstinaf Mahkemesi 1994’te bir önceki mahkeme olan İskeçe Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği kapatılma kararını onayladı. Dava daha sonra Yargıtay’a götürüldü. Yargıtay onaylama dilekçesini yetersiz bulup kararı bozdu. Dava tekrar istinafa döndü. İstinaf mahkemesinin kararı değişmedi, bu sefer dava tekrar Yargıtay’a intikal ettirildi. Yargıtay davayı önemli bulup Yargıtay Genel Kurulu’na sevk etti. Yargıtay Genel Kurulu davayı 7 Şubat 2005’te görüşerek, İskeçe Türk Birliği’nin kapatılma kararını bu kez onayladı. Mahkemenin kararı Lozan Antlaşması’nda azınlığın milli kimlikle değil, dini kimlikle tanımlandığı gerekçesine dayandırıldı.
İTB, 15 Temmuz 2005 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. 2008’de dava İTB lehine sonuçlandı. Yunanistan Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasını ve 11. madde hükümlerini ihlal etme yüzünden suçlu bulundu.
Aynı yıl İTB yöneticileri ellerindeki AİHM kararıyla birlikte, İskeçe Türk Birliği’nin resmiyetinin iadesi için İskeçe Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme İTB’nin talebini reddetti. Dernek yöneticileri istinaf hakkını kullanarak, İstinaf Mahkemesi’ne başvurdu. İstinaf Mahkemesi de İTB’nin talebine ret kararı verince, dava Yargıtay’a intikal etti. Yargıtay 10 Kasım 2011 tarihinde davayı görüştü ve 24 Şubat 2012 tarihinde vermiş olduğu 353/2012 sayılı kararla, İTB’nin AİHM kararı doğrultusunda resmiyetinin iadesi talebini reddetti.
Dolayısıyla İskeçe Türk Birliği davası ikinci kez iç hukuku tüketmiş oldu. Dernek yöneticileri davayı tekrar AİHM’ne götüreceklerini açıkladılar.
• Yunanistan, isimlerinde “Türk“ ifadesine yer veren, örneğin Rodop ili Türk Kadınları Kültür Derneği gibi, sivil toplum kuruluşları ve derneklerin kurulmasını Yargıtay Yüksek Mahkemesi kararıyla yasaklamıştır.
• Aralık 2010’da İskeçe Asliye Hukuk Mahkemesine kuruluş dilekçesi sunan İskeçe İli Türk Kadınları Kültür Derneği’nin dilekçesi anılan mahkemenin 59/2011 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Derneğin avukatı karara İstinaf Mahkemesi katında itirazda bulunma çalışmalarını sürdürmektedir.
• 2009 yılında kurulmak istenen Güney Meriç Azınlık Eğitim ve Kültür Derneği’nin tüzüğündeki “azınlık“ kelimesi yüzünden başvurusu reddedilmiştir.
• Keza Rodop İli Evrenköy halkının kurmuş olduğu “Evrenköy Azınlık Eğitim, Kültür ve Folklor Derneğinin“ dilekçesi de aynı gerekçe ile Rodop İli Tek Hâkimli Asliye Hukuk Mahkemesinin 171/2011 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
• Trakya Camileri Din Görevlileri Derneği örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanmasına başka bir örnek teşkil etmekte idi. Bu dernek 1995 yılında kurulmuş ve başvurusunda “‘Batı“ ifadesinin, Trakya’nın Yunanlı oluşunu tartışmalı hale getirdiği ve tanınmasının, hükümet tarafından atanmış olan Müftülerin gücünü zayıflatacağı“ bahanesiyle mahkeme tarafından reddedilmişti. Bu derneğin kurulmasına ancak Yunanistan Yargıtay Mahkemesi kararı ile Şubat 2005 yılında müsaade edilmiştir.
Azınlık Eğitimi
Lozan Antlaşmasının 40. Maddesinde şöyle denilmektedir: ... Azınlık üyeleri, masrafları kendilerine ait olmak üzere, hayırseverlik, dini ve toplumsal kurumlar, okullar ve eğitim ve öğretim amaçlı sair kurumlar kurma, yönetme ve kontrol etme konusunda eşit haklara sahip olacaklar, buralarda kendi dillerini serbestçe kullanma ve kendi dinlerinin gereklerini serbestçe yapma hakkına sahip olacaklardır.
Lozan Antlaşmasının 37. Maddesi uyarınca Türkiye ve Yunanistan, 38’den 44’e kadar maddelerde yer alan hükümlerin, temel hükümler olarak kabul edileceğini ve hiçbir kanunun, yönetmeliğin, ya da resmi fiilin, bu hükümlere aykırı olmayacağını, aynı şekilde hiçbir kanunun, yönetmelik veya resmi tedbirin bu hükümler karşısında öncelikli olmayacağını taahhüt etmiştir.
Okul Dengesi
• Rodop ilinde nüfusun %45’ini oluşturan Yunanlılar için 24 ortaokul ve lise faaliyet gösterirken, nüfusun yüzde 55’ini oluşturan Batı Trakya Türkleri için sadece bir azınlık ortaokul ve lise ile bir medrese bulunmaktadır.
İskeçe’de ise nüfusun yüzde 55’ini oluşturan Yunanlılar için 37 ortaokul ve liseye karşılık nüfusun % 45’ini oluşturan Azınlığımız için sadece bir azınlık ortaokulu ve lisesi ile bir medrese bulunmaktadır. Yaklaşık 15 bin soydaşımızın yaşadığı Meriç ilinde ise azınlık ortaokulu ve lisesi yoktur. Bu dengesizlik, binlerce soydaşımızı çocuklarını Yunan devlet okullarında okutmaya sevk etmektedir.
• 2008 yılından bu yana uygulanan 10 yıllık zorunlu eğitim sistemi çerçevesinde, 1 yıllık anaokulu eğitimi de zorunlu eğitim kapsamına alınmıştır. Batı Trakya Türkleri azınlık okullarının bulunduğu her yere azınlık anaokulları kurulması talebini yıllar boyunca tekrarlamaktadır. Ancak, Yunan yönetimi yalnızca Türk çocuklarının devam ettiği ve Türkçe-Yunanca eğitimin yapıldığı azınlık ilkokullarının yanına, sadece Yunanca eğitim veren anaokulları kurmuştur. Bu anaokulların sayısı bugün 40’ı bulmaktadır.
• 2012 yılı itibariyle Batı Trakya’daki azınlık okullarının sayısı, en son yapılan birleştirmelerden sonra 174’e inmiştir.
Yunanistan ile Türkiye arasındaki ikili anlaşmalar uyarınca bu okullarda, ana dil olarak Türk müfredatı, resmi dil olarak da Yunan müfredatı uygulanmaktadır.
Azınlık eğitimi, sürekli olarak devlet müdahalesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunun sonucu olarak eğitimin özerk yapısında köklü değişiklikler gerçekleşmiş ve bu değişiklikler nedeniyle eğitimin kalitesi ciddi ölçüde erozyona uğramıştır. Hâlihazırda azınlık okulları, ne Yunanistan’ın ulusal eğitim hedefleriyle, ne de Türkçe müfredat ile Yunanca öğretim arasındaki hassas dengeyle uyumlu olmayan karmaşık, kısıtlayıcı bir dizi kanun ve yönetmeliklerle idare edilmektedir.
Mevcut haliyle Türk azınlığın eğitim sistemi temel eğitim ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Bu durumun soydaşlar ile devlet arasında karşılıklı saygı ve güven ortamının oluşmasına yardımcı olduğu da söylenemez. Bazı uzmanlar, bir umutsuzluk duygusu yaratmak ve ebeveyni, çocuklarını asimilasyonu hızlandırıp derinleştirecek olan devlet okullarına göndermeye zorlamak amacıyla azınlık eğitiminin kalitesinin kasıtlı olarak düşürüldüğü kanısındadır. Nedenleri ne olursa olsun, mevcut şartlar altında azınlık gençliği başarısızlığa mahkumdur. Öte yandan, bu durum Yunanistan’ın ulusal eğitim standartlarının aleyhine olup, ayrıca toplumun sosyal dokusuna da zarar vermektedir. Bunun da en basit nedeni, mevcut azınlık okullarının temel amacında ikinci sınıf vatandaşlar yetiştirilmesi yatmaktadır.
Hükümetin, AB’den temin edilen kaynaklarla (Yaklaşık 25 milyon Euro) desteklenen üstün teknik danışmanlık hizmetleriyle azınlık okullarının Yunanca müfredatını tek taraflı olarak iyileştirme çabaları istenen sonuçları sağlamamıştır. “Müslüman Çocukların Eğitimi Projesi“nin sınırlı bir etkisi olmuştur. Eğitim ve bilim camiası iki dilli eğitim sisteminin uygulandığı okullarda sadece bir dilin gelişmesi için tedbirin alınmasını “asimilasyon“ ve haksızlık olarak değerlendiriyorlar.
KİTABIN KÜNYESİ
Batı Trakya Türkleri 1923’ten günümüze kadar çok çeşitli evrelerden geçerek, Yunanistan’ın çeşitli asimilasyon politikasına karşı verdikleri çetin mücadeleler sonucu ayakta kalabilmiştir.
31 yıllık Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’da yaşayan Batı Trakya Türkleri bugün, 1991’de ilan edilen “Yasalar Önünde Eşitlik“ politikası ışığında bazı temel vatandaşlık haklarından kısmen istifade ederken, gerek ulusal, gerekse ikili ve uluslararası antlaşma ve sözleşmelerle garanti altına alınan azınlık haklarından istifade edememektedir.
Kısmen uygulanan “Yasalar Önünde Eşitlik“ politikası sayesinde Batı Trakya Türkleri bugün gayrimenkul alım satımı, işyeri açma ruhsatı, özgürce seyahat etme, tarım makineleri satın alma ve kullanma, araba ve traktör ehliyeti alma, ev inşa ve tamir etme izinleri alma, taşınmaz mülk edinme ve kısıtlı kredi alma gibi temel vatandaşlık haklarından istifade edebilmektedir.
Ancak, gerek Lozan Barış Antlaşması, gerek Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanmış olan anlaşma ve protokoller, gerekse uluslararası insan ve azınlık hakları normlarına rağmen Batı Trakya Türkleri bugün temel azınlık haklarından hala istifade edememektedir.
Milli Kimliğin İnkârı ve Örgütlenme Özgürlüğü
Yunanistan, azınlığın Türk kimliğini inkâr etme politikasında bugün de ısrar etmektedir. Yunanistan, Batı Trakya Türkleri’ni “Trakya Müslümanları“ olarak tanımakta ve Batı Trakya Türkleri’nin milli kimliğini ret etmektedir.
Lozan Barış Antlaşması’nın ve ardından imzalanan nüfus mübadelesi antlaşmasından sonraki dönemde, Batı Trakya’da kalan “Müslümanlar“ın Türklüğünden hiç bir devlet yetkilisinin kuşkusu yoktu. Kaldı ki, nüfus mübadelesi Türkiye ile Yunanistan arasında yapılmış, Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları bundan hariç tutulmuştur. Yani İstanbul Rumlarına karşı, Batı Trakya Türkleri veya tersi...
Azınlığın milli kimlik açısından en rahat dönemini 1954-1972 yılları arasında yaşadığını söylemek mümkün. Hatta 1954’te çıkan 3065 sayılı yasa ile Batı Trakya’daki bütün azınlık ilkokulların tabelalarında “Türk ilkokulu“ ifadesi yer alması mecbur edilmiştir. O dönemde verilen tüm ilkokul diplomalarında, karnelerde ve bütün resmi evraklarda bu ifade yer almıştı. Bu durum 1972 yılına kadar devam eder. 1972’de çıkan 1109 sayılı kanun hükmünde kararname ile “Türk İlkokulu“ ifadesi yerine “Azınlık İlkokulu“ yazılması mecbur edilmiştir.
Albaylar Cuntası’nın iktidarda olduğu 1967-1974 döneminde demokrasi ve insan haklarından bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmekte fayda var. Bu dönemde radyodan Türkçe haber dinlerken polis tarafından karakola götürülen ve dövülen nice soydaş hala canlı şahittir.
1974’te Cunta yönetimine karşı verilen özgürlük mücadelesi galip gelince, Yunanistan 7 yıl sonra tekrar demokrasiye dönüş yaptı. 1974-1981 yılları arasında Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin kötü olduğu dönemdir. 1981’de Avrupa Birliği’ne tam üye olan Yunanistan’da özellikle azınlık hakları konusundaki olumsuzlukların düzeleceği umudunu doğurmuştu. Ancak, azınlık 1981-91 yılları arasında bir çok temel azınlık hakkını elinden kaybetmiştir.
15 Kasım 1983’te KKTC’nin ilan edilmesinden hemen sonra Yunan devleti azınlığa karşı bazı olumsuz uygulamalar koymuş ve “Türk“ ve “Türkçe“ deyimlerin yasaklanmasını kararlaştırmıştır.
Nitekim dönemin Dışişleri Bakanı Yannis Kapsis, 16 Kasım 1983’te Gümülcine Türk Gençler Birliği, Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ve İskeçe Türk Birliği isimli derneklerin kapatılmaları için mülki amirlerin harekete geçmesini istemiştir. Gümülcine ve İskeçe Valilileri, 1984 yılında, isimlerinde “Türk“ sıfatı bulunduğu gerekçesiyle anılan dernekleri kapatılması için mahkemeye müracaat etmişlerdir.
Yunan mahkemeleri, üyelerinin “Türk kökenli“ olduklarını belirtmeleri ve isimlerinde “Türk“ kelimesinin bulunması gerekçisiyle 1936 yılında kurulan Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği, 1928 yılında kurulan Gümülcine Türk Gençler Birliği ve 1927 yılında kurulan İskeçe Türk Birliği’nin kapatılmasına karar vermiştir. Karar 1987 yılının sonunda kesinleşmiştir.
1987 yılında Yunanistan Yargıtay’ının kararıyla bir toplumun kimliği inkar edilmiş oldu.Batı Trakya Türkleri tarihleriyle eşdeğer olan kuruluşlarının Türk kelimesi nedeniyle kapatılmasını, Batı Trakya Türkleri’nin milli kimliğine indirilmiş bir darbe olarak kabul etmiş ve bu haksız uygulamaya büyük tepki göstermiştir. 29 Ocak 1988’de Gümülcine’de düzenlenen yürüyüşe polis engellemelerine rağmen, binlerce soydaş gelmiş ve milli kimliğini tüm dünyaya haykırmıştır.
Rahmetli Dr. Sadık Ahmet ve Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif bir seçim propaganda konuşmasında “Türküz“ dedikleri için 18’er ay hapis cezasına mahkûm edilmişler ve Selanik Diavata Hapishanesine gönderilmişlerdir.
Devletin özellikle milli kimlik ve diğer azınlık hakları konusunda azınlığa yaptığı haksızlıklar, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmiş, birçok uluslararası STK Batı Trakya Türkleriyle ilgili raporlar yayınlamıştır.
Bu gelişmenin ardından Yunanistan Mayıs 1991’de “Eşit Vatandaşlık ve Yasalar Önünde Eşitlik“ politikası ilan etmek zorunda kalmıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu politikanın kısmen uygulanmasıyla azınlığın, vatandaşlık hakları konusunda kısmen rahat bir nefes aldığını söyleyebiliriz. Ancak, temel azınlık haklarının iadesi konusunda hiç bir ilerlemenin olmadığını bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
1999 yılında Dışişleri Bakanı Papandreu, Yunanistan’ın, en nihayet, ulusal azınlıklara ilişkin uluslararası düzeyde kabul görmüş normları uygulayacağını ve milli kimlik hakkını tanıyacağını beyan etmişti. Ne var ki bu beyan bazı siyasi çevrelerde ve basında, bakan aleyhine olduğu kadar, Türk azınlık ile ilgili bu ilişkiyi savunmaya cüret eden Sivil Toplum Kuruluşları (STK) aleyhine de yaygın bir tepkiye yol açmıştır. Bazı siyasiler “herkes kendisini istediği gibi belirleme hakkına sahiptir“ açıklamalarını yaparken, milli kimlik açısından bireysel tanımlamaya saygı duyduklarını ancak, grup tanımlamasına karşı olduklarını açıklamayı da ihmal etmiyorlar. Yani Yunanistan’da şu anda “Ben Türküm“ diyebiliyorsunuz ancak, 20 kişi bir araya gelerek “Biz Türk’üz“, bunun için de bir dernek çatısı altında birleşmek istiyoruz diyemiyorsunuz.
Yunanistan’ın gerek siyasi, gerekse diplomatik alanda tutum değişikliğine gitme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Türkiye ile Yunanistan arasında dostluk, barış ve işbirliği ilişkilerinin gün geçtikçe arttığını gözlemliyoruz. Türkiye’de özellikle son iki yılda İstanbul’daki Rum azınlığına yönelik çeşitli reformların uygulandığını büyük bir ilgiyle izlemekteyiz. Batı Trakya Türkleri Yunanistan’dan da benzer uygulamalar beklemektedir. Kaldı ki, iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesini ve her alanda gelişmesini en çok Batı Trakya Türkleri arzuluyor ve destekliyor. Siyasilerin ve diplomasi camiasının daha iyi bir gelecek için atacakları samimi ve olumlu adımlar halk tarafından her zaman takdir görecektir.
Örgütlenme Özgürlüğü
İskeçe Türk Birliği davası 1984’te başladı. Ancak istinaf mahkemesine yapılan başvuru 10 yıl bekletildi. İstinaf Mahkemesi 1994’te bir önceki mahkeme olan İskeçe Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği kapatılma kararını onayladı. Dava daha sonra Yargıtay’a götürüldü. Yargıtay onaylama dilekçesini yetersiz bulup kararı bozdu. Dava tekrar istinafa döndü. İstinaf mahkemesinin kararı değişmedi, bu sefer dava tekrar Yargıtay’a intikal ettirildi. Yargıtay davayı önemli bulup Yargıtay Genel Kurulu’na sevk etti. Yargıtay Genel Kurulu davayı 7 Şubat 2005’te görüşerek, İskeçe Türk Birliği’nin kapatılma kararını bu kez onayladı. Mahkemenin kararı Lozan Antlaşması’nda azınlığın milli kimlikle değil, dini kimlikle tanımlandığı gerekçesine dayandırıldı.
İTB, 15 Temmuz 2005 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. 2008’de dava İTB lehine sonuçlandı. Yunanistan Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasını ve 11. madde hükümlerini ihlal etme yüzünden suçlu bulundu.
Aynı yıl İTB yöneticileri ellerindeki AİHM kararıyla birlikte, İskeçe Türk Birliği’nin resmiyetinin iadesi için İskeçe Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme İTB’nin talebini reddetti. Dernek yöneticileri istinaf hakkını kullanarak, İstinaf Mahkemesi’ne başvurdu. İstinaf Mahkemesi de İTB’nin talebine ret kararı verince, dava Yargıtay’a intikal etti. Yargıtay 10 Kasım 2011 tarihinde davayı görüştü ve 24 Şubat 2012 tarihinde vermiş olduğu 353/2012 sayılı kararla, İTB’nin AİHM kararı doğrultusunda resmiyetinin iadesi talebini reddetti.
Dolayısıyla İskeçe Türk Birliği davası ikinci kez iç hukuku tüketmiş oldu. Dernek yöneticileri davayı tekrar AİHM’ne götüreceklerini açıkladılar.
• Yunanistan, isimlerinde “Türk“ ifadesine yer veren, örneğin Rodop ili Türk Kadınları Kültür Derneği gibi, sivil toplum kuruluşları ve derneklerin kurulmasını Yargıtay Yüksek Mahkemesi kararıyla yasaklamıştır.
• Aralık 2010’da İskeçe Asliye Hukuk Mahkemesine kuruluş dilekçesi sunan İskeçe İli Türk Kadınları Kültür Derneği’nin dilekçesi anılan mahkemenin 59/2011 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Derneğin avukatı karara İstinaf Mahkemesi katında itirazda bulunma çalışmalarını sürdürmektedir.
• 2009 yılında kurulmak istenen Güney Meriç Azınlık Eğitim ve Kültür Derneği’nin tüzüğündeki “azınlık“ kelimesi yüzünden başvurusu reddedilmiştir.
• Keza Rodop İli Evrenköy halkının kurmuş olduğu “Evrenköy Azınlık Eğitim, Kültür ve Folklor Derneğinin“ dilekçesi de aynı gerekçe ile Rodop İli Tek Hâkimli Asliye Hukuk Mahkemesinin 171/2011 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
• Trakya Camileri Din Görevlileri Derneği örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanmasına başka bir örnek teşkil etmekte idi. Bu dernek 1995 yılında kurulmuş ve başvurusunda “‘Batı“ ifadesinin, Trakya’nın Yunanlı oluşunu tartışmalı hale getirdiği ve tanınmasının, hükümet tarafından atanmış olan Müftülerin gücünü zayıflatacağı“ bahanesiyle mahkeme tarafından reddedilmişti. Bu derneğin kurulmasına ancak Yunanistan Yargıtay Mahkemesi kararı ile Şubat 2005 yılında müsaade edilmiştir.
Azınlık Eğitimi
Lozan Antlaşmasının 40. Maddesinde şöyle denilmektedir: ... Azınlık üyeleri, masrafları kendilerine ait olmak üzere, hayırseverlik, dini ve toplumsal kurumlar, okullar ve eğitim ve öğretim amaçlı sair kurumlar kurma, yönetme ve kontrol etme konusunda eşit haklara sahip olacaklar, buralarda kendi dillerini serbestçe kullanma ve kendi dinlerinin gereklerini serbestçe yapma hakkına sahip olacaklardır.
Lozan Antlaşmasının 37. Maddesi uyarınca Türkiye ve Yunanistan, 38’den 44’e kadar maddelerde yer alan hükümlerin, temel hükümler olarak kabul edileceğini ve hiçbir kanunun, yönetmeliğin, ya da resmi fiilin, bu hükümlere aykırı olmayacağını, aynı şekilde hiçbir kanunun, yönetmelik veya resmi tedbirin bu hükümler karşısında öncelikli olmayacağını taahhüt etmiştir.
Okul Dengesi
• Rodop ilinde nüfusun %45’ini oluşturan Yunanlılar için 24 ortaokul ve lise faaliyet gösterirken, nüfusun yüzde 55’ini oluşturan Batı Trakya Türkleri için sadece bir azınlık ortaokul ve lise ile bir medrese bulunmaktadır.
İskeçe’de ise nüfusun yüzde 55’ini oluşturan Yunanlılar için 37 ortaokul ve liseye karşılık nüfusun % 45’ini oluşturan Azınlığımız için sadece bir azınlık ortaokulu ve lisesi ile bir medrese bulunmaktadır. Yaklaşık 15 bin soydaşımızın yaşadığı Meriç ilinde ise azınlık ortaokulu ve lisesi yoktur. Bu dengesizlik, binlerce soydaşımızı çocuklarını Yunan devlet okullarında okutmaya sevk etmektedir.
• 2008 yılından bu yana uygulanan 10 yıllık zorunlu eğitim sistemi çerçevesinde, 1 yıllık anaokulu eğitimi de zorunlu eğitim kapsamına alınmıştır. Batı Trakya Türkleri azınlık okullarının bulunduğu her yere azınlık anaokulları kurulması talebini yıllar boyunca tekrarlamaktadır. Ancak, Yunan yönetimi yalnızca Türk çocuklarının devam ettiği ve Türkçe-Yunanca eğitimin yapıldığı azınlık ilkokullarının yanına, sadece Yunanca eğitim veren anaokulları kurmuştur. Bu anaokulların sayısı bugün 40’ı bulmaktadır.
• 2012 yılı itibariyle Batı Trakya’daki azınlık okullarının sayısı, en son yapılan birleştirmelerden sonra 174’e inmiştir.
Yunanistan ile Türkiye arasındaki ikili anlaşmalar uyarınca bu okullarda, ana dil olarak Türk müfredatı, resmi dil olarak da Yunan müfredatı uygulanmaktadır.
Azınlık eğitimi, sürekli olarak devlet müdahalesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunun sonucu olarak eğitimin özerk yapısında köklü değişiklikler gerçekleşmiş ve bu değişiklikler nedeniyle eğitimin kalitesi ciddi ölçüde erozyona uğramıştır. Hâlihazırda azınlık okulları, ne Yunanistan’ın ulusal eğitim hedefleriyle, ne de Türkçe müfredat ile Yunanca öğretim arasındaki hassas dengeyle uyumlu olmayan karmaşık, kısıtlayıcı bir dizi kanun ve yönetmeliklerle idare edilmektedir.
Mevcut haliyle Türk azınlığın eğitim sistemi temel eğitim ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Bu durumun soydaşlar ile devlet arasında karşılıklı saygı ve güven ortamının oluşmasına yardımcı olduğu da söylenemez. Bazı uzmanlar, bir umutsuzluk duygusu yaratmak ve ebeveyni, çocuklarını asimilasyonu hızlandırıp derinleştirecek olan devlet okullarına göndermeye zorlamak amacıyla azınlık eğitiminin kalitesinin kasıtlı olarak düşürüldüğü kanısındadır. Nedenleri ne olursa olsun, mevcut şartlar altında azınlık gençliği başarısızlığa mahkumdur. Öte yandan, bu durum Yunanistan’ın ulusal eğitim standartlarının aleyhine olup, ayrıca toplumun sosyal dokusuna da zarar vermektedir. Bunun da en basit nedeni, mevcut azınlık okullarının temel amacında ikinci sınıf vatandaşlar yetiştirilmesi yatmaktadır.
Hükümetin, AB’den temin edilen kaynaklarla (Yaklaşık 25 milyon Euro) desteklenen üstün teknik danışmanlık hizmetleriyle azınlık okullarının Yunanca müfredatını tek taraflı olarak iyileştirme çabaları istenen sonuçları sağlamamıştır. “Müslüman Çocukların Eğitimi Projesi“nin sınırlı bir etkisi olmuştur. Eğitim ve bilim camiası iki dilli eğitim sisteminin uygulandığı okullarda sadece bir dilin gelişmesi için tedbirin alınmasını “asimilasyon“ ve haksızlık olarak değerlendiriyorlar.
KİTABIN KÜNYESİ
Kitap Adı | : 100. Yılında Balkan Savaşları |
Yazar | : Tuğçe ERSOY ÖZTÜRK |
Sayfa Sayısı | : 246 s. |
Yayınevi | : TASAM Yayınları |
Format | : Kitap ve E-Kitap, PDF Merchant© |
ISBN | : 978-975-6285-96-1 |
Yayın Tarihi | : 2013 |
Fiyatı | : 15,00 TL (KDV Dâhil) |
TASAM Yayınlarının “100. Yılında Balkan Savaşları“ isimli kitabından alınmıştır.
Kitap için tıklayınız | e-kitap için tıklayınız