Osmanlıların balkanlara yerleşmesiyle öncelikle dini bir kültür oluşmaya başladı. Oraya yerleşen Müslümanlar önce bireysel hayatlarında dini yükümlülüklerini yerine getirmeye yöneldi. Ardından da dini yaşamlarını kolaylaştıracak ortamlar oluşturmaya başladı. Bunlardan ilk dikkat çekenleri ibadet mekânlarının oluşturulmasıdır. Bu dini ortam da kendi kültürel ortamını oluşturdu. Daha önceleri hiç cami ve minare gibi kendi alıştıkları dinin dışında sembol görmeyen Balkan halkı, farklı bir kültürle karşılaştılar. İlk şaşkınlıklarının ardından bu yeni oluşuma içsel ve dışsal olarak tepki göstermeye başladılar.
Gücü elinde bulunduran Osmanlılar, askeri güçleri oranında kültürel ve dini etkinliklerini oluşturmakla birlikte bunu yaygınlaştırmaya başladılar. Bu gelişim ise bazen bireysel bazen de kitlesel olmaya başladı. Bu durum, Osmanlıların Balkanlardaki dini politikasında uyguladıkları yöntemleri sorgulamaya yöneltti. Bu bağlama çalışmamızın bu giriş bölümünde Osmanlıların dini yayılma ve yayma politikaları üzerinde durmak istiyoruz. Buna da, siyasi, tarihi ve teolojik olarak üç boyutta değinmek yerinde olacaktır. Biz bu üç boyutu da Osmanlı Arşivleri doğrultusunda ele almak istiyoruz.
1.2. Osmanlıların Balkanlar ve Bulgaristan’da İslam’ı Sunma Yöntemleri
Kur’an, dinde zorlama olmayacağı vurgulandığı gibi, (Bakara, 2/256) Allah’ın dini, zorla kimseye vermeyeceği de belirtilmektedir. Zira dinî seçimin, kişinin kendi tercihi ile gerçekleşmesi gerekir. Dinde zorlama kanunu yoktur.
Elmalılı Hamdi Yazır, ilgili ayeti yorumlarken, dikkat çeken bir yaklaşım sergilemiştir. Ona göre ayette geçen “fi ’d-dîn“ (dinde) ifadesi, ikraha (zorlamaya) müteallik değil, haberdir. Mananın aslı “zorlama, dinde yoktur“ demek olur. Yani sadece dinde değil, her neye olursa olsun, zorlama cinsinden hiçbir şey, hak din olan İslâm’da yoktur. Din çerçevesinde zorlama kaldırılmıştır. Dinin konusu, zorunlu fi iller, davranışlar değil; isteğe bağlı fi iller ve davranışlardır. Bunun için istem dışı hareketlerden birisi olan zorlama dinde yasaklanmıştır. Kısaca kaldırılan veya yasaklanan zorlama, yalnız dinde zorlama değil; herhangi bir şeye olursa olsun, zorlama türünün hepsidir. Yoksa dinde, “dine zorlama yoktur, ama dünyaya zorlama olabilir“ demek değildir. Belki dünyada zorlama bulunabilir; ama dinde, dinin hükmünde, dinin dairesinde olmaz veya olmamalıdır. Dinin özelliği, zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır. Bundan dolayı İslâm dininin gerçekten hâkim olduğu yerde zorlama bulunmaz veya bulunmamalıdır.
İslam tarihinde bu anlayışın temel göstergeleri de mevcuttur. Dinlerini doğru algıladıkları ölçüde, dinde zorlama olmayacağını uygulama sahasına koymuşlardır. Hz. Peygamber özellikle Yahudi ve Hıristiyanların bolca bulunduğu Medine’de bunu bizzat gerçekleştirdiği gibi, dört halife döneminde de bu anlayış sergilenmeye devam etmiştir.
Kur’an, dinde zorlama olmaması gerektiğini, “Eğer Rabbin dilese idi insanları bir tek ümmet halinde yaratırdı“ (Hûd 11/118) ayetiyle de ayrıca vurgulamıştır. Buna göre Allah’ın tercih etmediği bir metodun, Müslümanlar tarafından da benimsenmemesi gerektiği aşikârdır. Bununla birlikte, zorlama olmaksızın, hal ve kal diliyle bir başkasının gönlünün İslam’a temayül etmesine yardımcı olmak, aynı zamanda bütün müminlerin görevidir.
Başka bir dinde iken İslam’ı seçme işine ‘ihtida’; seçen kişiye de ‘mühtedi/mühtediye’ denir. Her iki terim de hidâyet kavramıyla bağlantılıdır. Doğru yola gitmek ve göstermek, bir amaca ulaşacak yolu belirtmek, bir gaye için kılavuzluk etmek anlamlarına gelen hidâyet terimi, Kur’an-ı Kerim’de çeşitli isim ve fi il sığaları şeklinde 300’den fazla kaydedilmiştir. Kur’an’daki hidâyet bağlantılı terimlere dikkat edildiğinde, bu eylemin bizzat kişinin iradesiyle doğrudan bağlantılı olduğu görülmektedir. (Yavuz, 474–475; Tunç 1989, 40) Bu da “dinde zorlama yoktur“ manasını teyit etmektedir. Nitekim Râğıb el-Isfahânî’nin hidâyet terimi tanımında yer alan, “ilk bakışta fark edilmeyen yollarla bütün yaratıklara ve özellikle ilâhî emirlere muhatap olan insana yol gösterme“ tarzındaki ifadeler, Hidâyette bireysel irâde ve gayretin önemini vurgulamaktadır. (Isfahânî 1988, 124) Zira gösterilen ve işaret edilen yola gitmek, bir irade ile gerçekleşmektedir.
TASAM Yayınlarının “Balkanlarda Dini Aşırılıklar ve Etnik Barış“ isimli kitabından alınmıştır.
Araştırma niteliğinde olan bu eser, Bulgaristan’da yaşayan Türk toplumunun durumunu özetlemekte ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Balkan politikası konusunda yol göstermektedir. Araştırma sahada yapılmış olup yaklaşık iki bin anketin titizlikle değerlendirilmesini aktarmaktadır.