3.1 GİRİŞ
İran nükleer krizinin başlangıç noktası olarak İran rejim muhalifi İran Ulusal Direniş Konseyi Örgütü (NCRI) temsilcisi Alirıza Jaferzadeh’nin 14 Ağustos 2002’de Vaşington’da yaptığı basın açıklaması işaret edilmektedir. Söz konusu açıklamada Jaferzadeh, Halkın Mücahitleri Örgütü’nün de kendisine ilettiği belgelerle, Natanz ve Arak’taki nükleer tesislerle ilgili bilgi vererek İran’ın uluslararası toplumdan gizi olarak nükleer faaliyetler içinde bulunduğu kamuoyuna ilan etmiştir.
İran’ın nükleer faaliyetlerinin küresel ölçekte sorun oluşturan yönü ise 11 Eylül saldırıları sonrasında ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ABD tarafından, Irak ve Kuzey Kore’yle birlikte “şer ekseni“ içinde olduğu ilan edilen İran’ın uluslararası toplumda gizlediği nükleer programı da, 11 Eylül süreciyle birlikte terörle mücadele şahsinde değerlendirilmeye başlamıştır. Ancak, “nükleer silaha sahip olma niyetiyle hareket ettiği yönündeki suçlamalar, İran yönetiminin bu faaliyetleri durdurmak bir yana ekstra bir motivasyonla nükleer programa devam etmesini netice vermiştir.
İran’ın nükleer programı üzerindeki bu ısrarlı tutumu uluslararası toplumla yaşadığı sorunlar, AB üyesi İngiltere, Fransa ve Almanya’nın girişimleriyle bir müzakere sürecinin başlamasına vesile olmuş ve günümüze kadar bu müzakere süreci devam ettirilmiştir. Bu süreçte başlangıçta İran’a karşı ABD’nin tek başına başlattığı yaptırımlar, zaman içinde kapsamı genişleyerek devam etmiş ve nihayet 2010 Haziran ayında BM Güvenlik Konseyi kararıyla halihazırdaki konumuna ulaşmıştır. Gelinen aşamada Batılı güçler ve bir ölçüde Rusya ve Çin, İran’la yürütülen müzakere sürecinin ağır yaptırımlarla desteklenmesinin, İran’ı nükleer sahadaki “hedef“ lerinden daha çabuk vazgeçireceği varsayımıyla hareket etmektedir.
İran nükleer krizinin başlangıç noktası olarak İran rejim muhalifi İran Ulusal Direniş Konseyi Örgütü (NCRI) temsilcisi Alirıza Jaferzadeh’nin 14 Ağustos 2002’de Vaşington’da yaptığı basın açıklaması işaret edilmektedir. Söz konusu açıklamada Jaferzadeh, Halkın Mücahitleri Örgütü’nün de kendisine ilettiği belgelerle, Natanz ve Arak’taki nükleer tesislerle ilgili bilgi vererek İran’ın uluslararası toplumdan gizi olarak nükleer faaliyetler içinde bulunduğu kamuoyuna ilan etmiştir.
İran’ın nükleer faaliyetlerinin küresel ölçekte sorun oluşturan yönü ise 11 Eylül saldırıları sonrasında ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ABD tarafından, Irak ve Kuzey Kore’yle birlikte “şer ekseni“ içinde olduğu ilan edilen İran’ın uluslararası toplumda gizlediği nükleer programı da, 11 Eylül süreciyle birlikte terörle mücadele şahsinde değerlendirilmeye başlamıştır. Ancak, “nükleer silaha sahip olma niyetiyle hareket ettiği yönündeki suçlamalar, İran yönetiminin bu faaliyetleri durdurmak bir yana ekstra bir motivasyonla nükleer programa devam etmesini netice vermiştir.
İran’ın nükleer programı üzerindeki bu ısrarlı tutumu uluslararası toplumla yaşadığı sorunlar, AB üyesi İngiltere, Fransa ve Almanya’nın girişimleriyle bir müzakere sürecinin başlamasına vesile olmuş ve günümüze kadar bu müzakere süreci devam ettirilmiştir. Bu süreçte başlangıçta İran’a karşı ABD’nin tek başına başlattığı yaptırımlar, zaman içinde kapsamı genişleyerek devam etmiş ve nihayet 2010 Haziran ayında BM Güvenlik Konseyi kararıyla halihazırdaki konumuna ulaşmıştır. Gelinen aşamada Batılı güçler ve bir ölçüde Rusya ve Çin, İran’la yürütülen müzakere sürecinin ağır yaptırımlarla desteklenmesinin, İran’ı nükleer sahadaki “hedef“ lerinden daha çabuk vazgeçireceği varsayımıyla hareket etmektedir.
TASAM Yayınlarının "Rekabetten Geleceğe Türkiye İran İlişkilerinin Güvenlik Boyutu" isimli kitabından alınmıştır.