Âlimin yerini entelektüel, dini bilginin yerini bilimsel bilgi ve dini hakikatin yerini pozitivist gerçekliğin aldığı günümüzde, Müslümanların, Batı Metodolojisinin dışında Batıyı dışlamayan ama kavramsal açıdan oryantalist bir yaklaşımı da reddeden bir söylem geliştirmesi gerekmektedir. Müslümanlar tarih anlayışında yaşadıkları metodolojik sorun yüzünden bu söylemin tarihsel arka planını da yeniden inşa etmek zorundadır. Modernliğin tarih algısına yakın bir söylem biçiminin Müslüman toplumlar arasında kabul edilmiş olması, tarihte muhakkak bir ilerlemenin olacağını da beraberinde getirdiği için, Müslüman düşünürler de zaman ve mekân açısından bir ilerleme tasavvurunun peşinden gitmektedirler. İlkellikten mükemmelliğe doğru olan gidiş biçimi ise batıya aittir ve Müslümanlığın özünde böyle bir gidişin olduğunu söylemek pek de mümkün görünmemektedir. Modern anlamda evrimci bir ilerlemenin karşısında duran bu söylem biçimi İlahi olmasının yanında rasyonel bir karşılık da bulmaktadır lakin İslam’ın yanlış yorumlanması ve bu yorumlardan çıkan sonuçlar, bizi birçok kere olumsuz toplumsal kurguların yanına yerleştirmiştir. Hem ülkemizde hem de dünya genelinde Müslümanlık ile karşılıklı konumlandırılan şiddet olgularının arkasında işte bu yanlış rehabilite ve sosyo-politik gerçeklik yatmaktadır. Müslümanların bu bağlamda gittikçe batının da etkisiyle kendilerine yabancılaştıkları gözümüzden kaçmamaktadır. İslam’ın farklı yorumları da bu yabancılaşma üzerinden inşa edilmektedir. Çünkü ilerlemeyi İslam’ın karşısına bir evrimleşme süreci olarak çıkarırsak veya batının ilerlemeyi böyle anlatmasına izin verirsek, o zaman bireylerin kendilerine daha fazla yabancılaşmasının da önüne geçmek oldukça zor olacaktır. Bu yabancılaşma sonucunda ise öze dönüldüğü sanılan kronik günahkârlık duygusu hissedilecek ve buna verilecek cevaplar aranmaya başlanacaktır. İşte PYD diye isimlendirdiğimiz ve kendisine ortak davranış biçimleri veren sistem olarak açıkladığımız bu yapının, yukarıda ifade edilenler bağlamında ortaya çıkış süreci de bu kronik günahkârlık bağlamından kopuk değildir. Parçalanmış bir iman sendromu yaşayan bu örgüt, batı nezdinde neredeyse İslam karşıtı olma ve bütünleşme ihtiyacını düşük kendilik saygısıyla ortaya koymaktadır. PYD’nin bu tavrı sahip olduğu kimliksel çatlakların kronik günahkârlıkla doldurulmasıyla yakından ilişkilidir. Parçalanan iman sendromu, PYD’yi şu an yaptığı türden irrasyonel eylemlerin hastalıklı olduğunu ve bir hastaya göre de meşru olduğunu ifade etmektedir.
İşte biz bu çalışmada, Erich Fromm’un parçalanmış iman sendromundan yola çıkarak, PYD’nin iliklerine sinen bu kronik günahkârlığı sosyal psikolojik bir söylem biçimiyle izah etmeye çalışacağız. PYD’yi ortaya çıkaran sosyo-psikolojik etkenleri tartışarak, kendisini ortaya çıkaran bu öğeleri PYD’nin nasıl kabul ettiğini, yanlış rehabilite olarak bunları nasıl kullandığını ve bu kurguya karşılık oluşturulacak global güvenlik diplomasisini sosyo-politik bir dil ve de sivil bir oluşum ile analiz etme çabası içinde olacağız.
Anahtar Kelimeler: PYD, Parçalanmış İman Sendromu, Global Sivil Diplomasi, Yanlış Rehabilite, Kürtler.
Giriş
Suriye iç savaşının başladığı günden itibaren terör örgütlerinin çekim alanı haline gelmesi, Suriye ile komşu olan ülkeler için sorunların başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Örgütlerin sosyo-politik ve sosyo-psikolojik tavırları ve bununla birlikte temsil ettikleri ideolojik yaklaşımlar, taraftar bulmalarına da oldukça müsait bir alan sergilemiştir. Travma süreçlerinin beslediği bir alan olan örgütlerin, kendi ideolojileri için ölecek insanlar bulması da bu anlamda zor olmamaktadır. Özellikle parçalanmış aileler, din dogmalarının fundamentalist yorumlarına kapılmış ruhlar ve macera arayan hayalperestler için örgütlerin sunduğu imkânlar, neredeyse aranılan yegâne unsurlardır. Suriye’de bu alan özellikle DEAŞ’lı militanlar tarafından doldurulmuştur. El-Kaide’den ayrılarak yeni bir örgüt kolu olma yolunda ilerleyen ve sürecin sonunda bunu gerçekleştiren DEAŞ’ın üyeleri, sendromlu hastalardan oluşan bir cemaati temsil etmektedir. İman konusunda yaşanılan parçalanmışlıklar, DEAŞ’ın militan bulmasında kolaylık sağlamış ve değerlerin yeniden yorumlanması, DEAŞ’ı daha da cazip hale getirmiştir. Örgütlerin bu tavırları, süreklilikleri için oldukça önemlidir. Sundukları pratiklerin sonuç açısından ölümle sonuçlanma heyecanı oldukça cezbedici bir hal almaya başlayınca, av-avcı diyalektiği gelişmektedir. Örgütlere katılanların bazı isimlerin, zengin yahut seçkin konumlardan gelmiş olmaları da ifadelerimizin en net sonucudur.
İşte biz bu çalışmada, Erich Fromm’un parçalanmış iman sendromundan yola çıkarak, PYD’nin iliklerine sinen bu kronik günahkârlığı sosyal psikolojik bir söylem biçimiyle izah etmeye çalışacağız. PYD’yi ortaya çıkaran sosyo-psikolojik etkenleri tartışarak, kendisini ortaya çıkaran bu öğeleri PYD’nin nasıl kabul ettiğini, yanlış rehabilite olarak bunları nasıl kullandığını ve bu kurguya karşılık oluşturulacak global güvenlik diplomasisini sosyo-politik bir dil ve de sivil bir oluşum ile analiz etme çabası içinde olacağız.
Anahtar Kelimeler: PYD, Parçalanmış İman Sendromu, Global Sivil Diplomasi, Yanlış Rehabilite, Kürtler.
Giriş
Suriye iç savaşının başladığı günden itibaren terör örgütlerinin çekim alanı haline gelmesi, Suriye ile komşu olan ülkeler için sorunların başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Örgütlerin sosyo-politik ve sosyo-psikolojik tavırları ve bununla birlikte temsil ettikleri ideolojik yaklaşımlar, taraftar bulmalarına da oldukça müsait bir alan sergilemiştir. Travma süreçlerinin beslediği bir alan olan örgütlerin, kendi ideolojileri için ölecek insanlar bulması da bu anlamda zor olmamaktadır. Özellikle parçalanmış aileler, din dogmalarının fundamentalist yorumlarına kapılmış ruhlar ve macera arayan hayalperestler için örgütlerin sunduğu imkânlar, neredeyse aranılan yegâne unsurlardır. Suriye’de bu alan özellikle DEAŞ’lı militanlar tarafından doldurulmuştur. El-Kaide’den ayrılarak yeni bir örgüt kolu olma yolunda ilerleyen ve sürecin sonunda bunu gerçekleştiren DEAŞ’ın üyeleri, sendromlu hastalardan oluşan bir cemaati temsil etmektedir. İman konusunda yaşanılan parçalanmışlıklar, DEAŞ’ın militan bulmasında kolaylık sağlamış ve değerlerin yeniden yorumlanması, DEAŞ’ı daha da cazip hale getirmiştir. Örgütlerin bu tavırları, süreklilikleri için oldukça önemlidir. Sundukları pratiklerin sonuç açısından ölümle sonuçlanma heyecanı oldukça cezbedici bir hal almaya başlayınca, av-avcı diyalektiği gelişmektedir. Örgütlere katılanların bazı isimlerin, zengin yahut seçkin konumlardan gelmiş olmaları da ifadelerimizin en net sonucudur.