21–23 Haziran, Brüksel Avrupa Konseyi Toplantısı Üzerine Notlar:
Almanya her hangi bir kaza olmadan dönem başkanlığını devretmeye hazırlanıyor. Genişleme ve anayasa sorunları, bir dönem Türkiye için gündeme getirilen tren kazasını AB’ye yaşatabilir mi? AB Balkanlar’a doğru genişleme sürecini devam ettirip AB Hukuk Sistemini uygulama alanını genişletebilecek mi? Ya da Balkanlar üzerinde gücünü kullanarak bir imparatorluk mu olacak? Bu sıkıntılar altında yapılan son Konsey toplantısından geçici bir barış çıktığı söylenebilir. Konsey toplantısında kuşkusuz merakla beklenen konu Avrupa Anayasasında alınacak kararlardı. İki yıl önce Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda reddedilen Anayasa konusunun çözümü Avrupa’nın geleceği açısından şüphesiz çok önemlidir. Açıkça söylenebilir ki Konsey toplantısında bu konuyu çözmek için geri adım atılmıştır.
- Brüksel’de yapılan toplantıda iki gün boyunca yoğun tartışmalar yaşandı. Bu toplantıların sonunda AB’deki reformlarla ilgili 2007 yılının sonunda hükümetler arası konferans yapılması yönünde karar alınmıştır. Reform Antlaşması adıyla yapılacak konferanstan onay çıkarsa 2009 yılında uygulamaya geçilmesi planlanmaktadır. Başkan Barosso, ulaşılan anlaşmanın, birkaç ay öncesine kadar birçokları için hayal edilemez olduğunu ve bu sürecin AB için gerçek bir test olduğunu dile getirmiştir. Yeni düzenleme ile Temel Haklar Şartı resmi olarak bağlayıcı olacak, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve sürekli Başkanı olacak. Bunların yanı sıra ulusal parlamentoların sorumluluğunun artırılması ve 2014’den itibaren Komisyon üyesi sayısının azaltılması kararlaştırılmıştır. Burada görüyoruz ki, Konseyin isteği Avrupa Anayasasını oluşturmak ve uygulama, sorumluluk konularını ulusal parlamentolara bırakmaktır. Esasında bu AB’nin bir imparatorluk olma iddialarına karşın hukuk birliğine verdiği önemi göstermektedir.
- Konsey toplantısındaki bir diğer konusu yapılan oylamalarda kullanılan yöntemle ilgili olmuştur. Bilindiği gibi İspanya ve Polonya başta olmak üzere bir grup üye ülke nüfuslarının esas alınmasını savunmaktaydı. Diğer taraftan Almanya ve Fransa’nın başı çektiği grup nüfusun ağırlık alınmasından ziyade ülkelerin birlik içerisindeki ağırlığının temel olmasını savunmakta idi. Konsey toplantısı bu konuda Almanya ve Fransa’nın savunduğu tez konusunda karar almış ve yeni sistemi 2017’de başlatma kararı ile Polonya’nın muhalefetini engellemiştir. Alınan karar doğrultusunda ikili çoğunluk oyu sistemi 2014’den itibaren uygulanmaya başlanacaktır. Ancak üye ülkelerin talebi ile bu geçiş sürecinde 2017’de kadar şu an geçerli olan oy sistemi uygulanabilecek. Burada en büyük sıkıntı Polonya ile yaşanmıştır. Uzun süredir tartışılan ancak karara varılamayan bu konu muhalefete rağmen kabul edilmiştir. Hatta Merkel, Konseyin Polonya olmadan bile toplanabileceği restini çekmiştir. Burada üstü kapalı yaşanan eski-yeni Avrupa tartışması yeniden gündeme gelmiştir. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in birkaç yıl önce yaptığı yorumu hatırlarsak konu daha da karmaşık hale gelebilir. Rumsfeld Almanya ve Fransa’nın artık Avrupa’yı temsil etmediğini trendin Doğu Avrupa ülkelerine kaydığını ve bunların yeni Avrupa’yı temsil ettiğini söylemiştir. Polonya ile yaşanan bir diğer sıkıntı da Başbakan Jaroslaw Kaczynski’nin radyoda yaptığı röportajdır. Başbakan “… Eğer Polonya 1939–45 dönemini yaşamamış ve Nazi Almanya’sının saldırılarına maruz kalmamış olsa idi, bugün nüfusu 38 milyon değil 66 milyon olan bir ülke olabilirdi. Bu da Polonya’nın AB’de oy oranını etkileyecek ciddi bir durumdur.“ demiştir. Görülüyor ki Irak Savaşında ABD-İngiltere ekseninde tavrını ortaya koyan Polonya, AB içerisinde gelecekte de yeni reformlarda muhalefet olarak etkisini hissettirecektir.
- Komisyonun bir diğer kararı 1 Ocak 2008’den itibaren Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Malta’nın euro ortak para alanına katılmasıdır. Bu iki ülke ile beraber ortak parayı kullanan üye sayısı 15’e çıkacaktır.
- Kuşkusuz bu karalar arasında AB’nin geleceğini şekillendirecek olan Anayasa Reformudur. İki yıl önce Fransa ve Hollanda’da referandumda çıkan olumsuz sonuçlar büyük hayal kırıklığına yol açmıştı. Genel inanca göre Reform Antlaşması kararı iki yıl önce Fransa ve Hollanda’da Avrupa Anayasasına verilen ret oylarına cevap olarak algılanmaktadır. Merkel, ulusal parlamentolara, Avrupalılara ve partilere Avrupa’nın geleceğini tartışmaları için bir sürenin verildiğini, artık bu noktada yeni adımların atılacağını dile getirmiştir. Bu süreçte AB içe kapanıp kurumsal sorunlarını çözme yoluna gitmiş ve Anayasa sorununu rafa kaldırmıştır. Hatta birçok AB üyesi referandumlarını ertelemiş ve bu süreçte sorumluluktan kaçmıştır. Bu konuda aynı sıkıntıların yaşanmaması için anayasa metni üzerinde bir takım değişiklikler yapılmıştır. Hollanda özellikle Kopenhag Kriterlerinin metne konmasında ısrarcı olmaktadır. Görünen o ki Hollanda, İngiltere ve Polonya bu konuda AB’ne sıkıntı yaratacak ülkelerin başında gelmektedir. Büyük tartışmaları önlemek için yapılan en büyük değişikliliklerden birisi anayasa teriminin kullanımdan kaldırılmasıdır. Bundan sonra bu alanda yapılan çalışmalar Reform Antlaşması olarak anılacaktır. Bu pratik çözüm birçok üye devleti rahatlatacak gözükmektedir. Bu tür antlaşmalarda referandum zorunlu olmadığı için anayasa referandumları sorunu ortadan kaldırılabilir. Bu çalışmalar anayasal nitelik taşımayacak ve Konseyin kararına göre bu reform antlaşmasının Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması ve Avrupa Birliği Antlaşması olmak üzere iki kısmı olacaktır. Zaman içerisinde “topluluk“ yerine “birlik“ kelimesi kullanılması ve bu metinlerin anayasal metinler olmaması yönündeki karar Konseyin uzlaşıya vardığı diğer konulardır. Bunlar antlaşmalarda olduğu gibi direktif ve düzenleme formunda olacak. AB için önemli noktanın bu kararların üye devletlerce ortaklaşa uygulanması olduğu düşünülürse, sürecin bu şekilde işletilmesinin şu an devamlılık açısından önemli olduğu söylenebilir. Açıkça görülmektedir ki birçok hayati konuda AB’ye egemenlik devrini gerçekleştiren üye ülkeler bu son hamleye izin vermemektedir.
- Türkiye ile görüşmelerde yeni başlıkların iki alanda açılması beklenmektedir. Açılması planlanan konu başlıkları “mali kontrol“ ve “istatistik“ alanları olarak gösterilmektedir. Esasında bu dönemde üç başlığın açılması beklentiler arasında olmasına rağmen Fransa’nın ekonomik ve parasal politikalar başlığının açılmaması yönünde ısrarı sürmektedir. Fransa bu alanın entegrasyon sürecinde önemli bir başlık olduğunu ve üyelik sürecinde geri dönüşü olmayan bir yöne gidilebileceğini düşünmektedir. Ancak bugüne kadar yapılan antlaşmalar ve karşılıklı ilişkiler göz önüne alındığında zaten geri dönüşü olmayan ancak nereye çıkacağı belli olmayan bir yola girildiğini söylemek yanlış olmasa gerek!