Sedat Berk ÇİFCİLER
Osman MİCAN
Osman MİCAN
Eski Sovyet ülkelerinin birçoğu gibi Moldova da bağımsızlığını kazandığından beri Batı ile Rusya arasında sıkışıp kalmış bir konumdadır. 11 milyar dolarlık gayrisafi milli hâsılasıyla Avrupa’nın en fakir ülkesi konumundaki Moldova’nın kayda değer bir ihracat kalemi veya doğal kaynağı bulunmadığı için dışa bağımlılığı son derece yüksektir. Yıllık ihracatı yaklaşık 2,5 milyar dolar olan ülkenin ekonomisi tarıma dayalıdır. Ülkenin en önemli ihracat kaynağı yan sanayi ürünleri iken, şarap başta olmak üzere alkollü içecek ihracatı, ülkenin toplam ihracatının yaklaşık yüzde10’luk bir kısmını teşkil etmektedir. Enerji ihtiyacının yüzde20’sini yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılayan Moldova, toplam enerji ihtiyacının yarısından fazlasını doğalgazdan elde etmektedir . Doğalgazın tamamını ise Rusya’dan ithal etmektedir. Ancak Romanya ile Moldova arasında hâlihazırda inşaatının yüzde90‘lık kısmı tamamlanan Iasi-Ungheni boru hattı sayesinde Rusya’ya olan bağımlılık yüzde65’e kadar düşecektir. Moldova petrol ihtiyacının ise yaklaşık yüzde90’lık kısmını Romanya’dan ithal etmektedir.
AB yanlısı politikalar bağımsızlığını kazanan yeni devletin ilk başkanı Mircea Snegur’la başlamıştır. 2001-2009 yılları arası devlet başkanlığı yapan komünist lider Voronin, genel olarak “Rus yanlısı“ olarak nitelendirilse de, onun döneminde Rusya ile ilişkiler pek de iyi seyretmemiştir. Hatta 2006 yılında Rusya, Moldova’ya ihraç ettiği gazda fiyat artırımına gitmiş ve Moldova’dan yapılan şarap ithalatına ambargo uygulamıştır. 2009 parlamento seçimlerinden sonra başlayan ve ülke geneline yayılan gösterilerin sonucunda Voronin istifa etmek zorunda kalmış ve sonraki üç yılda ülkede üç geçici devlet başkanı görev almıştır. Bu süreçte ülke yönetiminde AB yanlısı hükümetler söz sahibi olsalar da bazı alanlarda Rusya dışında alternatif bulunamaması bu alanlarda Rusya’ya bağımlılığı zorunlu kılmıştır. Avrupa Birliği, komşuluk politikası çerçevesinde 2013 yılının sonuna doğru hem Moldova hem de Ukrayna ile işbirliğini geliştirme yönünde girişimlerde bulunmuştur. Ukrayna’da Yanukoviç yönetimi bu yakınlaşmaya sıcak bakmamış, bu durum ise Maidan Protestoları’na ve Kırım’ın Rusya tarafından ilhakına neden olmuştur. Moldova’da ise Timofti hükümeti bu yakınlaşmayı onaylamış ve Rusya ile Moldova ilişkilerinin oldukça bozulmasına sebep olmuştur. Bunun sonucunda, Rusya 2014 yılında Moldova’dan şarap ithalini yasaklamıştır. Ancak 2006 yılındaki ambargodan ders çıkaran Moldovalı şarap üreticileri, 2006’da yüzde80 olan Rusya’nın payını yüzde20’ye kadar düşürmüştür. Öte yandan Rusya ile ilişkilerin kötüleşmesi, AB ile ekonomik entegrasyon için olanak sağlamış ve 2013 yılında AB’nin ve Rusya’nın, Moldova’nın ihracatındaki payları sırasıyla yüzde 46 ve yüzde26 iken; 2017 yılında bu oranlar yüzde65 ve yüzde10 olmuştur.
Eski Sovyet cumhuriyetlerinin birçoğu için olduğu gibi Moldova ekonomisinin de önemli bir ayağını oluşturan konu, yurtdışında çalışan işçilerdir. Ülkenin gayrisafi milli hasılası 11 milyar dolar iken, yurtdışında çalışan 1 milyon civarındaki Moldovalı işçinin ülkeye gönderdiği para 1 milyar doları geçmektedir. Bu işçilerin yarısından fazlası Rusya’da çalışmaktadır.
Moldova siyasetine ilişkin ilgi çekici bir nokta, cumhurbaşkanının seçim yöntemiyle ilgili değişikliklerdir. Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanan Moldova’da ilk iki cumhurbaşkanlığı seçimi doğrudan halk tarafından yapılmışken, 2000 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanı, parlamento tarafından seçilmeye başlanmıştır. Ancak 2016 yılında Anayasa Mahkemesi’nin bu değişikliği anayasaya aykırı bulması sonucunda 2016 cumhurbaşkanlığı seçimleri, 1996 yılından beri halk tarafından doğrudan yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimleri olmuştur. 2016 seçimlerinde Rus yanlısı olan Sosyalist Parti lideri Igor Dodon ile Romanya’yla birleşmeyi savunan AB yanlısı, Eylem ve Dayanışma Partisi lideri, eski Eğitim Bakanı Maia Sandu yarışmış ve Dodon yüzde52’lik oyla cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Dodon röportajlarında Rusya yanlısı veya AB yanlısı olmadığının; Moldova yanlısı olduğunun altını çizse de görevi süresince Rusya’ya 21 ziyaret gerçekleştirmiş olmakla birlikte AB’yi ise yalnızca on bir kez ziyaret etmiştir. Ancak daha çarpıcı olan nokta ise bu süre zarfında Dodon’un Romanya’ya hiç gitmemesidir. Bu süreçte Moldova Rusya ile ekonomik forumlar düzenleyerek bu ülkeyle ekonomik ilişkilere çok boyutlu bir özellik kazandırma yönünde girişimlerde bulunmuştur. Maia Sandu ise AB’deki en kuvvetli parti olan EPP’nin ve Donald Tusk’ın desteğini almaktadırlar.
Üç kez hükümet değişikliği yaşanan 2019 yılı Moldova için siyasî olarak oldukça çalkantılı geçmiştir. Bu süreçte Maia Sandu başbakanlık koltuğuna otursa da parlamentodan güvenoyu alamadığı için bu göreve devam edememiştir. Zaten siyasî olarak zor bir dönemden geçen Moldova, koronovirüs nedeniyle ekonomik olarak da oldukça sıkıntılı bir döneme girmiştir. Bu süreçte Dodon, “Bu salgının ‘kimin kim olduğunu, kimin gerçek bir arkadaş olduğunu ve kimin her zaman ihtiyaç halinde yanımızda olacağını gösterdiğini’ kabul etmeliyiz, onlar da zorluklarla karşılaşsalar bile" sözleriyle, Rusya ve Çin’in Moldova için öneminin altını bir kez daha çizmiştir.
Seçime giden süreçte ise çarpıcı iddialar ve vaatler dikkat çekmektedir. Rus Dış İstihbarat Servisi Başkanı Sergei Narışkin’e göre, “ABD yeni bir renkli devrim dalgası için uğraşmaktadır. Belarus ve Kırgızistan’da olanlar da bunun sonucudur. ABD, Moldova’da da bu iki ülkede yaşananların benzerlerini tekrarlamaya çalışacaktır.“ Dodon yılsonuna kadar Rusya’dan 200 milyon Avro değerinde borç ve ayrıca çiftçilerin kullandığı benzin için Lukoil’den yüzde10-12’lik bir indirim alacağını söylemiştir. Ayrıca Rusçanın, medyada hâlen hatırı sayılır bir yeri olsa da Moldova’daki eski önemini kaybettiğini, bunun sorumlusunun da Rusça’yı müfredattan çıkaran dönemin eğitim bakanı Maia Sandu olduğunu söyleyen Dodon, Rusça’nın okullarda zorunlu olarak öğretilmesi için çalışacağını belirtmiştir. Ayrıca Dodon, dört beş yıl içinde Transdinyester probleminin çözüleceğini belirtmiştir.
Transdinyester, Moldova için öncelikli güvenlik sorunlarından biridir. Sorunun kökenleri Osmanlı-Rus savaşlarına ve bu süreçte yaşanan göçlere kadar götürülse de bölge üzerindeki asıl politikalar Sovyetler Birliği döneminde gerçekleştirilmiştir. Sovyetler Birliği, Romanya tarafından 1918 yılında ele geçirilmiş olan şu anki Moldova topraklarındaki Romanya hâkimiyetini tanımamış ve bunu kırmak adına birçok girişimde bulunmuştur. Bu çerçevede merkezi şu anki Transdinyester bölgesinde olacak şekilde Ukrayna SSC’sine bağlı olacak Moldova Özerk SSC’sini kurmuştur. Bu dönemde bölge nüfusunun etnik dağılımı yüzde48,5 Ukraynalı, yüzde8,5 Rus ve yüzde30 Moldovalı şeklindedir. Ancak Prut ve Don nehirleri arasında kalan ve Beserabya olarak adlandırılan toprakların Molotov-Ribbentrop Paktı sonrasında Sovyetler Birliği tarafından ele geçirilmesiyle Moldova SSC’si kurulmuştur. Bununla beraber bölgeye olan göçler daha da artmış ve nüfusun etnik dağılımı yüzde39,9 Moldovalı, yüzde28,3 Ukraynalı ve yüzde25,5 oranında Rus olacak şekilde değişmiştir.
1991 yılına doğru gelinen süreçte birliğe bağlı olan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. Ancak bu süreçte cumhuriyetlerin bazılarında ayrılıkçı hareketler neticesinde bölünmeler yaşanmıştır. Bu durumun örneklerinden biri ise Transdinyester Bölgesi’dir. Eylül 1990’da Moldova SSC’sinden ayrılarak SSCB’ye bağlı Transdinyester Moldova SSC’si olduğunu ilân etmiş ve Ağustos 1991 yılında Transdinyester Moldova Cumhuriyeti olmuştur.
Merkezi Tiraspol olan Transdinyester ile Moldova arasında yoğun çatışmalar yaşanmış ve bunların durdurulması için Rusya Federasyonu’nun da katılımıyla 1992 yılında sorunun barışçıl yollarla çözülmesine dair anlaşma imzalanmıştır.
Transdinyester sorununun çözüm süreci Moldova’nın Avrupa Birliği ve ABD’nin siyasî olarak ilk tanıştığı ve ortak iş yürüttüğü dönem olmuştur. Sorun AGİT arabuluculuğunda, AB ve ABD gözlemciliğinde, Ukrayna ve Rusya garantörlüğünde çözüme kavuşturulmak istenmiştir. Ancak Federal Moldova devletinin kurulmasını öne süren 1997 Primakov Momerandumu ve onun geliştirilmiş versiyonu olan 2003 Kozak Momerandumu ve 2005 yılında Ukrayna tarafından önerilen Yuşenko Planı karşılık bulmamıştır.
Transdinyester hâlihazırda Rusya’dan düzenli olarak yardım almaktadır. Bölgede 1995 yılında yapılan referandum sonrasında 14. Rus Ordusu’nun bölgedeki varlığı yüzde90,9 oranla kabul görerek güvenlik amacıyla konuşlandırılmıştır. Aynı zamanda Transdinyester halkının yüzde90’ın üzerinde bir çoğunluğu gelecekte Rusya Federasyonu’na bağlanma konusunda fikirlerini olumlu yönde beyan etmiştir.
Öte yandan Maia Sandu, seçimlerde hile yapılması halinde sokağa çıkacağına söz verdiğini açıklamıştır. Ayrıca Dodon’un seçimlerde kesinlikle hile yapacağını düşündüğünü belirten Sandu, adeta kendisinin seçimi kaybetmesi durumunda her halükârda halkı sokağa davet etmiştir. Ancak seçimlerden sonra dikkat çekici bir nokta ise seçimleri yüzde15 gibi ciddi bir oy farkıyla kaybeden görevdeki cumhurbaşkanı Dodon’un, Sandu’yu derhal tebrik etmesi olmuştur.
Seçimde belirleyici olan kitlenin Usatıy’in seçmenleri olduğunu söylemek mümkündür. Dodon’un kazanacağını düşünen analistlere göre ilk turda Usatıy’in oyları ikinci turda Dodon’a gidecektir. Ancak durum farklı şekilde gerçekleşmiştir. Dodon ilk turda Sandu’nun yaklaşık dört puan arkasında kalmışken, Usatıy ilk turda yüzde16’lık bir oy almıştır. Usatıy’ın oylarının Dodon’u ikinci turda kazandıracağı düşünülürken Sandu ikinci turda bu oyların da önemli kısmını alarak yüzde15 gibi ciddi bir farkla cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Kaybettiği 2016 seçimlerinden pek farklı bir politika izlemeyen Sandu, AB entegrasyonu ve Romanya ile birleşme yönündeki isteğini açık ve kuvvetli şekilde ortaya koymuştur. Öte yandan Rusya dahil olmak üzere tüm ülkelerle pragmatik bir diyalog kuracağını belirten Sandu, kendi yönetiminde etnik azınlıkların haklarının gözetileceğinin de sözünü vermiştir. Sandu’nun bu açıklamaları, Dodon’un 2016 yılında başa geldiğinde, AB-Rusya arasında dengeli bir politika izleyeceğini belirttiği söylemlerini hatırlatmaktadır. Nitekim yukarıda belirtildiği gibi görevi süresince Dodon için ibre daima Rusya tarafını göstermiştir.
Son olarak belirtmek gerekir ki, Sandu’nun cumhurbaşkanlığının, Moldova’nın geleceğinde önemli kırılmalara sahne olacağı aşikardır. Bu kırılmalardan birinin Transdinyester konusunda yaşanması hiç de sürpriz olmayacaktır. Özellikle Sovyet coğrafyasındaki dondurulmuş sorunlardan Karabağ’ın ciddi oranda eridiği şu zamanlarda, bir dondurulmuş sorunun daha erimeye başlaması olası gözükmektedir.