Kavramsızlaştırılan Bir Coğrafyada Doğruyu Aramak
Öncelikle; yazı dizisine başlarken süre aralığının bu denli açılacağını düşünmemiştim. Ancak elde olmayan sebeplerle üçüncü yazının bir miktar beklemesi gerekti.
İlk yazıda, Türkiye’de konuya dair akademik materyal ve bakış eksikliğini ifade etmeye çalışırken bunun ortaya çıkardığı yeni sorunlar ve neo Osmanlıcı bakış arızasına dikkat çekilmiş, ikinci yazıda ise batı merkezli parçalanmış tarih bakışının yarattığı stereotipçi /topyeküncü algının yarattığı sorun ve eksiklikler öne çıkarılmıştı. Üç ve sonuncu yazı ise bu denli manipüle edilmiş olan bir coğrafik/kültürel/siyasi bölgeye dair kavramların nasıl yanlış kullanıldığına ve bundan dolayı da bilhassa anlatıların/nakillerin/analizlerin konuya dair aydınlatma niyetini yansıtamadığını izah etmeye çalışacak.
Özellikle 1. Dünya Savaşı sonrası dönemde modern olan-olmayan dünya ayrımı, emperyal güçlerin kendi elleri ile çizdiği ve kavramlaştırdığı coğrafik alanların bir kimlik adına dönüştürülmesi ile gerçekleştirilmeye çalışıldı. Şüphesiz ortaya çıkan tablo o coğrafyanın kendine değil bu faillerin niyetlerine hizmet etmekten öteye geçemedi. Bunun yanında üzerine giydirilen suni kimlikler sebebi ile bahse konu coğrafyalar da kendi doğrusuna/hakikatine ulaşmakta sonuçsuz çabalara girdi. Hadisenin bu kısmında ortaya çıkan durum mevcut halin öncülü olarak kabul edilebilir zira bu yazının konusu halin kendinden öte bu hale teslim olmuş ya da bunu hakikat kabul etmiş şimdinin gözlemcilerinin aynı hatada ısrarla devam etmeleri. Tüm bu kısım oldukça muğlak görünebilir ki haklılık payı da var. Bu noktada kavram sorununu daha müşahhas anlatacak birkaç örnek zaruri.
En başından başlanırsa; bölgede coğrafik adlandırmaların bir etnik tanımlama ya da kültürel sınır olarak kullanılması sorunu bugün en sık rastlanılan problemlerden. Örneğin Makedon ve Makedonya tanımı. Konu oldukça itilaflı elbette. Sorunda burada zaten. Makedonya adı her şeyden önce neredeyse çeyrek asırdır Yunanistan ve Makedonya ülkeleri arasında bir isim krizine sebep oldu ki mesele tam da söylediğimiz kavramlaştırma sorunun kökünde bu yatıyor. Makedon adı bir bölge, ırk, ülke hatta antik bir tanımlama olarak bile kullanılabiliyor. Burada araştırmacıya ya da ilgiliye düşen sorumluluk, bu ayrımı doğru doneler ile destekleyerek belirlemek ve kullanmak. Ancak bunun yerine Makedon/ya isimlendirmesini tüm bu ince ayrımları gözetmeksizin kullanmak büyük hatalara sebep olabilmekte. Ki çoğu zaman ırk manasında kullanılan Makedon ifadesi büyük yanlışlıklara sebebiyet verebiliyor.
Bir diğer mühim ayrım Türk ve Müslüman kelimelerinde yatıyor. Türk/lük kavramı kendi içerisinde ilk anda etnik bir tanımlama gibi durabilmekte ise de bugün artık bir medeniyet ve kültür coğrafyasının da karşılığını içermekte. Etnik tanımlamanın çok ötesinde bir kapsam ile bir aidiyeti karşılamakta. Özellikle Osmanlı idaresinin başlarından itibaren Müslüman Türklerin bölgeye intikali ve kurdukları yeni dünya, zaman içerisinde bölgedeki Türk ve Müslüman tanımlamasını birleştirdi. Türk olmak ve Müslüman olmak birbiri yerine kolayca kullanılabilir hale geldi. Bunun kültürel karşılığı ile alakalı birçok anlatı ve hatıra aktarılabilecekken yakın zamanlardan acı bir hatırlatmak konunun ulaştığı sınırı anlamak adına ok faydalı olacaktır. Yıl 1995 ve günlerde 11 Temmuz’dur. General Radko Mladiç, Srebrenitsa şehir merkezindedir. Kameralara aynen şu sözleri söyler: “Şu anda 11 temmuz 1995. Sırp Srebrenitsası’ndayız. Tam da Sırp Kutsal Günü’nün arifesinde bu kasabayı Sırp milletine armağan ediyoruz Türklere karşı olan isyanın anısına Müslümanlardan intikam alma vakti geldi.“ Aynı gün Rauf Selmanoğlu Sokağı’na gelen Mladiç’in sokak tabelasının (ve dahi tüm Türk ve Müslüman isimli sokak tabelalarının) indirilmesine dair verdiği olağanca öfkeli talimatı da kameralara yansır( https://www.youtube.com/watch?v=_9TUSHQDfVA&has_verified=1). Mladiç’in zihnindeki Türk’ün etnik bir Türklük olduğunu söylemek ne kadar doğrudur burada? Bugün artık yapılan birçok araştırma, nakil ve hatıra Türlük kavramının bu yazının kapsamımın çok ötesinde bir muhteva ve tarihe sahip olduğu gerçeğini göstermekte. Bu durumda, konu Balkanlar iken Türk kavramının kullanımına oldukça dikkat edilmesi ciddi bir gereklilik.
Bir başka önemli aksaklık da sınırları halen tartışmalı, suni bir coğrafik tanımlamaya dâhil olup olmadığı bilinmediği, bilinmesinin de asla mümkün olmağı ülke ve halkların kısa yola saparak topyeküncü bir alışkanlıkla “Balkan ülkesi“ ya da “Balkan halkı“ olarak tanımlanması. Osmanlı idaresinin bölgede elde ettiği idari başarının kökeninde, onun bölgedeki farklılıkları tespit edip bunların doğal manada muhafazasına gösterdiği ihtimamdı. Dillerin, dinlerin hatta en mikro manada inanca dair nüansların farkında olarak buna bağlı bir idari devamlılık mühim bir uygulama özelliği idi. Ancak Osmanlı sonrası dönemde tarihsel ulusçuluk ile birlikte bu farklılıkların simgeler ve üretilen suni argümanlarla belirginleştirilmesi kısa sürede yeni bir kaosu doğurdu. Tito Yugoslavyası göreceli olarak bu farlılıkları, uygulamaları ile baskılayıp yok saymaya çalışırken oluşturmak istediği düzenin ömrü çok süremedi. Yugoslavya dağıldıktan sonra öncelikli olarak Katolik/Ortodoks ayrımıyla ön plana çıkan yeni bağımsız devletlerin Katolik olanları, modern! Avrupa’ya dâhil olmak konusundaki engelleri kolayca aştı. AB’ye üyelik süreçlerinde yaşadıkları bunun delillerinden. Bu durumda bizim zihnimizde bir Balkan ülkesi olarak kabul edilse de örneğin Hırvatistan ve Slovenya gibi Katolik ağırlıklı ülkeler Avrupalı! Kabul edildi. Bosna bu konuda en talihsiz ülke idi ve bugün halen anlaşılması zor bir idari kaos ile boğuşmak zorunda. En genç Balkan ülkesi kabul edilen Kosova nüfusunun nerede ise tamamı Müslüman iken yapısal olarak milliyetçi özellikleri baskın. Bu tanımlamaları arttırmak mümkün. Şunu kabul etmek gerekiyor ki; bugün artık bölgeye dair araştırma ve bakışta hemen her ülkenin özelliklerini gözetip onları tek tek inceleyebilecek bir akademik bakış şart. Genellemeler ve yukarıda bahsedilen tek tipleştirici tanımların ömrü yaklaşık 50 yıl önce sona erdi ve bunda ısrar doğru tespitlerin önünü tıkıyor. Bu üç örneği çeşitlendirmek elbette mümkün. Ancak yazının bir kapsamı var ve meramın anlatıldığı fikrindeyiz.
Balkanlar ki bize göre Rumeli bugün artık çok daha spesifik, özel ve ayrıntılı profesyonel analizlere muhtaç. Bölge üzerindeki emperyal planların bazen sokak arasındaki bir Osmanlı camisine kadar dahi indirgendiği dünyada Türkiye’de bölge araştırmalarının gözle görülür şekilde kavram/tanımlama hatalarına kurban edildiğini görmekte üzücü olduğu kadar endişe verici de. Kaldı ki bugün halen bölgede var oluş mücadelesi veren Türk ve Müslüman nüfusun bu mücadelesi bahse konu tanımlama hatalarından çokça etkileniyor. Örneğin bugün Makedonya nüfusunda ye alan ve Makedon olarak kabul edilen nüfus unsurunun ne kadarı geçmişte imzalanan çerçeve sözleşmelerine bağlı olarak bu şekilde tanımlanmış ve ne kadarı aslında Türk/Müslüman bir araştırmak lazım. Eminim böyle bir derin araştırma sonuçları Makedon tanımına yeni bir bakışı da geliştirmeyi zorunlu kılacak.
Öncelikle; yazı dizisine başlarken süre aralığının bu denli açılacağını düşünmemiştim. Ancak elde olmayan sebeplerle üçüncü yazının bir miktar beklemesi gerekti.
İlk yazıda, Türkiye’de konuya dair akademik materyal ve bakış eksikliğini ifade etmeye çalışırken bunun ortaya çıkardığı yeni sorunlar ve neo Osmanlıcı bakış arızasına dikkat çekilmiş, ikinci yazıda ise batı merkezli parçalanmış tarih bakışının yarattığı stereotipçi /topyeküncü algının yarattığı sorun ve eksiklikler öne çıkarılmıştı. Üç ve sonuncu yazı ise bu denli manipüle edilmiş olan bir coğrafik/kültürel/siyasi bölgeye dair kavramların nasıl yanlış kullanıldığına ve bundan dolayı da bilhassa anlatıların/nakillerin/analizlerin konuya dair aydınlatma niyetini yansıtamadığını izah etmeye çalışacak.
Özellikle 1. Dünya Savaşı sonrası dönemde modern olan-olmayan dünya ayrımı, emperyal güçlerin kendi elleri ile çizdiği ve kavramlaştırdığı coğrafik alanların bir kimlik adına dönüştürülmesi ile gerçekleştirilmeye çalışıldı. Şüphesiz ortaya çıkan tablo o coğrafyanın kendine değil bu faillerin niyetlerine hizmet etmekten öteye geçemedi. Bunun yanında üzerine giydirilen suni kimlikler sebebi ile bahse konu coğrafyalar da kendi doğrusuna/hakikatine ulaşmakta sonuçsuz çabalara girdi. Hadisenin bu kısmında ortaya çıkan durum mevcut halin öncülü olarak kabul edilebilir zira bu yazının konusu halin kendinden öte bu hale teslim olmuş ya da bunu hakikat kabul etmiş şimdinin gözlemcilerinin aynı hatada ısrarla devam etmeleri. Tüm bu kısım oldukça muğlak görünebilir ki haklılık payı da var. Bu noktada kavram sorununu daha müşahhas anlatacak birkaç örnek zaruri.
En başından başlanırsa; bölgede coğrafik adlandırmaların bir etnik tanımlama ya da kültürel sınır olarak kullanılması sorunu bugün en sık rastlanılan problemlerden. Örneğin Makedon ve Makedonya tanımı. Konu oldukça itilaflı elbette. Sorunda burada zaten. Makedonya adı her şeyden önce neredeyse çeyrek asırdır Yunanistan ve Makedonya ülkeleri arasında bir isim krizine sebep oldu ki mesele tam da söylediğimiz kavramlaştırma sorunun kökünde bu yatıyor. Makedon adı bir bölge, ırk, ülke hatta antik bir tanımlama olarak bile kullanılabiliyor. Burada araştırmacıya ya da ilgiliye düşen sorumluluk, bu ayrımı doğru doneler ile destekleyerek belirlemek ve kullanmak. Ancak bunun yerine Makedon/ya isimlendirmesini tüm bu ince ayrımları gözetmeksizin kullanmak büyük hatalara sebep olabilmekte. Ki çoğu zaman ırk manasında kullanılan Makedon ifadesi büyük yanlışlıklara sebebiyet verebiliyor.
Bir diğer mühim ayrım Türk ve Müslüman kelimelerinde yatıyor. Türk/lük kavramı kendi içerisinde ilk anda etnik bir tanımlama gibi durabilmekte ise de bugün artık bir medeniyet ve kültür coğrafyasının da karşılığını içermekte. Etnik tanımlamanın çok ötesinde bir kapsam ile bir aidiyeti karşılamakta. Özellikle Osmanlı idaresinin başlarından itibaren Müslüman Türklerin bölgeye intikali ve kurdukları yeni dünya, zaman içerisinde bölgedeki Türk ve Müslüman tanımlamasını birleştirdi. Türk olmak ve Müslüman olmak birbiri yerine kolayca kullanılabilir hale geldi. Bunun kültürel karşılığı ile alakalı birçok anlatı ve hatıra aktarılabilecekken yakın zamanlardan acı bir hatırlatmak konunun ulaştığı sınırı anlamak adına ok faydalı olacaktır. Yıl 1995 ve günlerde 11 Temmuz’dur. General Radko Mladiç, Srebrenitsa şehir merkezindedir. Kameralara aynen şu sözleri söyler: “Şu anda 11 temmuz 1995. Sırp Srebrenitsası’ndayız. Tam da Sırp Kutsal Günü’nün arifesinde bu kasabayı Sırp milletine armağan ediyoruz Türklere karşı olan isyanın anısına Müslümanlardan intikam alma vakti geldi.“ Aynı gün Rauf Selmanoğlu Sokağı’na gelen Mladiç’in sokak tabelasının (ve dahi tüm Türk ve Müslüman isimli sokak tabelalarının) indirilmesine dair verdiği olağanca öfkeli talimatı da kameralara yansır( https://www.youtube.com/watch?v=_9TUSHQDfVA&has_verified=1). Mladiç’in zihnindeki Türk’ün etnik bir Türklük olduğunu söylemek ne kadar doğrudur burada? Bugün artık yapılan birçok araştırma, nakil ve hatıra Türlük kavramının bu yazının kapsamımın çok ötesinde bir muhteva ve tarihe sahip olduğu gerçeğini göstermekte. Bu durumda, konu Balkanlar iken Türk kavramının kullanımına oldukça dikkat edilmesi ciddi bir gereklilik.
Bir başka önemli aksaklık da sınırları halen tartışmalı, suni bir coğrafik tanımlamaya dâhil olup olmadığı bilinmediği, bilinmesinin de asla mümkün olmağı ülke ve halkların kısa yola saparak topyeküncü bir alışkanlıkla “Balkan ülkesi“ ya da “Balkan halkı“ olarak tanımlanması. Osmanlı idaresinin bölgede elde ettiği idari başarının kökeninde, onun bölgedeki farklılıkları tespit edip bunların doğal manada muhafazasına gösterdiği ihtimamdı. Dillerin, dinlerin hatta en mikro manada inanca dair nüansların farkında olarak buna bağlı bir idari devamlılık mühim bir uygulama özelliği idi. Ancak Osmanlı sonrası dönemde tarihsel ulusçuluk ile birlikte bu farklılıkların simgeler ve üretilen suni argümanlarla belirginleştirilmesi kısa sürede yeni bir kaosu doğurdu. Tito Yugoslavyası göreceli olarak bu farlılıkları, uygulamaları ile baskılayıp yok saymaya çalışırken oluşturmak istediği düzenin ömrü çok süremedi. Yugoslavya dağıldıktan sonra öncelikli olarak Katolik/Ortodoks ayrımıyla ön plana çıkan yeni bağımsız devletlerin Katolik olanları, modern! Avrupa’ya dâhil olmak konusundaki engelleri kolayca aştı. AB’ye üyelik süreçlerinde yaşadıkları bunun delillerinden. Bu durumda bizim zihnimizde bir Balkan ülkesi olarak kabul edilse de örneğin Hırvatistan ve Slovenya gibi Katolik ağırlıklı ülkeler Avrupalı! Kabul edildi. Bosna bu konuda en talihsiz ülke idi ve bugün halen anlaşılması zor bir idari kaos ile boğuşmak zorunda. En genç Balkan ülkesi kabul edilen Kosova nüfusunun nerede ise tamamı Müslüman iken yapısal olarak milliyetçi özellikleri baskın. Bu tanımlamaları arttırmak mümkün. Şunu kabul etmek gerekiyor ki; bugün artık bölgeye dair araştırma ve bakışta hemen her ülkenin özelliklerini gözetip onları tek tek inceleyebilecek bir akademik bakış şart. Genellemeler ve yukarıda bahsedilen tek tipleştirici tanımların ömrü yaklaşık 50 yıl önce sona erdi ve bunda ısrar doğru tespitlerin önünü tıkıyor. Bu üç örneği çeşitlendirmek elbette mümkün. Ancak yazının bir kapsamı var ve meramın anlatıldığı fikrindeyiz.
Balkanlar ki bize göre Rumeli bugün artık çok daha spesifik, özel ve ayrıntılı profesyonel analizlere muhtaç. Bölge üzerindeki emperyal planların bazen sokak arasındaki bir Osmanlı camisine kadar dahi indirgendiği dünyada Türkiye’de bölge araştırmalarının gözle görülür şekilde kavram/tanımlama hatalarına kurban edildiğini görmekte üzücü olduğu kadar endişe verici de. Kaldı ki bugün halen bölgede var oluş mücadelesi veren Türk ve Müslüman nüfusun bu mücadelesi bahse konu tanımlama hatalarından çokça etkileniyor. Örneğin bugün Makedonya nüfusunda ye alan ve Makedon olarak kabul edilen nüfus unsurunun ne kadarı geçmişte imzalanan çerçeve sözleşmelerine bağlı olarak bu şekilde tanımlanmış ve ne kadarı aslında Türk/Müslüman bir araştırmak lazım. Eminim böyle bir derin araştırma sonuçları Makedon tanımına yeni bir bakışı da geliştirmeyi zorunlu kılacak.