Küreselleşen dünyayla birlikte devletlerin güvenlik algısı değişmiş, güvenliğe konu olabilecek faktörlerin sayısı artmıştır. Enerji güvenliği bu alanlardan biridir. Enerji güvenliğinin pek çok tanımı olmasıyla birlikte bu tanımlar üzerinde ortak bir noktaya varılamamıştır. Geleneksel anlamı içinde enerji güvenliği; “petrol başta olmak üzere fosil yakıtlara güvenli bir biçimde ulaşabilme imkânı“ olarak tanımlanmıştır (Karabulut, 2016).
Sanayi Devrimi’yle birlikte artan enerji ihtiyacı aynı zamanda enerji güvenliği konusunu da gündeme getirmiştir. Sanayi devriminin üretim modeli ve sağladığı imkânlar, ülkelerin enerjiye olan bakışını değiştirmiş ve enerji kaynaklarına sahip olabilmek amacıyla yarışmalarına neden olmuştur. En zengin ve dünyayı yöneten ülke olabilmek için enerjiye hâkim olmak gerektiği fikri kabul görmeye başlamıştır. Özellikle 20. yy içerisinde yaşanan savaş ve krizlerin sebepleri arasında enerji talebi ve enerji güvenliği mutlaka yer almaktadır.
Özellikle, sanayi devriminin başladığı Avrupalı ülkeler, enerji kaynaklarının yetersizliği nedeniyle dünyanın daha geri kalmış yerlerindeki zengin enerji kaynaklarını ve madenlerini sömürerek seri üretimi sağlamış aynı zamanda sömürdükleri bu toprakları pazar olarak da kullanmıştır. Ancak İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte Dünya’nın merkezi Avrupa’dan ABD’ye kaymıştır. Özellikle bu tarihten 2000’li yıllara kadar ABD; Ortadoğu, Afrika gibi bölgelerde enerji sömürgeciliği yapmıştır. Bu sömürgecilik ve enerji taşımacılığı da güvenlik ihtiyacını doğurmuştur.
Dünya petrol kaynakları üzerindeki amansız mücadele, 19. Yüzyılın ikinci yarısında İngiltere ve Rusya arasında başlamıştır. Bu dönemde İngiltere Hindistan’a ve Rusya’da Orta Asya’ya yayılmıştır. O dönem yaşanan bu stratejik hamleler “Büyük Oyun“ olarak ifade edilmiştir (Lacoste, 2008). Dönemin önemli güç merkezlerinden olan Almanya’da yapmış olduğu hamlelerle bu oyunun içinde olmuştur. İran’daki petrol kaynaklarını ele geçirmeyi ve Kafkas’lardan Basra körfezine kadar uzanan bölgede hâkimiyet kurmayı amaçlayan stratejik mücadeleye ABD de taraf olmaya o dönemde başlamıştır. 1902 yılında Alfred Thayer Mahan “Güçlü donanmaya sahip yabancı bir devletin Basra Körfezini kontrol etmesi, Akdeniz’de Cebelitarık ve Malta’nın oynadığı rol gibi bir avantaj yaratacaktır“ diyerek durumu ifade etmiştir (Sevim, 2012).
Dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında da çok yakın ilişki bulunmaktadır. Kömür çağının lideri İngiltere’ydi; gerek askerî gerek ekonomik gerekse de bilim, sanat ve kültür alanında dünyadaki en güçlü ülke İngiltere’ydi. Onun yakıtı da ülkesinde bol olarak bulunan kömürdü. Ucuza mal ettiği bu kömürle sanayi devrimini başlatan İngiltere, hızlı kalkınmasıyla dünya liderliğini elinde tutabiliyordu. Bu yüzden de İngiltere’nin gelişimi ile kömür endüstrisi arasında birebir korelasyon vardı; dünyanın en büyük kömür şirketleri, kömür alanındaki en iyi üniversiteler, bu alanda yazılmış en değerli bilimsel teknik kitaplar hep İngilizlere aitti. Daha sonra 1945 yılında bu liderlik Amerika'ya geçti ve dünyadaki hâkim yakıt petrol oldu. İşte bu yüzden dünyanın en büyük petrol şirketleri Amerikan’dır, dünyanın petrol merkezi Teksas Houston'dur ve petrol araştırma ve geliştirmelerinin en yoğun yapıldığı yer de Amerika Birleşik Devletleri'dir. Tarihteki bu geçişlerin burada anlatıldığı kadar kolay olmadığını söylemek isterim. Özellikle kömür çağından petrol çağına geçerken, 1914-1945 yılları arasında insanoğlu iki dünya savaşıyla karşı karşıya gelmiştir. Bu savaşlarda milyonlarca insan ölmüş, maliyeti çok büyük olmuştur (Ediger V. Ş., 2007).
ENERJİ VE ENERJİ GÜVENLİĞİ
Ülkeler için kalkınmışlığın ve gelişmişliğin bir ölçütü olarak kabul edilen enerji kullanımının yönetimi ve denetimi günümüzün belki de en önemli olgusunu oluşturmaktadır. İnsanoğlunun enerjiye bağımlılığı giderek artmakta ve siyasî olaylara da yön veren yadsınamaz ve göz ardı edilemez boyutlara ulaşmaktadır (Tuğrul, 2011).
Enerji güvenliğini ele almadan önce, “Enerji nedir? Çeşitleri nelerdir?“ incelemekte fayda var. Enerji en genel anlamda; “İş yapma kapasitesi veya kabiliyeti“ olarak tanımlanabilir. Enerji, farklı formlarda ortaya çıkar. Isı enerjisi, ışık (radyant) enerji, mekanik enerji, elektrik enerjisi, kimyasal enerji ve nükleer enerji gibi farklı türlerde enerji kaynakları vardır. Enerji, “yenilenebilir“ ve “tükenebilir ya da yenilenemez“ enerji gibi iki şekilde sınıflandırılmaktadır.
Yenilenebilir enerji, tekrar kullanılabilen enerjidir. Güneş enerjisi bunun tipik bir örneğidir. Güneş ışınlarından alınır ve elektrik ya da ısı enerjisine dönüştürülebilir. Rüzgâr enerjisi, jeotermal kaynaklardan çıkan sıcak sulardan elde edilen ısı enerjisi, bitkilerden elde edilen biokütle ve sudan hidrolik güç santralleri ile elde edilen enerji, bu yenilenebilir enerji grubuna aittir. Yenilenebilir enerji, kısa sürede yerine konulan enerjidir. İnsanların ihtiyaç duyduğu enerjinin büyük bir kısmını kapsayan enerji ise yenilenemeyen enerji kaynaklarından karşılanmaktadır.
Yenilenemeyen enerji ise, kaynakları kullanıldıktan sonra kısa bir zaman aralığında yaratılamayan enerji olarak tanımlanır. Bunlar genel olarak fosil yakıtlar diye bilinen petrol, doğalgaz ve kömür gibi kaynaklardır. Bu kaynaklar, yaşamları milyonlarca yıl önce sona ermiş bitki ve hayvan kalıntılarının yerkürenin içinden gelen ısı ve kalıntıların üzerinde bulunan kayaçlardan basınç altında fosilleşmesiyle meydana gelmektedir. İşte enerji güvenliği olgusu da bu yenilenemeyen enerji kaynakları çerçevesinde ortaya çıkmış bir güvenlik alanıdır (Karabulut, 2015).
Yenilenebilir enerji kaynakları enerji çatışmalarını önleyebilir mi? Güneş, rüzgâr ve hidrokinetik enerji kaynakları teoride sonsuz enerji barındıran kaynaklardır. Fakat doğaları gereği bu tür enerji kaynaklarının potansiyelleri saat, gün ve mevsimsel olarak farklılık göstermektedir. Örneğin, gece vakti güneş enerjisi mevcut olmayacaktır ya da sonbahar aylarında nehirlerin debileri dolayısıyla üretilen hidroelektrik enerjisi azalacaktır. Ayrıca, hidrokarbon kaynaklarının aksine, yenilenebilir enerji kaynaklarının stoklanması zor ve pahalı olup ancak çok kısıtlı ölçeklerde mümkündür. Dolayısıyla nehir debilerini düşüren iklim değişikliği gibi dışsal sebepler, yenilenebilir enerji mevcudiyetine bel bağlamış ülkelerin enerji güvenliğini ciddi anlamda riske atabilir (Hatipoğlu, 2019)
21. yüzyılda uluslararası ilişkiler ve devletlerin dış politika stratejileri açısından ana belirleyici unsurlardan birisi de enerji kaynaklarıdır. Enerjiye bağımlılık, ülkelerin dış güvenlik yaklaşımlarının şekillendiricilerinden biridir. Bu bağlamda ülkelerin uluslararası hamle ve aksiyonlarını; enerjiye sahip olma, enerji lojistiğinin güvenliğini sağlama ve dünya enerji kaynakları üzerinde denetim kurma dürtüsü ile belirledikleri söylenebilir (Sevim, 2012).
Ülkelerin enerji güvenlikleri ile ulusal güvenlikleri arasında doğrudan ve güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu sebeple günümüzde gerek uluslararası gerekse ulusal arenalarda üzerinde konuşulan konuların başında enerji güvenliği gelmektedir (Sevim, 2009). Enerji güvenliği kavramı, enerji üretim, iletim ve dağıtım sistemlerinin alt yapısına yönelik olası terörist saldırılarından, yatırım eksikliklerinin doğuracağı kesintilere, kasırgaların doğuracağı engellerden ambargolara, grevlerden lokavtlara, iç savaştan işgale kadar birçok olasılığın birlikte değerlendirilmesini gerektiren bir kavramdır (Sevim, 2012).
Enerji güvenliği kavramına genel olarak iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Bu yaklaşımlardan biri enerjiye diğeri de güvenliğe ağırlık vermektedir. Enerji güvenliğinin, enerji ağırlıklı tanımı enerji kaynaklarının bulunabilirliği, erişilebilirliği ve kabul edilebilirliği kavramlarını içine almaktadır. Enerji güvenliğinin, güvenlik ağırlıklı tanımı ise enerji arama, geliştirme, üretim, iletim, çevrim, dağıtım, pazarlama ve tüketim ağındaki tesislerin her türlü saldırıya karşı fiziki olarak korunması anlamını içermektedir (Ediger, 2007). Bu bağlamda enerji güvenliğinin farklı şekillerde tanımları yapılmaktadır.
-Enerji güvenliği; enerjinin sürekli olarak güvenilir, temiz ve çeşitli kaynaklardan uygun miktarlarda ve uygun fiyatlarla sağlanması ve yüksek verimlilikle tüketilmesi, Enerji güvenliği; yeterli miktarlardaki enerji kaynaklarına, tutarlı fiyat ve istikrarlı bir kaynaktan, fiili olarak tehdit altında olmayan ulaşım imkânları vasıtasıyla ve adil dağılım çerçevesinde erişilebilmesi,
-Enerji güvenliği; dünyadaki enerjinin akılcı ve tasarruflu kullanılması,
-Enerji güvenliği; ekonominin ihtiyacı olan enerji hizmetlerinin devamlı olarak bulunabilmesi diye tanımlanabilir (Sevim, 2009).
Enerji güvenliği aslında birçok bölgedeki savaşların, çatışmaların ana sebebidir. Ekonomik olarak da büyük bir gelir kaynağı olan enerjiye ucuz maliyetlere sahip olunması, enerji talebinde bulunan müşterilerin daimi olması gibi konular devletlerin en çok önemsediği şeylerdendir. Özellikle gelişmiş ülkelerin bu çatışma bölgelerinde yer almaları ve arka planda çatışmaları yaratanların da onlar olması bu nedendendir. Enerji’nin önemini AB’nin kurulumu aşamasında da görebilmekteyiz.
1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu’nun (AKÇT) kurulması, ardından 1957 yılında Roma Antlaşması bağlamında Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulması ile Avrupa Birliği’nin (AB) temelleri atılmıştır. AB’yi kuran 3 kuruluştan 2’sinin enerji odaklı olması, Birliğin kurulmasında enerji paylaşım sorunlarının ne denli önemli olduğunu göstermektedir (Yıldız, 2012).
Enerji güvenliğinin sağlanmasında yararlanılan araçlar, kısa ve uzun dönemde farklılıklar göstermekte ve her bir enerji türü için farklı uygulamalar içermektedir. Örneğin, petrol güvenliğini sağlamak için uygulanan politikalar farklı özelliklere sahip olan doğal gaz piyasalarına uygulanamamaktadır. Bu nedenle her bir enerji türüne uygulanabilir standart tek bir çözümden bahsetmek mümkün değildir (Cera, 2006). Enerji güvenliği kavramı enerji üreten ve ihraç eden ülkeler ile enerji ithal eden ülkeler için farklı anlamlar taşımaktadır. Çalışma enerji ithal eden ülkeler için söz konusu olan, enerji arz güvenliği ile ilgilenmektedir. Enerji arz güvenliği en basitiyle, enerjinin istenilen zamanda, yeterli miktarda ve uygun fiyatta kesintisiz olarak elde edilmesi olarak tanımlanabilir (Çaha).
AFRİKA’DA ENERJİ GÜVENLİĞİ
Afrika, kolonyalizmden önce de farklı kültürlerle ekonomik, siyasî ve dinî anlamda etkileşim halindeydi. Arap, Fars, Yunan ve Osmanlı kadim medeniyetleri, Kuzey Afrika’da etkin olmuştu ve İslâm, ilk halkayı Habeşistan üzerinden tesis etse de en güçlü yayılmayı Afrika’nın kuzeyinden güneyine doğru gerçekleştirmişti. Buna mukabil Hristiyanlık da ilk zamanlarından itibaren Kuzey Afrika’dan başlayarak kıtada alan bulmaya çalışmıştı (Fatokun, 2005). Madenler bakımından zengin olan Afrika ülkeleri bu dönemde ekonomik olarak güçlü konumda idiler. Bununla birlikte Afrikalılar, 15 ve 16. yüzyıllarda Araplar ve Avrupalılarla ticarî ilişkiler ve ekonomik münasebetler gerçekleştirmişlerdi.
Avrupalıların daha çok ekonomik amaçlarla Afrika kıtasına ilgi göstermelerinin tarihi XV. yüzyılın başlarına kadar gider. Bu yüzyılda, Hindistan'dan Avrupa'ya ulaşan İpek yolu ile diğer ülkelerarası ticaret yollarının karada güçlü İslâm devletleri, denizde de Venedikliler tarafından kontrol altında tutulması, Avrupa'nın en kuvvetli deniz gücüne sahip olan Portekizlileri güneye doğru inmeye sevk etti. Portekizliler önce Sahra'dan gelen ticaret yollarının son bulduğu Fas'ın işlek limanları Sebte (Ceuta), Tanca ve Agadir'i ele geçirip buralara hâkim oldular. Altın, baharat ve köle peşinde koşan Portekizliler, Afrika'nın Atlantik sahillerinden güneye doğru inmeye devam ederek Yeşil Burun ve Beyaz Burun adalarına ulaştılar. Önce Altın Kıyısı'na, buradan da Angola'ya ulaşmalarından (1484) sonra Bartolomeu Dias, Ümit Burnu'ndan dolaşarak Doğu Afrika kıyılarına vardı (1488). l. Baharat yolunun başlangıcını bulmak ve yeni topraklardan değerli madenleri ülkelerine taşımak amacında olan Portekizli denizciler, Doğu Afrika'da Zambezi nehri ağzında, Batı Afrika'da da Angola kıyılarında, Gine körfezi, Sierra Leone ve Senegal sahillerinde üsler ve antrepolar kurdular. Afrika kıyılarına ilk ulaşan Portekizliler'i İspanyollar takip ettiler ve Batı Afrika kıyılarında bulunan Sao Tome, Fernando Po gibi bazı adaları ele geçirip deniz ticaretinde birer üs ve depo olarak kullanmaya başladılar. XVII. yüzyılda İspanya'nın egemenliğine giren Portekizlilerin Afrika'daki üstünlükleri giderek zayıfladı (Dursun).
Avrupalıların ekonomik, stratejik ve ticari amaçlarla Afrika’ya yerleşmesi bu şekilde başlamıştır. Portekizliler’den sonra İngilizler, Fransızlar ve Hollandalılar da bölgeye ilgisini artırmıştır ve bölge kıyı kesimlerinden kuşatılmaya başlanmıştır. Kuşatma, başlarda iç kesimlere yerleşmekten çekinen Avrupa Ülkeleri’nin coğrafi keşiflerle daha da cüretkâr olmalarıyla sonuçlanmıştır. Coğrafî koşullar ve iklim şartları sebebiyle iç kesimlere giremeyen Avrupa Devletleri, Amerika kıtasının keşfi sonrasında Afrikalı insanlar üzerinden köle ticaretine başladılar. Kıyıları işgal eden devletlerin iç kesimlerde de hak iddia etmesiyle birlikte bölgede çıkar çatışmaları başladı.
19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise olaylar farklı bir boyut kazandı. Sömürgecilik yarışına giren Avrupa devletleri 1884-1885 Berlin Konferansı ile kıtayı bölüştüler. Scramble for Africa olarak terminolojik literatüre geçen bu mesele, Türkçe’ ye “Afrika Talanı“ ya da “ Afrika Kapışması/Çekişmesi“ şeklinde çevrilmiştir. Etiyopya ve Liberya ise bu paylaşımın dışında kalmıştır. Afrika Talanı’nda Batı, Kuzey ve Orta Afrika, Fransa’nın işgal ettiği bölgeler olurken; İngiltere, Batı, Doğu ve Orta Afrika bölgelerinin bir kısmında ve kıtanın güney bölgelerinde kolonyal yönetim kurmuştur. Gine-Bissau, Mozambik ve Angola ise Portekiz sömürgesine dönüşmüştür. Eritre, Libya ve Somali’nin bir kısmı İtalya’nın kontrolüne geçmiş; Fas, İspanyol Sahrası ve İspanyol Ginesi İspanya’nın kolonyal yönetim kurduğu bölgeler olmuştur. Belçika Kralı II. Leopold ise Kongo’yu almıştır. Almanya, kıtanın güneybatı ve doğu kısımlarına hâkim olurken Kamerun ile Togoland’i de işgal etmiştir. Fakat Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nda yenilmesiyle Milletler Cemiyeti bu bölgeleri diğer kolonyal devlet arasında taksim etmiştir (Thomson, 2004).
Afrika kıtası kolonyal yönetimle birlikte birçok yönden sömürülmüş hammaddesi kullanılmış ancak gelişimi açısından katkıda bulunulmamış, fakir bırakılmış topraklardır. Avrupalıların köle ticareti Afrika’daki genç nüfusun azalmasına neden oldu. Tarımda da tek tip üretime mecbur bırakılan Afrika ülkeleri tamamen fakirleşti. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru gelinirken Afrika sömürgelerinin çoğu da bağımsızlığını ilan etmişti. Bağımsızlık fikrinin oluşmasında İkinci Dünya Savaşı’nın ideolojik yansımaları ve eğitim gören Afrikalıların ülkelerine özgürlük fikrini taşımış olmaları etkileyici olmuştur.
Kolonyol dönem boyunca hammaddesi ve enerjisi sömürülen Afrika Devletleri özellikle 1945-1997 arasında bağımsızlık mücadeleleri ve kendi kendine yetebilme konusunda sıkıntılar yaşamıştır. Afrika ülkeleri maddi imkânsızlıklar nedeniyle bugün hâlâ enerji girişimlerini yeterli ölçüde yapamamaktadır ve yabancı yatırımcılara ihtiyaç duymaktadır. Bu yatırımcılar son yıllarda Rusya ve Çin olmaktadır. Yabancı yatırımcılar hammadde olarak çıkardıkları petrol ve türevlerini işlenmiş olarak bu ülkelere tekrar satmaktadır. Her ne kadar hükümetler petrolün Afrika sınırları içerisinde işlenmesi taraftarıysa da yatırımcılar bunun masraflı olduğu düşüncesiyle o yönlü olmamıştır. Ayrıca özellikle Çin diğer sosyo-ekonomik yatırımlarıyla da burada bir kültür diplomasisi uygulamaktadır.
Orta Doğu, Dünya petrol piyasasında tartışılmaz bir üstünlüğe sahip olmakla birlikte Afrika petrol güvenliğinde dengeleyici bir unsur olarak gittikçe artan bir önem kazanacaktır. Örneğin, halen ABD’ye petrol ihraç eden en önemli ülkeler arasında yer alan Nijerya ve Angola gibi ülkelerin gelecekte petrol güvenliğini sağlamada daha kritik roller yüklenecekleri beklenmektedir (EIA, 2006).
Afrika’daki doğalgaz rezervleri ise dünyadaki toplam rezervin %8’i civarındadır. Kuzey Afrika’da Cezayir, sahip olduğu rezervlerle göze çarpmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan tahminlere bakıldığında Kuzey Afrika, AB’ye en kötü ihtimal ile 2030 yılında 170 milyar m3, doğalgaz ihraç edecektir. Kuzey Afrika’dan gerçekleşecek olan doğal gaz ihracatı iyimser senaryoya göre ise 200 milyar m3’e ulaşacaktır.
SONUÇ
Zengin doğalgaz ve petrol rezervlerine rağmen Afrika kıtası hâlâ gelişimini tamamlayamamıştır. Bunun nedenlerinin başında ihraç edilen enerji kaynaklarının kıta içerisinde sanayileşme ve altyapı unsurlarında kullanımının bir türlü yeterli ölçüde sağlanamamış olması etkilidir. Kıtanın zenginliklerinin farkında olan dış unsurlar, kalkınmaya öncülükten ziyade bu zenginliklerin ülke dışına ucuz yollarla çıkarılmasını hedef almaktadır. Bugün 1,216 milyar nüfusu olan Afrika kıtasının 600 milyon insanına hâlâ elektrik tedariki sağlanamamıştır. Enerjisiyle birlikte zengin yer altı kaynaklarını da değerlendiremeyen Afrika ülkeleri insani yaşam standartlarının altında hayatını sürdürmeye çalışan birçok insanı barındırmaktadır.
Afrika kıtasının enerjisinin güvenliğinin sağlanması, sahip olduğu enerji kaynaklarını ve madenlerini kıtanın gelişiminde kullanacak yatırımcıların bulunmasına ihtiyaç vardır.
Kaynakça
Cera. (2006). World Economic Forum The New Energy Security Paradigm. Cambridge: Cambridge Energy Research Assosiates.
Çaha, H. AB Enerji Güvenliğinde Kuzey Afrika Ve Asya Ülkelerinin Yeri Ve Önemi. İstanbul.
Dursun, D. Afrika. TDV İslam Ansiklopedisi (s. 418-426). içinde
Ediger, V. Ş. (2007). Enerji Arz Güvenliği Ve Ulusal Güvenlik Arasındaki İlişki. Enerji ARz Güvenliği Sempozyumu. Ankara.
Ediger, V. Ş. (2007). Yeni Yüzyılın Enerji Güvenliğinde Karşılıklı Bağımlılık Bir Zaruret. Enerji Dünyası .
EIA. (2006). International Energy Outlook. Energy Information Administration.
Fatokun, S. A. (2005). Christianity in Africa: a historical appraisal. Verbum Et Ecclesia (s. 357-368). içinde
Hatipoğlu, E. (2019). Enerji Güvenliği. https://trguvenlikportali.com/arastirma-2/guvenlik-yazilari/ .
Karabulut, B. (2016). Enerji Güvenliğine Küresel Ölçekte Bir Bakış. Savunma Bilimleri Dergisi , 31-54.
Karabulut, B. (2015). Küreselleşme Sürecinde Güvenliği Yeniden Düşünmek. Ankara : Barış Kitabevi.
Lacoste, Y. (2008). Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi. Y. Lacoste içinde, Büyük Oyunu Anlamak. İstanbul: NTV Yayınları.
Sevim, C. (2009). Geçmişten Günümüze Enerji Güvenliği Ve Paradigma Değişimleri. Stratejik Araştırmalar Dergisi Sayı 13 , 93-135.
Sevim, C. (2012). Küresel Enerji Jeopolitiği Ve Enerji Güvenliği. Journal Of Yaşar University , 4378-4391.
Thomson, A. (2004). An Introduction to African Politics . Routledge.
Tuğrul, A. (2011). Nuclear Energy in the Energy Expansion of Turkey. Journal of Energy and Power Engineering , 905-910.
Yıldız, F. (2012). Avrupa Birliği Enerji Politikaları Ve Enerji Arz Güvenliği Arayışları. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü .