Orta Doğu’da son kırk yılda yaşanan olaylar ile İran İslam Cumhuriyeti’nin konumunu anlamlandırabilmek ve çeşitli öngörülerde bulunabilmek için İran’daki devrim öncesi ve sonrası durumlar ile siyasi ve askerî bağlamdaki ilişkilerini incelemek gerekmektedir. Kimi yazarlara göre Avrupa, Asya ve Afrika kıtasının köprübaşı niteliğindeki bu ülkenin[1], jeostratejik önemini anlamak için siyasî yapısının gelişimi ve mevcut durumu anlaşılmalıdır. Bu çalışmada İran İslam Cumhuriyeti’ndeki 1979 İslam Devrimi ve sonrasında oluşturulan, Devrim’in yegâne koruyucusu olarak adlandırılan ve İslami anayasa ekseninde teşkil edilen “Devrim Kurumlarının“ statüsü ve bugünkü hâlleri incelenecektir. Bununla birlikte, Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un “Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri“ adlı kitabındaki tezler İran’a uygulanmaya çalışılarak, İran’da olası bir karşı-devrim ihtimali üzerinde durulacaktır.
1. Kısa Tarihçe
Tarih sahnesinde Pers Ahamenî İmparatorluğu ile boy gösteren ilk Pers devleti oldukça geniş bir coğrafyaya hükmetmesine rağmen, ömrü ancak 220 yıl (M.Ö. 550-330) kadar sürmüştür. Ardından gelen Sâsânî (M.S. 226-641) Pers Hanedanlarının hiçbiri bu ilk Pers İmparatorluğu kadar geniş topraklara hükmedememiştir. Sâsânî Hanedanlarının Arap istilaları ile yıkılmaları üzerine tekrar güçlü ve üniter bir Pers devletinin kurulması için bin yıl kadar beklenmiş, 1501’de Safevî İmparatorluğu kurulmuştur. Şah İsmail’in kurduğu Safevî devleti, bazı yazarlara göre bir tarikatın devletleşmesidir, zira Şiilik ilk defa İran’ın resmî mezhebi olarak kabul edilmiştir.[2]
Şah 1. Abbas döneminde (1558-1629) bu imparatorluk, Basra Körfezi’nin her iki kıyısına, Mezopotamya’ya, Kafkasya’ya, Orta Asya’nın güney kısmına ve Afganistan’a egemen olarak zirvesine erişmiştir. Sonrasında Safevî İmparatorluğu gücü azalarak dağılma sürecine girmişse de Safevî ordusundaki eski bir subay Nâdir Kulu Mirza (1688-1747) ülkeyi kısa bir süreliğine de olsa birleştirmiş ve eski gücüne yakın bir güce kavuşturmuştur. Ancak bu uzun sürmemiş, 1794’te Kaçar Hanedanlığı İran’a hükmetmeye başlamıştır. Bu hanedanlık da 1925’te Pehlevî Hanedanı’nın iktidara gelmesiyle son bulmuştur. 2. Dünya Savaşı sırasında Rıza Şah tahttan el çektirilmiş[3], sonrasında da İran’ın son şahı Rıza Şah’ın oğlu Muhammed Rıza Şah (1953-1979) başa geçmiştir.[4]
İran’ın geçirdiği devrimleri, bu devrimlerin sadece İran’ı değil bütün bölgeyi etkileyen bir İslam Devrimi ile son bulmasını ve mezkûr İslam Devrimi’ni kırk yıldan fazladır korumakta olan kurumları incelemeden önce İran’ın jeopolitik konumuna bakılmalıdır. Orta Doğu ile Asya arasında bir köprü görevi gören ve on beş kadar ülkeyle sınırdaş olan İran’ın mevcut sınırları, bölgedeki diğer ülkeler gibi son yüzyılda küresel güçler tarafından topraklarının bölüştürülmesiyle oluşturulmamıştır. En açık örneği ise; hâlihazırdaki Türkiye-İran sınırının, 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile belirlenmiş ve dört yüz yıla yakın süredir hâlâ büyük ölçüde aynı kalmış olmasıdır.[5]
Meşrutiyet Devrimi veya Anayasa Devrimi olarak da bilinen İran’ın 21. yüzyıldaki ilk devrimi 1905-1911 yılları arasında gerçekleşmiştir.[6] Meşrutiyet Devrimi’nin İran için önemi, İran’da daha önce oluşturulmayan bir parlamentonun oluşturulması ve anayasasının hazırlanmasıdır. 1925’te Rıza Han’ın iktidarı ele geçirmesini müteakip kendini “Şah“ ilan etmesi ve 1979 İslam Devrimi’nin yanı sıra diğer bir önemli bir gelişme 1953 yılında yaşanmıştır. 1951 yılında Dr. Muhammed Musaddık, demokratik olarak iktidara gelmiş ve bir yıl gibi kısa bir sürede İran’ın petrollerinin İran halkına ait olduğunu ileri sürerek petrolü millîleştirmiştir. Musaddık’ın diğer bir cüretkâr hamlesi de Şah’ın yaptıklarından dolayı açıkça kendisini eleştiren ilk başbakan olmasıdır.[7] 1933’te yapılan hisse payı anlaşmasına göre, İran-İngiliz ortaklığında kurulan Anglo-Iranian Oil Company’den gelen petrol gelirlerinin sadece %20[8] gibi düşük bir kısmı İran halkına kalıyorken, Musaddık petrolü millîleştirmiş ve tüm geliri İran halkına vermiştir. Ancak bu gelişmelerden en çok Birleşik Krallık etkilenmiştir. Çünkü 1953’te Birleşik Krallık donanması için gereken petrolün %85 gibi büyük bir kısmı İran’dan sağlanmaktadır.[9] İran tarafından petrolün millîleştirilmesinin Irak ve Endonezya gibi ülkelerde de aynı duruma yol açabilme ihtimalinden rahatsız olan Birleşik Krallık, durumu Milletlerarası Adalet Divanı’na taşımış[10]; ayrıca İran’a gözdağı vermek için de İran kara sularına bir kruvazör ile bir miktar asker göndermiştir. Ancak; 1921 Sovyet-İran Anlaşması’na göre uyuşmazlığa Sovyetlerin de dâhil olma ihtimalini göze alamadığından çok daha ileri gidememiştir. Birleşik Krallık ve ABD - daha sonra ABD’nin de kabul ettiği üzere[11] - Ajax[12] isimli bir operasyon düzenleyerek ABD’nin Merkezî İstihbarat Teşkilatı CIA (Central Intelligence Agency) liderliğindeki istikrarsızlaştırma kampanyasının ardından bir hükümet darbesi ile Musaddık’ın görevden alınmasını sağlamıştır. Bu gelişmeler sonrasında 1954’te imzalanan anlaşmaya göre petrol işletmesi için oluşturulan konsorsiyumda Anglo-Iranian şirketinin hissesi %40, Hollanda’ya ait Royal Dutch Shell şirketi %14, Fransız petrol şirketi %6, geriye kalan beş Amerikan şirketinin her biri de %8’er hisseye sahip olmuş ve İran petrolleri bu şirketler tarafından ortaklaşa işletilmiştir.[13]
1.2. Rıza Şah ve Oğlu Muhammed Rıza Pehlevî
Rıza Pehlevî 1925’te Pehlevî dönemini başlatmış ve İran’ın monarşist yöneticisi olmuştur. 1941’de tahttan el çektirilmesine kadar geçen on altı yıllık sürede çok fazla devrim yapmış ve ülkesini Batı eksenine kaydırmaya çalışmıştır. 1936-1941 yılları arasında kadınlara kara çarşafı yasaklamış, kadın ve erkeklere yeni kıyafet düzenlemesi getirmiştir. Ayrıca bir diğer önemli devrim, Rıza Şah’ın medrese eğitimini ortadan kaldırıp modern okulların kurulmasını sağlamasıdır. Ancak gerek bu kara çarşaf reformu gerekse de medreselerin kaldırılması reformu dinî çevrelerce sert protestolarla karşılanmıştır.[14] Nitekim 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ve İran’ın bu savaşta tarafsız olacağını açıklamasının ardından İngiliz ve Sovyet güçleri İran’ı işgal etmiştir. Rıza Şah’ın, oğlu Muhammed Rıza Şah lehine tahttan feragat etmesi sağlanmıştır.
Muhammed Rıza Şah’ın hükümdar olmasıyla birlikte, babasının yaptığı reform hareketleri yerini hükümdarın yetkilerini güçlendirecek daha otoriter reformlara bırakmıştır. Otoriter reformlar bakımından göze çarpan en önemli iki reformdan birincisi; 1957’de CIA desteğiyle birlikte gizli polis örgütü SAVAK’ın (Sazeman-e Ettelaat va Amniyat-e Keshvar, Millî İstihbarat ve Devlet Güvenlik Örgütü) kurulmasıdır. SAVAK’ın muhalif İran vatandaşlarına uyguladığı baskı ve işkence, Nazi Almanya’sının Gestaposu ile karşılaştırılacak düzeye ulaşmıştır.[15] Reformlardan bir diğeri ve daha büyük ölçekte halk arasında kargaşaya sebep olanı ise 1963’te - yine ABD desteğiyle - “Beyaz Devrim“ adı verilen bir ulusal kalkınma programının devreye sokulmasıdır. Beyaz Devrim’in getirdiği göze çarpan yeniliklerden birkaçı devletleştirilen arazilerin parçalanarak köylüye dağıtılması, işletme kazançlarının %20’sinin işçilere dağıtılması ve kadınlara oy hakkının verilmesidir.
Beyaz Devrim’e en büyük muhalefet din adamlarından gelmiştir.[16] O zamana kadar pek tanınmayan din adamı İmâm Rûhullah Mûsevî Humeynî (1902-1989), 1963’te rejime ve rejimin İsrail ile olan ilişkilerine karşı verdiği bir vaaz ile muhalefet hareketinin başına geçmiş ve elli dört günlük bir kampanyanın ardından diğer ulemâ ve onların öğrencileri, Şah’ın Beyaz Devrim ile getirdiği yasa tasarısını geri çekmek için rejimi zorlamıştır. Bu durum, Şah’ın hüküm sürdüğü dönem içerisinde ulemânın gücünün ilk defa halk içerisinde karşılığının görülmesine örnektir.[17] Humeynî, bir süre sonra Rejim’i eleştirdiği diğer vaazları nedeniyle tutuklanarak Türkiye’ye sınır dışı edilmiştir.[18] Bursa’da on bir aylık ikametten sonra Irak’a geçmiş ve 1978 yılına kadar orada yaşamıştır.[19]
Her ne kadar 1963’te kadınlara da oy hakkının tanınması gibi demokratik bir atılım söz konusu olmuşsa da Şah 1975’te diğer bütün demokratik partileri kapatmış ve tek parti sistemini dayatmıştır. Ardından Şah 1976’da silah alımlarının finansmanını teminat altına almak istediği için petrol fiyatlarını %20 ile %25 arasında artırmaya çalışmıştır. ABD ise bu artışın ekonomisine vereceği zararı anlamış ve İran yerine fiyatta artış yapmayan Suudi Arabistan ile anlaşmıştır. Bunun üzerine İran’ın petrol ihracatındaki fiyatlar düşmüş ve ülke, 1977 Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries) petrol krizi ile birlikte bir ekonomik krizin içine girmiştir.[20]
Carter’in ABD’de başkan seçilmesi ve ajandasında insan haklarına geniş ölçüde yer vermesi[21], SAVAK aracılığıyla gizli tutuklamalar ve işkenceler ile insan haklarını hiçe sayan Şah’ın durumunu sadece uluslararası platformda değil ulusal düzeyde de zedelemiştir. SAVAK, İran halkına karşı o kadar acımasızdır ki, Muhammed Rıza Şah’ın otuz yedi yıllık iktidarı döneminde yarım milyondan fazla İranlının geçici olarak ya da uzun süreli tutuklandığı bilinmektedir. Rejim’in bu etkenlerden ötürü zayıflamasıyla muhalefet daha da destek bulmaya başlamıştır. Nitekim devam eden yanlış politikalara Şah’ın kötüleşen sağlık durumu da eklendiğinde Rejim’i süpürecek kriz artık başlamıştır.
1977’de Humeynî’nin akıl hocası ve aynı zamanda Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde doktora yapmış olan Âyetullah Ali Şerîatmedârî’nin (1904-1986) ve Humeynî’nin büyük oğlunun ölmesi din çevrelerinde büyük kargaşaya yol açmıştır. Zira Ali Şerîatmedârî, “Öze Dönüş“ teorisini ortaya atarak geleneksel Fars milliyetçiliğini ciddi şekilde etkileyen ve din ile özdeşleşen kültürel kimliğe geri dönmenin emperyalizmle mücadelenin anahtarı olduğunu vurgulayan kişi olmuştur.[22] Bu kişilerin ölümü, demokratlar, liberaller, sol hareketler ve Humeynî taraftarlarının oluşturduğu muhalefet kanadında Humeynî taraftarlarının daha da baskın olmasının önünü açmıştır.
1.3. İslam Devrimi
Şah’ın 16 Ocak 1979’da maiyetindekilerle beraber ülkeden kaçması sonrası, 1 Şubat 1979’da Humeynî bir Air France uçağı ile Paris’ten ülkesine dönmüş ve üç milyon kişi tarafından karşılanmıştır. Artık İran’da Şah rejimi devrilmiş ve Humeynî tek lider olarak ortaya çıkmıştır. Sonrasında ise Ekim 1979’da Şah, kanser tedavisi görmek için ABD’ye sığınmıştır. Şah’ın ABD’ye sığınması üzerine İran halkı çok öfkelenmiştir. Şah’ın İran’a iade edilip Devrim Mahkemelerinde yargılanmasını isteyen öfkeli bir grup öğrenci 4 Kasım 1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliğini basmış ve 66 büyükelçilik personelini 444 gün boyunca rehin tutmuştur.[23]
Bu hadise, İran’ın uluslararası alanda da yalnız kalmasına ve itibarının zarar görmesine sebep olmuştur. Bu durum ülke içerisinde öyle ciddi karışıklığa ve anlaşmazlıklara neden olmuştur ki Devrim’de büyük rol oynayan ve ardından Başbakan olan Mehdî Bâzergân’ın geçici hükümeti Humeynî ile rehineler konusunda anlaşmazlığa düşmüş ve istifa etmiştir. 30-31 Mart 1979’da yapılan bir referandumda halkın %99 oyu ile monarşiye son verilmiş ve İran İslam Cumhuriyeti ilan edilmiştir.[24] 3 Aralık 1979’da ise İran’ın şu anki anayasası referandum ile kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir.
22 Eylül 1980’de uluslararası yaptırımları ve ambargoları fırsat bilen Saddam Hüseyin, Şah ile 1975’te imzaladığı Cezayir Anlaşması’nı bir kenara koyarak Şattülarap üzerindeki anlaşmazlığı ileri sürmüş ve İran’a saldırmıştır.[25] 20. yüzyılın en uzun süren ve beş yüz bine yakın[26] insanın hayatını kaybetmesine neden olacak İran-Irak savaşı böylece başlamıştır. İran ordusunun devrimden dolayı güçsüz olduğunu düşünen Saddam Hüseyin kimyasal silah kullanmak yolunu deneyecek kadar ileri gitmiş olsa da[27] istediği işgal politikalarını gerçekleştirememiştir. Taraflar, 1988’de imzalanan barış antlaşmasına göre savaş öncesi sınırlara dönmeyi kabul etmişlerdir.
Savaş sebebiyle ekonomik bakımdan çok zarar görmüş olsa da politik açıdan savaş, İran rejimini daha da güçlendirmiştir.[28] Genç İslam Cumhuriyeti için bu savaş kutsal bir nitelik kazanmıştır.[29] Bu sayede İran toplumunun seferber olması sağlanmış ve İslamlaşması hızlandırılmıştır.[30] Bu süreç sonunda sol partiler küçülmüş ve nihayet bütün siyasî partiler tamamen yok olmuştur.[31]
Ayrıca sadece siyasî partiler Rejim tarafından bastırılmamış, Kum şehrinden gelen diğer mollalar da nasibini almıştır. Bunun en açık örneği; 1963’te Şah ile Humeynî için arabuluculuk yapmış ve muhtemelen o zaman Humeynî’nin hayatını kurtarmış olan Âyetullah Muhammed Kâzım Şeriatmedarî’ye Humeynî tarafından 1982’de el çektirilmiş ve ömrünün kalanı boyunca ev hapsine mahkûm edilmiştir.
Ancak her ne kadar Rejim karşıtı partiler bastırılmaya çalışılsa da 1981, Rejim’e karşı birçok suikastın gerçekleştiği bir yıl olmuştur. Rejimin siyasî ayağı olan İslam Cumhuriyet Partisi (Hizbi Cumhuri İslami) Genel Sekreteri Muhammed Behesti ve 1981’de seçilmiş İran’ın İkinci Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recai suikastları bunlardan sadece birkaçıdır. Bu suikastlar ve bombalama olayları siyasî havanın kamuoyu nezdinde Humeynî’ye kaymasına sebep olmuştur.
Hem bu iç karışıklıklar hem de savaş durumunun aciliyeti bahane edilerek daha otoriter olan devlet tarafından topluma büyük bir İslami kemer sıkma politikası dayatılmıştır. Bunun en önemli örneği; savaş sonrasındaki 1989 anayasa değişikliği ile Yüce Lider’e (Velâyet-i Fakih) sadece barış zamanında değil aynı zamanda savaş zamanında da başkomutanlık yetkisinin verilmesidir. Bu değişiklikle aynı zamanda Yüce Rehber anlamına gelen “Velâyet-i Fakih“ unvanına ekleme yapılmış ve “İslam Hukuk Bilgininin Mutlak Vesayeti“ anlamına gelen “Velâyet-i Fakihi Mutlaki“ kavramı ortaya çıkmıştır. Buna göre, Yüce Rehber istediği her şeyi yapabilecek duruma gelmiştir.
1.3.1. İran Kültür Devrimi
Mao Zedong’un gerçekleştirdiği Çin Kültür Devrimi’nden de etkilendiği düşünülen[32] İran Kültür Devrimi, Humeynî’nin Haziran 1980’de yayımladığı bir kararname ile hayata geçirilmeye başlamıştır. Bu Kültür Devrimi ile ilkokullardan üniversitelere kadar çok geniş çaplı “saflaştırma“ hareketlerine girişilmiştir. Mao Zedong’un Kültür Devrimi’nden daha kansız gerçekleşmiş olsa da akademisyenlerin ve entelektüellerin korkutulması konusunda Çin Kültür Devrimi’ne benzemektedir. Humeynî’nin atadığı Kültür Devrimi Yüce Konseyi’ne yine Humeyni tarafından, üniversitelerdeki İslami olmayan tüm unsurların temizlenmesi emredilmiştir. Kültür Devrimi’nin son noktası ise sistematik olarak temizlemek için üniversitelerin 4 Haziran 1980 tarihinde ülke çapında kapatılmasıdır. BU kurumlar üç yıl boyunca kapalı tutularak temizlenmenin çoğu yapılmıştır.
1.4. İslam Devrimi’nin Getirdiği Kurumlar
Çalışmada, buraya kadar İran’daki devrim öncesi durum ve İslam Devrimi açıklanmış, Humeynî ve çevresinin Şubat 1979’dan itibaren gücü ele geçirmesi incelenmiştir. Bundan sonraki bölümde ise Humeynî ve çevresinin ele geçirdiği gerek siyasî gerek ekonomik gücün kaybedilmemesi için İran’da hayata geçirilen kurumlar incelenecektir.
1.4.1. Kurucu Meclis (Uzmanlar Meclisi)
İslam Cumhuriyeti’nin Devrim ile beraber gelen kurumlarını incelenmeden önce bu anayasayı hazırlayan ve hayata geçiren meclisin yapısı incelenmelidir. Yeni anayasayı hazırlamak için gerekli olan kurucu meclis, tamamen tüm İran halkını kapsayacak şekilde teşekkül ettirilmemiş, bunun yerine ruhban sınıfı mensupları ve onların yakınlarından oluşan bir uzman meclisi olarak kurulmuştur. “Uzmanlar Meclisi“ olarak adlandırılan kurucu meclisteki yetmiş üç koltuğun altmışı Humeynî ve yandaşları tarafından doldurulmuştur.[33] Neticede bu meclisin üyeleri halk içindeki temsilcilik özelliklerine göre değil, fıkıh “uzmanlıklarına“ göre seçilmişlerdir.
1.4.2 Yüce Rehber (Velâyet-i Fakih)
Humeynî’nin makamın ilk sahibi olduğu, Velâyeti Fakih, “İslam Hukuk Bilgininin Otoritesi“, Devrim’in getirdiği ve şu an İran İslam Cumhuriyeti’ndeki yetkiyle donatılmış en önemli vesayet kurumudur. Yüce Rehber’in “devletin başı“ olarak nitelendirilmesi yanlış olmaz. İran İslam Cumhuriyeti’nde, Cumhurbaşkanı genel seçimle ve dört yıllık süre için seçilirken, Yüce Rehber ise Uzmanlar Meclisi tarafından seçilerek ömür boyu görevde kalmaktadır.[34] Yüce Rehber, Cumhurbaşkanı’nın göreve gelmesini onaylamakta, Meclis ise belirli çoğunlukla Cumhurbaşkanını görevden alabilmektedir.
Ayrıca Yüce Rehber, silahlı kuvvetlerin ve bütün güvenlik güçlerinin komutanıdır. Radyo ve televizyon sorumlularının atamasını da o yapmaktadır.[35] Velâyet-i Fakih için hiçbir kanunî sınırlama yoktur, her türlü dış siyaset kararını alıp uygulayabilmektedir.[36] Anayasa açıkça yasama, yürütme ve yargının dahi Velâyet-i Fakih makamı görüşü altında görev yaptığını vurgulamaktadır.[37]
Sadece siyasî anlamda değil dinî anlamda da çok büyük yetkilere sahip olan bu makam, Peygamberler ve Şiilikteki imamlara özgü “velâyete“ (mutlak otoriteye) sahiptir. Zira Şiilikte fakihler dinin ahkâmı konusunda fetva verebilme yetkisine sahiptirler. Yüce Rehber bu yetkinin vücut bulduğu en üst makamdır. 1979’da getirilen bu makam ile öncesinde tüm fukahanın müştereken sorumluluğu imamlarda iken, velâyet-i fakih işleyişinde tek bir fakih seçilmekte ve tüm ümmetin sorumluluğu veliy-i fakih’e verilmektedir.[38]
Vakıflar (bonyad) İran ekonomisinin %40’ını oluşturmaktadır. Bu kuruluşlar tahmin edilebileceği üzere ekonomik hayatta önemli yer tutmaktadır. Ekonomik çalışmaları Sayıştay’ın denetimi dışında olan bu kurumların büyük çoğunluğu direkt Yüce Rehber’e bağlıdır.
1.4.3. Cumhurbaşkanlığı
Yüce Rehberlik’ten sonra Cumhurbaşkanlığı ülkenin en yüksek makamıdır. Dört yıllığına seçilen Cumhurbaşkanı iki defadan fazla seçilememektedir.[39] Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından tespit edilen adaylar siyasî ve dinî kimliği ile tanınmış kişiler içinden olmalıdır.
Her ne kadar Yüce Rehber’den sonra gelen bir makam olsa da atanmış Yüce Rehber ve seçilmiş Cumhurbaşkanı farklı siyasî programlar benimseyemezler. Aralarında bir görüş ayrılığı olması durumunda Cumhurbaşkanı etkisizleştirilir veya tasfiye edilir.[40] Bunun ilk örneği, İlk Cumhurbaşkanı Abdulhasan Beni-Sadr’da görülmektedir. İran-Irak savaşı sırasında Humeynî ve din adamları ile ayrılığa düşen Beni-Sadr daha sonra görevden alınmış, Cumhurbaşkanlığı Sarayı Devrim Muhafızları tarafından kuşatılmış ve yakınları gözaltına alınmıştır, sonrasında kendisi Fransa’ya kaçmıştır.
Rehber-Cumhurbaşkanı anlaşmazlığının diğer ve daha güncel örneği 1997-2005 arasında Cumhurbaşkanlığı yapan Seyyid Muhammed Hatemî’de görülmüştür. Kendisi azledilmemiş ancak reform projeleri başarısızlığa uğramıştır, çünkü bu reformist projeler, Yüce Rehber Hamaney tarafından kabul görmemiştir. Zira Yüce Rehber Ayetullah Ali Hamaney, kendileri için tehdit olarak görülebilecek reformları önlemek amacıyla Anayasa Koruyucular Konseyi ve Devrim Muhafızlarını arkasına alarak Hatemî’nin önünü kesmiştir.[41]
1.4.4. İslami Danışma Meclisi (Islamic Consultative Assembly)
Hâlihazırda iki yüz doksan üyeden oluşan Meclis, kanun yapma yetkisine sahip olsa da bu kanunların, sistemin genel çizgisinin dışına çıkması mümkün değildir. Zira ülkenin tümünü kapsayacak durumlar ile ilgili kanun yapan Meclis’in kararları Anayasa Koruyucular Konseyi tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girebilmektedir.
1.4.5 Anayasa Koruyucular Konseyi (Guardian Council)
Bir denetleme kurulu olarak tanımlanan Anayasa Koruyucular Konseyi, İran siyasal sistemine Meşrutiyet (1906-11) Anayasası ile birlikte girmiştir[42]. Cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarını denetleyen on iki kişilik bu komitenin üyelerinin yarısını Yüce Rehber atamaktadır, diğer yarısı da yargı kurumlarının önerisiyle parlamento tarafından seçilmektedir.[43] Bu komite ayrıca Meclis’in çıkardığı kanunların Şer-i kanunlara uygunluğunu da denetlemektedir. Konsey ile parlamento anlaşmazlığa düşerse, otuz bir üyesini de Yüce Rehber’in atadığı Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi son kararı vermektedir.
Atanmışlardan oluşan Anayasa Koruyucular Konseyi’nin, seçilmişlerden oluşan Meclis’in üstündeki vesayet o denli yoğundur ki, Konsey oluşmadan Meclis’in oluşum hakkı yoktur. Meclis’in yasallığı bu konseyin oluşmasına bağlıdır. Konsey ayrıca kazanılmış bir seçimi iptal etme hakkını da elinde bulundurmaktadır.
1.4.6. Millî Güvenlik Yüksek Konseyi
Kuruluş amacı; İslam Devrimi’ni korumak, millî menfaatleri temin etmek, ülkenin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini sağlamak olarak tanımlanmıştır. Millî Güvenlik Yüksek Konseyi İran’ın en üst güvenlik, savunma ve istihbarat makamı sayılmaktadır. Üyeleri, Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetler Komutanları, Yüce Rehber’in iki temsilcisi, Devrim Muhafızları Komutanı, Dışişleri, İçişleri ve İstihbarat Bakanları bu kurumun üyeleridir.
Bu konseyin kararları ancak Yüce Rehber tarafından onaylandığında yürürlüğe girebmektedir.
1.4.7. Devrim Muhafızları
Âyetullah Humeynî tarafından 1979’da kurulan ve bugün sayıları yüz yirmi beş bin kişiyi aşan Devrim Muhafızlarının anayasal görevi, “devrimi ve sonuçlarını korumaktır“. Gerçek bir ordu olan devrim muhafızlarının kara, deniz ve hava kuvvetleri dışında kendi istihbarat servisleri de vardır.[44]
Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı sırasında ülkenin daha da otoriterizme kaydığı görülmüş; bu süreçte iktidar, Devrim Muhafızları ve Basici denen yarı-askerî milislerle gücünü daha da pekiştirmiştir. Mezkûr savaşta görev almış kişiler siyasî ve ekonomik nüfuz ağları sayesinde kısa zamanda devlet aygıtı içinde temel bir rol oynamaya başlamışlardır.[45] Bunun en öne çıkan örneği 3 Ocak 2020’de suikasta uğrayıp öldürülen Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymanî’dir. Süleymanî, İran-Irak savaşında gösterdiği başarı sayesinde tanınmış ve üst basamaklara yükselmiştir. Diğer bir örneği ise 2013’te Cumhurbaşkanı olan Hasan Ruhanî’dir. Ruhanî, İran-Irak savaşı sırasında hassas görevlerde bulunmuş ve daha sonrasında Rehber’in denetimi altında olan millî güvenlik ile ilgili makamlarda görev yapmıştır.[46]
1.4.8. Devrim Mahkemeleri
Devrim Mahkemeleri, Devrim’in üzerinden kırk yıldan fazla süre geçmiş olmasına rağmen diğer mahkemelere paralel olarak çalışmaya devam etmektedir. Anayasal olarak sadece ulusal güvenliğe, İslam Cumhuriyeti’ne ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi belirli suçlara[47] baksa da Devrim Mahkemeleri, uzaktan yakından Rejim’in siyasetini ve güvenliğini ilgilendiren her konu ile meşgul olmaktadır. Ayrıca Devrim Mahkemeleri kararları kesindir ve temyiz edilememektedir.
Şah’ın gerek uluslararası gerek ulusal alanda çöküşünü hızlandıran önemli bir hususun insan hakları olduğu düşünülürse bu durum devam ettirilmiştir. İslam Devrimi ile birlikte kurulan Devrim Mahkemelerinin ilk dönemlerinde duruşmalar gizli tutulmuş ve yargılamaların birkaç dakika sürdüğü olmuştur. Bu mahkemeler, Devrim’in ilk yıllarında eski rejime yakın şahsiyetlerin derhal idamına karar vermiştir.
Ayrıca Yüce Rehber’in vesayeti mahkemeler ve yargı organlarında da devam etmektedir. Öyle ki Anayasa mahkemesi başkanını ve başsavcıyı atamaya yetkili olan yargının başını, Yüce Rehber atamaktadır.
1.5. Sonuç, Ulusların Düşüşü Tezi ve İran’da Olası Bir Karşı-Devrimin İncelenmesi
İran’ın her geçen gün kötüleşen ekonomisi, insan hakları karnesi ve bunların getirdiği halk hoşnutsuzluğu göz önüne alınmadan önce İran’ın Humeynî’nin ölümü sonrasında görev alan Cumhurbaşkanlarının incelenmesi gerekmektedir. Akademisyenler tarafından; gerek AB ile ilişkiler kurup ikili siyasî ilişkileri geliştiren “Pragmatist“ Cumhurbaşkanı Ali Ekber Hâşimî Rafsancânî (1989-1997) ve sonrasında gelen “Reformist“ Cumhurbaşkanı Hatemî[48] (1997-2005) sonrasında muhafazakâr kanatın temsilcisi olarak Mahmud Ahmedinejad’ın seçilmesi hiç şüphesiz bir rastlantı değildir. Bu durum, İran’da muhafazakâr molla sınıfının hâlâ aktif ve etkin olduğunun göstergesi olmuştur. Gerek iç politikada gerekse dış politikada İran, Ahmedinejad döneminde saldırganlığı ve krizi tırmandırmayı en etkili caydırıcı faktör olarak görmüştür.[49] Nitekim muhafazakâr kanadın hâlâ etkin ve aktif olduğu, protestocuların giydiği yeşil renkten ötürü “Yeşil Hareket“ olarak adlandırılan halk ayaklanmasında anlaşılmıştır.[50]
Yeşil Hareket, Devrim sonrası otuz yıl boyunca İran’da gerçekleşen en geniş çaplı protesto hareketidir[51]. Yeşil Hareket; 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakâr Ahmedinejad’a karşısında reformist Mir Hüseyin Musevî destekçilerinin, Ahmedinejad’ın kazanmasının şaibeli olduğu gerekçesiyle sokaklara dökülmesi olayıdır. Yüce Rehber Ali Hamaney’in dahi Ahmedinejad’ın seçilmesini desteklemesi, halkta büyük tepkilere yol açmış olsa da muhafazakâr ruhban sınıfının nasıl hâlâ İran’da etkin olduğunun en açık kanıtıdır. Devrim Muhafızları ve Basici milisleri ile kanlı şekilde bastırılan bu ayaklanma, İran gibi halkını bu denli kontrol eden bir ülkede vatandaşların ne kadar organize bir şekilde rahatsızlıklarını dile getirebileceğinin de bir göstergesi olmuştur.
Sırasıyla Massachusetts Institute of Technology’de ve Harvard Üniversitesi’nde ekonomi alanında öğretim üyeliği yapan Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un “Ulusların Düşüşü“ adlı kitabında açıkladığı üzere, iki tür ekonomik kurum vardır; kapsayıcı ve sömürücü ekonomik kurumlar.
Kapsayıcı ekonomik kurumlar, toplumun sadece iktidara yakın kısmının değil büyük kesiminin mülkiyet haklarını güvence altına alan, gelir dağılımı ve vergi oranları adaletli dağıtılan kurumlardır.[52] Sömürücü ekonomik kurumlarda ise hakları güvence altına alınan iktidara yakın bir grup toplumun kalan kısmını sömürerek görevde kalmaktadır ve iktidar bu bir avuç insanın tekelindedir.[53]
İran’ın yakın siyasî tarihi incelendiğinde; 1924 yılından itibaren 1979 yılında Şah devrilinceye kadar geçen sürede sadece Şah ve Şah’a yakın kesimin büyük menfaat elde ettiği ve demokratik değerlere saygı duyulmayıp tek partiye izin verildiği için sömürücü ekonomik kurumların hâkim olduğu görülmektedir. 1979’da İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması ve sonrasında ülke içerisinde özel sektörün sadece %20’lik bir paya sahip olması, Devrim Muhafızları ve diğer ruhban sınıfının ülkenin zenginliğinden büyük pay alması ile birlikte insan hakları karnesinin Şah zamanındaki gibi kötü düzeyde kalması, İran’da hâlen sömürücü ekonomik kurumların varlığının göstergeleridir.
Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un bu ekonomik kurumlar tasnifi sonrası bir diğer analizleri ise sömürücü ekonomik kurumların uzun süre dayanamayacak olmalarıdır. [54] Bu teze göre, ülkenin zenginliğinin sadece belirli bir kesimde toplanmış olması, ekonominin ve demokrasinin ülke içerisinde çok daha kötüye gitmesine ve halkın büyük çoğunluğunun huzursuzluğuna sebep olmaktadır. Bilindiği üzere sosyal bilimler, laboratuvardan çıkarcasına kesin sonuçlara ulaşmamaktadır. Ayrıca, Ulusların Düşüşü kitabındaki tezde özel olarak Çin ve SSCB incelenmiştir ancak İran incelenmemiştir. Bu çalışmada varılan sonuç, İran, SSCB ve Çin’in ekonomik ve siyasi yapılarından ve demokrasiye bakış açılarının benzerliklerinden elde edilmiştir. Ulusların Düşüşü tezi eğer pratikte uygulanacak olursa sömürücü ekonomik kurumların hâkim olduğu Çin ve İran’ın mevcut düzenleri uzun sürmeyecektir ki bunun en büyük kanıtı 1970’li yıllarda ekonomistlerin araştırmaları sonucunda 2000’li yıllarda dünyanın en iyi ekonomisine sahip olması beklenen bir diğer sömürücü ekonomik kurumların hâkim olduğu SSCB’dir.[55] Oysa SSCB, hakkındaki bütün olumlu öngörülere rağmen 1991’de dağılmıştır. Zira sömürücü ekonomik kurumların en çok gün yüzüne çıktığı SSCB’de gelirin büyük çoğunluğu Komünist Parti elitlerindeydi ve insan haklarındaki sıralaması ise hiç iç açıcı değildi. Ayrıca Çin’de Komünist Parti dışında muhalefete izin verilmemesi ve aynen SSCB’de olduğu gibi Komünist Parti elitlerinin ekonominin büyük bir kısmını yönetiyor olması, Ulusların Düşüşü’nde öne sürülen teze göre hâlihazırda sömürücü ekonomik kurumların Çin’de hüküm sürdüğünü göstermektedir. [56]
Daha önce de vurgulandığı gibi, bu çalışmada üzerinde durulacak tartışma konusu ise İran’daki ve Çin’deki sömürücü kurumların benzerlikleridir; Çin’deki Komünist Parti elitlerinin ekonomiyi yönetmesi ve muhalefete izin verdirilmemesinin aynen İran’daki Mollaların ekonomiyi yönetmesi, büyük bir pay alması ve -Yeşil Hareket sırasında da görüldüğü üzere- bu mollalara karşı siyasetin yapılamaması söz konusu iki ülke arasındaki öne çıkan benzerliklerdir.
Teze göre, sömürücü ekonomik kurumlara sahip ülkelerin akıbetlerinin analizleri sonrası, bu tezin, sömürücü ekonomik kurumların hüküm sürdüğü İran’a uygulanması ilk iki ülkeye olan benzerliklerle birlikte incelenmiştir ve söz konusu tezin günlük hayata uyumu tartışıldığında ise İran’da sömürücü ekonomik kurumlar olduğu ve bu kurumlar nedeniyle kötüleşen ekonomi ile halk içerisinde zaman zaman Yeşil Hareket ve 2019 olayları gibi olaylara sebep olduğu da doğrudur. Ancak Ulusların Düşüşü tezi birçok ülke genelinde yayınlanmış ve birçok ülkeye uyumlu şekilde ortaya koyulmuş olunsa da İran’ın mevcut gerçekliği SSCB benzeri bir dağılma/hükümet değişikliğine izin vermemektedir. Zira üstlerde de açıklandığı üzere devrim sonrası devrimi korumak için ihdas edilen makamlar yeri geldiğinde kuvvet kullanarak halkı bastırabilmiştir. Ayrıca 84 milyon nüfuslu İran’da on iki milyon Besic adı verilen gizli yarı-milis gruplar olduğu söylenmektedir.[57] Bu guruplar bazen olası karşı devrim hareketlerine sızarak bu hareketlerin engellenmesini sağlamaktadır. Ayrıca, son beş yılda İran Riyal’i büyük oranda değer kaybetmiştir ki halk bu fakirleşmeden huzursuz olmaktadır.[58] Siyasal sistem görünürde birçok demokratik unsuru (Parlamento, seçimler vb.) içinde barındırsa da özü itibari ile Velâyet-i Fakih kurumu ekseninde idame ettirilmektedir. 1979 sonrası hayata geçmiş söz konusu kurumlar sayesinde İran’da bir karşı devrimin gerçekleşmeyeceği, öyle bir ihtimal kabul edilse dahi olayın yakın tarihte vuku bulamayacaktır. Yakın tarihte olmayacağı düşüncesine beni iten bir başka unsur İran’ın demografik yapısıdır. Zira buna göre İran’da 2000 yılı sonrası doğan yirmi yaş ve altı kuşak İran’ın dünyaya entegre edilmeyip uluslararası sistemden dışlanmasının acısını en çok hissedenler arasındadır.[59] Getirilen internet ve sosyal medya kısıtlamaları bu kuşağın gözünde kendilerini dünyadaki yaşıtlarından çok daha geriye düşürmektedir.[60] Bu nedenle bu kuşak biraz daha yaşlandığında karşı devrim tehlikesi göz önüne alınabilir. Şu anda dahi İran’ın yaş ortalaması 30,3’tür ki bu 84 milyon nüfusa sahip İran’daki genç nüfusun miktarı hakkında bize bilgi vermektedir.[61] Karşı devrim olasılığında etkili olan diğer paradigmalar, Şah’ın halka çektirdikleri zulme birebir şahit olmamaları ve İran İslâm Cumhuriyeti’nin yönetim yapısı dışında bir yönetim tecrübe etmemeleridir. Ancak şu anki demografik yapı ve nüfusu oluşturan büyük bir kısım, Şahın demokratik olmayan yönetimini görmüş ve hatta buna maruz kalmış kişiler veya bu kişilerin çocukları olmaktadır. Zira sadece 20 yaş üstünde yaklaşık 58 milyon kişi yaşamaktadır.[62] Bu kişiler, devrimi ve İran’da Şah sonrası kurulan İslâm Cumhuriyetini bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır. Çünkü gerek gerçekten de Şah’ın ve SAVAK’ın yıllarca uyguladığı baskının ve yıldırmanın getirdiği sorunlar gerekse de devrimden hemen sonra kültür devrimi aracılığıyla insanlara doktrinasyon yapılmış olması ve devrim öncesi İran’da diktatörlük ve kaostan başka bir şeyin hüküm sürmediği bir yer olduğuna inandırılması, bu jenerasyonun görüşünün böyle şekillenmesine sebep olmuştur.
2011 sonrası Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yer alan “Arap Baharı“ adı verilen geniş çaplı reform yanlısı ayaklanmalar Orta Doğu ülkelerinin çoğuna sıçramış, hükümetlerin değişikliğine hatta iç savaşlara sebep olmuştur. Ancak İran’da çok geniş çaplı bir yankı uyandırmamıştır. İran’da büyük bir özgürlük hareketinin yaratılmamış olması da bahsedilen jenerasyondaki kişilerin hâlâ İslâm Cumhuriyeti rejimini bir kurtarıcı ve dominant unsur olarak görmeye devam etmelerinden kaynaklanmaktadır. Şöyle denebilir; bu kişiler 1058-1111 yılları arasında yaşamış olan İranlı düşünür Muhammed Gazali’nin şu sözünü kendilerine şiar edinmişlerdir; “Yüzyıllık baskı bir günlük kaostan daha iyidir“.
1. Abrahamian, Ervand, Iran Between Two Revolutions, Princeton University Press, 1983.
2. Acemoğlu, Daron and Robinson, J. A, Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty, Profile Books, 2012
3. Amanat, Abbas, IRAN A Modern History, Yale University Press, 2017
4. Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, Kronik Kitap, Şubat 2018
5. Benjamin, Medea, Inside: Iran The Real History and Politics of the Islamic Republic, OR Books, 2018
6. Dağcı, Kenan ve Sandıklı, Atilla, Satranç Tahtasında İran “Nükleer Program“, TASAM, 2007
7. Djalili, Mohammad-Reza ve Kellner, Thiery, 100 Soruda İran, Bilge Kültür Sanat, Şubat 2020
8. Erdoğdu, Hikmet, Büyük Pers Düşüncesinden Zülfikar’ın Yumruğuna İRAN, IQ Kültür Sanat, Haziran 2008
9. İzzeti, İzzetullah, İran ve Bölge Jeopolitiği, Küre, Şubat 2005.
10. Kolsuz, Kürşat, Mezhep ve Kimlik Bağlamında Orta Doğu’da İran’ın Güç ve Güvenlik Politikaları, ANKASAM, Bölgesel Araştırmalar Dergisi, 2017
11. Moazami, Behrooz, İran’da Devlet, Din ve Devrim 1796’dan Bugüne, İletişim Yayınları, 2019