Bu girişten sonra çalışmanın ana sınırından bahsetmek faydalı olacaktır.
Bu çalışmanın gayesi, Balkanlar -ki aslında Rumeli denmesi taraftarıyız- olarak bilinen ve sınırları konusunda asla bir mutabakata varılamayan müphem coğrafya üzerine, Türkiye’de yapılan çalışma ve ortaya atılan değerlendirmeler konusundaki genel hataları, bu çalışma türlerini sayarak anlatmaya gayret etmek. Ve elbette eksik kalması mukadder bu metin ile olabildiğince kullanılabilir bir genel güncelleme ve eleştiriyi birlikte sunmak.
Balkanların, geçmişten bugüne devam eden, derinleşen, çeşitlenen sorunları var. Ve bunun yanında etkilerin halen devam eden, hatıraları süregelen yakın dönem savaş ve soykırımları. Bahse konu sorunların bu denli çetrefilli oluşu çok yönlü bir bakışı da zaruri kılıyor elbette. Bu çok yönlü bakışın önündeki en önemli engel ise romantik ya da daha sık kullanılmaya başlanan neo-osmanlıcı tavır. Bunu somutlaştırmak adına, bölgeye dair çalışmaları türlerine göre sınıflandırarak anlatmakta fayda var gibi duruyor. Ve görece daha az akademik/objektif olandan başlayarak.
Son yıllarda Balkan ülkelerine gerçekleşen seyahatler vesilesi ile zaman zaman yayınlanan seyahatnameler, yolculuk günceleri ve notlar, bunların sahiplerinin ideolojileri, bölgeye bakışları ya da orada bulundukları süre haricinde bölgeye dair kafa yormadıkları gerçeği unutularak, bir anda fazlaca ciddiye alınır oldu. Elbette bu metinler değersiz demek haksızlık olacak ancak şunu unutmamalıyız ki bunların birçoğu oldukça kısa zamanlara ait notlar. Bölgeye dair genel bir problem analizi yapmak ya da bir lokal etkileşime girmek mümkün değil. Böyle olunca ortaya çıkan eserlerin belki bir merak giderici unsur olarak görülmesi ve ötesinde bir beklentiye girilmemesi önemli. Bununla birlikte bir de yolculuğun bir gayeye matuf oluşu ile romantize edilen geçmiş bugün bağının ortaya çıkardığı sunilik de yabana atılmaması gereken sorunlar.
Bölgeye dair bilgi kaynağı olarak görülen bir başka görece sübjektif metin türü de anlatılardan beslenen edebi ürünler. Romanlar, öyküler ve diğerleri. Elbette bu ürünlerin varlığı özellikle bölge kültürü ve hatıranın aktarılması açısından çok değerli. Ancak bu ürünlerin zaten bölgeden bir türlü yok olmayan ayrılıkları besleyici bir yöne kayması durumu, stratejik analizleri etkileyecek düzeye ulaşabiliyor. Buraya kadar ki bölümde her bir eser türüne ait bölüme, örnek isimler de konulabilirdi lakin çalışma bir polemik oluşturmaktan çok bir tespit peşinde. Bağcıyı dövmek derdinde değil.
Şimdi biraz daha ilmi ve objektif düzleme doğru geçilecek.
Az evvel de bahsedildiği üzere başta Avrupa olmak üzere birçok bölge üzerinde çıkar besleyen ülke, kurdukları kurumsal düzenekler ile buraya dair veriler üretmekte. Özellikle etnik ve kültürel istatistiklerin buraya dair politikalar üretmekteki kullanılabilirlik durumu göz önüne alındığında, bahse konu çalışmaların çıkarlara göre şekillendiği dolayısı ile de subjektifleştiği de aşikâr. Ancak bu kurumların beynelmilel özelliklerinden dolayı ülkemizde de bir bilgi kaynağı olarak kullanılması sebebi ile bizde ortaya çıkan analizlerin, zaman zaman o ülkelere ait politikalara hizmet ettiği gerçeği büyük bir eleştiri konusu. Hele de bizdeki bu kurumların devlet kontrolünde resmi birinler olması durumunda ülke politikamız açısından ne denli yönlendirici olduğu da bir gerçek. Bunun önünü alabilmenin yolu öncelikle bölge dilini ve kültürünü bilen kendi kaynaklarımızı kullanmaktan geçiyor. Özellikle bu denli topraktan ve tarihten beslenen bir bölgede, konuşulan dilden, yenilen yemeğe kadar hemen her özelliğin bir mana içerdiği düşünülürse salt teknik istatistiklerle buraları anlamak ve anlamlandırmak oldukça sathi bir düşünce. Otantik bakışın var olmadığı bir analizin bu bölge için her daim eksik olacağını bilmekte fayda var. Burada ara bir parantez olarak özellikle kültürel işbirliklerine dair kurumlarımızın idareci ve diğer görevlilerinin buna uygun seçilmesi ihtiyacımız olan bilgi analizi açısından çok mühim.
Çalışmanın bu kısmında bölgeye dair çalışmalar yapan bir akademisyen olarak 2 temel konuya değinmekte zaruret görüyorum: akademik çalışmalarda rasyonelleşme ve bölgeye dair eğitim faaliyetlerinde (dersler başta olmak üzere) eksik/kifayetsiz materyal sorunu.
Türkiye’de son yıllarda akademik alanda Balkanlara dair çalışmaların çeşitlendiği bir gerçek. Tarih, uluslararası ilişkiler, edebiyat, sosyoloji hatta bazı fen bilimlerinde dahi buraya dair tezler, makaleler ve dahi başka tür eserler verilmekte. Burada özellikle tarih ve uluslararası ilişkiler konusuna yoğunlaşacağız.
Hem tarih hem de uluslararası ilişkiler bağlamındaki lisans müfredatlarında, Balkan tarihi ve buna dair dersler yer almakta. Ancak bu derslerin ciddi bir kısmının seçmeli statüsünde olduğunu belirtmekte fayda var. Bunun yanında Balkan tarihi derslerinin, bazı bölümlerde 2 dönemlik iken çoğu bölümde tek dönemlik olması da ayrıca dikkat çekici. Zaman ve mekan sınırı çizmenin çok zor olduğu bir coğrafyaya dair Çağdaş Balkan Tarihi gibi bir dersin olması da biraz zorlama duruyor çünkü çağdaşlık konusu da belirgin değil. Öte yandan bu derslerin varlığı yanında derse dair kaynak sorunları da çok fazla. Neresinden bakarsanız bakınız, bu kadar uzun bir süre doğrudan hükmettiğiniz ve sizden sonra da sizden kalanlar vesilesi ile devam ede gelen etkiniz göz önüne alındığında Balkan tarihi, kültürü, coğrafyası ve daha birçok alanının mevcut durumun çok üzerinde bir etki ile incelenmesi şart. Bu manada bahse konu bölümlerin bulunduğu birçok üniversitede Balkanlar’a dair dersler almadan, eğitim-öğretim faaliyeti görmeden mezun olan lisans öğrencilerinin olduğunu bilmek üzücü. Bu durumda bölgeye dair yetkin araştırmacılar yerine, gözlemci bir bakışla iktifa etmek derin tespitleri de imkânsız hale getiriyor.
Lisansüstüne gelindiğinde durumun daha da vahim olduğu düşünülebilir. Zaten 2 dönemlik bir ders evresinde çoğu zaman lisansa bağlı/benzer dersler ile geçiştirilen süreç, yine konuya dair eksikliği beslemekte. Tezlere gelindiğinde ise özellikle tarih bölümlerinde Anadolu’daki her hangi bir yere dair belge bazlı tezlerin bura özellikleri hiç bilinmeden devam ettirildiği görülmekte. Elbette bu bir genelleme. İstisnası olduğu açık. Lakin özellikle bölgenin toponimik, antroponomik özelliklerine dair ulaşılacak birçok verinin sadece bölgeyi tanımayan araştırmacılar sebebi ile imhal ya da ihmal edildiğinin bilinmesi bile can sıkıcı. Bu durumda yakın zamanlarda Milli Eğitim Bakanlığı’nca gerçekleştirilen müfredat revizyonlarının üniversiteler özelinde de gerçekleştirilmesi kıymetli olacaktır.
Ders kitabı konusunda ayrıca bir başlık açmak gerekli bu son kısımda. Ders kitabı kavramı özellikle akademik dünyada en basit ifadesi ile tahfif edilen bir alan. Ders kitabı hazırlamak bir angarya hatta yük. Ancak bilinmelidir ki özellikle lisans düzeyinde henüz akademik düzen ve metot alışkanlığı/ytkinliği kazanmamış öğrenci grubunun bu alışkanlığı kazanmak konusundaki ilk aşaması ders kitapları. Konuyu Balkanlara taşırsak, bugün çok üzücü bir gerek olarak erken dönemlerden günümüze ulaşan bir monografik bölge tarihi kitabı yok. Buna yükselecek itirazları tahmin edebiliyoruz. Ancak bahse konu olabilecek, örneğin Barbara Jelavich’in 2 ciltlik eserinin ilgilendiği tarih aralığının nazar-ı dikkate alınması gerekli. Osmanlı tarihinin genelini içine alan oldukça faydalı ders kitapları bugün kaleme alınırken Balkanlara dair çalışmaların bir şekilde ilerlemediğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Çalışma boyunca bahsedilen konular ve itirazlar şüphesiz ki bu çalışmanın hacmine sığmayacak, hatta belki bir bilgi şöleni olacak düzeyde. Bu noktada da sözü bitirme gayemiz buna dairdir. Ancak bilinmelidir ki, bugün Balkanlar halen kaynayan bir kazan ve bu kaynamanın kökleri oldukça eskilerde. Salt pragmatist bir bakışla dahi söylenebilir ki, Balkanlara dair ülkemizde yapılan çalışmaların, bu kaos coğrafyasını doğru analiz etmemiz için, gerekliliği çok fazla. Acilen önemsenmeli ve bu alana dair akademisyenlerin yetiştirilmesine destek verilmeli. Yoksa böyle giderse internetten okuyacağı bir yazı ile tüm bölgeye dair ahkâm keseceklerin sayısı giderek artacaktır. Ve bu, sürekli dillendirdiğimiz, bölgede yönlendirici hâkim rol oynamak söylememizi kısa zaman zarfında çürütecektir.