1. Giriş
Güvenlik konusu tarihten günümüze kadar çeşitli evreler geçirmiştir. Modern tarih açısından bakıldığında Avrupa merkezli dünya savaşları güvenlik kavramını gündemde tutmuştur. Özelikle II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa uluslararası liderliği ABD’ye devretmiştir (Türker, 2007: 1-2). ABD öncülüğünde on iki ülke arasında SSCB’ye karşı bir savunma örgütü olarak 4 Nisan 1949’da North Atlantic Thraety Organization (NATO) kurulmuştur. Bu İttifak, ABD’nin dünyada SSCB karşısında uygulamaya başlayacağı “durdurma politikası“ nın ilk adımı olmuştur (Sarınay, 1988: 75). NATO kuruluş yıllarında güvenlik stratejilerini belirlerken Soğuk Savaş’ın hakim olduğu ortam etkili olmuştur. İttifak’ın amaçları ve hedefleri de bu doğrultuda oluşturulmaya çalışılmıştır.
NATO’nun ana amacı, BM Şartı’na uygun olarak, siyasi ve askeri yollarla tüm üyelerini güvenlik ve özgürlüklerini korumak olarak ortaya çıkmaktadır. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerler üzerine kurulmuş olan İttifak, başlangıcından beri Avrupa’da adil ve kalıcı bir barışın kurulması için çalışmıştır (NATO El Kitabı, 1999: 23). Bu kapsamda amaçları doğrultusunda birtakım kurumsal düzenlemeler yoluna gidilmiştir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan yeni tehditler (Terörizm, etnik çatışmalar, iç savaşlar, uyuşturucu kaçakçılığı, organize suçlar ve göç) NATO’nun rolünü sorgulamaya açmış ve örgütün kendini dönüştürmesi için yeni stratejik konseptler kabul etmesini zorunlu kılmıştır. Bu çalışmadaki tahlilde Soğuk Savaş sonrası NATO’nun yeni güvenlik politikaları ve stratejilerinin gelişimi zirveler bağlamında ilk bölümde, son dönemde Trump’la birlikte NATO üzerinde devam eden tartışmalarla yeniden sorgulanması ise ikinci bölümde ele alınmıştır.
2. Soğuk Savaş Sonrası NATO
3 Kasım 1989’da Malta’da görüşen ABD başkanı George Bush ve SSCB lideri Michael Gorbachev, artık Soğuk Savaşın tarih olduğunu ilan etmişlerdir (DeWijk, 1997: 39).1989 yılında Berlin Duvarının yıkılması ve arkasından Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılması gibi olayların gelişmesi NATO’nun siyasi ve askeri kanadının geleceğe dönük çalışmalarına yeni bir yön ve hız vermiştir.
Bu çerçevede Avrupa güvenliğini tehdit eden unsurlarda değişiklik olduğu için NATO’nun politikalarında da değişikliğe gidilmiştir. Avrupa bugün en çok uluslararası terörizm, insan kaçakçılığı ve Batı’ya yönelik illegal göçler, kitle imha silahlarının tehlikeli rejimlerin eline geçmesi, uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı, yoksulluk, gelir dengesizliği, yolsuzluk, çevre kirliliği, başarısız devletler gibi sorunları ulusal ve uluslararası güvenliğe tehdit olarak görmektedir (Çakmak, 2009: 209-212). Aynı zamanda SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi NATO içinde Türkiye’nin önemi konusunda tartışmaları da beraberinde getirdiği görülmüştür.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle NATO’nun varlık sebebi tartışmaya açık hale gelmesi örgütün varlığını devam ettirebilmek adına yeni bir tehdit tanımlaması yapmasını ve bu paralelde yeni stratejiler ortaya koymasını zorunlu hale getirmiştir. Bu çerçevede NATO, Soğuk Savaş sonrası dönemde kendini dönüştürmeye başlamış ve bu şüpheleri boşa çıkarmıştır (Cornish, 2004: 63 - 65). Bu döneme NATO’nun tarihi zirveleri damga vurmuş ve yeni stratejik konseptler bu zirvelerde kabul edilmiştir. Bu kapsamda ilk olarak NATO’nun 5-6 Temmuz 1990 tarihinde Londra’da yaptığı devlet ve hükümet başkanları zirvesi Avrupa’da gelişmelere paralel olarak örgütün geleceğine yönelik önemli kararların alındığı bir toplantı olmuştur. Londra Zirvesi’nin en önemli sonucu ise Avrupa’da değişen siyasi ve askeri durum karşısında NATO’nun gerek kuvvet yapılanmasında gerekse strateji kavramlarında değişime gidilmiş olmasıdır (Parish, 2005). Bu zirvede İttifak’ın varlığının sorgulanmasının azaltılması için ve gelecekteki rolünün belirlenmesinde önemli kararlar alınmıştır.
7-8 Kasım 1991’de yapılan NATO’nun tarihi Roma Zirvesi yüksek düzeyde bir toplantının sonucu olarak sadece bir dönüm noktası değil aynı zamanda İttifak’ın Avrupa’da dönüşümünü ve rolünü yeniden tanımlamıştır. Zirvede kabul edilen bu yeni stratejik konsepte NATO’nun zorlukları, muhtemel riskleri ve Soğuk Savaş sonrası Avrupa’daki amaçları özetlenmektedir (Lepgold, 1998: 81). Bu bağlamda Roma Zirvesi, NATO için yeni stratejik konseptin kabul edilmesi açısından önemli yere sahiptir. Bu önemli zirveyle birlikte NATO Soğuk Savaş sonrası döneminde izleyeceği güvenlik anlayışı
ve stratejisinin temelini şekillendirmiştir.
NATO, 23-25 Nisan 1999 tarihlerinde Washington’da gerçekleştirdiği tarihi zirve toplantısıyla 50. kuruluş yıldönümünü kutlamıştır. NATO üyeleri, Washington Zirvesi’nde “İttifak’ı 21. Yüzyılın güvenlik sorunlarına karşı hazırlamak ve gelecekteki askerî gelişmeler için yeni bir “stratejik konsept“ kabul etmişlerdir. Zirve, NATO’ya bir devletin topraklarına uluslararası yasal bir zemine dayanmadan, “insan hakları“ kapsamında müdahale etmesini meşru bir zemine dayandıracak imkânlar sağlamıştır. 50. yılında güç kullanma konusundaki siyasi kararlılığını yeni stratejisine de yansıtan NATO, bundan böyle askeri müdahale alanına insan hakları ihlalleri, etnik ve dinsel çatışmalarının da gireceğinin işaretlerini vermiştir (Erşahin, 1999). NATO görevleri içine yeni alanları da dahil ederek küresel güvenliğin sağlanmasına katkılar sunmaya devam edeceğini vurgulamıştır.
ABD’ye yapılan 11 Eylül terör saldırılarından sonra güvenlik durumu tekrar değişmiş ve Avrupa’da da tehdit değerlendirmelerine ve varoluşsal çıkarlara dönülmüştür. Bununla birlikte, artık eski türde bir işgal tehdidi yoktur. Bölgesel çıkarlar çoğu Avrupa devleti için geçmişte kalmıştır. Şimdi tehditler yaygın ve küresel bir kapsam içerisindedir. Dahası, terörle mücadele etmek, geniş anlamıyla demokratikleşmenin sözü edilen başarısız devletlerin istikrarı ve geliştirilmesini içermektedir (Matlary, 2009: 37). Bu bağlamda yeni dönemde gerek uluslararası örgütler gerekse devletler için birinci öncelik olarak küresel terörizmle mücadele ön plana çıkmıştır.
“Yeni Güvenlik Ekosistemi Ve Çok Taraflı Bedeli“ e-kitabı için Tıklayınız
Güvenlik konusu tarihten günümüze kadar çeşitli evreler geçirmiştir. Modern tarih açısından bakıldığında Avrupa merkezli dünya savaşları güvenlik kavramını gündemde tutmuştur. Özelikle II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa uluslararası liderliği ABD’ye devretmiştir (Türker, 2007: 1-2). ABD öncülüğünde on iki ülke arasında SSCB’ye karşı bir savunma örgütü olarak 4 Nisan 1949’da North Atlantic Thraety Organization (NATO) kurulmuştur. Bu İttifak, ABD’nin dünyada SSCB karşısında uygulamaya başlayacağı “durdurma politikası“ nın ilk adımı olmuştur (Sarınay, 1988: 75). NATO kuruluş yıllarında güvenlik stratejilerini belirlerken Soğuk Savaş’ın hakim olduğu ortam etkili olmuştur. İttifak’ın amaçları ve hedefleri de bu doğrultuda oluşturulmaya çalışılmıştır.
NATO’nun ana amacı, BM Şartı’na uygun olarak, siyasi ve askeri yollarla tüm üyelerini güvenlik ve özgürlüklerini korumak olarak ortaya çıkmaktadır. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerler üzerine kurulmuş olan İttifak, başlangıcından beri Avrupa’da adil ve kalıcı bir barışın kurulması için çalışmıştır (NATO El Kitabı, 1999: 23). Bu kapsamda amaçları doğrultusunda birtakım kurumsal düzenlemeler yoluna gidilmiştir.
Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan yeni tehditler (Terörizm, etnik çatışmalar, iç savaşlar, uyuşturucu kaçakçılığı, organize suçlar ve göç) NATO’nun rolünü sorgulamaya açmış ve örgütün kendini dönüştürmesi için yeni stratejik konseptler kabul etmesini zorunlu kılmıştır. Bu çalışmadaki tahlilde Soğuk Savaş sonrası NATO’nun yeni güvenlik politikaları ve stratejilerinin gelişimi zirveler bağlamında ilk bölümde, son dönemde Trump’la birlikte NATO üzerinde devam eden tartışmalarla yeniden sorgulanması ise ikinci bölümde ele alınmıştır.
2. Soğuk Savaş Sonrası NATO
3 Kasım 1989’da Malta’da görüşen ABD başkanı George Bush ve SSCB lideri Michael Gorbachev, artık Soğuk Savaşın tarih olduğunu ilan etmişlerdir (DeWijk, 1997: 39).1989 yılında Berlin Duvarının yıkılması ve arkasından Varşova Paktı ve SSCB’nin dağılması gibi olayların gelişmesi NATO’nun siyasi ve askeri kanadının geleceğe dönük çalışmalarına yeni bir yön ve hız vermiştir.
Bu çerçevede Avrupa güvenliğini tehdit eden unsurlarda değişiklik olduğu için NATO’nun politikalarında da değişikliğe gidilmiştir. Avrupa bugün en çok uluslararası terörizm, insan kaçakçılığı ve Batı’ya yönelik illegal göçler, kitle imha silahlarının tehlikeli rejimlerin eline geçmesi, uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı, yoksulluk, gelir dengesizliği, yolsuzluk, çevre kirliliği, başarısız devletler gibi sorunları ulusal ve uluslararası güvenliğe tehdit olarak görmektedir (Çakmak, 2009: 209-212). Aynı zamanda SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi NATO içinde Türkiye’nin önemi konusunda tartışmaları da beraberinde getirdiği görülmüştür.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle NATO’nun varlık sebebi tartışmaya açık hale gelmesi örgütün varlığını devam ettirebilmek adına yeni bir tehdit tanımlaması yapmasını ve bu paralelde yeni stratejiler ortaya koymasını zorunlu hale getirmiştir. Bu çerçevede NATO, Soğuk Savaş sonrası dönemde kendini dönüştürmeye başlamış ve bu şüpheleri boşa çıkarmıştır (Cornish, 2004: 63 - 65). Bu döneme NATO’nun tarihi zirveleri damga vurmuş ve yeni stratejik konseptler bu zirvelerde kabul edilmiştir. Bu kapsamda ilk olarak NATO’nun 5-6 Temmuz 1990 tarihinde Londra’da yaptığı devlet ve hükümet başkanları zirvesi Avrupa’da gelişmelere paralel olarak örgütün geleceğine yönelik önemli kararların alındığı bir toplantı olmuştur. Londra Zirvesi’nin en önemli sonucu ise Avrupa’da değişen siyasi ve askeri durum karşısında NATO’nun gerek kuvvet yapılanmasında gerekse strateji kavramlarında değişime gidilmiş olmasıdır (Parish, 2005). Bu zirvede İttifak’ın varlığının sorgulanmasının azaltılması için ve gelecekteki rolünün belirlenmesinde önemli kararlar alınmıştır.
7-8 Kasım 1991’de yapılan NATO’nun tarihi Roma Zirvesi yüksek düzeyde bir toplantının sonucu olarak sadece bir dönüm noktası değil aynı zamanda İttifak’ın Avrupa’da dönüşümünü ve rolünü yeniden tanımlamıştır. Zirvede kabul edilen bu yeni stratejik konsepte NATO’nun zorlukları, muhtemel riskleri ve Soğuk Savaş sonrası Avrupa’daki amaçları özetlenmektedir (Lepgold, 1998: 81). Bu bağlamda Roma Zirvesi, NATO için yeni stratejik konseptin kabul edilmesi açısından önemli yere sahiptir. Bu önemli zirveyle birlikte NATO Soğuk Savaş sonrası döneminde izleyeceği güvenlik anlayışı
ve stratejisinin temelini şekillendirmiştir.
NATO, 23-25 Nisan 1999 tarihlerinde Washington’da gerçekleştirdiği tarihi zirve toplantısıyla 50. kuruluş yıldönümünü kutlamıştır. NATO üyeleri, Washington Zirvesi’nde “İttifak’ı 21. Yüzyılın güvenlik sorunlarına karşı hazırlamak ve gelecekteki askerî gelişmeler için yeni bir “stratejik konsept“ kabul etmişlerdir. Zirve, NATO’ya bir devletin topraklarına uluslararası yasal bir zemine dayanmadan, “insan hakları“ kapsamında müdahale etmesini meşru bir zemine dayandıracak imkânlar sağlamıştır. 50. yılında güç kullanma konusundaki siyasi kararlılığını yeni stratejisine de yansıtan NATO, bundan böyle askeri müdahale alanına insan hakları ihlalleri, etnik ve dinsel çatışmalarının da gireceğinin işaretlerini vermiştir (Erşahin, 1999). NATO görevleri içine yeni alanları da dahil ederek küresel güvenliğin sağlanmasına katkılar sunmaya devam edeceğini vurgulamıştır.
ABD’ye yapılan 11 Eylül terör saldırılarından sonra güvenlik durumu tekrar değişmiş ve Avrupa’da da tehdit değerlendirmelerine ve varoluşsal çıkarlara dönülmüştür. Bununla birlikte, artık eski türde bir işgal tehdidi yoktur. Bölgesel çıkarlar çoğu Avrupa devleti için geçmişte kalmıştır. Şimdi tehditler yaygın ve küresel bir kapsam içerisindedir. Dahası, terörle mücadele etmek, geniş anlamıyla demokratikleşmenin sözü edilen başarısız devletlerin istikrarı ve geliştirilmesini içermektedir (Matlary, 2009: 37). Bu bağlamda yeni dönemde gerek uluslararası örgütler gerekse devletler için birinci öncelik olarak küresel terörizmle mücadele ön plana çıkmıştır.
“Yeni Güvenlik Ekosistemi Ve Çok Taraflı Bedeli“ e-kitabı için Tıklayınız