17. yüzyıldan itibaren başta Fransa, Almanya ve İngiltere olmak üzere Batı dünyasının başat ve emperyal güçleri Avrupa’nın göbeğinden başlayarak doğuya uzanan bir hat üzerinden kendilerine menfaat planlaması yapmışlardır. Berlin’den başlayarak Belgrad-Bosfor (yani Türkiye), Bağdat-Bombay hattı olarak 5/B olarak nitelendirilen söz konusu stratejik hat neredeyse bütün dünyanın kaynayan kazanı Balkanlar, Türkiye, Akdeniz ve Ortadoğu’yu içine alarak Uzakdoğu’ya uzanmaktadır. İngiltere’nin menfaat hattı ise aynı güzergahtan geçip Bağdat üzerinden Bakü’ye, yani Avrasya coğrafyasına yönelmektedir. Adı ne olursa olsun bütün bu hatlar ülkemizin de bulunduğu coğrafyada, istikrarsızlık ve kaosun hüküm sürdüğü, güvensizliğin ana özellik olduğu bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Durum böyle olunca Balkanlardan başlayıp Akdeniz’e uzanan ve Kıbrıs’ın tam orta yerinden geçip Ortadoğu’ya gelen hat ne yazık ki dün ve bugün olduğu üzere yarın da karmaşa, düzensizlik, istikrar ve terör bağlamında cadı kazanı olmaya devam edecektir. Burada bahsedilmesi gereken önemli bir nokta ise 1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından İngiltere’ye kiralandığı söylenen Kıbrıs’ın durumudur. Maalesef tarih kitaplarımız hala daha bu kiralamadan bahsetmekte; ancak “üzerinde güneş batmayan ülke“ İngiltere’nin bu kadar güçlü ve donanımlı olduğu bir dönemde, Avustralya’dan Yeni Zelanda’ya, Kanada’dan Hindistan ve Pakistan’a kadar uzanan muazzam bir coğrafyaya sahipken neden 9.000 kilometrekarelik avuç içi kadar Kıbrıs’ı kiralamak istediği sorusuna cevap vermemektedir.
Türk tarihine “93 Harbi“ olarak giren Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun artık desteklenmesinin mümkün olmadığını, Rusya karşısında muzaffer olmalarının güç olduğunu ve İngiltere’nin haklarını bu şekilde savunmanın zor ve riskli olduğunu gören İngiltere, Balkanlar’dan başlayıp Karadeniz’den geçen ve bugünkü Azerbaycan’a uzanan kuzeydeki savunma ve güvenlik hattını strateji değiştirerek güneye, yani Akdeniz’e çekmiş, böylece Ortadoğu coğrafyasına yakın ve en kaba şekliyle bizim İskenderun Körfezi’nden başlayıp Cebelitarık Boğazı’na uzanan ve Kıbrıs’ı da ikiye bölen hattı yeni savunma ve güvenlik hattı olarak belirlemiştir. Bu savunma ve güvenlik hattı 2017 itibarıyla halen geçerliliğini sürdürmekte ve Avrupa’nın da böylece güney sınırını oluşturmaktadır. Bu bağlamda coğrafi olarak Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olup olmadığı sorusu da bizzat Batılıların taktikleri neticesinde resmiyet kazanmış olmaktadır. Bu noktada bahsedilmesi gereken önemli bir noktaysa daha 1904 yılında “Ortadoğu“ ifadesini ilk defa kullanan deniz stratejisti Alfred Thayer Mahan’ın bugün savaşların hüküm sürdüğü bölgede işaret ettiği noktanın yerel çatışmalarla sınırlı kalmamasıdır. Mahan’ın da belirttiği üzere bölgede ortaya çıkacak herhangi bir çatışma tsunami etkisiyle daha dış sınırlara ulaşmakta, bu daha büyük bir sinerji yaratarak üçüncü halkayla sorunu uluslararasuı hale getirmektedir. Bugün İran, Irak, Suriye, Filistin merkezli sorunlarda yaşananlar tam da budur ve neredeyse bütün dünyayı askeri, stratejik, ekonomik ve güvenlik bağlamında derinden sarsmaktadır. Kıbrıs adası ise bu coğrafyanın odağında küresel terörden mülteci hareketlerine, istihbarat kavgalarından sanayi casusluğu girişimlerine kadar önemli bir ara istasyon, geçiş noktası ya da klasikleşen ifadeyle “bir uçak gemisi“ pozisyonundadır.
MEB ve Stratejik Durum Üzerine
Burada sorulması gereken son derece önemli ve hassas soru ise “Vatan neresidir?“ sorusu olmalıdır. Bizlere yıllarca okulda, ailede, öğretmenimiz, annemiz veya babamız vatanı hep kara sınırlarıyla gösterdiler ve öğrettiler. Oysa bir de “Mavi Vatan“ kavramı vardır ki o da denizler ve hava sınırlarımızı gösterir. Bugüne kadar unuttuğumuz veya atladığımız bir husus da budur. Ülkenin sınırları kara, yani toprakla sınırlı değildir. Bu somut gerçeği Kıbrıs için hatırlayacak olursak hava ve deniz olgusunun önemi bir kere daha ortaya çıkar. Bu noktada Kıbrıs’ı ilgilendiren önemli bir nokta son günlerde sıkça duyduğumuz “Münhasır Ekonomik Bölge“ kavramıdır. Genel olarak deniz hukuku ve ülkeler arası temayüllere göre bir ülkenin egemenlik haklarının bulunduğu, deniz ve deniz altı kaynaklarından istifade ettiği bu alan 200 kilometredir. Burada hassas nokta ise Yunanistan ile Mısır arasında bu şekilde bir MEB anlaşmasının yapılmaya çalışılmasıdır.
Bugün Doğu Akdeniz’de Mısır-Türkiye hattının genişliğinin 396 kilometre olduğu göz önüne alınacak olursa Yunanistan-Mısır anlaşmasıyla bölgenin tamamı işgal altına alınmış, Türkiye içinse sadece Antalya Körfezi’nde küçük tonajlı gemiler için küçük bir bölge kalmış olacaktır. Böylece Türkiye kabotaj haklarının çok gerisinde, uluslararası sulara açılma veya kendi egemenlik bölgesinde deniz gücüyle seyir halinde olma gibi pek çok haklardan da mahrum kalacaktır. Kıbrıs’ı bir de bu açıdan görmekte fayda vardır. KKTC Su Temin Projesi ve suyun Kıbrıslı Türkler ve Türkiye açısından ne anlama geldiğini görmek için hatırlamamız gereken bri başka unsur ise Ada’daki egemen unsurlardır. Bugün dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de 1.5 milyar nüfus ve egemenliği gösteren sadece bir bayrak vardır. Dünyanın jandarması ABD’de Texas eyaleti hariç tutulacak olursa sadece bir bayrak söz konusudur. İngiltere’de ise tıpkı Almanya ve Fransa’da olduğu üzere AB bayrağı da dahil iki bayrak söz konusudur. Peki bu soruyu Kıbrıs için soracak olursak karşımıza kaç bayrak ve kaç egemen güç çıkar acaba? 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantör devletleri olarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan, ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti olduğu iddiasındaki Rumların egemen bayrakları, ayrıca KKTC bayrağı, 2004’den bu yana AB’ye haksız, tek yanlı ve hukuk dışı olarak alınan Rumlarla ilgili olarak AB bayrağı ve son olarak 1964 Mart ayından bu yana Ada’da dalgalanan BM Barış Gücü ve egemen bayrağı. Kısacası şu anda Ada’da halen 7 egemen güç ve onların bayrakları dalgalanmaktadır.
TASAM Yayınlarının "Yeni Deniz Güvenliği Ekosistemi ve Doğu Akdeniz" isimli kitabından alınmıştır.
“Yeni Deniz Güvenliği Ekosistemi ve Doğu Akdeniz“ e-kitabı için Tıklayınız