Ilımlı bir lider olan Ruhani’nin Haziran 2013’te iktidara gelmesi, Türkiye’de iki farklı etki yaratmıştır. Birincisi, Ruhani’nin özellikle liberal iktisadi politikalarıyla uluslararası topluma entegre olma çabaları, İran’la ticaret hacmini genişletmek isteyen Türkiye’de sevinç havası yaratmıştır. İkincisi ise yukarıda anılan gelişmeler sonucu İran’ın Batı’nın gözünde yükselen konumu, Türkiye’de bazı endişelere yol açmıştır. Bu endişelerin bazı sebepleri vardır. Bu sebeplerden birincisi, kapılarını yabancı sermayeye açması durumunda İran’ın, Ortadoğu’nun Batı sermayesini çekecek en büyük pazarlarından biri olacak ve bu çekim gücüyle ve nükleer anlaşmayla Batı dünyasında kredibilitesini artıracak olmasıdır. Bu durum, sadece Türkiye’de değil, Körfez ülkelerinde de endişe yaratmıştır. Bunun en önemli sebebi, Batı’nın gözünde önem kazanan İran’ın, Irak ve Suriye’de de nüfuzunu artıracak olmasıdır. Ruhani’nin Batı dünyası ile tekrar iyi ilişkiler kurma çabaları tam da Türkiye’nin Sünni politikalar izlediği ve IŞİD’i PYD’ye karşı etkin olarak savaştığı gerekçesiyle desteklediği suçlamalarıyla karşı karşıya kaldığı dönemde gerçekleşmiştir. Türkiye açısında 2013 yılından itibaren İran ile çıkar çatışmalarının daha da görünür hale gelmesinin önemli bir sebebi, İran’ın IŞİD’e karşı savaşan ve bir anda bölgede Yezidi, Hıristiyan, Şiileri koruyan bir bölgesel güç haline geldiği kanısı güçlenirken, Türkiye’nin Sünni radikal bir grup olan IŞİD ile işbirliği yaptığı imajının özellikle Batı dünyasına hakim olmasıdır. İran’ın IŞİD’le savaşından dolayı Batı’nın gözünde olumlu yönde oluşan imajı öylesine işe yaramıştır ki, sözgelimi, İran, Suriye’deki askeri varlığını uzun sure gizli tutmaya çalışırken, Irak’ta IŞİD’e karşı yürüttüğü savaşı kendisi için bir propaganda aracı olarak kullanmaya başlamıştır. (Esfendiary&Taatabai 2015, 5) İran Dev rim Muhafızları (Quds) güçleri komutanı General Kasım’ın sosyal medyada paylaşılan fotoğrafları, IŞİD’in Kermanşah’a kadar ilerlemesi karşısında infiale kapılan İran halkını yatıştırmaya yönelik olduğu kadar, (The Guardian 2014) İran’ın kendi toprakları dışında yürüttüğü savaşa meşruiyet kazandırmak ve propaganda yapmak amaçlıdır.
ABD’nin liderliğinde IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyona karşı olduğu halde, İran, Irak’ta IŞİD’e karşı yürüttüğü kara harekatına ABD’nin havadan destek vermesine razı olmuştur. Bu, pek çok analiste göre, IŞİD’in İran ile Batı dünyası arasındaki ilişkilerdeki yapıştırıcı etkisini göstermesi açısından önemlidir. (Takeyh&Gereth 2015) Sözgelimi, Saddam’ın doğum yeri olan Tikrit’ten ABD ve İran’ın ortaklaşa çabalarıyla IŞİD’in çıkarılması, (Jansen 2015) Hamaney’in, IŞİD’e karşı işbirliği öneren Obama’nın yazdığı gizli mektuba olumlu yanıt vermesi, (The Huffington Post 2015) Ruhani’nin iktidara gelmesiyle İran’ın ABD ile yakınlaştığını gösteren önemli gelişmelerdir. Burada Ruhani’nin siyaset ve ideolojiden ziyade ekonomi öncelikli bir dış politika izlemek konusundaki kararlılığı önemli bir rol oynamıştır. Ruhani verdiği demeçlerde, ekonomik çıkarların öncelikli olacağını ve yabancı yatırımcıların ülkeye gelmesinin bağımsızlığı sona erdireceği anlamına gelmediği ve bu düşüncenin artık eskilerde kaldığı fikirlerini dile getirmiştir. (Bloomberg Business 2015)
Suriye krizinde ayrışan çıkarlar ve saflar olmadığı bir konjonktürde, Ruhani’nin bu politikaları Türkiye için son derece memnuniyet verici olabilirdi. Ancak, Ankara, Tahran’ın ekonomide liberalleşme politikalarından duyduğu memnuniyeti dile getirmekle beraber, İran’ın yukarıda anılan Batı’nın gözünde değişen imaj/rolü ve yaptırımların kaldırılması vb. sonucu ortaya çıkan İran’ın gücünü dengelemek ihtiyacı da hissetmiştir. Sözgelimi, Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiş, 2014 yılında Katar ile askeri ve savunma sanayi alanlarında işbirliği antlaşmaları imzalamıştır. (Oktav 2015) Körfez’de Hutsilere karşı 2015 Mart ayında yürütülen Suudilerin liderliğindeki savaşta, Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkça İran’a karşı tavır almış ve bölgenin İran tarafından hakimiyet altına alınmak istenmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. (Sabah 2015)
Buna karşılık, İran medyasında Türkiye’yi IŞİD’i desteklemekle suçlayan haberler çokça yer almışsa da Türkiye’nin aynı suçlamalarla 2014 yılından itibaren ABD ile ilişkilerinde de karşılaşması, bir anlamda Tahran ve Washington’ın üstü kapalı gelişen yakınlaşma politikalarında IŞİD’in ne kadar önemli rol oynadığını göstermektedir.
Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’na 11 Haziran 2014’te baskın yapan IŞİD’e “terör örgütü“ demediği gerekçesiyle Batı dünyası (ABD ve AB) tarafından eleştirilen Türkiye, konsolosluk çalışanlarının kurtarılmasından sonra IŞİD’i terror örgütü olarak adlandırmıştır. Erdoğan, 27 Eylül 2014’te BM toplantıları için gittiği New York’ta IŞİD’i terör örgütü olarak adlandırmakla kalmamış, IŞİD’e karşı verilen mücadeleye hem askeri hem de siyasi destek vereceklerini açıklamıştır. Bu çerçevede 2 Ekim 2014’te Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiğinde sınır ötesi operasyon yapabilmesi için TBMM’den 98’e karşı 298 oyla yabancı askeri unsurların gerektiğinde Türkiye topraklarını kullanmalarını sağlayan yeni bir tezkere çıkarılmıştır. Ertem- Karadeniz’e ve bazı analistlere göre söz konusu tezkere, Türkiye’nin, ABD’yi yatıştırma ve IŞİD’i desteklemediğini kanıtlamaya yönelik çabalarını yansıtmaktadır. (Ertem&Karadeniz 2015, 137)
Ancak, tüm bunlar ABD’nin Türkiye’ye yönelik suçlamalarını sonlandırmasına yetmemiştir. Amerikan başkan yardımcısı Biden’ın IŞİD ile mücadelede “en büyük sorunumuz Sünni müttefiklerimiz“ derken, (BBC Türkçe 2014) Türkiye’yi de diğer ülkelerle (Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri) birlikte anması Türkiye’nin ABD ile yaşadığı güven sorununu ve her iki ülkenin öncelikli tehdit algılamalarının ne kadar farklı olduğunu yansıtması açısından son derece önemlidir. Türkiye’nin önceliği PKK uzantılı Suriye menşeili Demokratik Birlik Partisi, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde otonom bir yapıya yol açacak şekilde güçlenmesinin önlenmesiyken, ABD’nin önceliği ise IŞİD ile savaşmaktır. Bu durum Kobani kriziyle en üst noktaya ulaşmış, Türkiye ve ABD ilişkilerinde var olan en sorunlu alanın iki ülkenin birbirlerine dair gizli ajandaya sahip oldukları fikri daha da belirgin hale gelmiştir.
Devamı için Aşağıdaki Linki Tıklayınız
Prof. Dr. Özden Zeynep OKTAV’ın “Türk-Arap İlişkileri: Çok Boyutlu Güvenlik İnşası“ isimli kitabından alınmıştır.
ABD’nin liderliğinde IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyona karşı olduğu halde, İran, Irak’ta IŞİD’e karşı yürüttüğü kara harekatına ABD’nin havadan destek vermesine razı olmuştur. Bu, pek çok analiste göre, IŞİD’in İran ile Batı dünyası arasındaki ilişkilerdeki yapıştırıcı etkisini göstermesi açısından önemlidir. (Takeyh&Gereth 2015) Sözgelimi, Saddam’ın doğum yeri olan Tikrit’ten ABD ve İran’ın ortaklaşa çabalarıyla IŞİD’in çıkarılması, (Jansen 2015) Hamaney’in, IŞİD’e karşı işbirliği öneren Obama’nın yazdığı gizli mektuba olumlu yanıt vermesi, (The Huffington Post 2015) Ruhani’nin iktidara gelmesiyle İran’ın ABD ile yakınlaştığını gösteren önemli gelişmelerdir. Burada Ruhani’nin siyaset ve ideolojiden ziyade ekonomi öncelikli bir dış politika izlemek konusundaki kararlılığı önemli bir rol oynamıştır. Ruhani verdiği demeçlerde, ekonomik çıkarların öncelikli olacağını ve yabancı yatırımcıların ülkeye gelmesinin bağımsızlığı sona erdireceği anlamına gelmediği ve bu düşüncenin artık eskilerde kaldığı fikirlerini dile getirmiştir. (Bloomberg Business 2015)
Suriye krizinde ayrışan çıkarlar ve saflar olmadığı bir konjonktürde, Ruhani’nin bu politikaları Türkiye için son derece memnuniyet verici olabilirdi. Ancak, Ankara, Tahran’ın ekonomide liberalleşme politikalarından duyduğu memnuniyeti dile getirmekle beraber, İran’ın yukarıda anılan Batı’nın gözünde değişen imaj/rolü ve yaptırımların kaldırılması vb. sonucu ortaya çıkan İran’ın gücünü dengelemek ihtiyacı da hissetmiştir. Sözgelimi, Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiş, 2014 yılında Katar ile askeri ve savunma sanayi alanlarında işbirliği antlaşmaları imzalamıştır. (Oktav 2015) Körfez’de Hutsilere karşı 2015 Mart ayında yürütülen Suudilerin liderliğindeki savaşta, Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkça İran’a karşı tavır almış ve bölgenin İran tarafından hakimiyet altına alınmak istenmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. (Sabah 2015)
Buna karşılık, İran medyasında Türkiye’yi IŞİD’i desteklemekle suçlayan haberler çokça yer almışsa da Türkiye’nin aynı suçlamalarla 2014 yılından itibaren ABD ile ilişkilerinde de karşılaşması, bir anlamda Tahran ve Washington’ın üstü kapalı gelişen yakınlaşma politikalarında IŞİD’in ne kadar önemli rol oynadığını göstermektedir.
Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’na 11 Haziran 2014’te baskın yapan IŞİD’e “terör örgütü“ demediği gerekçesiyle Batı dünyası (ABD ve AB) tarafından eleştirilen Türkiye, konsolosluk çalışanlarının kurtarılmasından sonra IŞİD’i terror örgütü olarak adlandırmıştır. Erdoğan, 27 Eylül 2014’te BM toplantıları için gittiği New York’ta IŞİD’i terör örgütü olarak adlandırmakla kalmamış, IŞİD’e karşı verilen mücadeleye hem askeri hem de siyasi destek vereceklerini açıklamıştır. Bu çerçevede 2 Ekim 2014’te Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiğinde sınır ötesi operasyon yapabilmesi için TBMM’den 98’e karşı 298 oyla yabancı askeri unsurların gerektiğinde Türkiye topraklarını kullanmalarını sağlayan yeni bir tezkere çıkarılmıştır. Ertem- Karadeniz’e ve bazı analistlere göre söz konusu tezkere, Türkiye’nin, ABD’yi yatıştırma ve IŞİD’i desteklemediğini kanıtlamaya yönelik çabalarını yansıtmaktadır. (Ertem&Karadeniz 2015, 137)
Ancak, tüm bunlar ABD’nin Türkiye’ye yönelik suçlamalarını sonlandırmasına yetmemiştir. Amerikan başkan yardımcısı Biden’ın IŞİD ile mücadelede “en büyük sorunumuz Sünni müttefiklerimiz“ derken, (BBC Türkçe 2014) Türkiye’yi de diğer ülkelerle (Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri) birlikte anması Türkiye’nin ABD ile yaşadığı güven sorununu ve her iki ülkenin öncelikli tehdit algılamalarının ne kadar farklı olduğunu yansıtması açısından son derece önemlidir. Türkiye’nin önceliği PKK uzantılı Suriye menşeili Demokratik Birlik Partisi, PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde otonom bir yapıya yol açacak şekilde güçlenmesinin önlenmesiyken, ABD’nin önceliği ise IŞİD ile savaşmaktır. Bu durum Kobani kriziyle en üst noktaya ulaşmış, Türkiye ve ABD ilişkilerinde var olan en sorunlu alanın iki ülkenin birbirlerine dair gizli ajandaya sahip oldukları fikri daha da belirgin hale gelmiştir.
Devamı için Aşağıdaki Linki Tıklayınız
Prof. Dr. Özden Zeynep OKTAV’ın “Türk-Arap İlişkileri: Çok Boyutlu Güvenlik İnşası“ isimli kitabından alınmıştır.