Kaşıkcı cinayeti ile muhtemel azmettirici olarak şüpheleri üzerine çeken Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Pakistan, Hindistan ve Çin’i kapsayan Asya turuna başladı, haberleri ile milyarlarca dolarlık vaatlerle gezindiği Asya kıtasının prense nasıl hulus çaktığını görmekteyiz. Prens ve müttefiklerinin Türkiye karşıtı duruşu belirginleşirken bölgede başka hareketliliklerde yaşanıyor.
Son dönem Sisi darbesiyle ilişkilerimizin kaosa girdiği Mısır, Avrupa Birliği ve Arap Ligi'ni bir araya getirecek ilk zirveye ev sahipliği yaptı. Mısır'da Şarm eş-Şeyh kentinde başlayan ve iki gün süren zirve, iki bölgesel birliğin göç, güvenlik ve iklim değişikliği gibi ortak stratejik önceliklerde işbirliğini artırmasını hedefleyen gündemiyle toplanırken Türkiye’ye yönelik sesler bu çerçevede yükseliverdi. Zirve sırasında ekonomik kalkınma, Filistin ve Libya, Suriye ile Yemen'deki savaşlar masadaydı. Avrupa'dan 20'den fazla hükümet lideri ve devlet başkanı zirveye katıldı. Bu isimler arasında Almanya Başbakanı Angela Merkel ve İngiltere Başbakanı Theresa May de yer aldı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise zirveye katılmadı.
Bu zirve bağlamında bizi de yakından ilgilendiren Suriye meselesi ile alakalı rejime yeni bir el daha uzandığını gördük. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, başkent Kahire'de ağırladığı Faslı mevkidaşı Nasır Burita ile ortak basın toplantısında, Suriye'nin Arap Birliği üyeliğinin yeniden aktif hale getirilmesinin, Arap Birliği Konseyi'nin kararı ve mart ayındaki zirve sonuçlarına bağlı olduğunu söyledi. 8 yıl önce Arap Birliği üyeliği askıya alınan Esed rejimine Mısır'dan gelen bu çağrı bölgede taşların yeniden döşendiği bir yaklaşımı gösteriyor. Mısırlı bakan, rejime seslenerek 'üyelik için hazırlıklarınızı yapın' dedi. Suriye hükümetine ülkenin güvenliği, istikrarı ve egemenliğinin korunması konusunda gereken adımları atması ve Arap Birliği'ne dönüş hazırlıkları yapması çağrısında bulunan Şukri, "Aksi halde üyeliğinin aktifleştirilmesi konusunda değişen bir şey olmayacaktır" dedi. 30. Arap Birliği Zirvesi, mart ayında Tunus'ta gerçekleştirilecek. Tunus Cumhurbaşkanlığı Temsilcisi Lezher el Karavi eş Şabi, 6 Ocak'ta yaptığı açıklamada, Arap Birliği'ni Suriye'nin üyeliğini tekrar faal hale getirmesinden 'sevinç duyacaklarını' vurgulamıştı. Görüleceği üzere Suriye’de bir rejim ve yönetim değişmesini öngörmenin zorlaştığı zamanlarda bu yaklaşımlar Suriye’de yaşanan iç savaşın çözümünde de rejimi merkeze taşıma temayülü gösteren hareketler olduğu gözden kaçmıyor.
Suriye rejiminin durumundan bize ne denirse, bu zirvede görülen diğer bir gelişme bunu daha anlaşılır kılacak niteliktedir. Mısır'da düzenlenen AB-Arap Ligi Zirvesi'nde konuşan Arap Birliği Genel Sekreti Gayt, Ankara ve Tahran'ın eylemlerine dikkat çekerek, AB ile birlikte Suriye, Yemen ve Libya'daki silahlı çatışmaların ve bu ülkelerdeki yabancı ülke varlığının sürmesinin ciddiyeti konusunda ortak anlayış oluştuğunu düşündüklerini kaydetti. Gayt, "Türkiye ve İran'ın eylemleri, bölgedeki krizleri provoke eden ve körükleyen bir müdahale niteliğinde. Bölgesel çatışmaların askeri çözümü bulunmuyor ve ülkelerin birliğinin korunmasını garanti edecek siyasi çözümler üretmemiz gerekiyor" dedi. Arap aklının geçmiş on yıllara göre Türkiye’yi İran ile aynı düzeyde görmeye başlaması Orta Doğu’da döşenen taşların mühendislerinin ama iki hedefini de aşikâr eder niteliktedir. Araplar bir kere daha Türkiye’yi çatışmanın olumsuz tarafı olarak kutuplaştırarak görme eğilimlerini Türkiye ile müzakerelerini gözden geçiren AB ile müşterek toplantılarında yapmaları ayrıca manidardır.
el-Ahram gazetesinde, geçenlerde Türkiye’nin “Libya İhvancıları ve aşırıcıları“ İstanbul’da, “istihbaratımıza ait“ olduğu iddia edilen bir otelde toplayarak yeniden Libya’nın siyasi gündemine taşımak noktasında destekçi olduğuna dair çıkan haberleri de bu bağlamda okuduğumuzda mevcut algının resmi ve niyeti biraz daha belirginleşecektir.
Mısır’da bunlar yaşanırken öte yandan Lavrov’un son açıklamaları akıllarımıza çarptı: Lavrov, "Türkiye ile hangi Kürtlerin terörist sayılması konusunda ortak bir anlayışa varılamadı. Türkiye’nin farklı bir tavrı var. Endişelerini anlıyoruz, ancak yine de buğday ile saman birbirinden ayrılıp, gerçekte hangi Kürt grupların aşırıcı olduğu ve hangilerinin Türkiye’nin güvenliği için tehdit oluşturduğunun görülmesi gerek" ifadelerini kullandı. PYD lafzı ne hikmetse ABD, İran ve Rus yetkililerin ağzından çıkmıyor bir türlü. Tarih Felsefesi ve gelecek, medeniyet derken tampon bölgeyi en iyi biz koruruz, ABD ile olmaz derken hangi Kürtler sorusu bir anda çantadan çıkıverdi. 100 yıl önce Ermeni meselesinde de farklı maslahatlarla müşterek maksada yönelen düvel-i muazzama yine bizi şaşırtmamaya devam ediyor. Ne mi diyorum: Onların kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır, diyen ses onlardan farklı maksatla bahsetse de biz bunu tarih/mazi manasında düşünürsek gelecek için çıkacak ibret ve kıssadan hisse nedir sualindeki maksadımız ehline malum olacaktır. Bu siyakta soysuz değişmelerin açık pazarı olmamak için, gündelikçilikten çıkıp tarih felsefimizi güçlü bir medeniyet zaviyesi ve usul muhtevasına sahip kılmamız gereği her türlü izahtan varestedir. Suriye’de tampon hangi kanayan yaraya çare olacak, kimi koruyacaktır günler gösterecek.
Araplar ne hikmetse Suriye zindanlarındaki kadın ve çocuklara, Doğu Türkistan’daki Müslümanlara kör ve sağır iken birden Mısır’da Türkiye’yi görüyorlar. Suudi prens Asya’da dolaşarak kuşatırken Araplarda Trump’ın Natosuna katılmak için “hür dünya“ ile özgürlüğe koşuyorlar.
Bu arada Irak ve Suriye’deki Türkmenleri ağzına alan bile yok. Türkiye’nin sosyolojik sınırlarını oluşturan Türkmenler vaki kaosta ne durumdalar düşünmek gerekir. Türkmenler’in Suriye’nin demokratik güçleri olmak için ne yapmaları gerekir? Irak ve Suriye'deki Türkmen varlığı uzun bir tarihe sahiptir. Buradaki mevcudiyet büyük devletler silsilesi içinde bölgedeki Türk hâkimiyetine dayalı olarak Osmanlı devri sonuna kadarki süreçte oluştu. Oradaki Türk ahali vaki devletin vatandaşları olan insanların bakiyeleridir. Bu bakımdan Türkmenler Irak'a, mevcut referandumcu bölgesel yönetim örneğinin aksine olarak, DAEŞ gibi bir terör unsuru bahane edilerek, Türkmenler-Araplar gibi toplumlardan alınmış yerlere zorbalıkla yerleştirilmek veya büyük bir süper gücün işgaline yerel destekçi olarak zorla açılan alanda, zorbalıkla yerleşmiş değillerdir. Bu bakımdan, geçenlerde yapıldığı üzere Barzani yapısının Filistin gibi örneklerle kıyaslamak hatalıdır. Bu, tarihi ve siyasi gerçeklikle tezat oluşturan bir karşılaştırmadır. Bilakis Irak'ta olan, Filistin'de zorbalıkla toprakları alınan, topraklarından sürülen insanların yerlerine zoraki yerleşerek, bir oldubitti ile, bir BM kararı sonucu bir devlet çıkarma gayretidir. Filistin'deki mazlum ahalinin durumu daha çok Türkmenlerinkine benzemektedir.
Irak'ta Türkmen varlığı bizzat bölgede tabii bir seyir ve rıza ile başlamış ve pek çok devlet kurulması suretiyle kurumlaşmıştır. Bu bakımdan etnik ve demografik bir faşizm Türkmen varlığının başlangıç ve devamında söz konusu değildir. Irak'taki referandum durumuyla alakalı olarak karşılaştırılmak istenen aksine Filistin ve benzeri yerlerde demografik tahliye ve etnik faşizmin nasıl söz konusu olduğu bugün haritalarıyla sene sene ortaya koyulabilmektedir, yerlerinden edilen Türkmenlerin durumu Filistin'de boşaltılan yerlerin durumuyla benzerdir.
Nihayet Türkmenler bu coğrafyada hiçbir zaman terörist olmadılar, terör örgütü kurarak emperyalist emellere hizmet etmediler. Referandum-devleti hiç kurmadılar. PKK/PYD örneğindeki gibi tırlar dolusu silahlar ile takviye edilerek, zorbalıkla hareket edip iş görmediler. Bir karşılaştırma yapılacaksa Irak Türkmeni ile Filistin ahalisi arasında yapılmalıdır.
Bu bakımdan coğrafyamızda yeni etnik adlar arayanlar önce tarihi realiteyi görmek ve iddialarını bununla ispatlamak zorundadırlar. Güney Kürdistan neresi? Ne zamandır böyle? Ayn el-Arab, Kobani olduğundan beri mi? Bunun kuzeyi neresi acaba? Filistin'de Osmanlı sonrası yaşanan siyasi, demografik ve coğrafi işgal bölgemizde aynı yöntemiyle yayılarak başka bir görünüm altında Irak'ta ve Suriye'de devam ediyor gibi görünüyor. Bu işgalin Irak ve Suriye'deki mekânları çoğunlukla Türklerin yaşadıkları bölgelere tekabül ediyor. Neden? Evvelen, Türkler bölgede tarihi geçmişleri olduğu için mazide ve hala anlamı süren ağırlık merkezi bölgelerde yerleşmişlerdir. Bu yerler önemli stratejik ve jeopolitik duraklar oldukları için hala önemlerini sürdürdüklerinden elde tutulmamaları önemine binaen Türkmenler ateş içine düşmektedirler. Saniyen, Bu bölgeler önemli geçiş alanları ve maden bölgeleri olması hasebiyle tahakküm ve istismar amacıyla elde edilmek için saldırıya uğradıklarında Türkmenler de bu cümleden demografik faşizme maruz kalıyorlar. Suriye ve Irak'ta kurulan kuşak işte stratejik ve jeopolitik önem hattında oluşturulmak isteniyor. Yolları tut, enerjiye hâkim ol.
Bu bakımdan Türkmenlerin Irak ve Suriye'de yerleşim alanlarını hatırlama ve hatırlatmak bugünlerde faydalı olacaktır. Türkmenlerin yaşadığı bu yerlerin adları değişik vesileler ile medyaya yansımakta ama büyük çoğunluk buraların Türkmen bölgesi olduğunu bölmediklerinden meseleye eksik bir bilinçle bakmaktalar, bakmaktayız. Türkmenler başta Kerkük olmak üzere Musul, Erbil, Selahattin ve Diyala vilayetinde yoğun olarak yaşamaktadır. Kerkük vilayeti, Kerkük Merkez İlçe, Dibis, Tavuk ve Havice olmak üzere 4 ilçeden oluşmaktadır. Musul Vilayeti, Musul Merkez İlçe, Telafer, Sincar, Baac, Hamdaniye, Telkeyf, Şeyhan, Hatra ve Akre olmak üzere 9 ilçeden oluşmaktadır. Musul'da Türkmenler, başta Musul Merkez İlçe ve Telafer olmak üzere, Hamdaniye ve Telkeyf'in güneyinde yoğun olarak yaşamaktadır. Diyala Vilayeti'nin merkezi Bakuba'dır ve Hanekin, Kifri, Halis, Mukdadiye ve Beledruz olmak üzere 6 ilçeden oluşmaktadır. Diyala'da Türkmenler Kifri, Bakuba, Beledruz, Hanekin, Mukdadiye bölgelerinde dağınık olarak yaşamaktadırlar. Selahattin Vilayetine bağlı Beyci, Tikrit, Dora, Balad, Şirkat, Samarra, Duceyl, Faris ve Tuzhurmatu olmak üzere 9 ilçe bulunmaktadır. Selahattin'de ya- şayan Türkmenlerin en önemli yerleşim yeri Tuzhurmatu ilçesidir. Bağdad ve Erbil'de de Türkmenlerin yaşadığı bilinmektedir.
Suriye Türkmenleri'nin vilâyetlere göre nüfus dağılımı şöyledir: Şam 460 bin, Halep 975 bin, Hama 350 bin, Humus 835 bin, Lazkiye 385 bin, Tartus 50 bin, Rakka 120 bin, Idlib 25 bin, Dera 75 bin, Huneytra 50 bin, diğer bölgeler 175 bin olmak üzere toplam 3,5 milyon. Suriye'de yaşayan Türkler, Halep ve Lazkiye olmak üzere iki ana bölgede yerleş- mişlerdir. Ayrıca, Şam'da, Humus'da ve Humus-Hama-Tartus arasındaki üçgende, güney Suriye'de Suveyda, Daraa, Kuneytra ve Nava bölgesi dâhil olmak üzere diğer bölgelerde önemli bir Türkmen nüfusu vardır. (Bilgiler, Bilgay Duman, Irak'ta Türkmen Varlığı Raporu ve Hasan Celal Güzel, Orta Doğu'da Türk Varlığı çalışmalarından alındı.) Bugün bu bölgelere bakıldığında pek çok sahasının çatışma içinde olduğu, Türklerin buralardan sürüldüğü ve öldürüldüğü, yerlerine sair etnik yapıların ikame edilerek oldubitti devletleri kurulmaya çalışıldığı görülecektir. Haritalarda Irak ve Suriye Türkmen yerleşimi görülecektir:
Filistin'indekilerin hakkını savunup, onlara hak gördüğünüzü başkalarına neden reva görmezsiniz demagojisine verilecek cevap İsrail'e sorun olmalıdır. Hele buradan daha ileri yürüyüp kardeş görülen, vatan/din müdafaasında birlikte olunan bir topluma düşmanlık karinesine ulaşmak için gerçekten sorumsuz olmak gerekir. Tarihte demografik ve siyasi varlığı müseccel insanların emperyalist ve sömürgeci güçler tarafından vatanından edilip, sürgün edilmesini kabullenen anti-emperyal olduğunu ileri süren akılların safsatası aşikâr olacaktır.
Irak ve Suriye'de bir halkın hakkından söz edenler! kendinizi meşrulaştıracak örneği emperyalizm mağduru mazlumlar üzerinden değil de, daha ayağı yere basan örneklerden, tarihi gerçekliklerden bulursanız size kulak verenleri en azından daha makul bir yerde tutabilirsiniz. Emperyal mazlumiyetler üzerinden size haklılık karinesi çıkmaz, hele de Filistin'den size ekmek hiç çıkmaz. Bu mazlumiyetin müsebbipleri, bugün referandum-devletini destekliyorsa söz zaten orada biter.
Bu açıdan eleştirilen Türkiye meselelere etnik ve mezhep çerçevesinden bakmaz, Türkiye'nin insani, milli ve dini esaslara müstenit cihan hâkimiyeti mefkûreleri vardır; Türkler için hâkim olmak hadim olmaktır; nâsırul'l-ibad, âmru'l-bilad, dâfiu'z-zulumat ve'l-fesat olmak, hukuku ve öngörülebilirliği hâkim kılmaktır, Bu manada hâkim olmak değerlerin, törenin, hukukun herkes için her yerde hâkim olmasıdır, insanlığın değerleriyle ve onu merkeze alarak meselelere bu çerçeveden bakmaktır.
Referandumla Ortadoğu'nun yüzyılını daha çalacak adım atılmış olmamasını dileriz. Money talks… Üryan geldim gene üryan giderim…
Filistin'den, Bosna'ya oradan Arakan'a ve Kerkük'e aynı oyun devam ediyor…