Suudi Arabistan Kaşıkçı cinayeti dolayısıyla gündemimizi son zamanlarda yoğun olarak işgal ediyor. Ilımlı İslamcı yeni veliahtlarıyla da dikkatlere dokunan bu devlet son dönem hafızamızda pek çok travmayla yer etti ve ediyor. Bunları gözden geçirerek dünden bugüne bir bakış muhatabımızı anlamak ve doğru değerlendirmeler yapmak noktasında faydalı olabilecektir.
Suudi Arabistan Osmanlı’nın enkazı arasında teşekkül eder. Ahmet Cevdet Paşa, Vehhâbîliğin yayılışını; temellerini ‘kan bağı, intisap ve dini heyecan’ın oluşturduğu, İbn Haldun'un ‘asabiyye’si üzerine oturtarak açıklar: (bn Haldun, 1998: I, 485- 489; Tarih-i Cevdet, 1309: I,261-265,272-276,313-320;II,302-305). “Zu‘munca bid‘at zanneyledii ‘amâli ibtâl dâ‘iyeleriyle“ “Muhammed b. Abdülvehhâb nâm kimesne hudud-u Şer‘iyyeyi tecavüz ile dalâl ve bid‘at yoluna saparak başına biriktirmekte olduğu bir takım eşkıya ile“ [hurûc etmiştir.] “Mücerred mübâhese-i ameliyye dâiyesinde“ olarak [hareket eden] “Merkûm ashab-ı asabiyetten harb u darbe kadir bir kabile reisi değil ki hatta hurûc-ı dâiyelerini icrâya muktedir ola“. “İş bu Muhammed b. Abdülvehhâb, Şeyh-i Necdî dedikleri mel‘undur ki ibda‘ ettiği mu‘tekadât-ı bâtılaya ittiba‘ edenlere Vehhâbî deniliyor. Şeyh-i merkum fi'l-vaki‘ ‘asabiyyet ashâbından değil idi. Lâkin ol-havâlîde köyden köye gezerek birtakım mu‘tekedât-ı fâside ile nice ‘urbânı ıdlâl edip husûsiyle Dir‘iyye ahâlîsini bütün bütün kendine tâbi kılarak, çünkü sâhib-i hurûclukda ‘asabiyyet şart olduundan ve kendisinde ‘asabiyet olmadığından kendi mezheb-i bâtılını neşr ü işâ‘a zımnında Dir‘iyye Şeyhi Muhammed b. Suûd'u tergîb ü irâ edip ol dâhi bu sûretle hurûc ederek sonraları pek büyük cem‘iyyet peydâ eyleyip Cezîretü'l-Arab'da ve Harameyn-i Muhteremeyn'de etmedikleri fenâlıklar kalmamıştır“. “Dir‘iyye Şeyhi Muhammed b. Suud'u önüne katıp onun eliyle bir cem‘iyyet-i kaviyye teşkil etmişdi. Fakat bu cem‘iyyet gereği gibi teessüs edinceye dek devletce üzerlerine bir hareket vukuundan ihtirâzan Devlet-i Aliyye'nin dikkat-i nazarını celbedecek hareketten bir müddetcik daha ictinab ile tesettür halinde bulunmak isterdi. Ol vakit me'murîn-i Devlet-i Aliyyenin dahî bu misillû husûsât-ı politikıyyede gafletleri ber-kemâl olduundan, Vehhâbîlerin hedef ve makasıdı ne olduğunu tafattun edememişler idi“. (Tarih-i Cevdet, 1309: VI,121; II,72, 74; VI,123; II,73; VII,182-193; BOA, DH-MU, 1328 Ca 17-4). İbn Haldun’un asabiye kavramı esasında bu yapının Osmanlı’ya karşı nasıl teşekkül ettiği bu satırların mütalaasından çok rahat anlaşılacaktır. Ahmet Cevdet Paşanın bahsettiği o gaflet Osmanlının yıkılması ve sonrası süreçte bölgemizde çok ağır bedellerin ödenmesine yol açacaktır. 1744’te Suud hanedanının müessisi Muhammed b. Suud dini lider olarak zuhur eden Muhammed AbdulVahhab ile güçbirliğien girerek Necd’de siyasi-dini esaslarda Suud-Vehhabi ittifakını kurdular. BU müttefiklik ise günümüzün Suudi Arabistan’ınını doğuracaktır. 1818’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından sona erdirilen bu yapı 1902’de Abdulaziz b. Suud’un Riyad’ı geri almasıyla yeniden canlanır. 1. Dünya savaşının sonrası ise bu hanedan için yükselişin başlangıcı olacaktır.
Osmanlının yıkılışı Ahmet Cevdet Paşanın bahsettiği o görülemeyen hedef ve maksadın aşikâr olmasını sağlayacaktır. Şerif Hüseyin isyanı bu süreçte dönüm noktalarından olacaktır. Bu isyan içerisinde iki İngiliz savaş gemisi ve İngiliz savaş uçaklarının bombardıman desteği ile Cidde kalesini saldıran isyancılar burayı ele geçirdiler. Şerif Hüseyin kuvvetleri 7 Temmuz 1916’da Ecyad Kalesi’ni işgal ederek Mekke’yi işgal ettiler. 22 Eylül’de Taif Şerif Abdullah tarafından ele geçirildi. İngiliz donanması sahil boyunca isyancılara top ateşleriyle destek oldu. İngilizler Hicaz’ı ele geçirmek için her kritik noktaya makinalı birlikler İngiliz uzman ve subaylar gönderdiler. Bölge artık Osmanlı kalkanının parçalandığı emperyalistlerin oyuncağı olacağı ve Sykes-Picot düzeni ile şekillenen anlayışa göre dönüştürülmeye başlanacaktır. Suudi Arabistan da Osmanlının külleri ve yıkıntıları arasında mahut isyanlar sonucunda ortaya çıkacaktır. 1921’de Taif, Mekke, Medine, Cidde ve Hail şehirleri İbn Suud yönetimine girerek Şerif Hüseyin isyanı sırasında bölgede bulunan güçlerden birisi olan bu aile yeni devletlerine doğru yürümeye başlarlar. 1927’de Suud ailesi ve İngilizlerle yapılan bir antlaşma ile Necd ve Hicaz krallığı bir devlet konumuna yükselir ve 1932’de bugünkü adını alır. Emperyalist bir planın Osmanlı sonrası bölgeyi şekillendirme operasyonunun bir sonucu olarak ortaya çıkan bu devlet petrol vesilesi ile bölge ve dünyanın önemli bir gücü olacaktır. Bu yapıların yanında ise İngiliz, Fransız, Amerikalı emperyalist güçlerin desteği hep söz konusudur.
İşte bu şartlarda ortaya çıkan bu devletin 2002’de aldığı kararla, Osmanlı'nın "Kabe'nin korunması" için yaptırdığı tarihi Ecyad Kalesi'ni yıktığı haberleri tepkiyle karşılanmakla beraber erbabını şaşırtmadı. Bu konuya dair Murat Bardakçı, "Suudi yönetimi, Mekke'deki Türk Kalesi'ni yıkarak, Türkiye'den tam 145 yıl öncesinin intikamını almış oldu: Şerif Abdülmuttalib ayaklanmasının intikamını..." diye yazmıştı.
Arap Baharı denilen süreç yaşanırken herkes bu hareketlerin Suudi Arabistan’a sıçrayıp sıçramayacağını merak ediyordu. Akabinde görüldü ki bu hareketin sönmesi için her türlü desteğiyle bu devlet perdenin arkasından Mısır’da karşımıza çıkıverdi. Muhammed Mürsi’ye yapılan darbenin ardındaki açık destekleri büyük hayal kırıklığı yaratırken, Osmanlı sonrası düzenin bu büyük gücünün mahut ve malum statükonun da bekçisi olduğu anlaşılmış oldu. Benzer düzensizliklere desteğin Libya’da da söz konusu olduğuna dair bilgiler Arap Baharının içeriden nasıl sabote edildiğini de göstermektedir. Mısır’daki darbenin finansörü ve akabinde de Sisi’nin destekçisi olarak görülen Suud yönetimi ne yazık ki makus emperyalist düzenin bir mekanizması görüntüsüyle hayal kırıklığı yarattı.
Bu süreçte Yemen’de şu anda yaşanan gelişmelere, Arap baharı bağlamında yaşanan olaylara İran ile rekabet ilişkisini de ekleyerek, katılan Suud yönetimi şu anda Yemen’de bir insanı dramın yaşanmasına yol açıyor. Büyük bir insanı felaket yaşanan bu bölgede İran-Suud rekabeti arasında, bölgemizin en değersiz şeyi yani insan, Suriye’de de olduğu üzere, yine ağır bedeller ödüyor, insanlıktansa eser yok. Çocuklarımız Yemen’de ölüyor insaf ediniz!
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, dünkü basın toplantısında, Suudi Arabistan'ın Rakka'nın restorasyonu için koalisyona, 100 milyon dolar katkıda bulunduğunu bildirdiğinde de şaşırmadık. SUUDİ Arabistan’ın 12 Temmuz’da Brüksel’de yapılan DEAŞ Karşıtı Küresel Koalisyon toplantısında Suriye’nin DEAŞ’tan alınan kuzeydoğusu ve Rakka kentinin restorasyonu ve istikrarının sağlanması için 100 milyon dolar taahhütte bulunduğu açıklandı. Suudi Arabistan’ın Washington D.C. Büyükelçiliği, “Bu katkı, hayatları kurtaracak, yerinden edilmiş Suriyelilerin geri dönüşünü sağlayacak ve DEAŞ’ın Suriye’yi ve komşularını tehdit ederek yeniden ortaya çıkmamasını ve uluslararası topluma karşı saldırılar planlamamasını sağlayacak“açıklamasında bulunması da aynı şekilde taaccübe neden olmadı. Bunun yanında insani yardım taşıyan tırlarında PYD’ye ulaştığı haberleri de aynı şekilde beklenmeyecek bir husus değildir. Türkiye’nin PYD konusunda ve Suriye’nin bütünlüğü noktasındaki duruşu göz önüne getirildiğinde DAEŞ bahaneli bu yardımın ülkemiz ve devletimiz açısından rahatsızlık sebebi olması çok doğaldır.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, İsraillilerin kendi topraklarında yaşama hakkı olduğunu söylediği açıklamaları da Osmanlının enkazı üzerinde yükseltilen diğer bir devlete uzattığı bir zeytin dalı! oldu. Bu Selman'ın açıklamaları son dönemdeki Tel Aviv-Riyad yakınlaşmasının yeni bir işareti olarak değerlendirilirken Suudi Arabistan’da bir kez daha zihinlerimize çarpıp geçti. Kabe İmamı Sudeysi skandal bir açıklamada bulundu. Sudeysi, "Bugün Suudi Arabistan ve ABD dünyanın iki kutbu. Allah'a hamdolsun dünyayı birlikte yönetiyorlar" ifadelerini kullanması da bizi bir o kadar şaşırtmadı.
Bu meseleler elbette Suudi Arabistan karşıtı bir algı oluşturmak ya da böyle bir niyete hizmet için yazılmadı. Osmanlı sonrası bölgemizde yaşanan gelişmelerin önemli bir parçası olan Suudi Arabistan ve ona bağlı gelişmelerin özellikle son dönem odağından genel bir değerlendirmesi yapılarak bugünkü Kaşıkçı tartışmasının aslında devede kulak kaldığı ya da buzdağının görünen yüzünde bir tepecik olduğunu vurgulamak içindir.
Nihayet son bir resim: Trump, Sisi ve Suudi Kralı Selman ellerini bir dünya küresi üzerine koymuşlar ve yüzlerine vuran gölgelerin altına saklı gülümsemeleri ile bölgemiz yaşadığı yıkımı adeta el el nasıl gerçekleştirdiklerini kutlar ve yenilerine de hazırlanır gibiydiler. İran ve Suudi Arabistan iki rakip müttefik olarak bölgedeki gerginliğin iki ucunda çekiştirmeye devam ediyorlar. Türkiye ise durduğu muasır konumla ve bu iki güçle de konuşma kabiliyetleri sayesinde üçüncü yol olmak noktasında önemli bir aktör konumundadır. Şia ve selefilik arasında sıkışıp kalan bölgemizin Türk siyaseti, dirayeti ve diyanetine bir kere daha ne kadar muhtaç olduğu geçmişteki barış ve düzen yıllarının bize gelecek adına verdiği bir ders olarak duruyor.
Suudi Arabistan Osmanlı’nın enkazı arasında teşekkül eder. Ahmet Cevdet Paşa, Vehhâbîliğin yayılışını; temellerini ‘kan bağı, intisap ve dini heyecan’ın oluşturduğu, İbn Haldun'un ‘asabiyye’si üzerine oturtarak açıklar: (bn Haldun, 1998: I, 485- 489; Tarih-i Cevdet, 1309: I,261-265,272-276,313-320;II,302-305). “Zu‘munca bid‘at zanneyledii ‘amâli ibtâl dâ‘iyeleriyle“ “Muhammed b. Abdülvehhâb nâm kimesne hudud-u Şer‘iyyeyi tecavüz ile dalâl ve bid‘at yoluna saparak başına biriktirmekte olduğu bir takım eşkıya ile“ [hurûc etmiştir.] “Mücerred mübâhese-i ameliyye dâiyesinde“ olarak [hareket eden] “Merkûm ashab-ı asabiyetten harb u darbe kadir bir kabile reisi değil ki hatta hurûc-ı dâiyelerini icrâya muktedir ola“. “İş bu Muhammed b. Abdülvehhâb, Şeyh-i Necdî dedikleri mel‘undur ki ibda‘ ettiği mu‘tekadât-ı bâtılaya ittiba‘ edenlere Vehhâbî deniliyor. Şeyh-i merkum fi'l-vaki‘ ‘asabiyyet ashâbından değil idi. Lâkin ol-havâlîde köyden köye gezerek birtakım mu‘tekedât-ı fâside ile nice ‘urbânı ıdlâl edip husûsiyle Dir‘iyye ahâlîsini bütün bütün kendine tâbi kılarak, çünkü sâhib-i hurûclukda ‘asabiyyet şart olduundan ve kendisinde ‘asabiyet olmadığından kendi mezheb-i bâtılını neşr ü işâ‘a zımnında Dir‘iyye Şeyhi Muhammed b. Suûd'u tergîb ü irâ edip ol dâhi bu sûretle hurûc ederek sonraları pek büyük cem‘iyyet peydâ eyleyip Cezîretü'l-Arab'da ve Harameyn-i Muhteremeyn'de etmedikleri fenâlıklar kalmamıştır“. “Dir‘iyye Şeyhi Muhammed b. Suud'u önüne katıp onun eliyle bir cem‘iyyet-i kaviyye teşkil etmişdi. Fakat bu cem‘iyyet gereği gibi teessüs edinceye dek devletce üzerlerine bir hareket vukuundan ihtirâzan Devlet-i Aliyye'nin dikkat-i nazarını celbedecek hareketten bir müddetcik daha ictinab ile tesettür halinde bulunmak isterdi. Ol vakit me'murîn-i Devlet-i Aliyyenin dahî bu misillû husûsât-ı politikıyyede gafletleri ber-kemâl olduundan, Vehhâbîlerin hedef ve makasıdı ne olduğunu tafattun edememişler idi“. (Tarih-i Cevdet, 1309: VI,121; II,72, 74; VI,123; II,73; VII,182-193; BOA, DH-MU, 1328 Ca 17-4). İbn Haldun’un asabiye kavramı esasında bu yapının Osmanlı’ya karşı nasıl teşekkül ettiği bu satırların mütalaasından çok rahat anlaşılacaktır. Ahmet Cevdet Paşanın bahsettiği o gaflet Osmanlının yıkılması ve sonrası süreçte bölgemizde çok ağır bedellerin ödenmesine yol açacaktır. 1744’te Suud hanedanının müessisi Muhammed b. Suud dini lider olarak zuhur eden Muhammed AbdulVahhab ile güçbirliğien girerek Necd’de siyasi-dini esaslarda Suud-Vehhabi ittifakını kurdular. BU müttefiklik ise günümüzün Suudi Arabistan’ınını doğuracaktır. 1818’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından sona erdirilen bu yapı 1902’de Abdulaziz b. Suud’un Riyad’ı geri almasıyla yeniden canlanır. 1. Dünya savaşının sonrası ise bu hanedan için yükselişin başlangıcı olacaktır.
Osmanlının yıkılışı Ahmet Cevdet Paşanın bahsettiği o görülemeyen hedef ve maksadın aşikâr olmasını sağlayacaktır. Şerif Hüseyin isyanı bu süreçte dönüm noktalarından olacaktır. Bu isyan içerisinde iki İngiliz savaş gemisi ve İngiliz savaş uçaklarının bombardıman desteği ile Cidde kalesini saldıran isyancılar burayı ele geçirdiler. Şerif Hüseyin kuvvetleri 7 Temmuz 1916’da Ecyad Kalesi’ni işgal ederek Mekke’yi işgal ettiler. 22 Eylül’de Taif Şerif Abdullah tarafından ele geçirildi. İngiliz donanması sahil boyunca isyancılara top ateşleriyle destek oldu. İngilizler Hicaz’ı ele geçirmek için her kritik noktaya makinalı birlikler İngiliz uzman ve subaylar gönderdiler. Bölge artık Osmanlı kalkanının parçalandığı emperyalistlerin oyuncağı olacağı ve Sykes-Picot düzeni ile şekillenen anlayışa göre dönüştürülmeye başlanacaktır. Suudi Arabistan da Osmanlının külleri ve yıkıntıları arasında mahut isyanlar sonucunda ortaya çıkacaktır. 1921’de Taif, Mekke, Medine, Cidde ve Hail şehirleri İbn Suud yönetimine girerek Şerif Hüseyin isyanı sırasında bölgede bulunan güçlerden birisi olan bu aile yeni devletlerine doğru yürümeye başlarlar. 1927’de Suud ailesi ve İngilizlerle yapılan bir antlaşma ile Necd ve Hicaz krallığı bir devlet konumuna yükselir ve 1932’de bugünkü adını alır. Emperyalist bir planın Osmanlı sonrası bölgeyi şekillendirme operasyonunun bir sonucu olarak ortaya çıkan bu devlet petrol vesilesi ile bölge ve dünyanın önemli bir gücü olacaktır. Bu yapıların yanında ise İngiliz, Fransız, Amerikalı emperyalist güçlerin desteği hep söz konusudur.
İşte bu şartlarda ortaya çıkan bu devletin 2002’de aldığı kararla, Osmanlı'nın "Kabe'nin korunması" için yaptırdığı tarihi Ecyad Kalesi'ni yıktığı haberleri tepkiyle karşılanmakla beraber erbabını şaşırtmadı. Bu konuya dair Murat Bardakçı, "Suudi yönetimi, Mekke'deki Türk Kalesi'ni yıkarak, Türkiye'den tam 145 yıl öncesinin intikamını almış oldu: Şerif Abdülmuttalib ayaklanmasının intikamını..." diye yazmıştı.
Arap Baharı denilen süreç yaşanırken herkes bu hareketlerin Suudi Arabistan’a sıçrayıp sıçramayacağını merak ediyordu. Akabinde görüldü ki bu hareketin sönmesi için her türlü desteğiyle bu devlet perdenin arkasından Mısır’da karşımıza çıkıverdi. Muhammed Mürsi’ye yapılan darbenin ardındaki açık destekleri büyük hayal kırıklığı yaratırken, Osmanlı sonrası düzenin bu büyük gücünün mahut ve malum statükonun da bekçisi olduğu anlaşılmış oldu. Benzer düzensizliklere desteğin Libya’da da söz konusu olduğuna dair bilgiler Arap Baharının içeriden nasıl sabote edildiğini de göstermektedir. Mısır’daki darbenin finansörü ve akabinde de Sisi’nin destekçisi olarak görülen Suud yönetimi ne yazık ki makus emperyalist düzenin bir mekanizması görüntüsüyle hayal kırıklığı yarattı.
Bu süreçte Yemen’de şu anda yaşanan gelişmelere, Arap baharı bağlamında yaşanan olaylara İran ile rekabet ilişkisini de ekleyerek, katılan Suud yönetimi şu anda Yemen’de bir insanı dramın yaşanmasına yol açıyor. Büyük bir insanı felaket yaşanan bu bölgede İran-Suud rekabeti arasında, bölgemizin en değersiz şeyi yani insan, Suriye’de de olduğu üzere, yine ağır bedeller ödüyor, insanlıktansa eser yok. Çocuklarımız Yemen’de ölüyor insaf ediniz!
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, dünkü basın toplantısında, Suudi Arabistan'ın Rakka'nın restorasyonu için koalisyona, 100 milyon dolar katkıda bulunduğunu bildirdiğinde de şaşırmadık. SUUDİ Arabistan’ın 12 Temmuz’da Brüksel’de yapılan DEAŞ Karşıtı Küresel Koalisyon toplantısında Suriye’nin DEAŞ’tan alınan kuzeydoğusu ve Rakka kentinin restorasyonu ve istikrarının sağlanması için 100 milyon dolar taahhütte bulunduğu açıklandı. Suudi Arabistan’ın Washington D.C. Büyükelçiliği, “Bu katkı, hayatları kurtaracak, yerinden edilmiş Suriyelilerin geri dönüşünü sağlayacak ve DEAŞ’ın Suriye’yi ve komşularını tehdit ederek yeniden ortaya çıkmamasını ve uluslararası topluma karşı saldırılar planlamamasını sağlayacak“açıklamasında bulunması da aynı şekilde taaccübe neden olmadı. Bunun yanında insani yardım taşıyan tırlarında PYD’ye ulaştığı haberleri de aynı şekilde beklenmeyecek bir husus değildir. Türkiye’nin PYD konusunda ve Suriye’nin bütünlüğü noktasındaki duruşu göz önüne getirildiğinde DAEŞ bahaneli bu yardımın ülkemiz ve devletimiz açısından rahatsızlık sebebi olması çok doğaldır.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, İsraillilerin kendi topraklarında yaşama hakkı olduğunu söylediği açıklamaları da Osmanlının enkazı üzerinde yükseltilen diğer bir devlete uzattığı bir zeytin dalı! oldu. Bu Selman'ın açıklamaları son dönemdeki Tel Aviv-Riyad yakınlaşmasının yeni bir işareti olarak değerlendirilirken Suudi Arabistan’da bir kez daha zihinlerimize çarpıp geçti. Kabe İmamı Sudeysi skandal bir açıklamada bulundu. Sudeysi, "Bugün Suudi Arabistan ve ABD dünyanın iki kutbu. Allah'a hamdolsun dünyayı birlikte yönetiyorlar" ifadelerini kullanması da bizi bir o kadar şaşırtmadı.
Bu meseleler elbette Suudi Arabistan karşıtı bir algı oluşturmak ya da böyle bir niyete hizmet için yazılmadı. Osmanlı sonrası bölgemizde yaşanan gelişmelerin önemli bir parçası olan Suudi Arabistan ve ona bağlı gelişmelerin özellikle son dönem odağından genel bir değerlendirmesi yapılarak bugünkü Kaşıkçı tartışmasının aslında devede kulak kaldığı ya da buzdağının görünen yüzünde bir tepecik olduğunu vurgulamak içindir.
Nihayet son bir resim: Trump, Sisi ve Suudi Kralı Selman ellerini bir dünya küresi üzerine koymuşlar ve yüzlerine vuran gölgelerin altına saklı gülümsemeleri ile bölgemiz yaşadığı yıkımı adeta el el nasıl gerçekleştirdiklerini kutlar ve yenilerine de hazırlanır gibiydiler. İran ve Suudi Arabistan iki rakip müttefik olarak bölgedeki gerginliğin iki ucunda çekiştirmeye devam ediyorlar. Türkiye ise durduğu muasır konumla ve bu iki güçle de konuşma kabiliyetleri sayesinde üçüncü yol olmak noktasında önemli bir aktör konumundadır. Şia ve selefilik arasında sıkışıp kalan bölgemizin Türk siyaseti, dirayeti ve diyanetine bir kere daha ne kadar muhtaç olduğu geçmişteki barış ve düzen yıllarının bize gelecek adına verdiği bir ders olarak duruyor.