Zirai hayat yaşanan bölgelerde hayatının bir dönemi geçenler tarla komşuları ile su yüzünden yaşanan kavgalara şahit olmuşlardır. Bahçe sulama kavgaları akrabaları dahi birbirine düşürecek bir kriz haline gelivermektedir. Su kavgaları iki bahçe komşu arasında olduğu gibi iki devleti de savaşın eşiğine getirecek kadar ciddi bir meseledir. Coğrafya ile siyasetin ilişkileri bağlamında jeopolitiğin en önemli başlıklarından birisi su jeopolitiğidir. Tarih boyunca bu uğurda pek çok çatışma yaşan bu konu insan için beka düzeyinde binaen devletler bu seviyedeki önemli bir konu için savaş dâhil her şeyi göze alırlar.
Su, Ortadoğu’nun geleceğinde önemli bir meseledir. Bunu sorun haline getiren en önemli mesele, bizce, kaynak azlığı ya da iklim şartlarından ziyade devlettir. On yıllardır süren ideolojik ve otokrat yönetimler meselelerini dış bağlamlar ve ideolojik ezberlerle çözme yoluyla uyguladıkları baskıcı ve rejim odaklı yönetimler neticesinde alt yapı sistemleri geliştirilemedi. Bölgede İran, Irak ve Suriye başta olmak üzere gelecek on yıllarda ciddi bir su sorunu ve gıda meselesi öngörülmektedir. Bu durum ise yeni göç hareketleri, sosyal karmaşalar, siyasi istikrarsızlıklara yol açabilecektir. Ortadoğu’nun kaçırdığı geçen yüzyılı akil stratejilerle telafi edemezse, kaybedilen yüzyıl müstakbel asrı da bu manada ipotek altına alacaktır. Değişemeyen zihniyetler, arada kalmış çözüm arayışları, alt yapıyı unsurlarına odaklanamayan devlet cihazları iç ve dış güvenlik öncelikleriyle bu çelişkiyi daha da derinleştiriyor.
Zemin ve Sorunun Esası
Osmanlı Barışının bozulması sonrası 19. asrın sonlarından itibaren Ortadoğu’daki gerginliklerin sebeplerinden biri olarak su sorunu görülmektedir. Nehirlerin doğdukları ile döküldükleri sınırların farklılığı su konusunda paylaşımı muvazaalı hale getirmektedir. Nüfus hareketlerindeki dengesiz şişmeler, şehirleşmelerin bu manada çarpıklaşması ve su tedarikinin nüfus ve tarım arazileri açısından siyasi ve sosyal istikrar konusu haline gelmesiyle devletler için su, uğrunda çatışmayı göze alacak bir konu teşkil etmektedir. Ortadoğu’nun bahsedilen nehirlere dayalı su havzaları açısından başlıca, Türkiye’den doğup, önce Suriye’ye ardından Irak’a geçen Fırat ve Türkiye’den doğup Irak’a geçerken Fırat Nehri ile birleşerek Şattülarap adını alan Dicle Nehri havzası. İsrail, Ürdün ve Filistin tarafından kullanılan, Golan Tepeleri’nin batısından başlayarak önce Tiberiya Gölü’ne ve oradan İsrail işgali altındaki toprakları geçerek Ölü Deniz’e dökülen Ürdün (Şeria) Nehri havzası. Lübnan, Suriye ve Türkiye arasındaki Asi Nehri havzası. Bir kolu Viktorya Gölü’nden, öteki kolu Burundi Nehri’nden başlayan ve Burundi, Raunda, Tanzanya, Kenya, Etiyopya, Uganda, Kuzey ve Güney Sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden geçen Nil Nehri. Lübnan topraklarında doğup denize dökülen Litani Nehri şeklinde ortaya konulabilir.
Bu havzalardaki Dicle, Fırat ve Asi nehirlerinin Türkiye’den doğduğu düşünülecek olursa ülkemizin bu bakımdan stratejik önemi ve buna bağlı muhtemele karşılaşılacak tehditler ise aynı düzeyde düşünülmelidir. Bu havzalar içinde Irak ve Suriye ile su meseleleri üzerinden geçmişte gerginliklerimiz olduğu ve bunun derinleşen siyasi ve sosyal krizler bağlamında gelecekte daha derinleşme ihtimalini burada not etmek yeterli olacaktır. Ürdün nehri vesilesi ile Arap-İsrail gerginliği bu cümleden Ortadoğu su meselelerinden olarak kaydedilebilir. Nil’in Mısır ile Sudan ve Etiyopya arasında bitmeyen bir konu olduğu da erbabınca malumdur.
Roma, Sasani ve Osmanlı süreçlerinde binlerce yıllık sulama ve içme suyu tedariki geleneği olan bu coğrafyalarda nasıl oluyor da bugün bu kaosun kapısına geliniyor. Çözüm odaklı olmak yerine iklim değişikliği, dış etkenli sıkıntılar ve komşulardaki (İran özelinde Afganistan ve Türkiye’nin yaptığı barajlar gibi) gelişmeleri bahane ederek çözüm projeleri geliştiremeyen idareler sorunu derinleştiriyor. Rant odaklı ve yolsuzluklar bağlamında konu düşünülünce başka bir çıkmaz karşımıza çıkıyor. Medeniyet zemini kurulamayan bölgede meseleye esastan yaklaşıp radikal tedbirler almak yerine sorunun meydana getirdiği sonuçlarla mücadele ederek konu palyatif düzeyde ele alnınca yapılacak bir şey kalmıyor. Hele Irak ve Suriye gibi çökmüş devlet düzeyinde durumların yaşandığı yerde kısa vadede bir önlem alınması muhal görünüyor.
Su jeopolitiğinde sıkıntının esas kavramlarından birisi nüfus ve buna bağlı sosyal hareketlerdir. Ortadoğu’nun en büyük sorunlarından birisi bu bağlamda köyden şehre yaşanan göç olgusunu bir medeniyet kuruluşu aşaması olarak yönetememesidir. Şehirlere dolan milyonlar iş ve aş endişeyle gittikleri bu yerlerde varoşlaşarak yığılınca mevzu bahis su meselesi gibi sorunlar ortaya çıkarak kangrene dönüşüyor. İklimin kurak, yağışların az olduğu mevsimlerde, ülkemizde de görüldüğü üzere, su meselesi bir anda acil durum konusuna dönüşüyor. Şehirlere yığılan kitleleri beslemek ve içme suyu tedariki ise başlı başına büyük bir sorun oluyor. Köyün şehre geçmesi İbn Halduncu kavramlarla bakacak olursak bedavetin hadarete evrilmesi olarak gerçekleşmesi beklenirken bugünün Ortadoğu’sunda medeniyetin köy tarafından istila edilerek yozlaştırılması sonucunu ortaya çıkarıyor. Su meselesinde ciddi olarak ortaya konulan nüfus meselesi, şehre göç vakası gibi konular sonucu yönetilemeyen su kaynakları ve insan dengesi nedeniyle bölgemiz ciddi risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Medeniyet havzası olamayan bölgemiz su örneğinde de görüleceği üzere elinde coğrafi imkânları da çarçur etmektedir.
İran’dan Meseleye Bakmak
İran son günlerde yaşadığı iç ve dış siyasi krizleri arasında su meselesi odaklı sıkıntılar öne çıkıyor. İran’da 2017’de yaşanan Abadan ve Hürremşehr gibi yerlerde su meselesi odaklı hareketler akla çevre meselelerinin, su gibi konuların siyasi birikmişlikleri tetikleyecek bir potansiyeli de gösteriyor. Huzistan Eyaletinde bu yıl gerçekleşen su sebepli zehirlenmeler bu cümleden dikkate dokunuyor. Bu eyalete bağlı Hürremşehr’de "Beceriksiz yöneticiler istemiyoruz. Hırsızlar din adına bizi yağmaladı" sloganları duyulmaya başlanan bir yerde mesele su konusu olmanın ötesi geçiverecektir. Aynı eyalette bulunan Abadan’da “ABD’nin düşman olduğunu yalan söylüyorlar, bizim düşman tam da burada“ sloganlarıyla susuzluğu protesto edildiğinde aynı durumu görmek mümkündür. Hülasa ciddi tedbirlerle çözülmeyen alt yapı meseleleri bir anda bir siyasi muhalefet meselesine dönüşerek halk hareketlerini söz konusu kılabiliyor. Su meselesi devletleri karşılaştırdığı gibi İran örneğinde görüleceği üzere iç hareketlerin manivelası da olabilir.
İran’dan meseleye bakmaya devam edersek, Urumiye Gölü merkezli sıkıntılar tam burada gözden geçirilirse konu daha iyi ve somut anlaşılabilir. İlk önce İranlı bir yetkiliye kulak vermek yerinde olacaktır: İran Çevre Teşkilatı Kamu Departmanı Müdürü Muhammed Derviş, Sputnik’e verdiği demeçte gölün kurumasının başlıca nedeninin yerli halkın göl sularına ve bitişik arazilere giderek daha fazla ihtiyaç duymaya başlamasından kaynaklandığını belirtti. Derviş şöyle konuştu: “Son yıllarda gölün kıyısındaki arazilerin tarım amaçlı kullanım alanı 320 binden 680 bin hektara çıkarıldı. 1 hektarın sulanması için 10 bin metreküp suya ihtiyaç var, gölün yükü 3,6 milyar metreküp oldu. Göle dökülen 14 nehirde 72 baraj kurduk. Tüm bunlar Urmiye gölünde su krizine yol açtı, elma bahçelerinde ve üzüm bağlarında çok fazla su tüketimi olduğu için gölün bir kısmı çöle dönüştü. Gölün bir kısmı hala kurumasa da, derinliği fazla olmadığı için kuruma hızlanmaya başladı. Bu yılki kuraklığın da büyük rolü oldu." Derviş, sözlerine şöyle devam etti: "Urmiye’nin eski haline dönmesinin sağlanması için 10 yıl içinde bahçeler kaldırılmalı ve gölün etrafındaki alan, eskiden olduğu gibi 300 bin hektara düşürülmeli. Komşularımız Azerbaycan, Nahçıvan, Ermenistan, Türkiye ve Irak ile birlikte yeni enerji kaynakları oluşturmaya başlamalıyız ve burada serbest ekonomi bölgesi oluşturmalıyız. Bölge kurulduktan ve insanlar oradan bir gelir sağladıktan sonra hükümet, gerçekleştirdikleri faaliyetlerin türünü değiştirmelerini, pancar yetiştirmeyi bırakıp hayvancılığa geçmelerini isteyebilir. Tüm bunlar gölün eski hale gelmesine katkı sağlar.“
İran devleti resmi yetkilisi olaya bahsettiğimiz gibi esastan yaklaşmak yerine konuyu bir takım iç sebepler ve yapılması beklenecek olan dış ittifaklı tedbirlerle çözme yolunda fikir ortaya koyuyor. Yine diğer bir İranlı yetkili İran Çevre Koruma Örgütü Başkan Yardımcısı Masoud Bagherzadeh Karimi, gölün kurtarılması için komşulardan yardım alınması gerektiğine dikkat çekti. Karimi, “Devlet ülkenin su havzalarındaki durumu kontrol altında tutmalı ve su sarfiyatının düşürülmesi için tedbir almalı. Bu özellikle Urumiye için geçerli. Genel olarak tarım, sanayi sektöründe, özel sektörde çok fazla su tüketiyoruz. Su rezervleri yüzde 40-60 oranında ekosistemin içinde kalmalı. Biz gereğinden fazlasını harcıyoruz, buna bir son vermeli. Göl kurursa çöl fırtınaları başlar ve giderek ilerler, bu nedenle komşulardan yardıma seviniriz. Japonya yardım ediyor, Avustralya da yakında katılacak. Almanya, Hollanda ve Türkiye ile işbirliği yapıyoruz. Uluslararası yasalar çerçevesinde her türlü yardımı selamlıyoruz.“ Su meselesi zamanında ve ciddiyetle ele alınmadığında, görüleceği üzere, bir devletin çözemeyeceği bir çevre felaketine dönüşebiliyor. Nüfus’un dengesiz hareketleri, tarım alanlarının doğru planlanmaması ve alt yapının bu bağlamda ihmali sonuçta bir krizi kapıya getiriyor.
Sonuç olarak su meselesi görüleceği üzere Ortadoğu’da ciddi bir tehdit olarak geleceğe gölge düşürüyor. Su jeopolitiği gösterilmeye çalışıldığı üzere devlet politikalarında hem bir kamu meselesi hem de bir dış politika mevzu olarak değerlendirilmektedir. Ortadoğu’da idare kaosu yaşanan son asırda devletlerin pek çok konuda olduğu gibi alt yapı meselelerinde de yaşadıkları geri kalmışlık siyasi ve sosyal bakımdan büyük bedellere mal olma potansiyeli taşımaktadır. Suyun bizatihi kendisi ve beslenme, enerji vb konulardaki önemi su jeopolitiğini milli ve sınır aşan düzeyde fırsatlar ve tehditler halinde önümüze koymaktadır. Ortadoğu siyasi, dini ve sosyal pek çok fay hattı yanında suya dayalı olarak da geleceğini planlamalıdır.
Su gibi aziz olmak için suyu aziz tutmak gerekiyor.
Su, Ortadoğu’nun geleceğinde önemli bir meseledir. Bunu sorun haline getiren en önemli mesele, bizce, kaynak azlığı ya da iklim şartlarından ziyade devlettir. On yıllardır süren ideolojik ve otokrat yönetimler meselelerini dış bağlamlar ve ideolojik ezberlerle çözme yoluyla uyguladıkları baskıcı ve rejim odaklı yönetimler neticesinde alt yapı sistemleri geliştirilemedi. Bölgede İran, Irak ve Suriye başta olmak üzere gelecek on yıllarda ciddi bir su sorunu ve gıda meselesi öngörülmektedir. Bu durum ise yeni göç hareketleri, sosyal karmaşalar, siyasi istikrarsızlıklara yol açabilecektir. Ortadoğu’nun kaçırdığı geçen yüzyılı akil stratejilerle telafi edemezse, kaybedilen yüzyıl müstakbel asrı da bu manada ipotek altına alacaktır. Değişemeyen zihniyetler, arada kalmış çözüm arayışları, alt yapıyı unsurlarına odaklanamayan devlet cihazları iç ve dış güvenlik öncelikleriyle bu çelişkiyi daha da derinleştiriyor.
Zemin ve Sorunun Esası
Osmanlı Barışının bozulması sonrası 19. asrın sonlarından itibaren Ortadoğu’daki gerginliklerin sebeplerinden biri olarak su sorunu görülmektedir. Nehirlerin doğdukları ile döküldükleri sınırların farklılığı su konusunda paylaşımı muvazaalı hale getirmektedir. Nüfus hareketlerindeki dengesiz şişmeler, şehirleşmelerin bu manada çarpıklaşması ve su tedarikinin nüfus ve tarım arazileri açısından siyasi ve sosyal istikrar konusu haline gelmesiyle devletler için su, uğrunda çatışmayı göze alacak bir konu teşkil etmektedir. Ortadoğu’nun bahsedilen nehirlere dayalı su havzaları açısından başlıca, Türkiye’den doğup, önce Suriye’ye ardından Irak’a geçen Fırat ve Türkiye’den doğup Irak’a geçerken Fırat Nehri ile birleşerek Şattülarap adını alan Dicle Nehri havzası. İsrail, Ürdün ve Filistin tarafından kullanılan, Golan Tepeleri’nin batısından başlayarak önce Tiberiya Gölü’ne ve oradan İsrail işgali altındaki toprakları geçerek Ölü Deniz’e dökülen Ürdün (Şeria) Nehri havzası. Lübnan, Suriye ve Türkiye arasındaki Asi Nehri havzası. Bir kolu Viktorya Gölü’nden, öteki kolu Burundi Nehri’nden başlayan ve Burundi, Raunda, Tanzanya, Kenya, Etiyopya, Uganda, Kuzey ve Güney Sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden geçen Nil Nehri. Lübnan topraklarında doğup denize dökülen Litani Nehri şeklinde ortaya konulabilir.
Bu havzalardaki Dicle, Fırat ve Asi nehirlerinin Türkiye’den doğduğu düşünülecek olursa ülkemizin bu bakımdan stratejik önemi ve buna bağlı muhtemele karşılaşılacak tehditler ise aynı düzeyde düşünülmelidir. Bu havzalar içinde Irak ve Suriye ile su meseleleri üzerinden geçmişte gerginliklerimiz olduğu ve bunun derinleşen siyasi ve sosyal krizler bağlamında gelecekte daha derinleşme ihtimalini burada not etmek yeterli olacaktır. Ürdün nehri vesilesi ile Arap-İsrail gerginliği bu cümleden Ortadoğu su meselelerinden olarak kaydedilebilir. Nil’in Mısır ile Sudan ve Etiyopya arasında bitmeyen bir konu olduğu da erbabınca malumdur.
Roma, Sasani ve Osmanlı süreçlerinde binlerce yıllık sulama ve içme suyu tedariki geleneği olan bu coğrafyalarda nasıl oluyor da bugün bu kaosun kapısına geliniyor. Çözüm odaklı olmak yerine iklim değişikliği, dış etkenli sıkıntılar ve komşulardaki (İran özelinde Afganistan ve Türkiye’nin yaptığı barajlar gibi) gelişmeleri bahane ederek çözüm projeleri geliştiremeyen idareler sorunu derinleştiriyor. Rant odaklı ve yolsuzluklar bağlamında konu düşünülünce başka bir çıkmaz karşımıza çıkıyor. Medeniyet zemini kurulamayan bölgede meseleye esastan yaklaşıp radikal tedbirler almak yerine sorunun meydana getirdiği sonuçlarla mücadele ederek konu palyatif düzeyde ele alnınca yapılacak bir şey kalmıyor. Hele Irak ve Suriye gibi çökmüş devlet düzeyinde durumların yaşandığı yerde kısa vadede bir önlem alınması muhal görünüyor.
Su jeopolitiğinde sıkıntının esas kavramlarından birisi nüfus ve buna bağlı sosyal hareketlerdir. Ortadoğu’nun en büyük sorunlarından birisi bu bağlamda köyden şehre yaşanan göç olgusunu bir medeniyet kuruluşu aşaması olarak yönetememesidir. Şehirlere dolan milyonlar iş ve aş endişeyle gittikleri bu yerlerde varoşlaşarak yığılınca mevzu bahis su meselesi gibi sorunlar ortaya çıkarak kangrene dönüşüyor. İklimin kurak, yağışların az olduğu mevsimlerde, ülkemizde de görüldüğü üzere, su meselesi bir anda acil durum konusuna dönüşüyor. Şehirlere yığılan kitleleri beslemek ve içme suyu tedariki ise başlı başına büyük bir sorun oluyor. Köyün şehre geçmesi İbn Halduncu kavramlarla bakacak olursak bedavetin hadarete evrilmesi olarak gerçekleşmesi beklenirken bugünün Ortadoğu’sunda medeniyetin köy tarafından istila edilerek yozlaştırılması sonucunu ortaya çıkarıyor. Su meselesinde ciddi olarak ortaya konulan nüfus meselesi, şehre göç vakası gibi konular sonucu yönetilemeyen su kaynakları ve insan dengesi nedeniyle bölgemiz ciddi risklerle karşı karşıya kalmaktadır. Medeniyet havzası olamayan bölgemiz su örneğinde de görüleceği üzere elinde coğrafi imkânları da çarçur etmektedir.
İran’dan Meseleye Bakmak
İran son günlerde yaşadığı iç ve dış siyasi krizleri arasında su meselesi odaklı sıkıntılar öne çıkıyor. İran’da 2017’de yaşanan Abadan ve Hürremşehr gibi yerlerde su meselesi odaklı hareketler akla çevre meselelerinin, su gibi konuların siyasi birikmişlikleri tetikleyecek bir potansiyeli de gösteriyor. Huzistan Eyaletinde bu yıl gerçekleşen su sebepli zehirlenmeler bu cümleden dikkate dokunuyor. Bu eyalete bağlı Hürremşehr’de "Beceriksiz yöneticiler istemiyoruz. Hırsızlar din adına bizi yağmaladı" sloganları duyulmaya başlanan bir yerde mesele su konusu olmanın ötesi geçiverecektir. Aynı eyalette bulunan Abadan’da “ABD’nin düşman olduğunu yalan söylüyorlar, bizim düşman tam da burada“ sloganlarıyla susuzluğu protesto edildiğinde aynı durumu görmek mümkündür. Hülasa ciddi tedbirlerle çözülmeyen alt yapı meseleleri bir anda bir siyasi muhalefet meselesine dönüşerek halk hareketlerini söz konusu kılabiliyor. Su meselesi devletleri karşılaştırdığı gibi İran örneğinde görüleceği üzere iç hareketlerin manivelası da olabilir.
İran’dan meseleye bakmaya devam edersek, Urumiye Gölü merkezli sıkıntılar tam burada gözden geçirilirse konu daha iyi ve somut anlaşılabilir. İlk önce İranlı bir yetkiliye kulak vermek yerinde olacaktır: İran Çevre Teşkilatı Kamu Departmanı Müdürü Muhammed Derviş, Sputnik’e verdiği demeçte gölün kurumasının başlıca nedeninin yerli halkın göl sularına ve bitişik arazilere giderek daha fazla ihtiyaç duymaya başlamasından kaynaklandığını belirtti. Derviş şöyle konuştu: “Son yıllarda gölün kıyısındaki arazilerin tarım amaçlı kullanım alanı 320 binden 680 bin hektara çıkarıldı. 1 hektarın sulanması için 10 bin metreküp suya ihtiyaç var, gölün yükü 3,6 milyar metreküp oldu. Göle dökülen 14 nehirde 72 baraj kurduk. Tüm bunlar Urmiye gölünde su krizine yol açtı, elma bahçelerinde ve üzüm bağlarında çok fazla su tüketimi olduğu için gölün bir kısmı çöle dönüştü. Gölün bir kısmı hala kurumasa da, derinliği fazla olmadığı için kuruma hızlanmaya başladı. Bu yılki kuraklığın da büyük rolü oldu." Derviş, sözlerine şöyle devam etti: "Urmiye’nin eski haline dönmesinin sağlanması için 10 yıl içinde bahçeler kaldırılmalı ve gölün etrafındaki alan, eskiden olduğu gibi 300 bin hektara düşürülmeli. Komşularımız Azerbaycan, Nahçıvan, Ermenistan, Türkiye ve Irak ile birlikte yeni enerji kaynakları oluşturmaya başlamalıyız ve burada serbest ekonomi bölgesi oluşturmalıyız. Bölge kurulduktan ve insanlar oradan bir gelir sağladıktan sonra hükümet, gerçekleştirdikleri faaliyetlerin türünü değiştirmelerini, pancar yetiştirmeyi bırakıp hayvancılığa geçmelerini isteyebilir. Tüm bunlar gölün eski hale gelmesine katkı sağlar.“
İran devleti resmi yetkilisi olaya bahsettiğimiz gibi esastan yaklaşmak yerine konuyu bir takım iç sebepler ve yapılması beklenecek olan dış ittifaklı tedbirlerle çözme yolunda fikir ortaya koyuyor. Yine diğer bir İranlı yetkili İran Çevre Koruma Örgütü Başkan Yardımcısı Masoud Bagherzadeh Karimi, gölün kurtarılması için komşulardan yardım alınması gerektiğine dikkat çekti. Karimi, “Devlet ülkenin su havzalarındaki durumu kontrol altında tutmalı ve su sarfiyatının düşürülmesi için tedbir almalı. Bu özellikle Urumiye için geçerli. Genel olarak tarım, sanayi sektöründe, özel sektörde çok fazla su tüketiyoruz. Su rezervleri yüzde 40-60 oranında ekosistemin içinde kalmalı. Biz gereğinden fazlasını harcıyoruz, buna bir son vermeli. Göl kurursa çöl fırtınaları başlar ve giderek ilerler, bu nedenle komşulardan yardıma seviniriz. Japonya yardım ediyor, Avustralya da yakında katılacak. Almanya, Hollanda ve Türkiye ile işbirliği yapıyoruz. Uluslararası yasalar çerçevesinde her türlü yardımı selamlıyoruz.“ Su meselesi zamanında ve ciddiyetle ele alınmadığında, görüleceği üzere, bir devletin çözemeyeceği bir çevre felaketine dönüşebiliyor. Nüfus’un dengesiz hareketleri, tarım alanlarının doğru planlanmaması ve alt yapının bu bağlamda ihmali sonuçta bir krizi kapıya getiriyor.
Sonuç olarak su meselesi görüleceği üzere Ortadoğu’da ciddi bir tehdit olarak geleceğe gölge düşürüyor. Su jeopolitiği gösterilmeye çalışıldığı üzere devlet politikalarında hem bir kamu meselesi hem de bir dış politika mevzu olarak değerlendirilmektedir. Ortadoğu’da idare kaosu yaşanan son asırda devletlerin pek çok konuda olduğu gibi alt yapı meselelerinde de yaşadıkları geri kalmışlık siyasi ve sosyal bakımdan büyük bedellere mal olma potansiyeli taşımaktadır. Suyun bizatihi kendisi ve beslenme, enerji vb konulardaki önemi su jeopolitiğini milli ve sınır aşan düzeyde fırsatlar ve tehditler halinde önümüze koymaktadır. Ortadoğu siyasi, dini ve sosyal pek çok fay hattı yanında suya dayalı olarak da geleceğini planlamalıdır.
Su gibi aziz olmak için suyu aziz tutmak gerekiyor.