“Üçüncü dünya“ kavramı ilk kez Alfred Sauvy tarafından, Doğu ve Batı Bloklarına üye olmayan ülkeleri tanımlamak amacıyla 14 Ağustos 1952’de kullanılmıştır. O dönemde liberal Batı Birinci, komünist oğu ikinci, geriye kalanlar da üçüncü dünya olarak tanımlanmış, dolayısıyla üçüncü dünya kavramı deolojik kökenli bir kavram olarak kurgulanmıştır (Wolf-Phillips, 1987: 1312). Zengin olmayan ve ikinci dünya olarak nitelenen Komünist ülkeleri üçüncü dünyadan ayrı tutan bir diğer yazar da Peter Worsley’dir (Worsley, 1964: ix).
Üçüncü dünya, genel olarak ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasal faktörler göz önünde bulundurulduğunda birçok ortak özelliğe sahip olan ülkeleri nitelemek amacıyla kullanılan bir kavramdır. Halbuki üçüncü dünya olarak nitelenen ülkeler kendi aralarında farklılıklar göstermektedirler. Bu nedenle de kavram, herkes tarafından kabul gören, üzerinde mutabakata varılan bir anlama sahip değildir. Bu ülkeleri ifade etmek için ise günümüzde azgelişmiş ülkeler (underdeveloped/less developed countries), sanayileşmemiş ülkeler (nonindustrialised countries), yükselen ülkeler (emerging countries), gelişmekte olan ülkeler (developing countries), Güney (the South) gibi kavramlar uluslararası ilişkiler literatüründe ikinci dünya savaşı sonrasında daha sık kullanılır hale gelmiştir (Akgün ve Çelik, 2007: 41-78). Çünkü bu dönemde sömürgecilik sona ermiş ve bununla birlikte çoğunluğu güney yarım kürede yer alan yüz civarında yeni ülke bağımsızlıklarını kazanmıştır. Böylece üçüncü dünyanın sınırları daha da genişlemiştir. Gelişmemiş ya da azgelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler, sanayileşmemiş ülkeler veya güney ülkeleri gibi terimler de bu dönemde revaçta olmaya başlamış ve kısaca üçüncü dünyayı nitelemiştir.
Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar söz konusu ülkelerin üçüncü dünyaya ait olma kriterlerinde değişiklikler olmuştur. Buna göre üçüncü dünya ülkeleri, sömürgecilik döneminde birinci dünyayı oluşturan ülkelerce hammadde kaynağı, ucuz iş gücü ve mamul malların satılabileceği geniş bir pazar olarak görülen sömürgeler; Soğuk Savaş döneminde her iki bloğa da dâhil olmayan ve nükleer silah bulundurmayan (Krause, 1998: 126) ülkeler (Bağlantısızlar); Soğuk Savaş sonrası dönemde ise tarımsal faaliyetlerle yetinen, fakir, azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilmişlerdir.
Bununla birlikte konjonktür gereği üçüncü dünya tanımlaması da zamanla dönüşmüştür. Çünkü üçüncü dünya olarak nitelenen bazı ülkelerde ekonomik gelişmeler kaydedilmiştir. BRICS ülkelerinin dünya ekonomi pastasından aldıkları payların büyümesinin yanı sıra Asya Kaplanları, Petrol İhraç Eden
Ülkeler Örgütü (Organization of the Petroleum Exporting Countries-OPEC), Sanayileşmiş Ülkeler (Newly Industrialized/or industrializing countries-NICs) gibi yeni ülke gruplarının oluştuğu da bilinmektedir. Daha önce üçüncü dünya olarak nitelenen fakir ülkeler ise en az gelişmiş ülkeler (Sahra-Altı Afrika, Karayipler, bazı Pasifik Ülkeleri) (Hart ve Spero, 2008: 4-22) statüsünde yer almaktadırlar. Diğer bir deyişle, dördüncü ve beşinci dünyalar olarak adlandırılmışlardır (Akgün ve Çelik, 2007: 41-78). Böylece yeni dünya sisteminde dördüncü ve beşinci dünya kavramları da ortaya çıkmıştır.
Böylece dördüncü ve beşinci dünya kavramları, üçüncü dünya kavramının tam anlamı ile tüm gelişmekte olan ülkeleri tanımlamada yetersiz olması nedeniyle yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren, çok fakir ülkeleri ifade etmek amacıyla kullanılmaya başlanmıştır (Hall, 2003: 692).
Somut olarak değerlendirildiğinde üçüncü dünya, coğrafi olarak tüm Asya (Japonya, Rusya hariç), Ortadoğu (İsrail hariç) ve Okyanusya (Avustralya hariç), Afrika (Güney Afrika Cumhuriyeti hariç) ve kuzey yarımkürede (Avrupa, ABD ve Kanada hariç) konumlandırılabilir (Wikipedia, 2016).
2-Üçüncü Dünya Ülkelerinin Temel Özellikleri
Üçüncü dünya ülkelerinin her birinin kendine has özellikleri, sorunları ve sorumlulukları olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte birinci dünya olarak adlandırılan ülkelerden farklı olarak bir takım benzer özellikler de göstermektedirler. Bunları daha kolay analiz edebilmek için 25 maddede toparlayabiliriz.
1-Ekonomileri dışa bağımlıdır: Üçüncü dünya ülkelerinin ekonomileri büyük oranda IMF, DB gibi kurumlara olan borçları, birinci dünyanın ülke ekonomisi üzerindeki hegemonyası gibi etkenlerle ülke dışı faktörlere göre değişebilmektedirler.
2-Yolsuzluk, rüşvet, liyakatsizlik, hemşehricilik vardır: Üçüncü dünya ülkelerinin ekonomileri ülke içinden yönetilmek yerine dışarıdan yönetildiği için ülke içerisinde rutin bir istikrarsızlık söz konusudur. Bu istikrarsızlık sadece ekonomide değil buna bağlı olarak sosyal hayatta da kendini göstermektedir. Diğer yandan devlet kademelerinde kendinden olan (hemşehri, akraba, aynı kabileden olan) genel tercih nedenidir. Örneğin, Ruanda’da Tutsi yönetiminde bir hükümet başkanı Hutu yerine Tutsi memur tercihi yapmaktadır. Bu da hem kamu sektöründe hem de özel sektörde liyakatsiz işe alımlara neden olmaktadır. Rüşvet çarkına dayalı ekonomilere sahip olan çoğu üçüncü dünya ülkesinde rüşvet havuzu devletin en üst kademelerinden en alttaki memura doğru raiç fiyatlandırmaya sahiptir. Şeffaflığın olmayışı da bu durumu tetikleyen önemli bir faktördür.
3-Muhalif gruplar iç çatışmalarda etkin kullanılırlar: Üçüncü dünya ülkelerinde uzun yıllar iktidarda kalan ve genellikle askeri darbeler sonucu başa geçen yöneticiler mevcuttur. Bu yöneticiler, iktidarı yitirmek korkusuyla muhalefeti ortadan kaldırmak, sindirmek isterler. Dolayısıyla iktidar aleyhine oluşan ortamlarda kendi yandaşlarını destekleyerek, hükümet güçlerini de kullanarak muhalif grupları sindirmeye çalışılırlar. Diğer yandan iktidardaki yöneticiler, Birinci dünya ülkelerinin hedeflerine hizmet edemez konuma geldiklerinde ya da ülke çıkarlarını gözetmeye başladıklarında bu kez de muhalif gruplar, büyük güçlerin provokasyonları doğrultusunda kullanılarak Üçüncü dünya ülkelerinde iç karışıklıklar ortaya çıkar ve bu çatışmalarda muhalif gruplar Birinci dünya ülkeleri tarafından desteklenirler.
4-Toplumda “Ötekileştirme“ yöneticiler tarafından el altından desteklenir: Üçüncü dünya ülkelerinde toplumun kozmopolit yapısı, farklılıkların birliği olarak görülmezler. Mikro milliyetçilik tabanında ayrışma söz konusu olmakta, kendinden olanı gözetme ön planda tutulmaktadır. Bu durum, yönetime
zaten anti demokratik yollardan gelen yöneticiler tarafından da kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. İktidarı tehlikeye düşen yöneticiler, kendi yandaşlarını kendisini desteklemeleri yönünde provoke ederken, diğerlerinin kendilerinden olmadığı vurgusunu sürekli dile getirmektedirler. Böylece halk arasında yönetim tarafından desteklenmiş olan bir “ötekileştirme“ söz konusu olabilmektedir.
5-Bazı kesimlerce terör örgütleri, bağımsızlık savaşçıları olarak görülürler: Üçüncü dünya ülkelerinde, ülkenin belli bir bölümünde bağımsızlık talebinde bulunan ve bu talep uğruna savaştıklarını iddia eden terör örgütleri olabilmektedir. Bu bağımsızlık talebi mevcut bir ülkenin bağımsız olma çabası ile
karıştırılmamalıdır. Afrika’nın birçok ülkesinde var olan Boko Haram bunun en somut örneği niteliğindedir.
6-Yöneticilerin, yönetim becerileri yoktur: Üçüncü dünya ülkelerinde yöneticiler genellikle, birinci dünyanın çıkarlarına hizmet edebilen ve darbeler neticesinde başa geçen kimseler oldukları için liyakat sahibi değillerdir. Yöneticilik vasıfları yerine diktatörlük vasıflarına hakimdirler. Ayrıca üçüncü dünya ülkelerinin yöneticilerinin büyük çoğunluğu Batı’da eğitim almış Batı hayranı kimselerdir.
7-Sürekli askeri darbeler yaşanır: Üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda rutin olarak her on yılda bir asker darbelerin yaşandığı bilinmektedir. Süreklilik arz eden askeri darbeler, üçüncü dünya ülkelerinin demokratik gelişimlerini olumsuz etkilediği gibi ekonomi alanında da gelişimine büyük bir engeldir.
8- Halkın büyük kesimi refah içinde değil, yoksulluk sınırında yaşar: Üçüncü dünya ülkelerinde halkın büyük kesimi, gayri safi milli hasıladan yeterince pay alamamakta, ülke zenginliği daha çok azınlık statüsünde yer alan elitler arasında paylaşılmaktadır. Bu durum ekonomik eşitsizliklere, dolayısıyla da halkın azınlıktaki elitlere düşman olmasına neden olmaktadır. Fakir bir yaşam süren halkın çoğunluğu, zamanla kendisini temsil eden azınlık zenginelitlerin kendilerini yönetmemesi gerektiğini, çünkü kendilerini anlamadıklarını savunurlar. Böylece ülke içindeki kaos ve iç karışıklıklara zemin hazırlanmış olur.
9-Genelde azınlık gruplar yönetim kademesindeyken çoğunluk kesim yönetilendir: Yoksul olan Üçüncü dünya halkı, yaşamakta oldukları ekonomik eşitsizlikler nedeniyle azınlık olan elitlerine ve yöneticilerine güvenmemekte, onların ülke için değil, bireysel çıkarları için çalıştıklarını düşünmektedirler. İlginç olan ise, genellikle azınlık olan etnik veya dini grupların Üçüncü dünya ülkelerinde yönetici olmalarıdır. Ruanda’daki azınlık olan Tutsiler, geçmişte Irak’ta sünni azınlık yönetimi gibi….
10-Dış ticaret dengesi eksi yöndedir (İhracat ithalattan çok daha azdır): Ülke dış ticareti daha çok yabancı şirketler kanalıyla yürütüldüğü için dış ticaret daima açık verir. Bu da ülke ekonomisini olumsuz etkiler. Ülke sadece hammadde satar, işlenen hammadde kendilerine çok daha pahalıya geri satılır. Dolayısıyla teknoloji yoksunluğu ülke dış ticaret açığına doğrudan etki eder. Ayrıca, üçüncü dünya ülkelerinin ihtiyaçları için yaptığı ihracat, ithalatının çok daha üstünde olması nedeniyle dış ticaret dengesi daima eksi yönde olmaktadır.
11- Yeraltı kaynakları yabancı şirketler kanalıyla çıkarılır ve işlenirler: Üçüncü dünya ülkelerindeki teknoloji yoksunluğunun bir diğer olumsuz yansıması, kendi yeraltı kaynaklarını işleyememesidir. Bu nedenle genellikle birinci dünya ülkeleri, üçüncü dünyanın yer altını işleyen firmalara sahiptirler. Bu firmalar ham madeni çıkarır işler ve satarlar. Dolayısıyla elde edilen gelirin önemli bir kısmı üçüncü dünya ülkelerine değil, birinci dünya ülkelerine akar.
12-Yerli yatırım yerine yabancı yatırım desteklenir: Üçüncü dünya ülkelerinde yabancı sermaye çekmeye odaklanan bir ekonomi tercih edilir. Bu nedenle ekonomi politikaları genellikle yerli yatırımcıları göz ardı eder. Bu durumda yerli yatırım teşvik edilmediği için yerli üretim de beklenen düzeyde gerçekleşmez.
13- Ülkenin belirli bölgelerinde iç savaş ve çatışmalar yoğun yaşanır: Üçüncü dünya ülkelerinde genel olarak farklı etnik kimlikler veya dini kimlikler yaşam sürerler. Bu durum ekonomik ve siyasi anlamda gerginliklerin yaşandığı ülkede bir zenginlikten çok çatışma ve sürtüşme nedeni sayılabilmektedir. Herhangi bir nedenle ortaya çıkan çatışmalar, ülkenin belli bölgelerinde çok yoğun yaşanabilmektedir.
14- Bir ülkedeki çatışmalar kısa sürede bölgeselleşir (Komşulara sıçrar): Kozmopolit yapıya sahip üçüncü dünya ülkelerinde iç çatışmalar sık sık iç savaşlara dönüşebilmektedir. Bir ülkede yaşanan çatışma ve iç savaşlar, aynı etnisiteye sahip hatta akraba olan komşu ülkelerdeki halkları da tetiklemekte ve müdahil olmalarına neden olmaktadır. Bu sebeple bir üçüncü dünya ülkesindeki mücadelenin taraflarının destekçileri, diğer ülkelerden müdahil olabilmekte ve böylece mücadelelerin kısa sürede bölgeselleşmesine neden olabilmektedir.
15-Genel olarak borsalarına güvenilmez, istikrar yoktur: Ülke ekonomisinde istikrarsızlığın hüküm sürdüğü üçüncü dünya ülkelerinde borsa endeksleri de güvenilir değildir. Yerel yatırımcıların desteklenmediği ve dışarıdan müdahaleye açık olan ülke borsası daha çok küçük yatırımcının cebindeki az miktarda parayı kaybetmesine neden olmaktadır.
16-Çoğunun sömürge geçmişi veya kendisine hükmeden “büyük ağabey“ statüsünde bir devleti mevcuttur: Üçüncü dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu sömürgecilik sürecinde İngiltere, İspanya, Portekiz, Fransa gibi birinci dünya tarafından sömürülmüşlerdir. Gerçi bu durum günümüzde boyut değiştirerek yeni sömürgecilik kuralları çerçevesinde devam etmektedir. Daha çok Asya ve Afrika ülkeleri sömürgecilik geçmişine sahip olmuşlardır. Sömürge geçmişi olmayan diğer üçüncü dünya ülkeleri ise kendisini kontrol eden ve ona büyük ağabeylik yapmış devletlerle bağlar kurmuşlardır. Bu tarihsel geçmiş, günümüzde eski sömürge güçlerinin veya büyük ağabeylik yapan ülkelerin, üçüncü dünya ülkelerindeki etkinliğini perçinleyen önemli bir unsur olabilmektedir.
17-Bağımsızlıklarını genellikle mücadele ile kazanmazlar. Bağımsızlıkları kendilerine konjonktür gereği verilir: Genel olarak üçüncü dünya ülkeleri, bağımsızlıklarını kurtuluş mücadeleleri sonucu elde etmemişlerdir. Bunun yerine bağımsızlıkları kendilerine uluslararası konjonktür gereği sömürgeci güç tarafından verilmiştir. Bu durum tüm üçüncü dünya ülkeleri için geçerli değildir, genel olarak ifade edilmektedir.
18-Modern olma çabası vardır (Gelişmişliğin göstergesi olduğuna inanış): Üçüncü dünya ülkelerinde modern olma çabası gelişmişliğin bir göstergesi kabul edilmektedir. Bu modernite bilim ve teknoloji transferi yerine moda, film, tv yayınları, tüketim alışkanlıkları vs… olarak algılanmaktadır.
19-Teknoloji üretmezler, tüketirler: Üçüncü dünya ülkeleri teknoloji üretmek erine satın almayı tercih ederler. Hatta üçüncü dünyadaki cep telefonu, bilgisayar ve tv kullanımı istatistikleri değerlendirildiğinde bir tüketim çılgınlığı olduğunu ifade etmek mümkündür.
20-Eğitim nicel olarak fazla görünmesine rağmen nitel olarak yok denilebilir: Sayısal bakımdan okuma-yazma oranlarının %100’e yakın olduğu üçüncü dünya ülkelerinde gerçek anlamda kaliteli eğitimin olmadığını ya da sınırlı olduğunu ifade etmek mümkündür. Bunu eğitim kurumlarının uluslararası alandaki başarılarıyla ölçmek mümkündür.
21-Genelde tarım ekonomisi hakimdir: Teknolojik gelişmelerin olmadığı üçüncü dünya ülkelerinde sanayi gelişmemiştir. Bu nedenle daha çok halk kırsal kesimde tarım ve hayvancılık ile uğraşırlar (Kasarda ve Crenshaw, 1991: 473). Ya da son dönemde turizm sektörünün globalleşmesiyle bu ülkelerde hizmet sektörü kısıtlı olarak varlığını sürdürmektedir.
22-Devlet kurumlarına halkın güveni yüksek değildir: Korku kültürünün hakim olduğu üçüncü dünya ülkelerinde halk sürekli tedirgin ve gergindir. Liyakatsizlik, rüşvet ekonomisi ve kayırmacılığın varlığını bilen halk, adalet, eşitlik gibi kavramların olmaması nedeniyle devlet kurumlarına güvenmezler. Devletin kendilerini koruyamadığına inanırlar.
23-STK’lar ve medya bağımsız değildir, yeterince STK yoktur: Yeterince sivil toplum kuruluşunun olmadığı üçüncü dünya ülkelerinde var olan STK’lar ve medya kuruluşlarının yönetim kademesine hizmet ettiği ve bağımsız olmadıkları inancı hakimdir.
24-Güvenliksizdirler: Üçüncü dünya devletlerinin daha çok jandarma devlet olması nedeniyle halk, tedirgindir ve güvenliksizlik içerisinde olduğuna inanırlar. Devletin kendisini korumayacağını veya koruyamayacağını düşünürler.
25-Yatırımlarını daha çok altyapı ve sağlık sektörüne yaparlar: Üçüncü dünya ülkelerinde yerel yatırımlar genel olarak olması gerektiği gibi üretim faktörlerine dönüştürülmezler. Bunun yerine yatırımlar, üretim faktörlerine dönüşmeyecek olan ve halkın genel sorunu olan sağlık sektörü ve alt yapıya yöneltilirler.
Dünya ekonomisinde üçüncü dünya ülkelerinin tarihsel süreç içerisindeki yerini daha iyi analiz edebilmek için genel özelliklerini kısaca sınıflandırmaya çalıştık. Buradaki bir diğer amaç ise uluslararası konjonktürde gelişmiş birinci dünya ile gelişmemiş veya gelişme yolundaki Üçüncü dünyanın ekonomik konumunu, siyasi, askeri, güvenlik, teknolojik ve toplumsal unsurları da göz önünde bulundurarak belirleyebilmektir.
Dünya Ekonomisi Üzerindeki Güç Mücadelelerinin Tarihsel Arka Planı
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünyanın varlığı soğuk savaş süresince devam etmiş fakat SSCB’nin dağılmasıyla sona ermiştir (Holsti, 1991: 23-26). Soğuk savaşın bitimi kabul edilen 1990 yılı SSCB’nin uluslararası sistemde en etkin ikinci güç olarak ortadan kalması anlamı taşımıştır. Artık tek süper güç ABD idi ve bu hegemon kimliğini korumada kararlı idi. Bu bağlamda küresel işbirlikleri ve örgütlenmelerle dünyanın geri kalanını kendi kontrolüne almayı hedefledi ve bunu gerçekleştirmek için ekonomik, siyasi ve son olarak da asker ve güvenlik kartlarını kullandı.
Fakat 2000’li yıllara gelindiğinde bambaşka bir uluslararası konjonktür gelişti. Teknoloji ve Ar-Ge çalışmaları ile birlikte ucuz işgücü gibi faktörlerle uluslararası ekonomi ve diğer araçlar birer birer tek güç ABD’nin ellerinden kaymaya başladı. AB zaten potansiyel tehdit iken dünyanın farklı bölgelerinden ortaya çıkan ve yükselen ekonomiler ABD’nin gücünü sorgulanır hale getirdi.
Bunların başında Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti, namı diğer BRICS ülkeleri gelmekteydi (Beausang, 2012: 1-3). Bunlarla mücadele etmek oldukça güç olacaktı. Çin’deki ucuz işgücü, Hindistan’ın yazılım devleri yetiştirmesi ve Pazar piyasası, Brezilya’nın potansiyel ekonomik gücü, Rusya’nın tekrar ve daha güçlü ayağa kalkması, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ekonomik atılımları ABD’yi oldukça endişelendiriyordu. Öyle ki birçok ABD ve Avrupa firması Çin’de fabrikalar açmaktaydı. Kapitalizm silahıyla vurulan bu kez gelişmiş birinci dünya olmaktaydı.
Bu bağlamda ABD ilk olarak Transatlantik İşbirliği ve Yatırım Ortaklığı’nı 2013 yılında diğer birinci dünya olan Avrupa Birliği ile gerçekleştirmiştir (Kocamaz, 2015, 31-56). İki yıl sonrasında ise Trans-pasifik İşbirliği ve Yatırım Ortaklığı ile ABD, Pasifik ötesi ülkelerle işbirliği gerçekleştirmiştir.
Transatlantik İşbirliği ve Yatırım Ortaklığı ve Trans-pasifik İşbirliği ile Birinci Dünya Ne İstiyor?
Transatlantik ve İşbirliği ve Yatırım ortaklığı ABD ve Avrupa Birliği arasında 13 Şubat 2013 yılında imzalanarak ekonomik olarak aralarındaki ticari engellerin kaldırılmasını içermektedir. Bununla birlikte birinci dünya arasında yapılan bu anlaşmanın en önemli yanı, dünya hasılasının %46,7’sine ve dünya ticaretinin %30,4’üne sahip olmalarıdır. Bununla birlikte karşılıklı yatırımların 3.7 trilyon dolar olduğu göz önünde bulundurulduğunda dünya ekonomisi açısından bu işbirliğinin önemi açıkça görülebilmektedir (Akman, 2013: 2-3).
5 Ekim 2015 tarihinde ABD, Avustralya, Kanada, Japonya, Malezya, Meksika, Peru, Vietnam, Şili, Brunei Darussalam, Singapur ve Yeni Zelanda arasında imzalanan Trans-pasifik İşbirliği ve Yatırım Ortaklığı ise (İKV, 2016), ABD’nin BRICS dışındaki ve özellikle Uzak Doğuda yer alan (Çin hakimiyetinde
olabilecek) ülkelerle işbirliğini öngörmektedir. Böylece tek kutuplu uluslararası sistemdeki kadar etkin olmasa da güçlü bir ABD’nin uluslararası arenada kendini göstermesi mümkün olabilecektir.
Özellikle Trans-pasifik İşbirliği’ne bakıldığında bir ticaret anlaşmasından çok ABD’nin jeopolitik bir girişimi olarak nitelemek mümkündür. Bunun en temel göstergesi ise ABD başkanı Obama’nın dünya ekonomisinde söz sahibi olma talepleri söylemlerinin (The White House, 2016) yanı sıra Trans-pasifik
İşbirliği’nin içeriğinde Çin hedef alınarak düzenlenen işçi hakları ve tüketicilerin sahtecilikten ve aldatıcı ürünlerden korunması başlıklarıdır. Çin’deki ucuz işgücüne karşı önleyici nitelikte işçi haklarını savunan ABD, Çin’in dünya piyasalarındaki yan sanayi ürünlerine karşı da önlem almış görünmektedir.
Diğer yandan jeostratejik işbirliği niteliğindeki Trans-pasifik İşbirliği, Çin’in bölgesel işbirliklerine de engel olmayı ya da ilerleyen işbirliklerine alternatif olmayı amaçlamaktadır. Böylece dünya ekonomisindeki yerini sağlamlaştırmayı ve dünya ekonomi pastasındaki payını büyütmeyi hedefleyen
ABD, son dönemdeki üçüncü dünyaya güvenlik, insan hakları ve demokrasi götürme siyasalarını şimdilik rafa kaldırmış görünmektedir. Daha çok ekonomiye önem veren ABD’nin diğer hamlelerinin ise yeniden güvenlik ve politika eksenli olabileceği tahmin edilmektedir.
Birinci Dünya Üçüncü Dünya’ya Nasıl Baskı Uygulamaktadır?
Gelişmiş birinci dünya, üçüncü dünya ülkelerine özellikle İkinci Dünya Savaşı hızla artan ve kendilerinin önderliğindeki uluslararası örgütler ve ticaret antlaşmalarını kullanarak, demokrasi ve insan hakları götürmede (sözde) öncülük ederek, ekonomik ve sosyal yardımlar ve hibelerle kendilerine bağımlı kılarak, askeri varlıklarıyla korku kültürü oluşturarak veya güven imajı çizerek, yönetim becerisinden yoksun veya bireysel çıkarlarını halkın çıkarlarından ön planda tutan üçüncü dünya liderlerini kendi lehlerine kullanarak, üst düzeyde ticari kısıtlamalara giderek, ülke içindeki hizipçiliği el altından destekleyerek ve halk arasında “ötekileştirme“yi teşvik ederek üçüncü dünyaya ekonomik baskı uygulayabilmektedirler.
Bu yöntemler üçüncü dünya ülkeleri söz konusu olduğunda tarihsel süreç içerisinde süreklilik göstermiş ve göstermeye devam etmektedir.
Üçüncü Dünya Birinci Dünyanın Baskısından Nasıl Kurtulur ve Gelişir?
Gelişmiş birinci dünya, kendi çıkarlarını korumak adına üçüncü dünya ülkeleri üzerinde yukarıda kısaca belirtilen yöntemlerle baskı uygulayarak o ülkelerin gerek ekonomik gerekse siyasi ve sosyal manada kendi kontrolünde olmasını isterler.
Mevcut kontrol mekanizmasından kurtulmanın ise yöntemleri oldukça zor ve zahmetlidir. Öncelikle lider olarak yönetim becerisine sahip, halkını bireysel çıkarlarından ön planda tutacak liderler gereklidir. Daha sonra ise en önemli faktör eğitimdir. Öncelikle kadının eğitimi (ilk eğitim ailede anne ile başlar) ve mesleki eğitim başta olmak üzere eğitim bir toplumun gelişmesini sağlayacak ve ufkunu açabilecek en önemli unsurdur.
Daha sonra ise üçüncü dünya ülkeleri kendi ekonomi modellerini geliştirerek kendi ekonomilerini kendi kontrollerine almaları gerekmektedir (Çin gibi). Burada ifade edilmek istenen dünyanın herhangi bir gelişmiş ülkesi model alınmaması, sadece kendi ekonomi modelini ortaya çıkarmalarıdır.
Benzer şekilde üçüncü dünya ülkeleri, kendi ulus inşa süreçlerini Batı model alınmaksızın kendilerinin oluşturması gerekmektedir. Bununla birlikte dışarıdan gelecek her türlü müdahaleyi önleyebilmek için içeride birlik ve beraberlik sağlamalıdırlar.
Son olarak ise, üçüncü dünya ülkeleri gelişmişliğin en önemli göstergesi olan bilim ve araştırma geliştirmeye destek olmaları gerekmektedir. Böylece teknolojik ve güncel gelişmeleri takip ederek sadece hammadde satan ülkeler olmak yerine sahip olduğu hammaddeyi işleyerek satabilecek ülkeler olabileceklerdir.
Sonuç
Uluslararası sistemde ekonomik güç mücadeleleri tarih boyunca süregelmiştir ve boyut değiştirerek devam etmektedir. Bu yapılanma içerisinde birinci dünya daima söz sahibi olmuştur. Fakat bu durum BRICS gibi bölgesel güçlerin ortaya çıkarak dünya ekonomi pastasındaki paylarını büyütmeye başlamasıyla değişmeler de kendini göstermiştir.
Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu hegemonyasının milenyum çağında sarsılmaya başlaması birinci dünya olarak nitelendirilen ABD’yi çeşitli işbirlikleri ve ortaklıklara yöneltmiştir. Bu bağlamda öncelikle Avrupa Birliği ülkeleriyle Transatlantik İşbirliği ve Yatırım Ortaklığı’nı 2013 yılında imzalayan
ABD, 2015 yılında Trans-pasifik İşbirliği Ortaklığı ile Pasifiğin öte kıyısındaki ve özellikle Çin kontrolündeki üçüncü dünya ülkeleriyle işbirliğine girmiştir. Böylece dünya ekonomisindeki kontrolünü ve gücünü maksimize etme çabasını Trans-pasifik Ortaklığında, BRICS ülkelerine karşı aldığı önlemler paketinde görmek mümkündür.
Çalışma kapsamında dünya ekonomisi üzerindeki mücadeleler tarihsel arka planı ve günümüz dönüşümleriyle verilirken diğer yandan da birinci dünya ülkelerinin üçüncü dünya üzerindeki plan ve uygulamaları değerlendirilmektedir. Bununla birlikte üçüncü dünyanın üzerindeki birinci dünya baskılarından üçüncü dünyanın nasıl kurtulabileceğinin cevabı da yine çalışma kapsamında değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak üçüncü dünya ülkeleri ancak kendi ekonomi modellerini uygulayarak ve kaliteli eğitim (kadın ve mesleki eğitim başta olmak üzere) ile içinde bulundukları baskı ortamından kurtulabilir ve kendi ekonomilerini ve refah düzeylerini geliştirebilirler. Unutulmamalıdır ki, kendi ekonomilerini kontrol edebilen ülkeler zamanla dünya ekonomisinde de söz sahibi olabilir, hatta dünya siyasetinde kontrol mekanizması ve bölgesel bir güç konumuna erişebilirler.
Kaynakça
WOLF-PHILLIPS, Leslie (1987), “Why ‘Third World’?: Origin, Definition and
Usage“, Third World Quarterly, Vol. 9, No. 4 (Oct., 1987), s. 1311-1327.
WORSLEY, Peter (1964), The Third World, University of Chicago Press, Chicago.
AKGÜN, Birol ve Metin Çelik (2007), “Küreselleşme Çağında ‘Üçüncü Dünya’yı
Yeniden Okumak“, Avrasya Etüdleri, Yıl 13, Sayı 31-32, s. 41-78.
KRAUSE, Keith (1998), “Theorizing Security, State Formation and the “Third
World“ in the post- Cold War World“, Review of International Studies 24, s. 125-136.
SPERO, Joan Edelman ve Jeffrey A. Hart (2009), The Politics of International
Economic Relations, Cengage Learning, Wadsworth.
HALL, Tony (2003), The American Empire and the Fourth World: The bowl with
one spoon, McGill-Queen’s native and northern series 34, McGill-Queen’s University
Press, Montreal, Ithaca.
KASARDA, John D. ve Edward M. Crenshaw (1991), “Third World Urbanization:
Dimensions, Theories, and Determinants“, Annual Review of Sociology, Vol. 17,
s. 467-501.
WIKIPEDIA (2016), “Third World“, https://en.wikipedia.org/wiki/Third_World,
Erişim Tarihi: 09.05.2016
HOLSTI, Ole R. (1991), “American Reactions to the USSR Public Opinion“, Edt:
Robert Jervis, Soviet-American Relations After the Cold War, Duke University Press,
pp.23-26.
BEAUSANG, Francesca (2012), Globalization and the BRICs: Why the BRICs
Will Not Rule the World For Long, Palgrave Macmillan, pp. 1-3.
AKMAN, M. Sait (2015), “AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı
(TTIP) ve Türkiye“, Rapor- R201305, TEPAV, Haziran, ss.1-17.
KOCAMAZ, Sinem (2015), “Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Antlaşması’nın
Dünya Ticareti ve Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkisi“, Ege Strategic Research
Journal, Cilt:6, Sayı: 2, ss. 31-56.
İKV (2016), “Dünyanın En Önemli Ticari Anlaşması: Trans-Pasifik Ortaklığı“,
http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=1043
The White House (2016), “The Trans-Pacific Partnership, What You Need to
Know about President Obama’s Trade Agreement“, https://www.whitehouse.gov/issues/
economy/trade, Erişim Tarihi: 09.05.2016