Ermeni meselesi ortaya çıkarıldığında, Avrupa devletleri ve Rusya kendi menfaatleri bağlamında olaya farklı açılardan baksalar da, işin esasında Ermenilerin desteklenmesi ve bir devlet kurması yolundaki gelişmeleri yönetmek konusunda hep ittifak halinde kaldılar. Çünkü yıkmak istediklerine içeriden de bomba yerleştirmeleri gerekiyordu.
Suriye meselesi odağında YPG-PYD/Kürt kozu üzerinden aktörlerin tavırlarını izliyoruz. Bu bakımdan Rusya’nın tavrını fenomonolojik bir tahlile tabi tutarsak bazı tezahürleri bütüncül bir çerçevede görmek aklımıza yol açabilir. Burada şu ana soru ile başlamak yerinde olabilir “PKK’yı terör örgütü gören dünya Rakka’daki Öcalan posterine ne diyecek?“.
Arap Baharı sürecinde sıkışan Esed ve müttefikleri Türkiye ile aralarına YPG ve IŞİD terör bölgeleri oluşturarak hem sahadaki çatışmayla Şam arasına tampon koymuş hem de Türkiye için riskli iki katmanlı bir alan kurgulayıp yeni uğraş alanları çıkararak kendilerini dolaylı olarak korumaya almışlardı. Ayrıca Türkiye sınırını istikrarsızlaştırıp YPG odaklı bir riski sınırımıza dikerek milli güvenliğimizi tehdit eden bir oluşuma yol açmışlardı. DAİŞ’i bahane ederek sahadaki varlıklarını meşrulaştıranlar, onlarla mücadele bahanesi ile YPG’yi de gerekli bir aktör konuma getirdiler. Hülasa bir taşla birkaç kuşu vurdular. Bu cümleden DAİŞ’in ortaya çıkıp, bazı bölgeleri işgalinde rejimin inisiyatifleri hep konuşuldu. DAİŞ sessizce bölgeden çıkarılırken onun şiddetten boşalttığı yerlere başka bir şiddetin usulca yerleştirilmeye çalışıldığı günlerde ülkemiz ve bölge için endişe verici gelişmeler oluyor.
23-24 Ocak 2017’de Kazakistan’ın başkenti Astana’da Suriye krizine ve çözüme dair Türkiye ve Rusya öncülüğündeki görüşmelerin 6 Şubat’taki ikinci turunda gerçekleşen kritik bir durum Moskova’nın yeni Suriye Anayasasının taslağını ortaya atması oldu. Bu tasarıda Türkiye ve Rusya ilişkileri ve Suriye politikamız için kritik maddeler vardı. Yeni anayasa önerisinde Suriye Kürt Kültürel Özerk Bölge kurulması teklif edilerek, bu bölgede Kürt diline de Arap dili düzeyinde yer veriliyordu. Bu şartlar çok tanıdık gelecektir. Kültürel ile başlayıp devlete giden yola döşenen mayın bu anayasa teklifine de yerleştirilmişti. ABD’nin sağladığı lojistik destek yanında Rusya da benzer bir amaca farklı yerden yaklaşmaktadır. Burada görmemiz gereken, esasta birleştikleri konuya hegemonyaları açısından yaklaşım farklarıdır. Türkiye için çıkışın adresi de Fırat Kalkanına imkân sağlayan şartlarda da olduğu üzere bu farkların değerlendirilmesidir ve hatta mümkünse çatıştırılmasındadır.
Türkiye, Rusya için Kürt kartını oynama konusunda, hem Esed rejimine karşı, hem de ABD destekli bir harekete dönüşmesinden rahatsızlık duyduğu YPG’ye karşı bir dengeleme unsuru olarak görülüyor. Tam tersi Kürtler de gerektiğinde Türkiye’yi Rusya’nın Suriye maslahatları konusunda ikna etmek noktasında verimli bir aktör olarak görülüyor. Bu bakımdan Rusya’nın Kürtlerle Sovyetlerden gelen ilişkilerini güncel konjonktürden yararlanarak bölgede güç dengesinin belki şiddet dengesinin etkin parçası olmak noktasında kullandığını söylemek yanlış olmayacaktır. DAİŞ’e karşı savaş konusu bu noktada, Kürtleri ABD için olduğu kadar Ruslar için de verimli bir işbirlikçi haline getirmektedir. Irak’ın işgalindeki gelişmeler farklı bir mecrada Suriye özelinde devam ediyor.
İşte tam bu noktada Suriye rejimi YPG meselesine çok kritik bir yaklaşım sergiledi. Ülkenin resmi haber ajansı SANA'ya göre Dışişleri Bakanı Velid Muallim, kuzeyde oluşabilecek özerk Kürt bölgesi için "Bu konu Kürtlerle müzakereye ve tartışmaya açıktır. DAİŞ (Al Devlet-Al-Islamiya Fil Irak Wel Şam) ortadan kaldırdıktan sonra Kürt kardeşlerimizle oturup gelecek için bir formül üzerinde uzlaşabiliriz" dedi. Muallim, “Suriyeli Kürtler Suriye Arap Cumhuriyeti’nin sınırları dahilinde bir tür özyönetim istiyor ve bu mesele müzakere edilebilir, tartışılabilir. Ve DAİŞ'i ortadan kaldırdıktan sonra onlarla masaya oturup geleceğin nasıl şekilleneceği üzerinde anlaşabiliriz“ diye konuştu. Rusya’nın taslak anayasada bahsettiği özerklik söylemi Suriye rejimi tarafından dile getirilerek Astana’dan Şam’a taşınmış oldu. Türkiye içinde ise HDP çevrelerinde dillendirilen bu durum şimdi coğrafyasını genişleterek ilerlemeye devam ediyor.
Rusya’nın son PYD çıkışı anayasa ve özerklik açıklamaları üstüne yeni bir gergin tedirginliğin vesile olmuş gibi gözüküyor. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, Rusya'nın Astana sürecine PYD'yi davet etmesine ilişkin, "Bununla ilgili bir emrivaki gibi bir şeyin olduğunu arkadaşlarımız bize dün ilettiler, biz de bu konuda derhal girişimlerde bulunduk ve tepkimizi ilettik. Tabii ki bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir." dedi. PYD’nin masada olması, ABD sonrası Rusya için de meşru bir aktör haline gelmesi demek olacaktır ki bu ana tezlerimiz açısından bir krizin ayak sesleri olarak değerlendirilebilir.
PYD/PKK/ kartı ve devlet kozu küresel güçler (ABD, Rusya vb.) açısından Kürtler noktasından havuç, bölge devletleri (Türkiye, İran, Irak) açısından ise sopa hükmündedir. Bu büyük güçler bu kozu diledikleri gibi ileri ve geri hareket ettirerek kendi maslahatları noktasından bölgedeki çıkarlarını ve oyunlarını cari tutmaya çalışıyorlar. Meselede spekülatif bir yaklaşım olmakla beraber sanki bir görev dağılımı var gibi duruyor; ABD askeri, Rusya ise siyasi destekle müşterek amacın tahakkuku için çalışıyor gibiler.
Bu sarmaldan çıkmanın bir yolu Kürtlerin medeniyet kardeşleri ile birliği tercih ederek, küresel oyunun parçası olmaktan vazgeçerek havuç sevdasından vazgeçmelidir. Kardeşlik hukuku, tarihi müşterekler ve dini birliktelikler üzerinden oluşacak bir bütünleşme yaklaşımı ne yazık ki en istenen olmasına karşın reel şartlarda gerçekleşmesi en zor olanı gibi gözüküyor. Diğer bir seçenek, büyük güçlerin maslahat farklılıklarının çatışma alanı haline getirilmesi suretiyle Kürt kozunun istenen amaca hizmet edemez hale gelmesiyle, ortaya çıkacak çekişme ortamında bu fitnenin söndürülmesidir. Türkiye, İran ve Irak’ın bir protokolle meseleyi diplomatik düzeye taşıyarak bir diğerinin toprağında oluşacak Kürt kartlı bir bölünme senaryosunu kendilerine karşı düşmanlık sayacakları bir konsepti ortaya koyarak müşterek harekete dair bir strateji belirlemeleri diğer bir çıkış yolu olabilir. Nihayet son olarak her şeyin olduğu gibi devam etmesi suretiyle bölgede kaos, kriz ve akan kanın/şiddet sarmalının artarak devam etmesidir ki bu hiç istenmeyen ama cari olan bir şıktır. Ermeni meselesindeki tarihi tecrübeyle, esasa dair değerlendirmeler yapamadan günü ve geleceği okuyamadığımız takdirde geleceğin karamsar senaryolara gebe olduğu ortadır. Bu karamsarlık içinde Rusya ile düzelen ilişkiler, İran-Irak-Türkiye müşterek hareketleri umalım ki ABD’nin de bu süreçte daha yapıcı tavırlar takınması ile milli güvenliği tehdit eden çizgiden tamamen ortadan kalkmasa da bölgesel rekabet düzeyine geri çekilebilsin. Tabi burada tüm aktörlerin müstakil davranarak geleneksel yan çizmemelerin yaşanmaması da temenninin öte tarafını oluşturuyor. Hülasa bu şiddet sarmalında Rusya, Türkiye ile ilişkileri yanından yerel aktörlerle de asimetrik temas ederek Türkiye’nin güvenlik endişelerini uyandıracak gelgitleri gösterebiliyor. Atlantik’in lojistik Avrasya’nın ise diplomatik kollaması ile Türkiye’nin fay hatlarına dokunan PKK/PYD olayı kartopu gibi büyümeye devam ediyor.
BOP olarak adlandırılan projenin adı galiba artık tashih edilmeli: Bölünmüş Ortadoğu Projesi. Bölgede şiddet ve bölünmeden başka büyüyen bir şey kalmadı zira.
Suriye meselesi odağında YPG-PYD/Kürt kozu üzerinden aktörlerin tavırlarını izliyoruz. Bu bakımdan Rusya’nın tavrını fenomonolojik bir tahlile tabi tutarsak bazı tezahürleri bütüncül bir çerçevede görmek aklımıza yol açabilir. Burada şu ana soru ile başlamak yerinde olabilir “PKK’yı terör örgütü gören dünya Rakka’daki Öcalan posterine ne diyecek?“.
Arap Baharı sürecinde sıkışan Esed ve müttefikleri Türkiye ile aralarına YPG ve IŞİD terör bölgeleri oluşturarak hem sahadaki çatışmayla Şam arasına tampon koymuş hem de Türkiye için riskli iki katmanlı bir alan kurgulayıp yeni uğraş alanları çıkararak kendilerini dolaylı olarak korumaya almışlardı. Ayrıca Türkiye sınırını istikrarsızlaştırıp YPG odaklı bir riski sınırımıza dikerek milli güvenliğimizi tehdit eden bir oluşuma yol açmışlardı. DAİŞ’i bahane ederek sahadaki varlıklarını meşrulaştıranlar, onlarla mücadele bahanesi ile YPG’yi de gerekli bir aktör konuma getirdiler. Hülasa bir taşla birkaç kuşu vurdular. Bu cümleden DAİŞ’in ortaya çıkıp, bazı bölgeleri işgalinde rejimin inisiyatifleri hep konuşuldu. DAİŞ sessizce bölgeden çıkarılırken onun şiddetten boşalttığı yerlere başka bir şiddetin usulca yerleştirilmeye çalışıldığı günlerde ülkemiz ve bölge için endişe verici gelişmeler oluyor.
23-24 Ocak 2017’de Kazakistan’ın başkenti Astana’da Suriye krizine ve çözüme dair Türkiye ve Rusya öncülüğündeki görüşmelerin 6 Şubat’taki ikinci turunda gerçekleşen kritik bir durum Moskova’nın yeni Suriye Anayasasının taslağını ortaya atması oldu. Bu tasarıda Türkiye ve Rusya ilişkileri ve Suriye politikamız için kritik maddeler vardı. Yeni anayasa önerisinde Suriye Kürt Kültürel Özerk Bölge kurulması teklif edilerek, bu bölgede Kürt diline de Arap dili düzeyinde yer veriliyordu. Bu şartlar çok tanıdık gelecektir. Kültürel ile başlayıp devlete giden yola döşenen mayın bu anayasa teklifine de yerleştirilmişti. ABD’nin sağladığı lojistik destek yanında Rusya da benzer bir amaca farklı yerden yaklaşmaktadır. Burada görmemiz gereken, esasta birleştikleri konuya hegemonyaları açısından yaklaşım farklarıdır. Türkiye için çıkışın adresi de Fırat Kalkanına imkân sağlayan şartlarda da olduğu üzere bu farkların değerlendirilmesidir ve hatta mümkünse çatıştırılmasındadır.
Türkiye, Rusya için Kürt kartını oynama konusunda, hem Esed rejimine karşı, hem de ABD destekli bir harekete dönüşmesinden rahatsızlık duyduğu YPG’ye karşı bir dengeleme unsuru olarak görülüyor. Tam tersi Kürtler de gerektiğinde Türkiye’yi Rusya’nın Suriye maslahatları konusunda ikna etmek noktasında verimli bir aktör olarak görülüyor. Bu bakımdan Rusya’nın Kürtlerle Sovyetlerden gelen ilişkilerini güncel konjonktürden yararlanarak bölgede güç dengesinin belki şiddet dengesinin etkin parçası olmak noktasında kullandığını söylemek yanlış olmayacaktır. DAİŞ’e karşı savaş konusu bu noktada, Kürtleri ABD için olduğu kadar Ruslar için de verimli bir işbirlikçi haline getirmektedir. Irak’ın işgalindeki gelişmeler farklı bir mecrada Suriye özelinde devam ediyor.
İşte tam bu noktada Suriye rejimi YPG meselesine çok kritik bir yaklaşım sergiledi. Ülkenin resmi haber ajansı SANA'ya göre Dışişleri Bakanı Velid Muallim, kuzeyde oluşabilecek özerk Kürt bölgesi için "Bu konu Kürtlerle müzakereye ve tartışmaya açıktır. DAİŞ (Al Devlet-Al-Islamiya Fil Irak Wel Şam) ortadan kaldırdıktan sonra Kürt kardeşlerimizle oturup gelecek için bir formül üzerinde uzlaşabiliriz" dedi. Muallim, “Suriyeli Kürtler Suriye Arap Cumhuriyeti’nin sınırları dahilinde bir tür özyönetim istiyor ve bu mesele müzakere edilebilir, tartışılabilir. Ve DAİŞ'i ortadan kaldırdıktan sonra onlarla masaya oturup geleceğin nasıl şekilleneceği üzerinde anlaşabiliriz“ diye konuştu. Rusya’nın taslak anayasada bahsettiği özerklik söylemi Suriye rejimi tarafından dile getirilerek Astana’dan Şam’a taşınmış oldu. Türkiye içinde ise HDP çevrelerinde dillendirilen bu durum şimdi coğrafyasını genişleterek ilerlemeye devam ediyor.
Rusya’nın son PYD çıkışı anayasa ve özerklik açıklamaları üstüne yeni bir gergin tedirginliğin vesile olmuş gibi gözüküyor. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, Rusya'nın Astana sürecine PYD'yi davet etmesine ilişkin, "Bununla ilgili bir emrivaki gibi bir şeyin olduğunu arkadaşlarımız bize dün ilettiler, biz de bu konuda derhal girişimlerde bulunduk ve tepkimizi ilettik. Tabii ki bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir." dedi. PYD’nin masada olması, ABD sonrası Rusya için de meşru bir aktör haline gelmesi demek olacaktır ki bu ana tezlerimiz açısından bir krizin ayak sesleri olarak değerlendirilebilir.
PYD/PKK/ kartı ve devlet kozu küresel güçler (ABD, Rusya vb.) açısından Kürtler noktasından havuç, bölge devletleri (Türkiye, İran, Irak) açısından ise sopa hükmündedir. Bu büyük güçler bu kozu diledikleri gibi ileri ve geri hareket ettirerek kendi maslahatları noktasından bölgedeki çıkarlarını ve oyunlarını cari tutmaya çalışıyorlar. Meselede spekülatif bir yaklaşım olmakla beraber sanki bir görev dağılımı var gibi duruyor; ABD askeri, Rusya ise siyasi destekle müşterek amacın tahakkuku için çalışıyor gibiler.
Bu sarmaldan çıkmanın bir yolu Kürtlerin medeniyet kardeşleri ile birliği tercih ederek, küresel oyunun parçası olmaktan vazgeçerek havuç sevdasından vazgeçmelidir. Kardeşlik hukuku, tarihi müşterekler ve dini birliktelikler üzerinden oluşacak bir bütünleşme yaklaşımı ne yazık ki en istenen olmasına karşın reel şartlarda gerçekleşmesi en zor olanı gibi gözüküyor. Diğer bir seçenek, büyük güçlerin maslahat farklılıklarının çatışma alanı haline getirilmesi suretiyle Kürt kozunun istenen amaca hizmet edemez hale gelmesiyle, ortaya çıkacak çekişme ortamında bu fitnenin söndürülmesidir. Türkiye, İran ve Irak’ın bir protokolle meseleyi diplomatik düzeye taşıyarak bir diğerinin toprağında oluşacak Kürt kartlı bir bölünme senaryosunu kendilerine karşı düşmanlık sayacakları bir konsepti ortaya koyarak müşterek harekete dair bir strateji belirlemeleri diğer bir çıkış yolu olabilir. Nihayet son olarak her şeyin olduğu gibi devam etmesi suretiyle bölgede kaos, kriz ve akan kanın/şiddet sarmalının artarak devam etmesidir ki bu hiç istenmeyen ama cari olan bir şıktır. Ermeni meselesindeki tarihi tecrübeyle, esasa dair değerlendirmeler yapamadan günü ve geleceği okuyamadığımız takdirde geleceğin karamsar senaryolara gebe olduğu ortadır. Bu karamsarlık içinde Rusya ile düzelen ilişkiler, İran-Irak-Türkiye müşterek hareketleri umalım ki ABD’nin de bu süreçte daha yapıcı tavırlar takınması ile milli güvenliği tehdit eden çizgiden tamamen ortadan kalkmasa da bölgesel rekabet düzeyine geri çekilebilsin. Tabi burada tüm aktörlerin müstakil davranarak geleneksel yan çizmemelerin yaşanmaması da temenninin öte tarafını oluşturuyor. Hülasa bu şiddet sarmalında Rusya, Türkiye ile ilişkileri yanından yerel aktörlerle de asimetrik temas ederek Türkiye’nin güvenlik endişelerini uyandıracak gelgitleri gösterebiliyor. Atlantik’in lojistik Avrasya’nın ise diplomatik kollaması ile Türkiye’nin fay hatlarına dokunan PKK/PYD olayı kartopu gibi büyümeye devam ediyor.
BOP olarak adlandırılan projenin adı galiba artık tashih edilmeli: Bölünmüş Ortadoğu Projesi. Bölgede şiddet ve bölünmeden başka büyüyen bir şey kalmadı zira.