Entegrasyon, Mikro Milliyetçilik ve Asya’da Bir’lik
Dost ve kardeş Bangladeş halkını ve devletini temsilen burada bulunan Sayın Bakan, yine dost ve kardeş Suudi Arabistan’ın kraliyet ailesinin temsilcisi, Ekselans ve Prenses Hanımefendi, yine Bahreyn Devleti’ni ve Devlet Başkanlığı’nı temsilen aramızda bulunan Bahreyn Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, Asya’daki Bölgesel Örgütlerin Değerli Genel Sekreterleri ve Asya ülkelerinden, Avrupa ülkelerinden, Türkiye’den 6. Uluslararası Türk - Asya Kongresi’ne katılan çok değerli katılımcılar, diplomatik misyon temsilcileri, gazeteci arkadaşlar, hanımefendiler, beyefendiler…
Bir yeni Uluslararası Türk - Asya Kongresi’nde daha sizleri görmekten duyduğum memnuniyeti ve mutluluğu ifade etmek isterim. Hoş geldiniz dileklerimi arz ederim.
Şimdi, Kongre’nin gerçekleşmesinde hem kişisel, hem kurumsal olarak katkıda bulunan bütün kişi ve kurumlara en içten dileklerimle teşekkür etmek istiyorum. Başta Dışişleri Bakanlığımız olmak üzere, Türkiye’deki tüm ilgili kurumlara, işbirliği yaptığımız düşünce kuruluşu olan partnerlerimize ve projenin gerçekleşmesinde emeği geçen tüm TASAM yönetimine, çalışanlarına ve özellikle projenin koordinatörlüğünü yürüten Dr. Almagül İSSİNA Hanımefendi’ye en içten şükranlarımı sunuyorum.
Şöyle bir tanımlama ile başlarsak sanırım konuşmanın akışını da doğru ayarlamış oluruz diye düşünüyorum: 19. yüzyıl Avrupa Çağı’ydı, 20. yüzyıl bütün olarak değerlendirildiğinde Amerika Çağı’ydı, 21. yüzyıl yine bir bütün olarak değerlendirildiğinde Asya Çağı olacaktır. Bu tabir, bu tarif özellikle son on yıldır yaşadıklarımızın ışığında baktığımızda bugünkü dünyanın alt yapısını oluşturuyor.
Geleneksel Batı Avrupa ve Kuzey Amerika endeksli geleneksel Batı Bloğu’na karşı dünyada yeni güç adaylarının tamamına yakınının Asya’dan 21. yüzyıl başı itibarıyla kendisini göstermiş olması nedeniyle, bugünkü yaşadığımız dünya ve şartlar oluşmaya başladı. Bu alandaki gelişmeler de büyük bir hızla kendisini gösteriyor.
Asya’da bu kadar yeni güç adayının, küresel ve bölgesel güç adaylarının ortaya çıkmış olması, genel olarak dünyadaki temel paradigmayı değiştirdi ve o paradigma iki kutuplu ve tek kutuplu dünya düzeninden, çok kutuplu bir yapıya geçiş paradigmasını ortaya çıkardı. Dolayısıyla bugün için rolleri çok iyi, çok net fark edilebiliyor olmasa da dünyanın yeni ve çok kutuplu düzene doğru girdiğini hep birlikte izliyoruz.
Tarihte çok kutuplu dönemler yaşanmış, ama bu kadar benzer teknolojik donanımlara ve benzer alt yapılara sahip, teknolojinin bu kadar geliştiği bir ortamda bu kadar “güç“ bir arada dünya sahnesine hiç çıkmamış.
Bu ortam çok büyük fırsatlar doğurduğu gibi çok büyük riskler ve tehditler de doğuruyor. En azından politika yapıcılar, uluslararası örgütler, büyük devletler ve herkes için politika üretmeyi ve uygulamayı zor bir hâle getiriyor. Çünkü iki bilinmeyenli ya da tek bilinmeyenli denklemlere göre politika üretmeye alışmış kurumlar, çok boyutlu dünyanın karşısında, hangi önceliği hangi sıraya koyacağı konusunda çok büyük bir bunalım geçiriyor.
Bu çok kutupluluğun getirdiği yeni parametreler geçerli hepimiz için. Bunun Asya ilintisini de kurmaya çalışacağım, ama sayacağım üç parametre herkesi ilgilendiriyor. Özellikle de Asya’yı ilgilendiriyor. Bu çok kutuplu rekabet ortamı içerisinde yeni parametrenin, temel parametrenin şekillendiğini ve kurumsallaştığını görüyoruz.
Bir tanesi “entegrasyon“dur. Bugün bunu, konuşacağımız Asya özelinde de göreceğiz. Dünya tarihinin Roma İmparatorluğu’ndan sonra gördüğü en önemli entegrasyon, çağdaş entegrasyon çalışmalarından birisi - ki en önemlisi - Avrupa Birliği entegrasyon sürecidir.
Avrupa Birliği entegrasyon sürecini model alan dünyanın çok değişik bölgelerinde çok fazla entegrasyon çalışması var. Örneğin Latin Amerika’da 33 ülkeyi bir arada tutan bir çatı yapılanması, yine çok sayıda alt bölgesel yapılanma çalışmaları söz konusu.
Yine Afrika için aynı durum söz konusudur. Çünkü entegrasyon, dünyada gelişen rekabet ortamında küçük ve orta ölçekli ülkeler için zorunlu hale geliyor. Çünkü uluslararası sistemde rekabet edebilmeleri ancak değişik bölgesel örgütler içerisinde alacakları pozisyona bağlı olarak şekilleniyor.
İkinci gelişen temel parametre ise, yine entegrasyonla zıt bir kavram. Ama entegrasyonla eş zamanlı işliyor. O da “mikro-milliyetçilik“tir. Şöyle bir öngörü var - ben bunu zaman zaman toplantılarda paylaşıyorum - önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde Birleşmiş Milletlerdeki üye sayısı kadar, yeni üye ülkenin dünya sistemine kazandırılabileceği veya kazandırılacağı şartların oluşacağı yönünde böyle bir öngörü var. Bu öngörüyü de destekleyen çok fazla veri ve gelişme var.
Özellikle Arap Baharı süreci ile yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında yine en büyük riski Asya ülkeleri barındırıyor. Çünkü etnik köken itibarıyla, demokratik deneyim azlığı itibarıyla, gelir farklılıkların çok aşırı olması itibarıyla, birçok parametrede çok zıtlıklar barındırması nedeniyle mikro-milliyetçilik dalgasından da en fazla etkilenecek ülkelerin Asya kıtasında olduğunu söylemek sanırım hata olmaz.
Bir diğer yeni temel parametre ise “öngörülebilirlik çağının bitip, tahmin edilebilirlik çağına geçilmiş olması“dır. Çünkü bu çok kutuplu rekabet ve bunun getirdiği yeni parametreler içerisinde artık güçlü öngörülerde bulunmak neredeyse imkânsız.
Ancak tahmin edilebilirlik üzerine politikaları oturtabiliyoruz ki, NATO birkaç yıl önce - yaklaşık 3 yıl önce - öngörülebilirlikten tahmin edilebilirliğe geçiş temel konsepti içerisinde güvenlik belgesini yeniledi. Bu bütün dünya için sürekli bitmeyen bir kriz yönetimi içerisinde ülkelerin idare edilmesi anlamına geliyor ki, 2008’de başlayan dünya finansal krizi de bu süreci doğruladı. Her an her şey olabilir, dolayısıyla sürekli kriz yönetimi bütün dünya için söz konusudur.
Öngörülebilirliğin bitip tahmin edilebilirliğe geçiş açısından da en belirgin örnek, 2010 yılı sonuna doğru başlayan ve hâlâ etkileri değişik ülkelerde, değişik şekillerde devam eden “Arap Baharı“ olarak isimlendirilen süreçtir ki özellikle Amerikalı dostlar ifadeyi “Arap Uyanışı“ olarak değiştirmeye başladılar uluslararası toplantılarda.
Burada da yine çok kutupluluğun Doğu ve Batı arasındaki, özellikle Asya ve Batılı ülkeler arasındaki rekabetin yansımalarını ve bloklaşmalarını Suriye üzerinden çok net olarak görüyoruz. Bu süreçte Batılı ülkelerin 3 temel hedefi olduğunu kişisel olarak yorumluyorum: Bir tanesi sıkışan ekonomileri açısından Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya’yı içerisine alan yeni bir ekonomik kuşak oluşturmak... İkincisi bu yeni ekonomik kuşağa bağlı olarak yeni bir güvenlik kuşağı oluşturmak, özellikle Avrupa’nın güneyinin güvenliği için… Üçüncüsü de bu yeni iki kazanımın toplamında Çin ve Rusya’yı yalnızlaştırma hedefi olduğu, makro olarak gözüküyor. Daha önce birçok alt neden sayılabilir. Bu anlamda bizim de içerisinde bulunduğumuz bölgenin, önümüzdeki dönem çok fazla türbülans ve tehditlere gebe olduğunu da sanırım hep birlikte gözlemleyeceğiz.
Temel paradigma “çok kutupluluk“. Yeni parametreleri; entegrasyon, mikro-milliyetçilik ve tahmin edilebilirlik çağı olarak açıkladık. Bir de hem Asya kıtasını, hem dünyayı ilgilendiren yeni alt algılar ve değişiklikler var. Bunlar da yeni güvenlik tehditleri. Çünkü “güvenlik“; entegrasyon için de, refah için de, kalkınma için de en temel alan ki artık “güvenlik“ hepimizin de bildiği gibi çok büyük ölçüde tanım değiştirdi.
Sadece militarik çerçevede yorumlanan güvenlik anlayışı özellikle son yirmi yıl içerisinde yaşanan gelişmelerle artık hayatın her alanını kapsayan ve daha çok “yumuşak güç“ unsurlarıyla tarif edilen bir sürece dönmüştür. Dolayısıyla yeni tehdit tanımlarına kısaca değinmek gerekirse; terörizmin öncelikli sırada tehdit olarak algılanmadığını, bu anlayışın değiştiğini söylemek istiyorum. İkincisi ise İran özelinde de yaşadığımız gibi nükleer güvenlikle ilgili endişelerdir. Üçüncüsü de göç hareketlerinin kontrol edilmesi açısından sınır güvenliği ile ilgili tehdit algılamaları, dördüncüsü - ki çok daha büyük yer kaplayacağa benziyor hayatın her alanında - siber güvenlik meselesi, beşincisi çevre ve iklim değişikliğine bağlı gelişmeler olarak görünüyor.
Burada örnek vermek gerekirse; su sorunu nedeniyle Suudi Arabistan - bizdeki bilgilere göre - gıda ihracatını yasaklamayı planlıyor. Bu da Suudi Arabistan’dan ithalat yapan ülkeler açısından şu an için bir kaygı oluşturmuş durumdadır. Buna benzer örneklerin gıda ihracatçısı ülkeler tarafından alınabileceğini öngörmek gerekiyor. Dolayısıyla bu, gıda güvenliği konusunda önemli bir risk oluşturuyor.
Bir diğer yeni alt güvenlik tehdit algı teması, salgın hastalıklar ve demografik sorunlardır. Dünya nüfusunun artması dikkate alındığında, dünya nüfusunun yarıdan fazlasını Asya’nın barındırdığı göz önüne alındığında, Asya ülkeleri nüfusunun yaklaşık % 67’sinin 25 yaş ve altında olması göz önüne alındığında, bu demografik artış geleneksel güçler için çok büyük bir tehdit olarak algılanıyor. Ama dünya kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle aslında herkes için bir tehdit potansiyeli var. Örnek vermek gerekirse sadece Çin ve Hindistan’da yılda 40 milyon kişiye iş bulmak gerekiyor. Dolayısıyla dünya kaynaklarının ve ekonomik sistemin büyüklüğünü göz önüne aldığımızda, bunun nasıl sonuçlar doğuran bir süreç olarak gelişeceğini görebiliriz.
Bir diğer tehdit algılaması ise, devlet olmayan oluşumlar - tehditler ki bu anlamda Mali’de yaşanan, henüz tanınmayan darbe girişimi gibi, değişik örgütler gibi, belirli ölçüde organize olmuş ama tanımlanmamış yapılanmaların yeni güvenlik algılaması olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Bir diğer güvenlik tehdidi de “uzay güvenliği“ olarak şekilleniyor. Sözlerimi toparlamak gerekirse, Asya kendi bünyesinde çok büyük zıtlıkları, çok büyük fırsatları ve tehditleri barındıran ve 21. yüzyılın güç merkezi olmaya aday bir coğrafyadır. Eğer bu zıtlıklar iyi yönetilebilirse başarılı olma şansı çok yüksektir. Fakat bu zıtlıklar ve farklılıklar dışarıdan, ya da Kıta içi aktörlerin birbirleri ile olan anlamsız rekabetinden dolayı manipüle edilirse Asya’nın büyük yükselişi beklenmedik sonuçlar ile de karşılaşabilir diye düşünüyorum.
6. Uluslararası Türk - Asya Kongresi’nde; Asya’daki entegrasyonu ekonomik, siyasi, iktisadi, kültürel ve güvenlik kaynakları açısından hep birlikte incelemeye çalışacağız ve acaba bu parametrelerin toplamında “Asya Birliği“ fikri ne kadar doğru bir zemine oturuyor, böyle bir ihtimal var mı, orta ve uzun vadede nasıl bir perspektif çizmek gerekiyor, bunları hep birlikte anlamaya çalışacağız. Bu çalışmaların hem Türkiye’ye, hem dost ve kardeş Asya ülkelerine, hem de tüm dünya ülkeleri için faydalı olmasını diliyorum…
Blok ve Resim Albümü için Tıklayınız