Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, "Suriye'de yeni bir 'Kobani' oluşmasına izin veremeyiz" dedi. Bu cümle vekaletçilere ve geçmişteki süreçlere cevap olarak Türkiye’nin yeni yaklaşımının veciz bir ifadesi oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Kerkük üzerinden dillendirdiği çok yönlü ve haklı hassasiyet ve kaygı da bu “izin vermeyiz“ söyleminin muhtevasındaki meşum koridor, bir ileri adımda özerk bölge ve ileri süreçte referandum devleti gibi sonuçlara bir karşı çıkıştır. Peki, bölgede neler oldu? Kobani de neresiydi? Bugün Habur’a alternatif Ovacık sınır kapısının konuşulup, Kobani’ye Habur’da yardımların sınırlarımızdan geçtiği bölgesel yönetimin referandum sonucu sebep olduğu yırtılma ile ilişkilerin yeni bir döneme evirildiği bir ortamdayız.
“Ayn el-Arab’da yaşananlar turnusol kâğıdı etkisi yapmaya devam ediyor. Bölgemizde yaşanan yeni üretim vekâlet cihatçıları ile eskinin artığı vekâlet teröristleri karşı karşıya gelince, Türkiye’nin tüm iyi niyetli çözüm arayışlarının muhatabının gerçek yüzü bir kere daha ortaya çıkmış oldu. IşiD, adı her nereden icap ettiyse kobani denilen Ayn el-Arab (Arap Pınarı diyelim)’a saldırınca birden düğmeye basılmış gibi biz kendimizi Suriye sınırında bulduk; ve ülkemizdeki bölücü yapı birden bire sokaklarımızda bir “kobani“ manzarası çizmeye başladı. Vekaletçi olmak böyle bir şey olsa gerek. Herşey kobani ismi kadar yapmacık, tarihsiz ve talihsiz. Arap Pınarı’ndaki mücadele acaba “kobani“ direnişi görüntüsü altında bir topluma coğrafya kurgulama ve cetvellerle çizilecek yeni sınırlara hazırlık mıdır? Daha tuhafı medyamızın bu ismi tüm renkleri ile benimsemiş olmasıdır.“ Cumhurbaşkanımızın bu çıkışı 2014’te TASAM’da yayınlanan Arap Pınarından (Ayn el-Arab) Temkinle Geçmek dileğinin artık iradeye dönüştüğünü gösteriyor. Pek bölgede neler olacak? Yeni bir Sadabad Paktı konsensüsünün teşekkül ettiğini söylemek hayalci bir yaklaşım olmayacaktır.
Bölgemiz yeni gelişmeleri bu karmaşa ortamında yaşıyor. Bu süreçte bazı dejavular yaşıyor gibiyiz. Sadabad Paktı, Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında çok taraflı bölgesel bir antlaşma olarak 8 Temmuz 1937 günü Tahran’da Şah’ın yazlık Sadabat Sarayı’nda imzalandı. Buna göre taraflar birbirlerine saldırıdan kaçınmayı ve bölgede barışı korumak üzere iş birliği yapmayı benimsemiştir. Bu paktta Irak İngiltere’ye bağımlılığa karşı Türkiye ile bir denge kurmak isterken öte yandan İran ile bozuk olan ilişkilerini düzeltmek için vesile ararken Türkiye bu ilişkileri bir pakt bağlamına alarak halletmeyi öngördü. İkinci Dünya Savaşı, İngilizlerin Irak’ı ve SSCB’nin İngiltere’yle İran’ı işgali, Bağdad paktı ve sonuçta İran-Irak savaşı ile Sadabad Paktı’nın öngördüğü bölgesel barış ideali başka bahara kalmıştı. Neticede bölgede yaşanan bu birleşik kaplar içerikli süreç bir paktın doğarak bugün bir kere daha müttefik olan devletlerin bir araya gelmesini dayatan süreçlere mümasil teşekkül ediyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken vaki şartların tekerrürü benzer sonuçları yeniden tevlit etmiş görünüyor. Bu tarihi ders bize gösteriyor ki büyük güçlerin eli dokunup, bölge kendi içinde çatıştıkça bölünerek güçsüzleşiyor. Atatürk’ün gösterdiği büyük bir dış siyaset hamlesi olan bu Pakt bugün yeni şartlarda de facto oluşmuş durumdadır. Bunun de jure hale gelmesi bölge geleceği açısından fevkalade değerli olabilir. Türkiye’nin büyük güçlere ve bölgesel anlaşmazlıklara karşı ön alıcı dış siyaseti bugün devlet tecrübemizle bir kere tekrar ederek ülke ve bölge geleceğini barış içinde tutmaya çalışıyor. Atatürk Türkiye’sinin Atlantik ve Sovyet çerçevesinin dışında kendi paktıyla oyun kurduğu sürecin devamında devletimiz bugün yeni ittifaklarla geleceğini görmeye çalışıyor. Bu oyun kurucu olmasa da en azından pansuman edip iyileştirici olma potansiyeli taşıyan bir yakınlaşma olarak dikkatle takip edilmelidir.
İşaret edilen aynı yazıda: “Türkiye’nin bölgeye müdahalesi, silahlarımızın bölgede Osmanlı sonrası dönemde ilk kez ciddi manada patlayacak ve gücümüzün hissedilecek olması hususu istenen bir durum olmasa da muhtemeller arasında. Kobani denen yerle alakalı dayatmalar Türkiye’de nasıl bir kafa karışıklığı oluşturmaya çalışıyor, içerideki uzantı kobaniciler nasıl bir stratejinin parçası olarak bu süreci canlı tutmaya çalışıyorlar? Bu sorular uzayıp giderken Türkiye’nin tampon bölge yaklaşımı neden bu kadar gürültüye yol açıyor? Türkiye’yi Biden’in imaları ile paralel olarak itham eden vekâlet etnikçilerinin sözlerinin manası nedir? Tüm bu sorular ve benzerleri bugün yaşanan sürecin sonunda tünelin ucunda bir karanlık manzara ve karamsar düşüncelere yol açmaktadır.“ tespitleri Fırat Kalkanı ve bugün İdlib’te patlayan silahlarımız, Cumhurbaşkanımızın son çıkışı eşliğinde bölgede kaynayan kazanın içinde Türkiye’nin kaynamaması adına devletimizin hamleleri olarak dikkatleri çekiyor.
Bu kaos içinde büzüştürerek yenmeye dair bir aklın işlediği seziliyor. Ne demek bu? Bu, içeride ve dışarıda beka endişesine düşürülen bir ülkenin kaotik gündemlerle meşgul edilmesi sonucu asıl iddia ve tezlerinden uzaklaşarak uzviyetini sürdürme haline doğru çekilmesidir. Bu açıdan, 15 Temmuz darbe girişimi ve oldubitti IKBY referandumuna bu çerçeveden bakılırsa Türkiye beka sorunlarıyla büzüştürülerek, siyasi ve ekonomik bir yıpratma sonucunda bulanık suda balık avlayanlara alan açılmaya çalışılmaktadır.
Suriye’de Arap Pınarında başlayan kırılma, Irak’ın kuzeyindeki referandum ile kaosa dönüşürken bu karanlık manzara sisleri arasında yeni bölgesel ittifaklar ve Türkiye’nin yeni hamleler ile bir asıl evvelki hamlelerle başlayan süreci bir asır daha ileri atmak noktasında olduğunu düşünmek ve gelişmelerin bu bağlamda oluşmasını temenni etmek geleceğimiz adına stratejik önem taşıyor.
Not: İdlib neden önemli sorusuna tarihten cevap arayanlar için Memlûk Devletinin büyük sultanı Baybars’ın Antakya fethine giderken Hama üzerinden Süvediye (Samandağı), Efamiye ve Derbsak (Kırıkhan yakınları) doğrultusunda ordusunu üçe ayırarak Hama üzerinden izlediği yolla bölgeye girip şehri ele geçirdiği göz önüne getirilirse İdlib’in Hatay bölgesinin güvenliği açısından önemi dikkatlere dokunabilecektir. Burada PYD veya herhangi bir dost olmayan gücün yer alması sınırlarımızı ve bekamızı doğrudan tehdit edecektir. Bu noktada Afrin hayati önemde bir yerde duruyor.
“Ayn el-Arab’da yaşananlar turnusol kâğıdı etkisi yapmaya devam ediyor. Bölgemizde yaşanan yeni üretim vekâlet cihatçıları ile eskinin artığı vekâlet teröristleri karşı karşıya gelince, Türkiye’nin tüm iyi niyetli çözüm arayışlarının muhatabının gerçek yüzü bir kere daha ortaya çıkmış oldu. IşiD, adı her nereden icap ettiyse kobani denilen Ayn el-Arab (Arap Pınarı diyelim)’a saldırınca birden düğmeye basılmış gibi biz kendimizi Suriye sınırında bulduk; ve ülkemizdeki bölücü yapı birden bire sokaklarımızda bir “kobani“ manzarası çizmeye başladı. Vekaletçi olmak böyle bir şey olsa gerek. Herşey kobani ismi kadar yapmacık, tarihsiz ve talihsiz. Arap Pınarı’ndaki mücadele acaba “kobani“ direnişi görüntüsü altında bir topluma coğrafya kurgulama ve cetvellerle çizilecek yeni sınırlara hazırlık mıdır? Daha tuhafı medyamızın bu ismi tüm renkleri ile benimsemiş olmasıdır.“ Cumhurbaşkanımızın bu çıkışı 2014’te TASAM’da yayınlanan Arap Pınarından (Ayn el-Arab) Temkinle Geçmek dileğinin artık iradeye dönüştüğünü gösteriyor. Pek bölgede neler olacak? Yeni bir Sadabad Paktı konsensüsünün teşekkül ettiğini söylemek hayalci bir yaklaşım olmayacaktır.
Bölgemiz yeni gelişmeleri bu karmaşa ortamında yaşıyor. Bu süreçte bazı dejavular yaşıyor gibiyiz. Sadabad Paktı, Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında çok taraflı bölgesel bir antlaşma olarak 8 Temmuz 1937 günü Tahran’da Şah’ın yazlık Sadabat Sarayı’nda imzalandı. Buna göre taraflar birbirlerine saldırıdan kaçınmayı ve bölgede barışı korumak üzere iş birliği yapmayı benimsemiştir. Bu paktta Irak İngiltere’ye bağımlılığa karşı Türkiye ile bir denge kurmak isterken öte yandan İran ile bozuk olan ilişkilerini düzeltmek için vesile ararken Türkiye bu ilişkileri bir pakt bağlamına alarak halletmeyi öngördü. İkinci Dünya Savaşı, İngilizlerin Irak’ı ve SSCB’nin İngiltere’yle İran’ı işgali, Bağdad paktı ve sonuçta İran-Irak savaşı ile Sadabad Paktı’nın öngördüğü bölgesel barış ideali başka bahara kalmıştı. Neticede bölgede yaşanan bu birleşik kaplar içerikli süreç bir paktın doğarak bugün bir kere daha müttefik olan devletlerin bir araya gelmesini dayatan süreçlere mümasil teşekkül ediyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken vaki şartların tekerrürü benzer sonuçları yeniden tevlit etmiş görünüyor. Bu tarihi ders bize gösteriyor ki büyük güçlerin eli dokunup, bölge kendi içinde çatıştıkça bölünerek güçsüzleşiyor. Atatürk’ün gösterdiği büyük bir dış siyaset hamlesi olan bu Pakt bugün yeni şartlarda de facto oluşmuş durumdadır. Bunun de jure hale gelmesi bölge geleceği açısından fevkalade değerli olabilir. Türkiye’nin büyük güçlere ve bölgesel anlaşmazlıklara karşı ön alıcı dış siyaseti bugün devlet tecrübemizle bir kere tekrar ederek ülke ve bölge geleceğini barış içinde tutmaya çalışıyor. Atatürk Türkiye’sinin Atlantik ve Sovyet çerçevesinin dışında kendi paktıyla oyun kurduğu sürecin devamında devletimiz bugün yeni ittifaklarla geleceğini görmeye çalışıyor. Bu oyun kurucu olmasa da en azından pansuman edip iyileştirici olma potansiyeli taşıyan bir yakınlaşma olarak dikkatle takip edilmelidir.
İşaret edilen aynı yazıda: “Türkiye’nin bölgeye müdahalesi, silahlarımızın bölgede Osmanlı sonrası dönemde ilk kez ciddi manada patlayacak ve gücümüzün hissedilecek olması hususu istenen bir durum olmasa da muhtemeller arasında. Kobani denen yerle alakalı dayatmalar Türkiye’de nasıl bir kafa karışıklığı oluşturmaya çalışıyor, içerideki uzantı kobaniciler nasıl bir stratejinin parçası olarak bu süreci canlı tutmaya çalışıyorlar? Bu sorular uzayıp giderken Türkiye’nin tampon bölge yaklaşımı neden bu kadar gürültüye yol açıyor? Türkiye’yi Biden’in imaları ile paralel olarak itham eden vekâlet etnikçilerinin sözlerinin manası nedir? Tüm bu sorular ve benzerleri bugün yaşanan sürecin sonunda tünelin ucunda bir karanlık manzara ve karamsar düşüncelere yol açmaktadır.“ tespitleri Fırat Kalkanı ve bugün İdlib’te patlayan silahlarımız, Cumhurbaşkanımızın son çıkışı eşliğinde bölgede kaynayan kazanın içinde Türkiye’nin kaynamaması adına devletimizin hamleleri olarak dikkatleri çekiyor.
Bu kaos içinde büzüştürerek yenmeye dair bir aklın işlediği seziliyor. Ne demek bu? Bu, içeride ve dışarıda beka endişesine düşürülen bir ülkenin kaotik gündemlerle meşgul edilmesi sonucu asıl iddia ve tezlerinden uzaklaşarak uzviyetini sürdürme haline doğru çekilmesidir. Bu açıdan, 15 Temmuz darbe girişimi ve oldubitti IKBY referandumuna bu çerçeveden bakılırsa Türkiye beka sorunlarıyla büzüştürülerek, siyasi ve ekonomik bir yıpratma sonucunda bulanık suda balık avlayanlara alan açılmaya çalışılmaktadır.
Suriye’de Arap Pınarında başlayan kırılma, Irak’ın kuzeyindeki referandum ile kaosa dönüşürken bu karanlık manzara sisleri arasında yeni bölgesel ittifaklar ve Türkiye’nin yeni hamleler ile bir asıl evvelki hamlelerle başlayan süreci bir asır daha ileri atmak noktasında olduğunu düşünmek ve gelişmelerin bu bağlamda oluşmasını temenni etmek geleceğimiz adına stratejik önem taşıyor.
Not: İdlib neden önemli sorusuna tarihten cevap arayanlar için Memlûk Devletinin büyük sultanı Baybars’ın Antakya fethine giderken Hama üzerinden Süvediye (Samandağı), Efamiye ve Derbsak (Kırıkhan yakınları) doğrultusunda ordusunu üçe ayırarak Hama üzerinden izlediği yolla bölgeye girip şehri ele geçirdiği göz önüne getirilirse İdlib’in Hatay bölgesinin güvenliği açısından önemi dikkatlere dokunabilecektir. Burada PYD veya herhangi bir dost olmayan gücün yer alması sınırlarımızı ve bekamızı doğrudan tehdit edecektir. Bu noktada Afrin hayati önemde bir yerde duruyor.