Türkiye, Brezilya’yı daha çok, dünyanın akciğeri Amazon ormanları, efsanevi Pele ve daha nicelerinin dünyaya kazandırdığı football ile tanır. Samba, Mambo, Bossa nova gibi danslar ve Rio Karnavalı son yıllarda zenginleşen Türkiye’nin hobi arayışlarına cevap vermeye başladı. Bendeniz ise Brezilya’yı Orfeu Negro(Siyah Orfe) filminin nameleri ile tanıdım. Özellikle Jobim imzalı “La Felicidad“, “Carnaval“ ve “Samba of Orpheus“ zaten daha 1960 lı yıllarda belleğime kazınmıştı. Yumuşacık seslerin söylediği iyimserlik telkin eden şarkılar zaten unutulabilir mi? Brezilya’yı nihayet en derin acıların bile ılık bir meltem esintisi ile sunulduğu edebiyat eserleri ile tanıdık. Ama şimdi bu ülkeyi biraz daha iyi incelememiz, aslında çok gecikmiş olan bir başarı öyküsünü değerlendirmemiz lazım. Ayrıca başarının sınırlarının nerede olduğunu bilmemiz iyi olur.
Bereketli Topraklar
Brezilya geniş bir toprak parçası üzerinde kurulmuş bir ülke. Yüz ölçüm itibarı ile dünyanın en büyük beşinci ülkesi. Çeşitlenmiş coğrafi yapısı içinde, iklim ve verimli topraklar her türlü ürünü yetiştirmesine olanak veriyor. Mısır gibi tahıllardan, nadide bitki ve ağaçlara, sebze ve özellikle egzotik meyvelerden, en kaliteli orman ürünlerine kadar her şeye sahip. Hayvancılık ve geniş okyanus kıyıları ile Amazon’un sunduğu balıkçılık ayrı bir olanak. Brezilya’lılar “bu ülkede 192 milyon insanız. 192 milyon da büyük baş hayvan var“ diye şaka yapıyorlar. Yer altı zenginlikleri işin cabası. Altın’dan uranyuma her türlü kıymetli metal var. Toprağın altında olmayanı da zaten Allah denizin dibinde onların ayaklarının altına sermiş. Çıkarımı pahalı, niteliği de biraz kalın(heavy) olsa bile petrol petroldür. O da Brezilya’nın son yıllardaki en önemli yeni kaynak buluşu. Ama Brezilya’nın en büyük zenginliği o 192 milyon insanı: Her renkten, her etnik kökenden ve her milletten. Başarısının temelinde yatan etkenlerden biri bu insanı aynı potada eritebilmiş olmak desek bile, sorunlarının da başlıca nedenlerinden biri yine bu büyük nüfus.
Dev Uyuyor muydu?
Bir imparatorluk geçmişinin ardından cumhuriyet rejimine sözüm ona yumuşak geçiş yapan Brezilya, kıta dışında dünya savaşları yaşanırken, kıta içinde komşularla sınır savaşları yaşamak ve ülke içinde bitmez tükenmez iç karışıklıklarla boğuşmak zorunda kalmış. Aldığı zinde insan göçüne karşılık, gücünü işte bu mücadelelerde müsrifçe kullanmış. Bu nedenle 1970li yılların ortasına kadar ne doğru dürüst bir yönetim, ne de hukuk devleti olma deneyimi olmuş. 1960 lı ve 1970 li yılarda bu nedenle ekonomik olanaklarını da müsrifçe kullandığı söylenebilir. Sovyetler Birliği ve Çin’in soğuk savaşın Kuzey ve Uzak Doğudaki kaleleri olduğu 1960 lı ve 1970 li yıllarda biz Brezilya’yı hep “uyuyan dev“ diye anardık. Acaba o uyur muydu? Elbette hayır. Biz buralarda Siyah Orfe ve Ipanema’lı kız şarkılarını mırıldanırken, Brezilya oldukça yüksek oranlarda büyüyor ve zaten fevkalade çeşitli olan ekonomisini iyice pekiştiriyordu. Ama 1960 ve 1970 li yıllarda Brezilya ne yaptıysa yüksek borç ve özellikle dış borç yükü ile yaptığı için, “kaş yapayım derken göz çıkardı“ ve 1980 li yırla büyük bir borç krizi ile girdi. İşte 1980 li yıllar dünyanın her tarafında ülkelerin sihirli bir değnek ile dışa açılma politikaları benimsemeye başladığı yıllar olduğu için, Brezilya dikkat çekmeye ve referans ülke olmaya başladı.
Bed Emsal mi? Has Emsal mi?
Ne tesadüftür ki 1980 li yılların Brezilya’sı da kötü ekonomik koşulların tetiklediği bir başka siyasi istikrarsızlık coğrafyasıydı. Brezilya’nın ekonomik sorunlarına reçeteyi IMF sunmuştu. Ama bu ülke de demokrasiye, 1980 li yılların ortalarında bir asker kökenli Başkan (Oliveria Figueiredo) yönetiminde geçmişti. 1980 li yıların IMF reçeteleri her yerde aynıydı. Ülke içinde makro ekonomik istikrar önlemleri alınırken, dışa açılmayı teşvik etmek ve ekonomik büyümeyi, ihracat seferberliği ve ithalat rekabeti ile sürdürmek. Brezilya’da da reçete böyle kullanıldı. Ama deneyimsiz ülkelerden bir diğeri olarak Brezilya dışa açılmayı becerse bile, üretimi yeterince arttıramadığı için hiper enflasyon tuzağına bir kez daha düştü. Ama daha önemlisi yolsuzlukları ve borç yükünü azaltamadığı için siyasi istikrarsızlık hastalığı yine nüksetti. Tabii ne bed emsal, ne de has emsal Türkiye’de o yıllarda benzer süreçlerin bir başka adresiydi.
Kaybedilmeyen 10 yıl ve “Kendi Çöplüğünde Öten Horoz“
1980 li yıllar hemen her yerde, 2. petrol krizinin ve yeni bir ekonomik düzenin yarattığı çalkantılarla geçti. Ama 1990 lı yılları biz terör, siyasi basiretsizlik ve ekonomik krizler ile mücadele içinde geçirirken Brezilya iyi değerlendirdi. 1989 dan başlayarak, sonunda yargılansa bile önce Collor, sonra Itamar Franco ülkeye ekonomik reform paketleri sundular. Özellikle Franco döneminde Maliye Bakanı olarak görev yapan Henrique Cardoso ve meşhur Real planı, Brezilya’ya ihtiyacı olan ekonomik istikrarı ve bölgesel ekonomik ilişkileri en iyi şekilde ülke yararına çeviren MERCOSUR açılımını kazandırdı. Artık Brezilya, önce “kendi öz çöplüğünün güzel sesli horozu“ olmuştu. Artık sıra çöplüğü temizlemeye gelmiş olmalı ki, 2000 li yıllarda, Kuzeyin en fakir bölgelerinden bir yüz ve biraz da sosyalistvari bir siyasi ses yükseldi: Lula.
Varoş’un Sesi, Favella’nın Nefesi: “Bay Kalamar“
Ülke Okyanus’a geniş açılımı olan bir ülke olunca popüler politikacıya da makbul bir deniz ürünü adı takılması bir tür sevgi gösterisi olmalı ki Luiz Inácio da Silva artık resmi olarak da Lula olarak biliniyor. 2002 den itibaren üst üste 2 dönem, artık rayına oturmuş olan Brezilya katarını, o neşeli ve ağzının tadını bilen halk, Lula’ya emanet etti. Lula’nın hedefi, fakirliği azaltmak; komsularla sorunsuz ilişkileri sürdürmek ve Brezilya’ya artık dünyada at oynatmak oldu. Fakirliği azaltmak zor. Fakir halkın acı ve sancılarını bilse bile, Lula bile bunda pek başarılı olamadı. Brezilya hala beşeri kalkınma indekslerinde olması gereken yerde değil( 2011 değerleri ile indeks 100 üzerinden Brezilya’da 0.718. Aynı yıl index: Rusya’ da 0.755, Hindistan’da 0.547 ve Türkiye’de 0.647 idi). Kişi başına geliri 12,916 Dolar. Brezilya dışa açık bir ülke ama daha fazla bir katma değeri kendi ülkesi içinde yaratıyor. Dış ticaretin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla içindeki payı 2011 de sadece %23. Ancak Brezilya MERCOSUR’un en büyük ülkesi ve komşularındaki sanayii öldürme pahasına onların piyasalarını ele geçirmiş durumda.
Eğitimden “Mali Tsunami Tehlikesi“ ne Sorunlar
Brezilya’da Lula geleneğini artık Dilma Rousef sürdürmekte. Rousef, şu sıralar yine enflasyon soluğunu ensesinde hisseden ve pahalı bir ekonomi haline geldiği için rekabet gücü yitiren dünyanın 6. en büyük ekonomisi Brezilya’nın sorunlarını biliyor. 2011 rakamları ile satın alma gücü paritesine göre kişi başına geliri(11,845 Dolar), nominal kişi başına gelirinin altında olan Brezilya, yurtiçinde verimlilik arttırma ve işsizliğe çözüm getirme mücadelesinde olmak zorunda. Rousef’in de bugünlerde en önemli önceliklerinden biri eğitim. O da tablet dağıtma kampanyalarından mucize umuyor. Beceri kazandırma, emeğin hakkını verme ama rekabet gücü yitirmeme… İlk ikisi zor, üçüncüsü ise Çin ve Hindistan varken çok zor.
Almanya ziyareti sırasında Rousef, bir de AB de kopan ekonomik krizden kaçan mali sermayenin, Brezilya’da yaratabileceği Tsunami etkisinden korkutlarını ifade etti. Sıcak para Atlantik Okyanus’unun Batı kıyılarına vurursa ne olur endişesi anlaşılan Rousef’i yeni politikaların eşiğine getirebilir. 2012 da olacaklar Brezilya’yı bu endişe ile “Mali Korumacılık“ önlemlerine iterse, Brezilya bundan nasıl etkilenir? Portekiz’in işsizi Brezilya’ya akarken, mali kaynakların önüne set koymak ne getirir, ne götürür? Bunları 2012 sonuna kadar göreceğiz. Uyanan devin sorunları, galiba uyuyandan daha az değil. Ama Brezilya önemli bir ülke. Petrol ile veya petrolsüz önemli olmaya da devam edecek.